Sünnet (Hitan) Circumcision , : Erkek üreme organının uç kısmında bulunan deri parçasının kesilmesi, hitan.
Rabbimiz şöyle buyuruyorlar:
"Sonra da Biz, Hanif olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik." (Nahl, 16/23).
Bir diğer âyette de şöyle buyurulmaktadır;
"Allah'ın dini boyası ile boyandık. Boyası Allah'dan daha güzel kim vardır? Biz ancak O'na ibadet ederiz." (Bakara, 2/138). Kur'ân'da "sünnet" (hıtan) ile ilgili bir âyet bulunmamakla birlikte, Müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmiştir. Geçmişi Hz. İbrahim (as)'e kadar varan sünnet, câhiliye devri Arapları arasında da devam edegelen bir âdetti. Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Erkeğin sünneti için "hıtan" kadınların sünneti için "hafd" kelimesini kullanmaktaydılar. Ancak "el-hıtanan" ifadesi sünnet edilen yer anlamına hem kadın hem erkek için müşterek kullanılır. Bunların birbirine değmesi gusulü gerektirir (Buhârî, Gusl, 28; Müslim, Hayz, 8; Ebu Davud Tahare, 81, 83).
Rivâyete göre sünnet, Hz. İbrahim (as)'in seksen yaşlarında kendine tatbikiyle başlamıştır. Bir rivayete göre İbrahim (a.s)'ın Kur'ân'da sözedilen bazı kelimelerle sınanması (Bakara, 2/124) temizliğe dair sorularla olmuştur. Bunların vücûda dair olanları sünnet olmak, koltuk altı ve kasık kıllarının kesilmesi, su ile istinca ve tırnakların kesilmesi gibi hususlardı.
Sünnet olmak insanın fıtratından kaynaklanmaktadır: Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır:
"Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahare, 49; Ebu Davud, Tereccül, 16; Tirmizi, Edeb, 14).
Hz. İbrahim (as)'in seksen yaşlarında Kaddüm köyünde sünnet olduğu rivayet edilir (Buhâri, Enbiyâ, 8; Müslim, Fedâil, 151; Müsned-i Şamiyyin, I, 88). Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette "Kaddüm" yerine "kadum" ifadesi kullanılmıştır ki o zaman ifade "Bir marangoz aleti olan keserle sünnet oldu." anlamına gelmektedir. Ayrıca onun yetmiş veya yüz yirmi yaşlarında olduğu da rivayet edilmiştir.
Hz. İbrahim (as) sünnet olmuştur. İsrailoğulları arasında câri olan Tevrat'ın hükmü de böyle idi. İsa (a.s)'ya kadar böyle devam etmişken sonradan Hristiyanlar bu âdeti bozmuş ve "hıtan", kalbin guffesini (kalbi bürüyen perdeyi) atmaktır, şeklinde yanlış bir yorumla sünneti bırakmışlardır (Tecridi-Sarih Tercümesi, IX, 112).
Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim (as)'dir." (Muvatta, Sıfatu'n-Nebî', 4).
Sünnet olmak ondan sonra bütün peygamberlerde ve onlara uyanlarda devam etmiş, Peygamberimiz (a.s.m) peygamber olarak gönderilinceye kadar sürüp gitmiştir.
Peygamberimiz (asm) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned).
Rivayete göre, peygamberlerin bazıları sünnetli olarak dünyaya gelmişlerdir; bunların sayısı on-on yedi kadardır. İmam Suyuti bunlardan bir kısmını bir şiirle ifade etmiştir. Bunlar Âdem, Şit, Nuh, Sam, İdris, Musa, Salih, Lut, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve Hz. İsa (a.s)'dır. Şiirin sonu "Hatem"le biter ki maksat Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'dir. Hz. Peygamber (asm)'in sünnetli doğduğuna dair (bk. İbn Haldun, Mukaddime, İstanbul 1970, II, s. 400; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 1972, I, 59). Bazı rivayetlere göre ise doğumunun yedinci gününde dedesi bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiştir.
İslam öncesi Arabistan'da sünnet bir hijyen tedbiri olarak düşünülmüştür. (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1973, s. 291).Araplarda sünnet bir temizlik ve güzelleşme operasyonu olarak kabul edilir. Bundan dolayı sünnet karşılığında "taharet" kelimesi de kullanılmaktadır (Karslızade Cemalettin, Me'debetül-Hıtân, İstanbul 1252 H., s. 7).
Atası Hz. İbrahim (as)'in bu güzel geleneğini Hz. Peygamber (asm) de devam ettirmiştir. "O, sünnet hükümdarı" olarak anılmıştır. Buhârî'nin vahyin başlangıcına dair kitabında Şam piskoposu İbnu'n-Natur'un bir ifadesine yer verir. Buna göre yıldızlara bakarak kehanette bulunmada mâhir olan Herakelias bir gece "Hıtan melikinin zuhur ettiğini görür. Tam bu sıralarda Hz. Peygamber'in elçisi kendisine gelmişti. Elçinin kendisi de sünnetli idi." Olay sünnetin İslam'ın ilk müesseselerinden biri olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber (asm), ileri yaşlarda Müslüman olanlara, seksen yaşlarında da olsalar "Üzerinizdeki (İslâm'ın hoşlanmadığı) fazla kılları temizle, traş et ve sünnet ol." buyururdu (Kenzul-Ummâl, I, 263).
Usaym b. Kelib'in babasından, onun da dedesinden naklettiği rivâyete göre, dedesi demiş ki:
"Peygamberimiz (asm)'e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (asm) şöyle buyurdular:Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol." (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare, 129).
Sünnet olayı; "Bir canlıya acı çektirmek, ancak o canlıya yarar sağlar ve yarar canlıya çektirilen acıdan fazla olursa caizdir." şer'i kaidesine dayanmaktadır.
Sünnetin hangi yaşlarda yapılacağına dair ortak bir görüş yoktur. Bölgelere göre yedi günlükten on üç yaşına kadar değişmektedir. Çocukların buluğa ermeden sünnet ettirilmeleri babalarının bir vazifesidir. Hz. Peygamber (asm) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmişti.
Çocuk buluğa erdiğinde şeriat hükümleriyle yükümlü bulunacak, ilahî buyruklara göre amel etmekle emrolunacaktır. O halde bu çağa henüz girmeden sünnet olmalı, sünnetli bir şekilde mükellef düzeyine gelmelidir. Böylece ibadeti, İslamın çizdiği şekilde sıhhat kazanır. Şeriatın belirttiği ölçüde dosdoğru olarak gerçekleşir.
Fakat velinin görevi, çocuğun sünnetini, onun doğumunun ilk günlerinde yerine getirmesi, düşünmesi ve böyle yapmanın daha uygun olduğunu bilmesidir. Böylece çocuk kendini tanımaya başlayıp temyiz çağına geldiğinde kendisini sünnet olmuş bulur. İleride bundan ötürü kendi kendisini hesaba çekmez. İçinde herhangi bir üzüntü ve ürküntü bulunmaz. Gerçekten çocuk akletmeye başlayıp eşyayı asıl anlamıyla anlamayı idrak edince kendisini sünnet engelini aşmış olarak görmesi güzel ve kolay bir hava oluşturur.
Sünnet organının uç kısmını örten derinin en azından yarısının kesilmesidir. Yarıdan az kesilmesi halinde tekrarlanması gerekir. Ebu's-Suud Efendi buna gerek olmadığı şeklinde fetva vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhu Î-İslam Ebu's-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972 s.35).
Bazı toplumlarda, kızlarda erkekler gibi sünnet edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır, Arabistan ve Cava'da yaşayan Müslümanların bir kısmında halen mevcuttur. Bu toplumlarda İslamiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmektedir. İslâmiyetin zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslam dünyası dikkate alınırsa azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür (A.J. Wensinck, Hiton, IA, VlI, s. 543).
Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünnetirivayete göre Hz. İbrahim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hacer'dir (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Z. K. Uğan, Ankara 1954, I, 371).
Hz. Peygamber (asm),
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir."(Ahmed b. Hanbel, V, 75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII, 1312)
buyurur. Bu sünnet, Ebu Hanife ve İmam Malik'e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel'e göre erkeğe vacib, hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve kadın arasında vucûb bakımdan bir fark görmemiştir (el-Fethu'r-Rabbanî, XVII, 1312). Çoğunluğu Hanefi olan Türklerde kadınlar sünnet edilmezler. Ebu's-Suud Efendi kendisine yöneltilen; "Diyar-ı Arap'da avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet midir?" sorusuna "el-Cevap: Müstehaptır." şeklinde cevap vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şerhul-İslam Ebu's-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972, s. 35).
Hattabî de; "Sünnet olmak fiili her ne kadar öteki sünnetler arasında sayılıyorsa da ilim adamlarından bir çoğuna göre vacibtir. Çünkü sünnet olmak hem dinin ve hem dindarlığın şiarıdır. Müslüman kimsenin kafirden ayırdedilmesi buna bağlıdır. Savaş alanında öldürülenler arasında sünnetli bir kimseye rastlanılırsa, diğeri de sünnetsiz bulunursa, böyle bir durumda sünnetli kimse üzerine namaz kılınır, defni sağlanır. İslam kabristanına gömülür" demektedir.
Hasan Basrî "Rasûlüllah (asm) Efendimize uyarak bir çok kimseler İslam'a girdi. Siyahı, beyazı, Romalısı, İranlısı, Habeşlisi... Ama bunlardan hiçbirinin sünnet olup olmadıkları araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslam dinine kabul edilmezlerdi." demektedir. Ancak bu delil sünnet olmanın ihtiyari olduğu ispatlayacak nitelikte değildir.
Zira Araplar zaten kesinlikle sünnet olmakta idiler. Diğer taraftan Yahudilere gelince, bunlar da kesin olarak sünnet olurlardı. Hrıstiyanlara gelince onlardan bir grubu sünnet olurken, diğer bazıları da olmazdı. İslam dinini kabul eden herkes, ister puta tapan Arap olsun, ister Yahudi, ister Hrıstiyan olsun, İslâmî prensiplerden birinin sünnet olmak olduğunu bilirdi. Bunu bildiği için de İslam dinini kabul ettikten hemen sonra boy abdesti aldıkları gibi sünnet olurlardı.
Yukarıda Useym b. Kelîb'in dedesinin Peygamberimiz (asm)'e gelerek,"Kesin olarak İslâmı seçtim, Müslüman oldum." deyince, Rasûlüllah (asm) kendisine; "O halde küfrün kıllarını kendinden temizleyip at ve sünnet ol." buyurması ve Zührî yoluyla rivayet olunan; "Kim İslâm'a girerse, yaşlı da olsa sünnet olsun." anlamındaki hadis, bu hükmü pekiştirmektedir.
Peygamberimiz (asm) ise, ümmetini sürekli hayırlı ve mutlu sonuç getiren işlere yöneltir ve onları başkasından seçip ayıracak hususları öğretirdi. İşlenip işlenmediğinin derinliğine inmek, araştırıp kontrol etmekle yükümlü değildi. Onun bu konuda izlediği yol, İslâma girenleri dış halleri ile kabul etmek ve değerlendirmekten ibaretti. Gizli hallerini ise Allah'a bırakırdı.
İslam hukuk otoritelerinin sünnet fiilinin gerekli bir ibadet olmasındaki sebep ve illetleri şöyle göstermişlerdir: Sünnetsiz kimse abdestini ve namazını bozmaya kendisini arzetmiş olur. Çünkü kesilmedik kalan deri, cinsel organının baş kısmını tümüyle kapatmaktadır. İdrar altına girince onu temizlemek hayli güçtür. Böyle bir durumda sağlıklı bir temizlik ancak sünnet olmaya bağlıdır. Bundan ötürü gerek selef (öncekiler) olsun gerekse halef (sonrakiler) olsun bir çokları sünnetsiz kimsenin imamlığını uygun görmemişler ve yasaklamışlardır. Fakat tek başına kıldığı namazlarda ise, devamlı idrarı damlayan kimse gibi özür sahibi sayılır.
Sünnet ameliyesi konusunda cehalet sonu sebep olunan, özür ve ölüm olaylarında diyet uygulanmıştır (İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Diyet, 130; V/420; Abdurrezzak, el-Musannef, IX, 470).
Sünnet olayının, tıb ilminin ilerlemesiyle hikmet değeri daha iyi anlaşılmıştır. Erkeklerin sünnet olmadığı toplumlarda rahim hastalıkları oranı, sünnet olan toplumlara göre çok daha fazladır.
Sünnetin dini açıdan büyük hikmeti olduğu gibi, bir çok sağlıkla ilgili yararları da vardır. Bilim adamları ve özellikle tıp doktorları bunun olumlu sonuçlarını belirtmişlerdir. Bu hususların en önemlilerinden bir kısmı şunlardır:
- Sünnet fıtratın yani yaratılışın esasıdır. İnsanın doğuştan buna ihtiyacı vardır. İslamın bir prensibi ve şerîatın da ünvanıdır.
- Sünnet, Rabbimizin Hz. İbrahim (a.s)'in diliyle meşru kıldığı, hakka yönelik dinin tamamıdır. Yani bunun tamamlayıcısıdır. Bu öyle bir dindir ki, kalbleri tevhid, birlik ve iman boyasıyla boyamış, bedenleri fıtratın özellikleri olan sünnet olmak, bıyık kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altındaki kılları gidermek gibi özelliklerle bezemiştir.
Rabbimiz şöyle buyuruyorlar:
"Sonra da biz, Hanif olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik." (Nahl, 16/23).
Bir diğer âyette de şöyle buyurulmaktadır;
"Allah'ın dini boyası ile boyandık. Boyası Allah'dan daha güzel kim vardır? Biz ancak O'na ibadet ederiz." (Bakara, 2/138).
Sünnet Müslümanı diğerlerinden ayırır.
(bk. Nebi BOZKURT, Şamil İslam Ans., VII. Cilt)
Bazı toplumlarda, kızlar da erkekler gibi sünnet edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır, Arabistan ve Cava'da yaşayan Müslümanların bir kısmında halen mevcuttur. Bu toplumlarda İslamiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmektedir. İslâmiyet'in zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslam dünyası dikkate alınırsa, bu durum azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür (A.J. Wensinck, Hiton, IA, VlI/543).
Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünneti ,rivayete göre Hz. İbrahim (as) zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hacer'dir (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Z. K. Uğan, Ankara 1954, I/371).
Hz. Peygamber (asm),
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." (Ahmed b. Hanbel, V/75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII/1312)
buyurur. Bu sünnet, Ebu Hanife ve İmam Malik'e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel'e göre erkeğe vacib, hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve kadın arasında vucûb bakımdan bir fark görmemiştir (el-Fethu'r-Rabbanî, XVII/1312).
Çoğunluğu Hanefi olan Türklerde kadınlar sünnet edilmezler. Ebu's-Suud Efendi kendisine yöneltilen; "Diyar-ı Arap'da avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet midir?" sorusuna "el-Cevap: Müstehaptır." şeklinde cevap vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şerhul-İslam Ebu's-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972, s. 35).
Kadınların sünnet edilmesi konusunda İslâm âlimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının fizyolojik bakımdan farklı olduklarını kabul ederek Maşrık kadınlarındaki yaradılıştan gelen fazlalık sebebiyle, sünnetle yükümlü olduklarına, öbürlerinde ise böyle bir fazlalığın bulunmayışı sebebiyle sünnetle yükümlü olmadıklarına hükmetmişlerdir.
Rivayetler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, bizzat Medine'de, kızların sünnet edildiğini ve sünnet etmeyi kendilerine meslek edinmiş kadınların bile bulunduğunu ifâde etmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kızların sünnet edilmeleriyle ilgili olarak sağlığa uygun bir tarzda olması için tâlimât verdiğini de öğrenmekteyiz.
Ebû Davûd'un rivayeti şöyle:
"Medine'de bir kadın (ki ismi Ümmü Atiyye'dir) kızları sünnet ediyordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
'Fazla derin kesme, çünkü derin kesmemen, hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesîlesi) hem de kocası için daha hoştur.' der."
Hz. Ali (ra)'den gelen bir rivayette sünnetci kadına Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in birisini yollayarak (çağırttığını) ve
"Sünnet ettiğin zaman üstten hafifçe kes, fazla dipten kesme..." dediğini öğreniyoruz.
Münâvi, bu hadisi şerh ederken, kadınlardaki sünnet mahallinin derin kesilmesi hâlinde, kadının cinsî arzusunun söneceği, bu nedenle de kocası ile cinsel ilişkiden nefret edebileceğini belirtir.
Bu açıklamalardan, kızların sünnet edilmesinin biyolojik yapısına göre değişebileceğini, eğer fazlalık varsa alınması daha uygun ise de, alınmamasında da dini bir sakınca olmadığını söyleyebiliriz.
Hz. Peygamber (asm),
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir."(Ahmed b. Hanbel, V, 75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII, 1312
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." (Ahmed b. Hanbel, V/75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII/1312)
"Medine'de bir kadın (ki ismi Ümmü Atiyye'dir) kızları sünnet ediyordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
'Fazla derin kesme, çünkü derin kesmemen, hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesîlesi) hem de kocası için daha hoştur.' der."
Hz. Ali (ra)'den gelen bir rivayette sünnetci kadına Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in birisini yollayarak (çağırttığını) ve
"Sünnet ettiğin zaman üstten hafifçe kes, fazla dipten kesme..." dediğini öğreniyoruz.
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir."(Ahmed b. Hanbel, V, 75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII, 1312
Many countries with majorities of Christian adherents have low circumcision rates (as in Europe and South America), while both religious and non-religious circumcision is common in some predominantly Christian countries such as the United States,[2] and the Philippines, Canada,[3] and in North and West Africa and it is common in countries such as Cameroon,[3] Democratic Republic of the Congo,[3] Ethiopia,[3] Eritrea,[3] Ghana,[3] Liberia,[3] Nigeria[3] and Kenya,[3] Male circumcision is also widely practiced among Christians from South Korea, Egypt, Syria, Lebanon, Jordan, Palestine, Israel, and North Africa.[1] Circumcision rates in Oceania were high but are now relatively low.Religious male circumcision generally occurs shortly after birth, during childhood or around puberty as part of a rite of passage. Circumcision is most prevalent in the religions of Judaism, Islam, Coptic Orthodox Church, Ethiopian Orthodox Church[1] and Eritrean Orthodox Church.
While the Catholic Church has condemned religious circumcision for its members, and currently maintains a neutral position on the practice of non-religious circumcision,[4] Coptic Christianity and Ethiopian Orthodoxy and Eritrean Orthodoxy still observe male circumcision and practice circumcision as a rite of passage.[5][6][1] Hodges affirms that in Classical civilization the foreskin was positively valued both from Ancient Greeks and Romans,[7] and that Greek and Roman attempts to abolish ritual circumcision were prompted by humanitarian concerns.[7]
Male circumcision practised as a religious rite is found in texts of the Hebrew Bible, as part of the Abrahamic covenant, such as in Genesis 17, and is therefore practised by Jews, Muslims, and some Christians, who constitute the Abrahamic religions. Some rabbinical sources indicate that even before the covenant of Abraham, the aposthia of Shem may have been an inspiration for circumcision; although the aposthia of Shem is not specifically mentioned in the Genesis text.[8][9]
Contents
Abrahamic religions
Judaism
According to Halakha (Jewish law), ritual circumcision of male children is a commandment from God that Jews are obligated to follow, and is only postponed or abrogated in the case of threat to the life or health of the child.[10] Jews do not believe that non-Jews are obligated to follow this commandment; only the Seven Laws of Noah apply to non-Jews.
In the Hebrew Bible
There are numerous references to circumcision in the Hebrew Bible. Circumcision was enjoined upon the biblical patriarch Abraham, his descendants and their slaves as "a token of the covenant" concluded with him by God for all generations, an "everlasting covenant" (Genesis 17:13), thus it is commonly observed by two (Judaism and Islam) of the Abrahamic religions.
The penalty of non-observance was kareth (Hebrew: "cutting off") from the people (Genesis 17:10-14, 21:4; Lev 12:3). Non-Israelites had to undergo circumcision before they could be allowed to take part in the feast of Passover (Exodus 12:48). See also Mosaic Law directed at non-Jewsand Conversion to Judaism.
It was "a reproach" for an Israelite to be uncircumcised (Josh 5:9) The name arelim (uncircumcised) became an opprobrious term, especially a pejorative name for the Philistines, who might have been of Greek origin, in the context of the fierce wars recounted in the Book of Samuel (1 Sam 14:6, 31:4). When the general (and future king) David wanted to marry King Saul's daughter, the King required a grisly "dowry" of a hundred Philistine foreskins. David went further: "and David arose and went, he and his men, and slew of the Philistines two hundred men; and David brought their foreskins, and they gave them in full number to the king, that he might be the king's son-in-law. And Saul gave him Michal his daughter to wife".(1 Sam 18:25)
"Uncircumcised" is used in conjunction with tame (unpure) for heathen (Isa 52:1). The word 'arel' (uncircumcised) is also employed for "impermeable" (Lev. 26:41, "their uncircumcised hearts"; compare Jer. 9:25; Ezek. xliv. 7, 9); it is also applied to the first three years' fruit of a tree, which is forbidden (Lev 19:23). "The Philistines, more than any other nation, are regularly[11] called uncircumised"[12] in the Hebrew Bible.
However, the Israelites born in the wilderness after the exodus from Egypt apparently did not carry out the practice of circumcision. According to Josh 5:2-9, "all the people that came out" of Egypt were circumcised, but those "born in the wilderness" were not. In any case, we are told that Joshua, before the celebration of the Passover, had them circumcised at Gilgal.
The Bible contains several narratives in which circumcision is mentioned. There is the circumcision and massacre of the Shechemites (Genesis 34:1-35:5), the hundred foreskin dowry (1 Samuel 18:25-27) and the story of the Lord threatening to kill Moses, and being placated by Zipporah's circumcision of their son (Exodus 4:24-26), and the circumcision at Gilgal of Joshua 5.
There is another sense in which the term "circumcise" is used in the Bible. Deut 10:16 says: "Circumcise the foreskin of your heart," (also quoted in Jer 4:4, New JPS translates as: "Cut away, therefore, the thickening about your hearts") along with Jer 6:10: To whom shall I speak, and give warning, that they may hear? behold their ear is uncircumcised, and they cannot hearken: ... (New JPS translates: "Their ears are blocked"). Jer 9:25-26 says that circumcised and uncircumcised will be punished alike by the Lord; for "all the nations are uncircumcised, and all the house of Israel are uncircumcised in heart." The New JPS translation adds the note: "uncircumcised of heart: I.e., their minds are blocked to God's commandments." Non-Jewish tribes that practiced circumcision were described as being "circumcised in uncircumcision."(Jeremiah 9:24)
In rabbinic literature
During the Babylonian exile, Sabbath and circumcision became the characteristic symbols of the Jewish people. However, the Talmud orders that a boy must not be circumcised if he had two brothers, from the same mother as him, who have died as a result of their circumcisions;[13] this may be due to a concern about haemophilia.[13]
Contact with Greek polytheistic culture, especially at the games of the arena, made this distinction obnoxious to Jewish Hellenists seeking to assimilate into Greek culture. The consequence was their attempt to appear like the Greeks by epispasm ("making themselves foreskins"; 1 Macc 1:15; Josephus, Ant. xii 5, § 1; Assumption of Moses, viii.; 1 Cor 7:18;, Tosef.; Talmud tractes Shabbat xv. 9; Yevamot 72a, b; Yerushalmi Peah i. 16b; Yevamot viii. 9a). 1 Macc 2:46 records that after King Antiochus effectively banned traditional Jewish religious practice, including circumcision, the Maccabean rebels "forcibly circumcised all the uncircumcised boys they found within the borders of Israel." Circumcision was again banned by Emperor Hadrian (117-138 CE). His anti-circumcision law is considered by many to be one of the main causes of the Jewish Bar Kokhba revolt (132-135).[citation needed]
Around 140 CE Rabbinic Judaism made its circumcision requirements stricter.[14][15] Jewish circumcision includes the removal of the inner preputial epithelium, in a procedure that is called priah(Hebrew: פריעה), which means: 'uncovering'. This epithelium is also removed on modern medical circumcisions,[16] to prevent post operative penile adhesion and its complications.[17]According to rabbinic interpretation of the traditional Jewish sources, the periah has been performed, as part of Jewish circumcision, since the Israelites first inhabited the Land of Israel,[18] and without it the mitzvah isn't performed at all.[19] However, the editors of the Oxford Dictionary of the Jewish Religion, note that periah was probably added by the rabbis, in order to "prevent the possibility of obliterating the traces of circumcision".[20] Jewish law states that circumcision is a mitzva aseh ("positive commandment" to perform an act) and is obligatory for Jewish-born males and for non-circumcised Jewish male converts. It is only postponed or abrogated in the case of threat to the life or health of the child.[10] It is usually performed by a mohel on the eighth day of life in a ceremony called a brit milah (or bris milah, colloquially simply bris), which means "Covenant of circumcision" in Hebrew. According to Jewish law, the foreskin should be buried after a brit milah.[21] The rite is considered of such importance that in Orthodox communities, the body of an uncircumcised Jewish male will sometimes be circumcised before burial.[22] Although 19th century Reform leaders described it as "barbaric", the practice of circumcision "remained a central rite"[23] and the Union for Reform Judaism has, since 1984, trained and certified over 300 practicing mohels under its "Berit Mila Program".[24] Humanistic Judaism argues that "circumcision is not required for Jewish identity."[25]
The circumcision consists of three procedures, the first being the cutting of the foreskin. The second is the priah, or peeling back of the epithelium after the foreskin has been amputated. According to Shaye J. D. Cohen, in Why Aren't Jewish Women Circumcised?: Gender and Covenant in Judaism, pg 25, the Torah only commands circumcision (milah).[26] David Gollaher has written that the rabbis added the procedure of periah to discourage men from trying to restore their foreskins: 'Once established, periah was deemed essential to circumcision; if the mohel failed to cut away enough tissue, the operation was deemed insufficient to comply with God's covenant' and 'Depending on the strictness of individual rabbis, boys (or men thought to have been inadequately cut) were subjected to additional operations.'[27] In addition to milah (the actual circumcision) and priah, mentioned above, the Talmud mentions a third step, metzitzah, or squeezing some blood from the wound.
The book Abot De-Rabbi Natan (The Fathers According to Rabbi Nathan) contains a list of persons from the Israelite Scriptures that were born circumcised: Adam, Seth, Noah, Shem, Jacob, Joseph, Moses, the wicked Balaam, Samuel, David, Jeremiah and Zerubbabel.[28] To be born without a foreskin was regarded as the privilege of the most saintly of people, from Adam, "who was made in the image of God," and Moses to Zerubbabel (see Midrash Ab. R. N., ed. Schechter, p. 153; and Talmud, Sotah 12a). Uncircumcision being considered a blemish, circumcision was to remove it, and to render Abraham and his descendants "perfect" (Talmud Ned. 31b; Midrash Genesis Rabbah xlvi.)
Rabbinic literature holds that one who removes his circumcision has no portion in the world to come (Mishnah Ab. iii. 17; Midrash Sifre, Num. xv. 31; Talmud Sanhedrin 99).
According to the Midrash Pirke R. El. xxix., it was Shem who circumcised Abraham and Ishmael on the Day of Atonement; and the blood of the covenant then shed is ever before God on that day to serve as an atoning power. According to the same midrash, Pharaoh prevented the Hebrew slaves from performing the rite, but when the Passover time came and brought them deliverance, they underwent circumcision, and mingled the blood of the paschal lamb with that of the Abrahamic covenant, wherefore (Ezek. xvi. 6) God repeats the words: "In thy blood live!"
Converts to Judaism
According to the Hebrew Bible, conversion to Judaism for non-Israelites necessitated circumcision (Exodus 12:48). In the 1st century CE, there was a controversy between the Shammaitesand the Hillelites regarding a convert born without a foreskin: the former demanding the spilling of a drop of blood of the covenant; the latter declaring it to be unnecessary.
Flavius Josephus in Jewish Antiquities book 20, chapter 2 recorded the story of King Izates of Adiabene who decided to follow the Law of Moses at the advice of a Jewish merchant named Ananias. He was going to get circumcised, but his mother, Helen, who herself embraced the Jewish customs, advised against it on the grounds that the subjects would not stand to be ruled by someone who followed such "strange and foreign rites". Ananias likewise advised against it, on the grounds that worship of God was superior to circumcision (Robert Eisenman in James the Brother of Jesus claims that Ananias is Paul the Apostle who held similar views) and that God would forgive him for fear of his subjects. So Izates decided against it. However, later, "a certain other Jew that came out of Galilee, whose name was Eleazar", who was well versed in the Law, convinced him that he should, on the grounds that it was one thing to read the Law and another thing to practice it, and so he did. Once Helen and Ananias found out, they were struck by great fear of the possible consequences, but as Josephus put it, God looked after Izates. As his reign was peaceful and blessed, Helen visited the Jerusalem Temple to thank God, and since there was a terrible famine at the time, she brought lots of food and aid to the people of Jerusalem.
On the other hand, the emperor Hadrian (117-138) forbade circumcision. His successor Antoninus Pius (138-161) upheld the decree, but around 140 included an exemption for Jews who circumcised their sons, although not their servants, slaves, or converts.[7] Even before that, in 95 CE, Flavius Clemens, a nephew of the emperors Titus and Domitian, suffered the penalty of death for undergoing circumcision, and embracing the Jewish faith with his wife Domitilla (see Grätz, "Gesch." iv. 403 et seq., 702).
It can be thus understood why during Early Christian times there existed groups of God-fearers, who were gentiles who shared religious ideas with Jews, to one degree or another, but refused to circumcise, and were not recognized as Jews. It is possible that the view of them is echoed in the Midrash: "If thy sons accept My Godhead [by undergoing circumcision] I shall be their God and bring them into the land; but if they do not observe My covenant in regard either to circumcision or to the Sabbath, they shall not enter the land of promise" (Midrash Genesis Rabbah xlvi.). "The Sabbath-keepers who are not circumcised are intruders, and deserve punishment," (Midrash Deut. Rabbah i.)
The uncompromising Jewish stance that the seal of circumcision might not find its substitute in "the seal of baptism" — led the Apostle Paul to urge the latter in opposition to the former (Romans 2:25-29, 4:11-12, and elsewhere), just as he was led to adopt the antinomistic or antinational view, which had its exponents in Alexandria.
Currently, the issue of circumcising converts remains controversial in Reform and Reconstructionist Judaism [29][30] and it is not mandatory in either movement.[31]
Normative position
Subject to overriding medical considerations, the circumcision must take place eight days after the birth of the child, even when this falls on Shabbat.[32] The child must be medically fit for a circumcision to be performed, and Jewish law prohibits parents having their son circumcised if medical doctors hold that the procedure may unduly threaten the child's health (e.g. because of hemophilia). If by reason of the child's debility or sickness the ceremony is postponed, it cannot take place on Shabbat.[33]
It is the duty of the father to have his child circumcised; and if he fails in this, the beth din of the city must see that the rite is performed.[34] According to traditional Jewish law, in the absence of a grown free Jewish male expert, a woman, a slave, or a child, that has the required skills, is also authorized to perform the circumcision, provided that she or he is Jewish.[35] However, most streams of non-Orthodox Judaism allow female mohels, called mohalot (Hebrew: מוֹהֲלוֹת, plural of מוֹהֶלֶת mohelet, feminine of mohel), without restriction. In 1984, Deborah Cohen became the first certified Reform mohelet; she was certified by the Berit Mila program of Reform Judaism.[36]
However important it may be, circumcision is not a sacrament, unlike a Christian baptism. Circumcision does not affect a Jew's Jewish status. A Jew by birth is a full Jew, even if not circumcised.[37] Even so, the punishment for not being circumcised in rabbinic Judaism is believed to be "Karet", being cut off; meaning premature death at the hand of G-d (Mo'ed Katan 28a) and a severe spiritual punishment, the "soul's being cut off," and not being granted a share in the world to come (Hilchot Teshuvah 8:1,5).
The Intertestamental period
The deuterocanonical books and biblical apocrypha reveal the cultural clash between Jews and Greeks, and between Judaizers and Hellenizers. Greeks valued the foreskin, and when they took part in athletic sports, they did it in the nude.[7] They insisted that the glans remained covered, and they did not approve of the Jewish custom of circumcision. The Books of the Maccabeesreveal that some Jewish men chose to undergo epispasm, foreskin restoration by stretching the residual skin,[38] so that they could conform to Greek culture and take part in these sports. (1 Macc 1:11-15). Some also left their sons uncircumcised (1 Macc 2:46). This relatively peaceful period came to an end when Antiochus Epiphanes attacked first Egypt and then sacked and looted Jerusalem (1 Macc 1:16-64). Epiphanes determined to force everyone to live the Greek way and abandon the Jewish way. Among other things, he banned circumcision.
Although many were prepared to conform to Greek culture, observant Jews saw circumcision as a mark of Jewish loyalty and many who kept to the Mosaic Law defied the edict of Antiochus Epiphanes prohibiting circumcision (1 Macc 1:48, 1:60, and 2:46). Jewish women showed their loyalty to the Law, even at the risk of their lives, by themselves circumcising their sons. "For example, two women were brought in for having circumcised their children. They publicly paraded them around the city, with their babies hanging at their breasts, and then hurled them down headlong from the wall (2 Macc 6:10)." At the same time, the Zealots forcibly circumcised the uncircumcised boys within the borders of Israel (1 Macc 2:46).
In the upshot, the Jewish Zealots defeated the Greeks and they retained the right to circumcise.
The Book of Jubilees, part of the Ethiopian Orthodoxbiblical canon, written in the time of John Hyrcanus, reveals the hostility directed against those who abandoned circumcision (xv. 26–27): "Whosoever is uncircumcised belongs to 'the sons of Belial,' to 'the children of doom and eternal perdition'; for all the angels of the Presence and of the Glorification have been so from the day of their creation, and God's anger will be kindled against the children of the covenant if they make the members of their body appear like those of the Gentiles, and they will be expelled and exterminated from the earth".
According to the Gospel of Thomas saying 53, Jesus says:
Parallels to Thomas 53 are found in Paul's Romans 2:29, Philippians 3:3, 1 Cor 7:19, Gal 6:15, and Col 2:11-12.
The Jewish Encyclopedia in the article "Gentiles", section "Gentiles May Not Be Taught the Torah", states:
Christianity
Today, most Christian denominations are neutral about biblical male circumcision, neither requiring it nor forbidding it.[citation needed] Circumcision was controversial during the period of Early Christianity (before 325) and the first Church Council in Jerusalem (c.50), which declared that circumcision was not necessary for new gentile converts (a record of the council is found in Acts 15). But it is customary among the Coptic, Ethiopian, and Eritrean Orthodox Churches, and also some other African churches.[40] Some Christian churches in South Africa oppose circumcision, viewing it as a pagan ritual, while others, including the Nomiya church in Kenya,[40][41] require circumcision for membership.
Among primarily Christian countries, both religious and non religious circumcision is common in countries such as the United States,[42] the Philippines,[43][44] Australia,[45] and Canada,[3]Circumcision is near universal among Christian countries of Oceania[46] and in North and West Africa and it is common in countries such as Cameroon,[3] Democratic Republic of the Congo,[3]Ethiopia,[3] Eritrea,[3] Ghana,[3] Liberia,[3] Nigeria[3] and Kenya,[3] and is also widely practiced among Christians from South Korea, Egypt,[47] Syria, Lebanon, Jordan, Palestine, Israel, and North Africa. However, circumcision is rare for Christians in the countries of Europe, East Asia, parts of Africa, as well as in India and until recently in Southern Africa. Christians in the East and West Indies (excluding the Philippines) do not practice it either.
While Jesus' circumcision was recorded as having been performed in accordance with Torah requirements in Luke 2:21, according to the Acts of the Apostles, chapter 15, the leaders of the Christian Church at the Council of Jerusalem rejected circumcision as a requirement for Gentile converts,[48] possibly the first act of differentiation of Early Christianity from its Jewish roots[49] (see also list of events in early Christianity). The rite of circumcision was especially execrable in Classical civilization[50] because it was the custom to spend an hour a day or so exercising nude in the gymnasium and in Roman baths, therefore Jewish men did not want to be seen in public deprived of their foreskins.[50] Hellenistic and Roman culture both found circumcision to be cruel and repulsive.[50]
The Apostle Paul , who called himself Apostle to the Gentiles, attacked the practice, but not consistently; for example in one case he personally circumcised Timothy"because of the Jews" that were in town (Timothy had a Jewish Christian mother but a Greek father Acts 16:1–3).[51] He also appeared to praise its value in Rom 3:1–2, hence the topic of Paul the Apostle and Judaism is still debated. Paul argued that circumcision no longer meant the physical, but a spiritual practice (Rom 2:25–29). And in that sense, he wrote 1 Cor 7:18: "Is any man called being circumcised? let him not become uncircumcised"—probably a reference to the practice of epispasm.[52] Paul was already circumcised ("on the eighth day", Phil 3:4–5) when he was "called". He added: "Is any called in uncircumcision? let him not be circumcised", and went on to argue that circumcision did not matter: "Circumcision is nothing and uncircumcision is nothing. Keeping God's commands is what counts" (1 Cor 7:19).
Later he more explicitly denounced the practice, rejecting and condemning those who promoted circumcision to Gentile Christians.[48] He accused Galatian Christians who advocated circumcision of turning from the Spirit to the flesh.[48] And in Gal 3:3 says "Are you so foolish, that, whereas you began in the Spirit, you would now be made perfect by the flesh?" He accused circumcision advocates of wanting to make a good showing in the flesh Gal 6:12 and of glorying or boasting of the flesh Gal 6:13.The Pauline epistles fiercely criticized the Judaizers that demanded circumcision for gentile converts, and opposed them;[48] he stressed instead that faith in Christconstituted a "New Covenant" with God,[48] a covenant which essentially provides a "free gift" of salvation from the harsh edicts of the Mosaic Law for Gentiles that didn't require circumcision.[48]
The Catholic Encyclopedia's entry on Judaizers notes: "Paul, on the other hand, not only did not object to the observance of the Mosaic Law, as long as it did not interfere with the liberty of the Gentiles, but he conformed to its prescriptions when occasion required (1 Cor 9:20). Thus he shortly after circumcised Timothy (Acts 16:1–3), and he was in the very act of observing the Mosaic ritual when he was arrested at Jerusalem (21:26 sqq.)."[53]
Simon Peter, who for Catholic Christians is the first Pope, condemned circumcision for converts according to Acts 15. Paul, the Apostle to the Gentiles, charged that the advocates of circumcision were "false brothers" (Gal 2:4). Some Biblical scholars think that the Epistle to Titus, generally attributed to Paul, may state that circumcision should be discouraged among Christians (Titus 1:10–16), although others believe this is merely a reference to Jews. Circumcision was so closely associated with Jewish men that Jewish Christians were referred to as "those of the circumcision" (Col 3:20) [6] or conversely Christians who were circumcised were referred to as Jewish Christians or Judaizers. These terms (circumcised/uncircumcised) are generally interpreted to mean Jews and Greeks, who were predominate, however it is an oversimplification as 1st century Iudaea Province also had some Jews who no longer circumcised (see Hellenistic Judaism), and some Greeks (see proselytes or Judaizers) and others such as Egyptians, Ethiopians, and Arabs who did.
In the Gospel of John 7:23 Jesus is reported as giving this response to those who criticized him for healing on the Sabbath: "If a man on the sabbath day receive circumcision, that the law of Moses should not be broken; are ye angry at me, because I have made a man every whit whole on the sabbath day?" This passage has been seen as a comment on the Rabbinic belief that circumcision heals the penis (Jerusalem Bible, note to John 7:23) or as a criticism of circumcision. [54]
The Greek Orthodox Church celebrates the Circumcision of Christ on 1 January,[55] while Orthodox churches following the Julian calendar celebrate it on 14 January. All Orthodox churches consider it a "Great Feast".[56] In much of Western Christianity, the Feast of the Circumcision of Christ has been replaced by other commemorations,[57] such as the Solemnity of Mary, Mother of God in the Roman Catholic Church.
There are strands of study and research (see P Whelan,[58] F Grewel [59] and E Douglas[60]) which show that certain foreskin conditions (paraphimosis and frenulum breve) when left unacknowledged, and therefore untreated, cause psychosexual problems - especially when mixed with courtship and other individual and environmental factors from childhood - wracking with self-doubt, and leading ultimately to psychosis. Once having successfully overcome the condition(s), however, the effect of the traumas can recur on the birth of a son, and later. This is a dangerous situation and liable to cause much confusion and disturbance, or worse, and provides an explanation of the story of Abraham, covenant of circumcision and the binding of Isaac, i.e. psychosis and foreskin management intention and, ultimately, the saving nature of faith. The conclusions in Acts 15, when logically interpreted (see E Douglas[61]), raises understanding of these adverse anatomical conditions: paraphimosis (symptom: strangling the head of the penis); and slender frenulum breve (symptom: blood from rupture of frenulum blood vessels), and advises avoidance of them. It raises awareness of the issues but carefully refrains from being prescriptive as to the means of management. This allows room for modern methods of management, e.g. frenuloplasty.[62] The psychological effects of these conditions, while little understood, are real, and are visible in literature and art.[60]
Catholic Church
Historically, the Catholic Church denounced religious circumcision for its members in the Cantate Domino, written during the 11th Council of Florence in 1442.[63] This decision was based on the belief that baptism had superseded circumcision (Col 2:11-12),[64] and may also have been a response to Coptic Christians, who continued to practice circumcision.[citation needed] However, the Church currently maintains a neutral position on the practice of cultural circumcision, as the church has a policy of inculturation,[4][65]
Some Catholic scholars, such as Fr. John J. Dietzen, a retired priest and columnist, have argued that paragraph number 2297 from the Catholic Catechism (Respect for bodily integrity) makes the practice of elective and neonatal circumcision immoral.[66] John Paul Slosar and Daniel O'Brien, however, argue that the therapeutic benefits of neonatal circumcision are inconclusive, but that recent findings that circumcision may prevent disease puts the practice outside the realm of paragraph 2297.[4] They also argue that statements regarding mutilation and amputation in the "Respect for bodily integrity" paragraph are made within the context of kidnapping, hostage taking or torture, and that if circumcision is defined as an amputation, any removal of tissue or follicle, regardless of its effect on functional integrity, could be considered a violation of moral law.[4] The proportionality of harm versus benefit of medical procedures, as defined by Directives 29 and 33 of the Ethical and Religious Directives for Catholic Health Care Services (National Conference of Catholic Bishops),[67] have also been interpreted to support[4] and reject[68] the practice of circumcision. These arguments represent the conscience of the individual writers, and not the official stance of the Church. The most recent statement from the Church was that of PopeEmeritus Benedict XVI:
With the exception of the commemoration of the circumcision of Jesus in accordance with Jewish practice, circumcision has not been part of Catholic practice. According to an epistle of Cyprian of Carthage, circumcision of the flesh was replaced by circumcision of the spirit.[clarification needed (what is "circumcision of the spirit?")][70]
The Latter Day Saint movement
Passages from scriptures connected with the Latter Day Saint movement (Mormons) explain that the "law of circumcision is done away" by Christ and thus unnecessary from a religious standpoint.[71][72]
Islam
The origin of circumcision in Islam is a matter of religious and scholarly debate. It is mentioned in some hadith, but not in the Quran. Some fiqh scholars state that circumcision is recommended (sunnah), others that it is obligatory.[73] Some have quoted the hadith to argue that the requirement of circumcision is based on the covenant with Abraham.[74]
Whereas Jewish circumcision is closely bound by ritual timing and tradition, in Islam there is no fixed age for circumcision. The age when boys get circumcised, and the procedures used, tend to change across cultures, families, and time. In some Muslim-majority countries, circumcision is performed on Muslim boys after they have learned to recite the whole Quran from start to finish.[75]In Malaysia and other regions, the boy usually undergoes the operation between the ages of ten and twelve, and is thus a puberty rite, serving to introduce him into the new status of an adult.[76]The procedure is sometimes semi-public, accompanied with music, special foods, and much festivity.[76]
There is no equivalent of a Jewish mohel in Islam. Circumcisions are usually carried out in a clinic or hospital. The circumciser is not required to be a Muslim.[75] The position of the scar is usually neither fully "low" nor fully "high", and the skin left is rather loose. However, due to a relatively secular approach to circumcision in the Muslim world, the "styles" of the Islamic circumcision vary on every individual, and change in the light on new medical knowledge.[76]
Africa
In West Africa, infant circumcision had religious significance as a rite of passage or otherwise in the past; today in some non-Muslim Nigerian societies it is medicalised and is simply a cultural norm.[77] In many West African traditional societies circumcision has become medicalised and is simply performed in infancy without ado or any particular conscious cultural significance.[citation needed] Among the Urhobo of southern Nigeria it is symbolic of a boy entering into manhood. The ritual expression, Omo te Oshare ("the boy is now man"), constitutes a rite of passage from one age set to another.[78]
In East Africa, specifically in Kenya among various so-classified Bantu and Nilotic peoples, such as the Maragoli and Idakho of the Luhya super-ethnic group, the Kikuyu, Kalenjin and Maasai, circumcision is a rite of passage observed collectively by a number of boys every few years, and boys circumcised at the same time are taken to be members of a single age set.[79]
Authority derives from the age-group and the age-set. Prior to circumcision a natural leader or Olaiguenani is selected; he leads his age-group through a series of rituals until old age, sharing responsibility with a select few, of whom the ritual expert (Oloiboni) is the ultimate authority. Masai youths are not circumcised until they are mature, and a new age-set is initiated together at regular intervals of twelve to fifteen years. The young warriors (Il-Murran) remain initiates for some time, using blunt arrows to hunt small birds which are stuffed and tied to a frame to form a head-dress. Traditionally, among the Luhya, boys of certain age-sets, typically between 8 and 18 years of age would, under the leadership of specific men engage in various rites leading up to the day of circumcision. After circumcision, they would live apart from the rest of society for a certain number of days. Not even their mothers nor sisters would be allowed to see them.
The Xhosa Tribe from the Eastern Cape in South Africa has a circumcision ritual. The ceremony is part of a transition to manhood. It is called the Abakwetha - "A Group Learning". A group of normally five aged between 16-20 go off for three months and live in a special hut (sutu). The circumcision is the climax of the ritual. Nelson Mandela describes his experiences undergoing this ritual in his biography - "The Long Walk to Freedom".[80][81] Traditional circumcisions are often performed in unsterile conditions where no anesthetic is administered; improper treatment of the wound can lead to sepsis and dehydration, which has in the past lead to initiate deaths.[82][83] New non-surgical technologies, like Prepex, have been introduced to decrease the number of deaths and injuries caused by circumcision practices during initiation ceremonies (and those caused during circumcision for HIV prevention).[84]
Ancient Egypt
Sixth Dynasty (2345 - 2181 BC) tomb artwork in Egypt is thought to be the oldest documentary evidence of circumcision, the most ancient depiction being a bas-relief from the necropolis at Saqqara (ca. 2400 B.C) with the inscription reading "Hold him and do not allow him to faint". In the oldest written account, by an Egyptian named Uha, in the 23rd century B.C, he describes a mass circumcision and boasts of his ability to stoically endure the pain: "When I was circumcised, together with one hundred and twenty men...there was none thereof who hit out, there was none thereof who was hit, and there was none thereof who scratched and there was none thereof who was scratched."[85]
Circumcision in ancient Egypt was thought to be a mark of passage from childhood to adulthood. The alteration of the body and ritual of circumcision was supposed to give access to ancient mysteries reserved solely for the initiated.[86] The content of those mysteries are unclear but are likely to be myths, prayers, and incantations central to Egyptian religion. The Egyptian Book of the Dead, for example, tells of the sun god Ra performing a self-circumcision, whose blood created two minor guardian deities. Circumcisions were performed by priests in a public ceremony, using a stone blade. It is thought to have been more popular among the upper echelons of the society, although it was not universal and those lower down the social order are known to have had the procedure done.[87]
Asia
In early 2007 it was announced that rural aidpost orderlies in the East Sepik Province of Papua New Guinea are to undergo training in the circumcision of men and boys of all ages with a view to introducing the procedure as a means of prophylaxis against HIV/AIDS, which is becoming a significant problem in the country.[citation needed]
Circumcision is widely practiced by the Druze. The procedure is practiced as a cultural tradition, and has no religious significance in the Druze faith.[88] Male Druze infants are usually circumcised shortly after birth.
There is no reference to male circumcision in the Hindu holy books,[89] and both Hinduism and Buddhism appear to have a neutral view on circumcision.[90]
Circumcision in South Korea is largely the result of American cultural and military influence following the Korean War.
Pacific cultures
Circumcision is part of initiation rites in some Pacific Islander, and Australian aboriginal traditions in areas such as Arnhem Land,[92] where the practice was introduced by Makassan traders from Sulawesi in the Indonesian Archipelago.[93] The origin of circumcision (tuli) in the Philippines is uncertain. One newspaper article speculates that it is due to the influence of Western colonisation,[94] however, Antonio de Morga's 17th-century History of the Philippine Islands documents its existence in pre-Colonial Philippines, owing it to Islamic influence.[95] Circumcision ceremonies among certain Australian aboriginal societies are noted for their painful nature, including subincision for some aboriginal peoples in the Western Desert.[96]
In the Pacific, ritual circumcision is nearly universal in the Melanesian islands of Fiji and Vanuatu;[97] participation in the traditional land diving on Pentecost Island is reserved for those who have been circumcised.[citation needed] Circumcision is also commonly practised in the Polynesian islands of Samoa, Tonga, Niue, and Tikopia. In Samoa, it is accompanied by a celebration. Among some West African animist groups, such as the Dogon and Dowayo, it is taken to represent a removal of "feminine" aspects of the male, turning boys into fully masculine males.[46]
Genesis 17 New International Version (NIV)
The Covenant of Circumcision
17 When Abram was ninety-nine years old, the Lord appeared to him and said, “I am God Almighty[a]; walk before me faithfully and be blameless. 2 Then I will make my covenant between me and you and will greatly increase your numbers.”
3 Abram fell facedown, and God said to him, 4 “As for me, this is my covenant with you: You will be the father of many nations. 5 No longer will you be called Abram[b]; your name will be Abraham,[c] for I have made you a father of many nations. 6 I will make you very fruitful; I will make nations of you, and kings will come from you. 7 I will establish my covenant as an everlasting covenant between me and you and your descendants after you for the generations to come, to be your God and the God of your descendants after you. 8 The whole land of Canaan, where you now reside as a foreigner, I will give as an everlasting possession to you and your descendants after you; and I will be their God.”
9 Then God said to Abraham, “As for you, you must keep my covenant, you and your descendants after you for the generations to come. 10 This is my covenant with you and your descendants after you, the covenant you are to keep: Every male among you shall be circumcised. 11 You are to undergo circumcision, and it will be the sign of the covenant between me and you. 12 For the generations to come every male among you who is eight days old must be circumcised, including those born in your household or bought with money from a foreigner—those who are not your offspring. 13 Whether born in your household or bought with your money, they must be circumcised. My covenant in your flesh is to be an everlasting covenant. 14 Any uncircumcised male, who has not been circumcisedin the flesh, will be cut off from his people; he has broken my covenant.”
15 God also said to Abraham, “As for Sarai your wife, you are no longer to call her Sarai; her name will be Sarah. 16 I will bless her and will surely give you a son by her. I will bless her so that she will be the mother of nations; kings of peoples will come from her.”
17 Abraham fell facedown; he laughed and said to himself, “Will a son be born to a man a hundred years old? Will Sarah bear a child at the age of ninety?” 18 And Abraham said to God, “If only Ishmael might live under your blessing!”
19 Then God said, “Yes, but your wife Sarah will bear you a son, and you will call him Isaac.[d] I will establish my covenant with him as an everlasting covenant for his descendants after him. 20 And as for Ishmael, I have heard you: I will surely bless him; I will make him fruitful and will greatly increase his numbers. He will be the father of twelve rulers, and I will make him into a great nation. 21 But my covenant I will establish with Isaac, whom Sarah will bear to you by this time next year.” 22 When he had finished speaking with Abraham, God went up from him.
23 On that very day Abraham took his son Ishmael and all those born in his household or bought with his money, every male in his household, and circumcised them, as God told him. 24 Abraham was ninety-nine years old when he was circumcised, 25 and his son Ishmael was thirteen; 26 Abraham and his son Ishmael were both circumcised on that very day. 27 And every male in Abraham’s household, including those born in his household or bought from a foreigner, was circumcised with him.
Footnotes:
- Genesis 17:1 Hebrew El-Shaddai
- Genesis 17:5 Abram means exalted father.
- Genesis 17:5 Abraham probably means father of many.
- Genesis 17:19 Isaac means he laughs.
The earliest mention of the practice of circumcision in the Bible is in the book of Genesis, chapter 17:10 “This is my covenant with you shall keep, between me and you and your descendants after you; Every male among you shall be circumcised.”Most scholars of the Hebrew Bible assign this chapter to the so-called “Priestly source” of the Torah. Subsequent references to a literal circumcision of the foreskin of the male penis are also all from this Priestly source (e.g. Gen 21:4; 34:15ff; Exodus 12:44ff; Lev 12:3). In contrast, in the covenant initiated with Abraham in Genesis 15, circumcision is not mentioned. The entire book of Deuteronomy only mentions circumcision as a “spiritual” rite of the heart–connected to a passionate love of God–and this notion is echoed in the Prophets (Deut 10:16; 30:6; Jeremiah 4:4).
According to this priestly tradition circumcision became a “sign” of the covenant between God and the extended family of Abraham. The text tells us that on the very day Abraham was told of this new practice he circumcised not only his firstborn son Ishmael–but the males of his entire household–which numbered 318 according to Genesis 14:14. Isaac, born a year later, is circumcised as an eight-day-old infant (Genesis 21:4). Strangely, according to Exodus 4:24-26, Moses apparently neglected to circumcise his firstborn son and suffered the displeasure of God–who tried to chase him down and kill him–as well as that of his wife Zipporah. Also, during the entire 40 year desert wandering of the Israelites in the time of Moses neither circumcision or observance of Passover was practiced according to the book of Joshua. (Joshua 5:2-12).
Many are surprised to learn that some form of this rite was practiced by various Ancient Near Eastern cultures, including the Egyptians and many tribes in Africa. Josephus, following Herodotus, notes that the Egyptians, the Ethiopians, the Syrians, and the Phoenicians, all practiced circumcision (Antiquities8:262).
In the case of the Egyptians we have some fascinating illustrations of the process that began long before the time of Moses. In Saqqara, in Ankhmahon’s tomb, Visir of the Pharaoh Teti Dynasty (c. 2345 BCE) there is a bas-relief with a representation of circumcision. Below is a papyrus illustrating the operation in vivid color.
The hieroglyphics illustrate the dialogue:
“Hold it, quickly, don’t let it fall”
he answers
“I’ll do as you want”.
On the right, instead, the patient says:
“Rub it well, to make it efficacious”
and the operator answers:
“I’ll make it painless, pleasant”.
These last sentences let us suppose that the object in the operator’s hands, on the right, had an anesthetic use, others affirm that it is a sharp tool and that the word “rub” refers to the sharpening. Apparently circumcision was some kind of ritual marker connected to puberty and perhaps participation in priestly or royal levels of the society.
.
HITAN YA DA DİLİMİZDEKİ YANLIŞ KULLANIMI İLE
SÜNNET
Hıtan ya da sünnet; erkek üreme organının uç kısmındaki derinin kesilip atılmasıdır. Bu operasyonun, Arapça “hafz” veya “hafd” sözcüğü ile ifade edilen kız çocuklarına yönelik uygulaması, ülkemizde görülmemesi sebebiyle bu yazımızın konusu dışında bırakılmıştır. Dilimize yanlış anlamda geçmiş olmasına rağmen bu operasyon ülkemizde sünnet olarak tanımlandığı için, biz de ister istemez kendimizi “sünnet” sözcüğünü kullanmak zorunda hissetmekteyiz, mazur görünüz.
SÜNNETİN TARİHÇESİ
Ana Britannica’ya göre uygulamanın kökeni bilinmemekte, fakat etnik bakımdan yaygın bir tören olması ve bu iş için başlangıçtan beri metalden çok taş bıçakların kullanılması nedenleri ile, sünnetin tarihi çok eski çağlara dayanmaktadır. Tarihçilerin babası sayılan Herodotos tarafından “dünyanın bilinen en eski ameliyatı” olarak tanımlanan sünnet, bazı tarihî bilgi ve belgelere göre ilk kez Mısır ile Habeşistan’da görülmüştür ve milâttan üç bin yıl önceden beri uygulanmaktadır. Ancak tarihî kayıtlar sünnetin, her ikisi de çok eski uygarlıklar olan Mısır ve Habeşistan’dan, önce hangisinde başladığını kesin olarak bildirememektedir. Herodotos’un, bir çok ulusun sünnet geleneğini Mısır’dan aldığı yolundaki ifadesine itibar edilecek olursa, sünnetin kaynağı Mısır olmaktadır.
Eski Mısırlılar, soylarını sürdürmek için kendilerine bahşedilmiş olan cinsel organlarını (erkek-dişi fark etmez) kutsal sayıyorlar, dinsel törenlerinde cinsel organ resimlerini şatafatla taşıyorlar ve bu kutsal organlarının bir parçasını da tanrılarına kurban olarak sunuyorlardı. Buna benzer uygulamaların daha sonraları da yaygınlaşarak devam ettiği görülmektedir. Nitekim yakın doğu tanrıçası Kybele’nin rahipleri kendilerini hadım ederek, Avrupalıların Afrika kıtasının içlerinde karşılaştıkları ilk topluluk olan Koikoiler (İnsanların insanları) ya da sonradan Afrikanerler tarafından türetilen isimleriyle Hotantolar da benzer şekilde testislerinden birini çıkartıp tanrılarına kurban ederek, cinsel organları sakatlama uygulamasını sürdürmüşlerdir.
Bazıları, sünnetin, milâttan önce ikinci bin yıl başlarında yaşamış olan İbrahim peygamber ile başladığını ve sonradan Mısır’a yerleşen İbrani soyu ile Mısır’a geçtiğini ileri sürmektedir. Ancak, Yusuf peygamber öncülüğünde Mısır’a yerleşen İbranilerin o zaman için azınlık oldukları hatırlanacak olursa, azınlığın çoğunluğu etkileyip sünnetin İbranilerden Mısırlılara geçtiğini söylemek, zayıf bir ihtimali öne sürmek anlamına gelir. Bilakis, azınlık olan İbranilerin, egemen Mısırlılardan etkilenmiş olma ihtimali daha isabetli görünmektedir.
Yukarıdaki teze karşılık, İbrahim peygamberin sünneti Mısır’a ilk uğradığı dönemde almış olabileceğini de iddia edenler vardır. Bu iddiaya benzer şekilde, İskenderiyeli Klemens (Titus Flavus Clemens), Pythagoras’un Mısır’da olduğu dönemde rahiplerin gizli ayinlerine katılabilmek için kendisini sünnet ettirmek zorunda kaldığını nakletmektedir. Ancak Mısır’da uygulanan sünnet ile İbrahim peygamber tarafından İbrani soyuna (İsrailoğullarına) emredildiği tahrif edilmiş Tevrat’ta söylenen sünnet, amaçları itibariyle birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla bu iddia da kabul edilebilir olmaktan uzaktır.
Sonuç olarak, sünnet uygulamasının kimden kime geçtiği hakkında yeterli açıklıkta bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu sebeple “Sünnetin Tarihçesi” başlığı altında konuya, günümüzde sünnetin uygulama alanı bulduğu dinler itibariyle de kısaca bakmakta yarar görüyoruz.
Yahudilerde (İsrailoğullarında, İbrani soyunda) Sünnet:
Sünnet uygulamasının Yahudilere İbrahim peygamber tarafından emredildiği hakkındaki bilginin kaynağı, tahrife uğramış Tevrat’tır.
Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğuna dair Ana Britannica’da şu satırlar yer almaktadır:
“Yahudiler ve Hıristiyanlar da Tevrat’ın Hz. Musa ve sonraki peygamberlerce kaleme alındığını kabul etmekle birlikte, özellikle Tutucu ve Gelenekçi Yahudiler ile bazı Protestanlar tümünün ya da en azından ilk beş kitabından oluşan ve Musa’nın Beş Kitabı olarak da bilinen Tora’nın her sözcüğünün Tanrı vahyiyle yazıldığına inanırlar. Buna karşılık tarih ve metin araştırmaları Tevrat’ta yer alan en eski metinlerin İÖ 13. yüzyılda biçimlendiğini, bunların ve sonraki metinlerin bir araya getirilerek yazıya aktarılmasının yüzyıllar boyunca sürdüğünü, Tora’nın son biçimini İÖ 5. yüzyılda aldığını, son metinlerin de İÖ 2. yüzyılın sonunda oluştuğunu göstermektedir.” (cilt: 29 s: 397)
Kur’an’daki bazı ayetler de Ana Britannica’nın verdiği bilgiler doğrultusundadır:
Bakara; 75 – 79: Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onların bir kısmı, Allah’ın sözünü işitip kavradıktan sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. İnananlarla karşılaşınca “İnandık” derler; baş başa kaldıklarında ise “Rabbiniz katında size karşı delil olarak kullanmaları için, Allah’ın size açıkladığını mı onlara anlatıyorsunuz, akletmez misiniz?” derler. Bilmezler mi ki Allah gizledikleri ve açıkladıkları her şeyi biliyor. Aralarında ümmiler var ki kuruntu ve söylentilerin dışında kitabı bilmezler; bildiklerini zannederler. Kitab’ı elleriyle yazdıktan sonra onu ucuz bir fiyata satmak için onun Allah’tan olduğunu söyleyenlerin vay hâline. Ellerinin yazdığından dolayı vay hâline onların. Kazandıklarından dolayı vay hâline onların!
Nisa; 46: Yahudilerin bir kısmı kelimelerin anlamını değiştirir ve “İşittik ancak kabul etmiyoruz” veya “Sözünüz sağır kulağa giriyor” veya dinle alay etmek için dillerini eğip bükerek “Raina (çobanımız ol)” derler. Onlar, “İşittik ve itaat ettik”, “Dinliyoruz” ve “Bizi gözet” deselerdi kendileri için daha iyi ve daha doğru olurdu. Ne var ki Allah inkârlarından ötürü onları lânetlemiştir. Çokları inanmaz.
Maide; 13: Sözlerini bozdukları için onları lânetledik, kalplerini katılaştırdık. Sözlerin anlamlarını bağlamlarından kaydırırlar. Uyarıldıkları şeylerin bir kısmını unuttular. Onların çoğundan sürekli ihanet göreceksin. …
Maide; 41: … Yahudilerin bir grubu var ki yalana kulak veriyor, seninle hiç karşılaşmamış bir topluluğu dinliyor. Kelimelerin anlamını kaydırıp: “Size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının” diyorlar. ...
En’am; 91: … De ki: “Halka bir hidayet ve ışık olarak Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi –ki göstermek için onu kâğıtlara yazdığınız hâlde çoğunu gizliyordunuz. Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri onun yoluyla öğrendiniz- ?” …
Sonuç olarak tekrarlayacak olursak; sünnetin Yahudilere İbrahim peygamber kanalı ile emredildiği, tahrif edilmiş Tevrat’ta;
Tekvin, Bab 17’de,
Çıkış, Bab 4, 24 – 26. cümlelerde ve
Yeşu, Bab 5, 2 – 9. cümlelerde bildirilmiştir.
Kitab-ı Mukaddes Tekvin, Bab 17:
“ Ve Abram doksan dokuz yaşında iken, Rab Abram’a göründü. Ve Ona dedi: Ben Kadir Allah’ım, benim önümde yürü ve kamil ol. Ve ahdimi seninle benim aramda edeceğim ve seni ziyadesiyle çoğaltacağım. Ve Abram yüz üstü düştü, ve Allah onunla söyleşip dedi: Ben ise, işte, ahdim seninledir, ve bir çok milletlerin babası olacaksın. Ve artık adın Abram (yüce baba) çağırılmayacak, fakat adın İbrahim (cumhurun babası) olacak; çünkü seni bir çok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyadesiyle semereli kılacağım, ve seni milletler yapacağım, ve senden krallar çıkacaklar. Ve sana, ve senden sonra zürriyetine, Allah Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim; ve onların Allah’ı olacağım.
Ve Allah İbrahim’e dedi: ve sen ise, sen ve senden sonra zürriyetin, nesillerince, ahdimi tutacaksınız. Sizinle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda tutacağınız ahdim budur.; aranızda her erkek sünnet olunacaktır. Ve gulfe etinizde sünnet olunacaksınız; ve sizinle benim aramdaki ahdin alameti olacaktır. Ve aranızda evde doğmuş, yahut senin zürriyetinden olmayıp her yabancıdan para ile satın alınmış olan sekiz günlük her erkek çocuk nesillerinizce sünnet olunacaktır. Ve senin evinde doğmuş olan, ve senin paranla satın alınmış olan mutlaka sünnet olunacaktır, ve ahdim ebedi bir ahit olarak sizin etinizde olacaktır. Ve gulfe etinde sünnet olunmamış sünnetsiz erkek varsa, o can kendi kavminden kesilecektir. O benim ahdimi bozmuştur.
Ve Allah İbrahim’e dedi: Senin karın Saray’a gelince, onun adını Saray çağırmayacaksın, fakat onun adı Sara (prenses) olacaktır. Ve onu mübarek kılacağım, ve ondan da sana bir oğul vereceğim. Evet, onu mübarek kılacağım, ve milletlerin anası olacaktır. Kavmların kralları ondan olacaklardır. Ve İbrahim yüzüstü düştü, ve güldü, ve yüreğinde dedi: yüz yaşına olana bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan sara doğurur mu? Ve İbrahim Allah’a dedi: keşke İsmail senin önünde yaşayabilse! Ve Allah dedi: gerçek senin karın Sara bir oğul doğuracak ve onun adını İshak koyacaksın ve onunla ve ondan sonra zürriyetinle ahdimi ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve İsmaile gelince, seni işittim, işte onu mübarek kıldım, ve onu semereli edeceğim, ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak, ve onu büyük millet edeceğim. Fakat gelecek yıl bu muayyen vakitte Saranın sana doğuracağı İshakla ahdimi sabit kılacağım.
Ve onunla söyleşmeyi bitirdi ve Allah İbrahimin yanından yukarı çıktı. Ve İbrahim oğlu İsmaili, ve evinde doğanların hepsini, ve parası ile satın alınanların hepsini, İbrahim adamları arasında her erkeği aldı ve Allahın kendisine söylemiş olduğu gibi, ayni o günde gulfeleri etinde sünnet etti. Ve ibrahim gulfe etinde sünnet olunduğu vakit doksan dokuz yaşında idi. Ve oğlu İsmail gulfesinin etinde sünnet olunduğu vakit, on iç yaşında idi. İbrahim ve oğlu İsmail ayni o günde sünnet olundular. Ve evinin bütün adamları, evde doğmuş olanlar, ve para ile yabancıdan satın alınmış olanlar onunla beraber sünnet olundular.”
Çıkış, Bab 4, 24-26. cümleler:
“Ve yolda konakta vaki oldu ki,Rab ona rast geldi, ve onu öldürmek istedi. Ve Tsippora keskin bir taş alıp oğlunun gulfesini kesti ve onun ayaklarının dibine attı ve dedi: Gerçekten sen bana kan güveyisin. Ve Rab onu bıraktı. O zaman kadın dedi: Sünnet sebebiyle kan güveyisin.”
Yeşu, Bab 5, 2-9 cümleler:
“Rab, Yeşu’ya dedi ki: kendin için taştan bıçaklar yap ve ikinci kerre olarak İsrailoğullarını tekrar sünnet et! Ve Yeşu kendisi için taştan bıçaklar yaptı. Ve Gibeot-haaralotta İsrailoğullarını sünnet etti. Ve Yeşu’nun sünnet etmesinin nedeni şudur: Mısırdan çıkan bütün kavm, erkekler, bütün cenk adamları, Mısırdan çıktıktan sonra çölde, yolda öldüler. Çünkü çıkmış olan kavmin hepsi sünnetli idiler. Fakat Mısır’dan çıktıktan sonra çölde, yolda doğmuş olan kavmden kimseyi sünnet etmediler. Çünkü bütün millet, Mısırdan çıkmış olan cenk adamları bitinceye kadar, İsrailoğulları, 40 yıl çölde yürüdüler. Çünkü Rabbin sözünü dinlemediler. Bize vermek üzere Rabbin atalarına and ettiği diyarı, süt ve bal akan diyarı, onlara göstermemek üzere Rab onlara and etti. Ve onların yerine yetiştirdiği oğullarını Yeşu sünnet etti. Çünkü sünnetsizdiler, çünkü yolda onları sünnet etmemişlerdi. Ve vaki oldu ki, bütün milleti sünnet etmeği bitirdikleri zaman, onlar iyi oluncaya kadar ordugahta, yerlerinde oturdular. Ve Rab Yeşu’a dedi: Mısır utancını bugün üzerinizden yuvarladım. Ve bugüne kadar o yerin adına Gilgal denilir.”
Bu bölümler dışında Tekvin, Bab 34’te, bir olayın anlatımı içinde de sünnetten bahsedilmektedir. Buna göre:
Yakub’un kızı Dina’ya Hamor’un oğlu Şekem tecavüz eder. Şekem Dina’ya aşık olduğu için onunla evlenip namusunu temizlemek ister. Bu nikâhın olabilmesi için Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasının şart koşulmasına ve bu şartın kabul edilerek Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasına rağmen Yakub’un oğullarından Şimeon ve Levi, Hamor’u, Şekem’i ve sülâlesinin tüm erkeklerini kılıçtan geçirip katlederler ve mallarını yağmalarlar.
Ana Britannica; İbrahim peygamberin öyküsünün, Fırat Irmağı üzerinde yer alan antik Mari (bugün Tel Hariri) kentindeki bir krallık sarayında ortaya çıkarılan binlerce çivi yazısı tabletten edinilen bilgiler ışığında, Terah ailesinin, Keldanilerin Ur kentinden (Ur Kasdim) çıkışıyla, bugünkü Hebron kenti yakınlarında bulunan Makpela mağarasını satın alışı arasında geçtiğini yazmaktadır. Geleneksel anlatı ile de örtüşen bu bilgiye göre İbrahim peygamberin öyküsünün geçtiği yerler coğrafî olarak Mısır ile âdeta iç içedir. Nitekim Yeşu, Bab 5’te “Mısır” adı açıkça yer almaktadır.
Bu tespit ilk bakışta sünnet uygulamasının Mısır’dan alınmış olabileceği yolunda bir kanaat uyandırsa da, Paleolitik Çağ (Eski Taş ya da Yontma Taş Çağı) çoktan bitmiş olmasına rağmen sünnet uygulamasında hâlâ taştan bıçak kullanılması, bize göre geleneğin bilinen Mısır tarihinden de eski, Taş Devrinden beri var olduğunu ifade etmektedir.
Sünnetin Yahudilere Mısır’dan geçme olduğu yolundaki kanaati ortadan kaldıran bir diğer gösterge de, yukarıda işaret ettiğimiz gibi; uygulamalardaki amaç farklılığıdır. Mısırlılardaki ya da başka kavimlerdeki sünnet uygulaması, ilâhlara kurban amacı taşıyor olmasına karşılık Yahudilerdeki sünnet, verilmiş bir sözün unutulmasını önlemek amacını taşımaktadır. Kur’an’da Bakara suresinin 40 ve 63. ayetleri ile Maide suresinin 12, 13 ve 70. ayetlerinde de bahsi geçen bu sözlerin ne oldukları Tevrat’ta, Çıkış, Bab 24 ve Tensiye, Bab 29 ve 30’da tafsilâtıyla açıklanmıştır. Verilen sözlerin unutulmasını önlemek için ya da bu çeşit sözlerin unutulmadığını yani ahde vefayı göstermek için, çeşitli toplumlar değişik işaretler âdet edinmişlerdir. Bunlar arasında parmağa ip bağlamak, yüzük takmak, yüzüğün parmağını değiştirmek, kulağa küpe takmak gibi insan vücuduna zarar vermeyen âdetler olduğu gibi, parmak ucu kesmek veya sünnet gibi insan vücuduna zarar veren âdetler de vardır. İşte Yahudiler de, Tevrat’ın verdiği bilgilere göre, Tanrı’ya verdikleri sözü unutmamak için sünnet olmaktadırlar.
Hıristiyanlarda Sünnet:
Dört İncilden sadece Luka İncili, İsa peygamberin çocukluğu ve onun sünnet oluşu hakkında, öteki İncillerde bulunmayan ayrıntılar vermektedir. İsa peygamberin Yahudi ırkına mensup olduğu hatırlanacak olursa, bu bilgi yadırganamaz. Bu bilgi dışında dört İncilde sünnet uygulamasından bahseden tek bölüm, Romalılara Mektuplar bölümüdür. Ana Britannica’nın verdiği bilgilere göre Aziz Paulus, kiliseler kurmak amacıyla arkadaşı Barnabas ile dolaşırken, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların da sünnet olmaya zorlanması karşısında, konuyu Kudüs’teki kilise büyüklerine iletmek üzere, teşkil edilen bir heyetin başkanı olarak Kudüs’e gelmiştir. M.S. 50 tarihinde toplanan Havariler, Kudüs Konsili adı verilen meclis toplantısında, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların Yahudi şeriatına uyma zorunluluğu bulunmadığına karar vermişlerdir. İşte, Aziz Paulus tarafından yazıldığı bilinen Romalılara Mektuplar bölümünde, Kudüs Konsilince alınan karar doğrultusunda, Yahudi olmayanların da Hıristiyanlığa kazanılması gerektiği savı işlenmiş ve mutluluğun sünnetli olmayanları da kapsayacağı belirtilmiştir:
“Öyleyse bu mutluluk yalnız sünnetlilere mi, yoksa sünneti olmayanları da mı kapsar? Çünkü İbrahim’in imanı kendisine doğruluk yerine sayıldı diyoruz. Nasıl oldu da bu böyle sayıldı? Sünnet olduktan sonra mı, yoksa sünnetsiz durumdayken mi? Hayır, sünnet olduktan sonra değil, tam tersine sünnetsiz durumdayken sayıldı. İbrahim daha sünnetsizken, sünneti imandan doğan doğruluğun bir damgası, bir simgesi olarak aldı; sünnetsiz olmalarına karşın iman edenlerin tümüne ruhsal baba olsun diye. Böylelikle onlara doğruluk sayılması amaçlandı. Bunun yanı sıra sünnetlilere de baba oldu; yalnız sünnetli oldukları için değil, babamız İbrahim’in sünnetsizken taşıdığı imanın üzerinde yürüdükleri için.”
Dört İncil dışındaki İncillerden Tomas İncilinde ise sünnetle ilgili şu cümle yer almaktadır:
“53. Havariler ona dediler: Sünnet faydalı mı değil mi? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki sünnet çok faydalı!” (http//www.ondokuz.gen.tr/tomasincil.htm)
Bu anlayışa göre; “Kitab-ı Mukaddes’te geçen sünnet, kalbi bürüyen perdeyi atmaktır. Yoksa penisin ucundaki deriyi atmak değil.”
Müslümanlarda Sünnet:
Ana Britannica “sünnet” bahsinde;
“İslâm kaynakları sünnetin Araplar arasında İslâm öncesinde de uygulanan bir gelenek olduğunu belirtir.” (cilt: 29 s: 14) demek suretiyle, sünneti İslâm ile ilgilendirmemiştir. Aynı şekilde Orhan Hançerlioğlu da İslâm İnançları Sözlüğü’nün “sünnet” bahsinde;
“…bu anlamdaki sünnet ya da hıtan kutsal kitap Kur’an’da buyrulmamıştır, Yahudilikten geçme eski bir Arap geleneği olarak Peygamber Hz. Muhammed tarafından korunmuş ve bir hadisle Müslümanlara tavsiye edilmiştir (Bk. Buharî, Libas, 63; Müslim, Tahara, 49; Tirmizi, Adab, 14).” (s: 562) açıklamasına yer vermiştir.
Nitekim Hasan Basri’nin belirttiği gibi peygamberimiz, Rumlardan, Yemenlilerden, İranlılardan… yani Müslüman olan sünnetsizlerden sünnet olmalarını istememiştir. Eldeki tarihî kaynaklarda da, Müslümanlığın yayılma dönemlerinde toplu olarak İslâm’a girenlerin sünnet ettirildiğine dair, ya da fetihler sonucunda sünnet merasimleri yapıldığına dair hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Ancak daha sonraları, sünneti İslâm’a yerleştirmek isteyen zihniyet sahipleri, bazı Kur’an ayetlerini, işlerine geldiği gibi yorumlamışlar ve bu yorumlara Yahudi borazanı Ebu Hüreyre’nin uydurduğu rivayetleri ekleyerek sünneti; İbrahim peygamberden Müslümanlara intikal eden bir gelenek hatta mecburî bir ödev olarak göstermişler ve bu işe zorlama ile kazandırdıkları dinî kimlik sayesinde de Müslümanlığın ana şartı hâline getirmişlerdir.
İSLÂM VE SÜNNET
Bilindiği gibi İslâm, kendilerine Müslüman diyenlerin hâl ve hareketlerinden değil, sadece Allah’ın indirdiği Kitap’tan ibarettir:
Zümer; 22 – 23: Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa o Rabbinden bir ışık üzerindedir. Allah’ın mesajına karşı kalpleri katılaşanların vay hâline. Onlar açık bir sapıklıktadır. Allah en güzel hadisi, tutarlı ve ikişerli bir kitap hâlinde indirdi. Rablerini sayanların derileri ondan dolayı ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın mesajına karşı yumuşar. Bu Allah’ın yol göstermesidir; dilediğini/ dileyeni ona ulaştırır. Allah’ın saptırdığı bir kimseye rehber bulunmaz.
Kehf; 27: Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. Kelimelerini hiçbir şey değiştirip kaldıramaz ve O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.
Nahl; 89: … Biz sana bu kitabı, her şeyi açıklayan, bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.
Ancak, Müslüman kisvesi altındaki bazı kimseler, aşağıda vereceğimiz iki ayeti tıpkı
Lokman; 6: İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar…
ayetinde olduğu gibi, uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlamışlar ve tıpkı Maide suresinin 13 ve 41. ayetlerindeki gibi kelimelerin anlamlarını bağlamlarından kaydırmışlardır.
Uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlanan ayetler şunlardır:
Bakara; 124: Rabbi, bir zamanlar İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, o da onlara eklemişti. “Seni insanlara önder yapacağım” demiş, “Soyumdan da” deyince, “Zalimler benim sözüme dahil olmaz” buyurmuştu.
Nahl; 123: Nitekim İbrahim’in dinini bir tektanrıcı olarak izlemen için sana vahyettik; o asla putperestlerden olmadı.
Allah’ın kalplerini temizlemeyi dilemediği kişiler, Bakara suresinin 124. ayetindeki imtihan maddelerinden birinin, İbrahim peygambere tahrif edilmiş Tevrat’ta emredildiği bildirilen sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Pek tabi bu durumda sünnet, İbrahim peygamberin dininin bir kuralı olmakta ve Nahl suresinin 123. ayetine göre de Müslümanların bu kurala uymaları gerekmektedir.
Halbuki İbrahim peygamberin nelerle nasıl mücadele ettiği, aldığı ve başarı ile tamamladığı görevler, Kur’an’da uzun uzun anlatılmıştır ve bunların arasında sünnet diye bir şey yoktur. Yani, Kur’an’da olmadığı hâlde sünneti İbrahim peygamberin dinine ilâve eden kişiler, Âl-i Imran suresinin 78. ayetinde belirtilen şekilde, Allah adına yalan söylemişlerdir. Ama daha vahimi, Allah’ın ayetleri içinde olmayan bir sözü, Casiye suresinin 6. ayetindeki; “Allah’tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?” uyarısını dikkate almadan, Allah’ın dini olan İslâm’dan sayan Müslümanların (!) durumudur. Bu Müslümanlar (!) sünneti, beş şart dedikleri temel unsurların bile önüne geçirmişler ve onlar nazarında sünnet, Müslüman ile Müslüman olmayanı ayıran bir alâmet-i farika hâline gelmiştir. Bu Müslümanların, Casiye suresinin 6. ayetindeki uyarının aksine, Allah’ın ayetlerinden başka inandıkları hadisler ise şunlardır:
1. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdu ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” (Bu rivayet, Buharî, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud, ve Nesâî’de yeralmıştır.)
İslâm uleması bu rivayeti açıklama sıkıntısı içinde “fıtrat”ı; “sünnet, yani uymamız emredilen eski peygamberlerin sünneti” olarak tanımlamak suretiyle, kelimenin hem sözlük hem de kavramsal anlamını değiştirmek zilletini göstermiş, ama yine de kitaba uyduramamış, minareyi kılıfa sokamamıştır.
Sözlük anlamı; “uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, cat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek” anlamına gelen “fatr” kökünden türemiş olan “fıtrat” sözcüğü, “fatr” mastarına “te” ilâvesiyle oluşmuş bir isim-mastar sözcüktür. Bu mastarın ism-i faili ise “Fatır” sözcüğü olup bu sözcük, “gökleri ve yeri Yaratan” anlamındaki, Allah’ın isimlerinden birisidir. Kur’an’da, “orucu açmak” anlamındaki “iftar” ve “yarılmak, açılmak, fışkırmak” anlamındaki “infitar” sözcükleri gibi “fatr” kökünden türemiş isim ve fiiller on dokuz yerde (İsra; 51, Zühruf; 27, Enbiya; 30, 56, Ta Ha; 72, Fatır; 1, En’âm; 14, Yusuf; 101, İbrahim; 10, Rum; 30, …), “yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim” anlamına gelen “fıtrat” sözcüğü ise sadece bir ayette geçmektedir:
Rum; 30: Öyleyse sen yüzünü içtenlikle dine çevir; Allah, insanları hangi fıtrat/ doğa üzere yaratmışsa, o doğallıkla, -Allah’ın yaratmasında hiçbir değişme yoktur- işte dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bilmez.
“Fıtrat” sözcüğünün bu ayetteki ifadesinden, insanın Allah’a inanma ve kulluk etme, yani Müslüman olma meyil ve kabiliyetiyle donatılmış olarak yaratıldığı anlaşılmaktadır.
Bir başka ifade ile fıtrat; Fatır olan Allah’ın, insanların ve varlıkların genlerine yerleştirdiği programdır. Bu durumda varlıklarda doğuş ile gelen özellikler, yetenekler, organlar, bu organların faaliyetleri de fıtrattır. Yani, göz, kulak gibi organlar nasıl fıtrattan ise, cinsel organ ve bu organın ucundaki koruyucu deri de fıtrattandır.
Görüldüğü gibi bir takım ulemanın “fıtrat” sözcüğünün anlamını çarpıtması kitaba (Kur’an’a) uymamakta ve Kur’an’daki gerçek yalancıların hazırladığı çuvala sığmamaktadır.
Gerçekler böylesine apaçık ortada iken bazı kişiler de, sünnet derisinin varlığını anomali kabul edip, peygamberimiz ile birlikte, Âdem, Şit, Nuh, Sam (Sam, peygamber değildir ama Kısas-ı Enbiya ve Mukaddime’de adı geçiyor.), İdris, Musa, Salih, Lût, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve İsa peygamberlerin de doğuştan sünnetli olduklarını ileri sürmüşler ve bu peygamberleri, kendi kafalarına göre, anormal olmaktan uzak göstermek istemişlerdir.
Aslında, Kur’an tarafından ortaya konmuş gerçeklere göre, bu peygamberlerin doğuştan anomali olduklarını iddia etmiş olan bu kişiler, peygamberimizin, doğumunun yedinci gününde, o günün törenlerine uyularak dedesi Abdülmuttalip tarafından bir ziyafet verilerek sünnet ettirildiğini anlatan bir çok rivayete nedense itibar etmemişlerdir.
2. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdular ki: İbrahim Kaddum’da seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.”
Rivayet içerisinde geçen “Kaddum” sözcüğünü “Kadûm” olarak nakledenler de olmuştur. Bu sözcük iki anlamda kullanılabilmektedir. Birisi, bir yerin adıdır, ikincisi marangoz keseri demektir. Takdiri size bırakıyoruz. Bu rivayet Buharî, Müslim tarafından nakledilmiştir.
3. Rivayet:
“Yahya İbn Said’in anlattığına göre, Said İbn-ül Müseyyeb’ten şunu işitmiştir: Hz. İbrahim, misafir ağırlayan ilk kimse idi, keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce ‘Ya Rabbi bu nedir?’ diye sormuş; Rabbi de ‘Bu vakardır ey İbrahim’ demiş. O da: ‘Rabbim öyleyse vakarımı artır!’ diyerek duada bulunmuştur.” Rezin şunu ilâve etmiştir: “Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı. Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.”
Bu rivayet Muvatta, Sıfatünnebiy’de yer alır.
4. Rivayet:
“Kays ibnü Âsım anlatıyor: Müslüman olmak arzusuyla Rasülüllah’a gelmiş idim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu.”
Bu rivayet, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî’de yer almıştır.
5. Rivayet:
“Useym İbn Kesir İbn Küleyb babasının dedesinin anlattığına göre Dedesi Küleb, Rasülüllah’a gelerek ‘Müslüman oldum!’ demiş. Rasülüllah As.: ‘Üstündeki küfür saçını at!’ der ve tıraş olmasını söyler, Useym’in babası dedi ki: Bana başka birisinin bildirdiğine göre As. Efendimiz, beraberinde olan bir diğerine de: ‘Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!’ buyurmuştu.”
Bu rivayet sadece Ebu Davud’da yer alır.
Bu son rivayetteki iki nokta dikkat çekicidir; “küfür tüyler” ve “sünnet ol” emri. Allah’ın yaratışındaki tüye “küfür” sıfatı veren cehalet, peygamberimizin, fıtrata aykırı olarak “sünnet ol” emri verdiğini, adını bile veremediği başka birinden duyduğunu söylemekten çekinmemektedir. Biz, bu rivayetlerdekilerin peygamberimize yakıştırılmasından utanıyoruz.
Ayrıca, rivayetlerde peygamberimize yakıştırılanların bazıları tarihî bilgiler olup, tarih uzmanı olmayan peygamberimizin, Kur’an ile kendisine bildirilenler (Yusuf; 3, 102, Âl-i Imran; 44, 179, Hud; 49, …) hariç, gayb mesabesindeki bu bilgileri bilmesi mümkün değildir.
Rivayetlerde sünnetin hangi yaşta uygulanacağına dair kesin bir görüş ortaya atılamamıştır. Bebek yedi günlük olduktan itibaren 13 yaşına kadarki süre içinde olabileceği söylenmiştir. Buna mesnet olarak da peygamberimizin, torunları Hasan ile Hüseyin’i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmiş olduğu rivayeti ileri sürülmektedir.
Yukarıdaki rivayetleri çok zayıf bulup “Bunlarla yola çıkılmaz” diyenler olduğu gibi, sünnet için kimisi farz, kimisi vacip, kimisi sünnet-i müekkede diyerek ahkâm kesen ulema da olmuştur.
Fakat umum İslâm uleması da, fıtratın, insanın hem ruhî hem de fizikî bakımdan yaratılıştan sahip olduğu temel özelliklerini ifade etmesi sebebiyle, estetik maksatlarla vücudun bazı bölümleri veya organları üzerinde yapılan, aslî yapıyı değiştirecek nitelikteki müdahaleleri, “fıtratı bozmaya yönelik davranışlar” olarak kabul etmişlerdir.
Sünnet konusundaki bir başka çelişki de, Allah’ın ayetleri dışında din kaynağı olarak kabul edilen uydurmalarda, sünnetin, şehveti arttırdığının ve bunu önlemek için oruç tutulması gerektiğinin yer almasıdır.
İşte bu rivayetlerle sünneti Müslümanlığın alâmeti sayan cahil çevreler, sünnet törenlerini Müslümanlaşma törenleri olarak değerlendirmişler ve Müslüman olmak için önce İNSAN olmak ve AKILLI olmak, sonra da REŞİT olmak lâzım geldiğini; bebekten, sabiden ve sefihten kesinlikle Müslüman olmayacağını unutarak, sünnet olan bebekleri ve küçük çocukları da Müslüman saymışlardır.
Sonuç olarak, açık ve net bir şekilde görülmektedir ki, sünnetin İslâm dini ile uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Nereden kaynaklandığı kesin olarak bilinmeyen bir geleneğin İslâm dini içine konulmaya çalışılması, İslâm dinine AYKIRIDIR!
Tin; 4: Hiç kuşkusuz Biz, insanı en güzel yapıda yarattık.
Mümin; 64: Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü çadır kılan ve sizi biçimlendiren -ve O sizi ne güzel biçimlendirdi- ve sizi temiz şeylerle besleyen Allah’tır. İşte Rabbiniz Allah budur. Dünyaların Rabbi Allah ne kutludur!
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimiz insanı en mükemmel şekilde tasarlamış ve yaratmıştır. İnsanın, işe yaramayan, zararlı, eksik bir organı yoktur. Çünkü tasarım Kadir Allah tarafından yapılmıştır. Sünnet ise, fazla yaratılmışın düzeltilmesi işlemidir. Bu işlemin insanlar tarafından yapılacağını bilen Allah, Kur’an’da bu işlemi, yani Allah’ın yarattığını değiştirme teşebbüsünü ŞEYTANÎ bir işlem olarak nitelemektedir:
Nisa; 119: Ve hiç kuşkusuz, onları saptıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onları kuruntulara daldıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını bozacaklar. Kim Allah’ın astlarından şeytanı kendisine veli (yardımcı, koruyucu, yol gösterici bir yakın) edinirse apaçık bir kayıpla kaybetmiştir.
Bu ayetler ışığı altında gerçek Müslümanların, sünnet hakkında tefekkür etmeleri ve içinde bu geleneğin yer aldığı dine mi, yoksa Allah’ın dinine mi mensup oldukları hakkında karar vermeleri gerekmektedir. Allah’ın dinine mensubiyeti seçen Müslümanların, ayrıca, bu ayetler indikten sonra peygamberimizin sünnet geleneğine neden karşı çıkmadığı hususunu da araştırmalarında yarar vardır.
SÜNNETİN YARARLARI (!)
Pek çok insan, bu başlık altında, temizlik sağlanmasından başlayıp, frengi, AİDS, kanser gibi hastalıkların önlenmesine kadar vardırılmış, uzun sayılabilecek bir listenin varlığından haberlidir. Yani, dinî açıdan aksinin düşünülmesi bile söz konusu edilmeyecek şekilde dayatılan sünnet, sağlık açısından da sesi yüksek çıkan tıp otoritelerince (!) insanlara hararetle tavsiye edilmektedir. Ama, tavsiyenin sahibi, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’deki Hıristiyan doktorlar olunca, bilimi Amerika’dan öğrenen diğer ülke bilim adamları bu tavsiyenin altına sorgulamadan imzalarını koymakta ve böylece bu tavsiye âdeta bilimsel bir hüviyet kazanmaktadır. Oysa, sünnetin yararları hakkındaki iddiaların hiçbirinin, bilimsel yöntemlerle yapılan araştırmalara dayanmadığı, Yine ABD’deki bazı sağlık kurumlarınca resmî olarak açıklanmıştır.
Sünnetin insan sağlığına olan etkilerini inceleyen ve sünnetin yarar değil, zarar verdiğini ortaya koyan bir araştırma da ülkemizde, Nil Gün tarafından kaleme alınmış olan “Sünnet” adlı kitapta (Kuraldışı Yayıncılık, Mayıs 2005) yapılmıştır.
Özellikle henüz sünnet edilmemiş çocukları bulunan ve bebek bekleyen anne-babalar için mutlaka okunmasını gerekli gördüğümüz bu kitaptan yaptığımız aşağıdaki alıntılar, Kur’an ayetleri ışığı altında vardığımız sonucun tıp bilimi tarafından doğrulandığını göstermektedir:
Üstderi ve İşlevleri:
Genel anlamıyla erkek sünneti, penis başını kaplayan mukozal dokunun ve deri tabakasının, cerrahî müdahaleyle alınmasıdır. Bu çifte tabaka daha çok “sünnet derisi” ya da “üstderi (prepus)” olarak bilinmektedir. … Üstderinin gerçek uzunluğu, dış tabakasının uzunluğunun iki katıdır ve kesilme oranına göre toplam penis derisinin %51 ilâ %80 kadarını oluşturur. … Üstderi aynı zamanda zengin bir kan damarı ve sinir uçları merkezidir. … Sünnet, işte bu sağlıklı deri dokusunun takriben en az yüzde elli birini hatta yüzde seksene varan bölümünü yok eder. Oysa doğa, penisin üzerindeki deriyi, penisin tümünü kaplaması için yaratmıştır. …
Üstderinin üç işlevi vardır:
Koruyucu işlevi: Üstderi, yeni doğan bebeklerin yüzde doksan altısında penis başına yapışıktır. Görevi, penis başını ve idrar yollarını (urethra) enfeksiyonlardan korumaktır. Deri asla zorla geri çekilmemelidir. Oysa bir çok doktor, anne babaları bu doğal yapışkanlığın ameliyat (sünnet) gerektiren bir kusur olduğu ve düzeltilmesi gerektiği konusunda bilgilendirerek (!) hemen sünnet yapılması gerektiğini savunmaktadır. … Fimosis, yetişkinlerde üstderiyi penis başının gerisine doğru itme zorluğu olarak tanımlanan bir sorundur. Bebeklerin %65’i de fimosis gerekçesiyle sünnet edilmektedir ki, aslında bebeklerin hemen hepsinde penis başına yapışık olan üstderi, penisten 3 ilâ 17 yaşları arasında ayrılmaya başlar. 17 yaşından sonra hemen tüm erkeklerde üstderi tamamen geri çekilebilir hâle gelir. … Üstderinin bebeğe bez bağlandığı dönemdeki işlevi ise, penisi tahrişten ve yaralanmalardan korumaktır. Hayat boyunca da bu deri, penis başını yumuşak ve nemli tutarak travma ya da yaralanmalardan korur. Sünnet derisi aynı zamanda ortalama ısıyı, pH dengesini ve temizliği de sağlar. Penis naşının kendisinde, deriyi nemlendiren sebum veya yağ maddesini üreten sebaceous bezleri yoktur. Penis başını yüzeyini sağlıklı tutan sebumu üreten, hani şu, işe yaramaz diye sünnetle kesip attığımız üstderidir. Göz kapaklarınızı dinsel ya da sağlık gerekçeleriyle aldırmayı düşünür müydünüz?
Bütün vücut deliklerini (ter, yağ ve salgı bezlerini) çevreleyen mukoza vücudun ilk savunma duvarıdır. Üstderideki bezler, lizozim gibi anti bakteriyelleri ve anti viralleri üretir; virüslerle ve bakterilerle savaşan savunmacı askerlerimizdir. Lizozim aynı zamanda gözyaşında ve anne sütünde de bulunur. Sünnet derisinde, yumurtalıklardakine benzer kas fiberleri vardır. Bunlar, idrarın geçmesine izin veren ama yabancı maddelerin içeri girmesini engelleyen, tek yönlü geçiş veren valflar gibi işlev görür. Erkek, ergenliğe yaklaştığında bu kas fiberleri sayıca azalıp yerlerini elâstik fiberlere bırakırlar; ta ki iki fiber türü, cinsel ilişkide üstderinin hareketine izin verecek bir dengeye ulaşıncaya kadar. Üstderi, ayrıca, mikroplara karşı bir ilk savunma engeli olduğu düşünülen bağışıklık hücrelerine de sahiptir. Dolayısıyla sünnet, erkeği, doğanın kendisine bahşettiği bütün bu avantajlardan mahrum kılar.
Duyarlılık işlevi: Bir doktor, ortada tedavi gerektiren ciddî bir sorun olmadıkça sağlıklı bir çocuğu anne baba istedi diye ameliyat edebilir mi? Bir doktor, anne baba istedi diye sağlıklı bir çocuğun kulak memesini kesebilir mi? Gözkapağını alabilir mi? Serçe parmağını kesebilir mi? Başka hangi ameliyatı bir doktor tıp dışı kişilerin (anne babaların) ve yerleşik âdetlerin keyfî taleplerine göre, kendisini savunamayan bir başka insan üzerinde gerçekleştirebilir? Oysa sünnette yapılan tam da budur.
Üstderi, parmak uçları, gözkapakları ve dudaklar kadar duyarlıdır. Penisin üstderisi özel sinir uçlarını içinde barındırır. Bu özel sinir uçları, hareketi, sıcaklıklardaki çok küçük değişiklikleri ve yüzeydeki hassas değişiklikleri algılayabilir. Penisin sünnet sonrası kalan kısmının hiçbir yerinde bu kadar çok sinir ucu yoktur. Sünnet derisindeki mukoza ve frenulum gibi belirli bölgeler özellikle hassas dokulardan oluşmuştur ve cinsel zevke katkıda bulunurlar. Buradaki özelleşmiş sinir uçları, cinsel zevki ve kontrolü artırır. İç deri, doğrudan penis başı ile temas hâlinde olan mukoza tabakasından oluşur. Ağız içindeki yüzey gibi olan bu tabaka, yapısı, inceliği ve rengi bakımından sünnet derisinin geri kalanından farklıdır. Frenulum, penisten gelen ve üstderinin iç yüzeyine eklenen özellikle hassas olan ince bir zardır. Ayrıca, üstderinin iç tabakası ve genel penis dersinin kesiştiği özel bir bölge daha vardır. Bu bölgenin üstderinin hareketini sağlayan özel kasları vardır. Buradaki duyarlılık, dudaklar kadar hassas bir gelişkinliğe sahiptir.
Cinsel işlevi: Ereksiyon hâlinde penis boyu yüzde elli oranında artar. Uzayan penisin ihtiyacı olan deri nereden gelir? Tabiî ki üstderiden. Ereksiyon hâlinde bile penisin üzerinde hâlâ rahatça hareket eden ekstra deri vardır. Bu ekstra deriye doğanın verdiği görev, cinsel ilişki esnasında kurumayı ve sürtünmeyi azaltarak erken boşalmayı önlemektir. Üstderi penis gövdesi üzerinde aşağı ve yukarı kayarak, penis başını bir örtüp bir açarak hem mastürbasyon hem cinsel ilişki esnasında cinsel hazzı arttırır. Islak ve kaygan olduğu için friksiyon ve tahrişi azaltır.
Üstderinin henüz bilinmeyen veya anlaşılamayan daha nice işlevi olabilir. Avrupalı bilimciler, bazal epidermal hücrelerinde östrojen alıcılarını henüz yeni keşfettiler. Manchester Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan üstderisinin apokrin bezleri içerdiğinin yeni farkına vardılar. Bu özelleşmiş bezler feromenon denilen doğanın kimyasal koku habercilerini üretiyorlar. Üstderinin bu özelliklerini ve oynadığı rolü anlayabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var…
Sünneti savunan doktorların söylediği yalanlar ya da cehalet
Tıp fakültelerinden, üstderinin işlevleri hakkında hiçbir bilgi almadan mezun olan; kendilerine sünnet derisinin gereksiz bir deri parçası olduğu öğretilen (aslında ihsas ettirilen desek daha doğru olur çünkü hocalarımız bu konuda o denli sessizdir ki, sünnet derisi hakkında ne gerekliliğine ne gereksizliğine dair bir eğitim verirler); sünnetsiz penisi de, âdeta soyu kurutulmuş, hastalık yapıcı bir mikroorganizmayı inceler gibi ancak anatomi kitaplarında görebilen doktorlarımız (sadece bizimkiler değil, Amerikan tıp fakültelerinden mezun olan doktorlar da) ya cehaletten ya da art niyetten, sünnetle ilgili sağlık yalanlarını “uzman görüşü” olarak halka aktarmaktadırlar. Çoğu anne baba da, dinsel gerekçeler kendilerini ilgilendirmiyor olsa bile, “Doktorlar sünnetin sağlıklı olduğunu söylüyor, öyleyse iyi bir şey olmalı” diye düşünmektedir.
İşte sünnetle ilgili en sık söylenen birkaç sağlık yalanı:
- Sünnetli erkek daha temizdir.
- Bulaşıcı hastalıklar sünnet olmayan erkeklerde daha sıktır.
- Penis kanseri sadece sünnet olmayan erkeklerde gözlenir.
- Kadınlarda rahim kanseri riskini azaltır.
- Çocuğunuzda fimosis var. Hemen sünnet edilmeli.
- Çocuğunuzun olası idrar yolları enfeksiyonu yaşamasını engeller.
- Sünnetli erkek çocuklarda idrar yolu iltihaplanması daha az gözlenir.
- Sadece ufak bir deri parçası, bebek acı hissetmiyor çünkü sinir sistemi henüz gelişmiş değil.
- Sünnetli erkekler daha iyi seks yapar çünkü sünnetsiz erkeklerden daha fazla uyarılırlar.
… Oysa bu gerekçelerin hiçbirisi bilimsel bir temele dayanmamaktadır… Şimdi bu yalanları tek tek ele alalım:
A) Temizlik[/B
]… Amerikalı doktor Thomas J. Ritter’e göre, tırnaklarını kesmesini, dişlerini fırçalamasını ve tuvalet temizliği yapmasını bilen bir erkek çocuğun, basitçe üstderisini geri çekip yıkayamayacağını söylemek, o çocuğa hakarettir. (Dr. Ritter’in notu: Bu makale yazıldığı sırada üstderi için özel bir temizliğin gerekli olduğu sanılıyordu. Bugün bunun da gereksiz hatta yanlış olduğu anlaşılmıştır. Zira üstderinin salgıladığı sıvılar bölgeyi temiz tutacak anti bakteriyelleri ve anti viralleri içermektedir. Bu tıpkı gözkapağının içinde salgılanan sıvıların gözü temiz tutması gibidir. Gözü nasıl yıkamıyorsak, penis başının da özel olarak yıkanması gerekmez.)
“Eğer” diyor Dr. Ritter “Temizlik argümanını erkek sünneti için bir neden olarak kabul edersek, o zaman yıkamanın çok daha zor olduğu kadın organlarını da kesmemiz gerekir. Ama bugün ABD’de hiç kimse genital temizliği sağlamak için kadın organını kesmeyi önermiyor.”
Doğal penis hiçbir bakım gerektirmez. … Sağlam bir penisi temiz tutmak için gerekli tek şey, genel vücut temizliği sırasında suyla iyi bir şekilde temasını sağlamaktır. Bir çocuğun üstderisi altındaki beyaz peynirimsi salgı, smegma diye adlandırılır. Smegma belki de doğadaki en yanlış anlaşılan, en kötü değerlendirilen maddedir. Smegma kirli değildir, temizdir, faydalıdır ve gereklidir. Anti bakteriyel ve anti viral özellikleri penisi temiz, sağlıklı tutar. Bütün memeliler smegma üretir. … Smegmanın Lâtince “deterjan” anlamına gelmesi ilginç değil mi?
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirl
Bu yazının evveli "Sünnet, Erkek çocukların.... başlığı altındadır
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirler.
[B]B) Mastürbasyon
Mastürbasyonun önlenmesi ülkemizde değil ama ABD’de erkek ve kadın sünnetini haklılaştırmak için öne sürülen ilk sebep olmuştur. … Batı Hıristiyanları, özellikle seks fobik Viktorya döneminde, mastürbasyon fobisini Yahudi etkisiyle ön plâna çıkarmışlardır. … Sünneti meşrulaştırmak için mastürbasyonun zararlı olduğu gerekçesini öne sürmek bugün artık geçerliliğini yitirmiştir.
C) Hastalıklar… Günümüzde hâlâ sünnetin gerekçesi olarak gösterilen altı temel hastalık vardır:
1. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar
2. Kanser
3. Fimosis (üstderiyi penis başının gerisine itme zorluğu) ve parafimosis (üstderiyi penis başının ilerisine itme zorluğu)
4. Penis başının iltihaplanması (balanitis)
5. İdrar yolları enfeksiyonu (üriner enfeksiyon)
6. AİDS
1) Cinsel Hastalıkların Önlenmesi
… 1855’ten 1997’ye dek bu başlık altında yayımlanan bütün yazıları inceleyen Dr. Van Howe şu sonuca varır:
“Bugüne kadar cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerinde sünnetin yararlı etkisini gösteren bir araştırma olmamıştır. Tam aksine veriler, sünnetli bir erkeğin cinsel hastalıklara yakalanma açısından daha büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Günümüzde, yenidoğan sünnetinin rutin hâle geldiği ABD’de, cinsel hastalıkların oranı düşeceğine yükselmiştir. Gelişmiş ülkeler içinde ABD, en yüksek cinsel yolla bulaşan hastalıklar, HİV enfeksiyonu ve sünnet oranına sahiptir.”
2) Penis ve Rahim Kanseri
… Özetle, bu teori smegmanın kanserojen olduğu, Yahudilerin sekizinci günde sünnet oldukları için en düşük penis ve rahim kanseri oranına sahip olduğu varsayımına dayanıyor. İkinci sırada Müslümanlar ve son sırada da sünnetli olmayanlar geliyor. …
Smegmanın kansere yol açtığı iddiasının gerçeğe dayanmadığı, 1975’ten beri Amerikan Pediatri Akademisi tarafından ve 1996’dan beri Amerikan Kanser Derneği tarafından kabul edilmektedir. “Tam aksine, sünnet, engel olduğu iddia edilen hastalıktan çok daha tehlikelidir” diyor Dr. Denniston:
“Olası bir penis kanseri vak’asını engellemek için, 100.000 çocuğun sağlıklı dokusunu yok etmeyi teklif etmek, ahlâk ve mantık dışıdır. Mukayese edilecek olursa, göğüs kanseri riski yaklaşık 100 kat daha büyüktür, ancak kimse bu başa çıkılamaz hastalık için bütün kadınların göğüslerini kesmemiz gerektiğini söylemiyor.”
ABD’de her yıl 44.000 kadın göğüs kanserinden ölüyor. Ama çoğu 70 yaşın üzerinde sadece 200 erkek kötü hijyenden kaynaklanan nedenlerle penis kanserinden ölüyor. … Sünnetten kaynaklanan ölümlerin penis kanserinden kaynaklananlardan daha fazla olduğu biliniyor. Ayrıca penis kanseri, oldukça nadir rastlanan bir kanser tipidir ve genellikle yaşlı erkeklerde olur. Penis kanseri, hem sünnetli hem de sünnetsiz erkeklerde olabilir. Seattle’da Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nin araştırması, penis kanseri vak’alarının %37’sinin sünnetli erkeklerde olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Sünnetli erkeklerin eşlerinin rahim kanseri olasılığının daha düşük olduğu iddiası ise artık üzerinde tartışmaya bile değmeyecek, çoktan çürütülmüş bir iddiadır.
Şubat 1996’da, Amerikan Kanser Derneği’nin temsilcileri, Amerikan Pediatri Akademisi’ne gönderdikleri yazıda şunları belirtiyordu:
“Amerikan Kanser Derneği, rutin sünneti, bu tür genital kanserlerin önlenmesi için geçerli ya da etkili bir yöntem olarak düşünmemektedir. Rahim boynu (serviks) kanseri olan kadınların eşlerinde sünnetle ilgili yapılan araştırmalar metodolojik olarak hatalı, zamanı geçmiş ve tıp kurumu tarafından yıllardır dikkate alınmayan araştırmalardır.”
Amerikan Kanser Derneği Haziran 1996’da, penis kanseri ile ilgili beş bölümlü bir tavsiye kararı açıklamıştır: “Sünnet, penis kanserini önleme ya da azaltmada yararlı görülmemiştir.”
Kanser korkusu, erkek sünnetini desteklemek için kullanılamaz.
3) Fimosis ve Parafimosis
… Genelde üstderi doğumdan sonra birkaç sene geri çekilmez; bunun için zorlanmamalıdır. Geri çekilebilir hâle geldiği zaman, erkek çocuklar onu her gün yıkamaları konusunda eğitilmelidir. …
Doktorların sünneti tavsiye ettikleri parafimosis durumları nadiren de olsa vardır. Bu, üstderinin zamanından önce geri çekilerek penis başının arkasındaki olukta (sulcus) sıkışmasından kaynaklanır. Ama bu bir hastalık değildir. Sorun, pediatrik uygulamalardan, ana babaların doktorlarca yanlış bilgilendirilmelerinden kaynaklanır. Ana babaya üstderiyi geri çekmeleri söylenir ama tekrar yerine götürmeleri söylenmez. Bu durum tedavi edilebilir bir durumdur. … Sünnet derisi ile ilgili sorunlar, sorun ortaya çıktığı zaman tedavi edilmeli; çocuk sağlamken değil. … Şunu bilin yeter, Çinliler fimosisi sünnetle tedavi etmiyor.
4) Penis Başının İltihaplanması (Balanitis)
… Penis başı iltihaplanması, maya, mantar, bakteri ya da virüsten de kaynaklanabilir… Bazı tıp doktorları, glansın (penis başı) birkaç kez iltihaplanması durumunda sünneti tavsiye etmektedirler. Oysa sünnetin, penisin sağlıklı hijyenik bakımdan daha etkili olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Bazı doktorlar ise glansın kuru tutulması gerektiğini söylemektedirler. Bu öneri, insan anatomisinin bilinmemesinden kaynaklanır; çünkü normalde sünnet derisinin altında olan bu bölge doğal olarak nemlidir. …
Balanitis hem sünnetli hem de sağlam erkeklerde olabilir. Dr. Van Howe, sünnetli erkeklerde, sünnet olmamış erkeklere göre daha fazla balanitise rastlamıştır. Diş etlerimiz iltihaplandığında hemen dişimizi çektirmiyoruz değil mi?
5) İdrar Yolları Enfeksiyonu (Üriner Enfeksiyon)
Sünnetsiz erkek çocukların yüzde 96 ilâ 99’unun hayatlarının ilk yılında idrar yolları enfeksiyonu geçirmediğini biliyor musunuz? … Peki, bebeklerin ilk yılında yapılan sünnetlerde komplikasyonların yüzde 38 civarında olduğunu öğrendiğinizde ne hissedersiniz? Sünnette enfeksiyon kapma oranı, idrar yolları enfeksiyonu olasılığından daha yüksek. Keşke komplikasyonlar sadece enfeksiyonla sınırlı olsa. Hatalı sünnetlerin sayısı çok daha fazla. Çocuğunuz sünnet edildiği sırada, o, enfeksiyonu olmayan sağlıklı bir bebek. İleride enfeksiyon kapma olasılığına karşı ameliyat önermek ne kadar etik? Ne kadar iyi niyetli? Bütün enfeksiyonlar ameliyatla mı tedavi ediliyor? …
Siz, hem de anestezi olmadan, ileride enfeksiyon olma olasılığını ortadan kaldırmak için bu ameliyatın kendinize yapılmasına izin verir miydiniz? İleride dişleriniz çürüyebilir diye önceden sağlıklı dişlerinizi çektirmeye ne dersiniz? …
Son olarak sağlam (sünnetsiz) bir çocuğun aslında idrar yolları iltihabı sorununu yaşama olasılığının, sakatlanmış (sünnetli) bir çocuğa göre daha düşük olduğu biliniyor. Üstderi, glansı idrardan ve dışkıdan korur. Eğer üstderi sünnet ile kesilirse, idrar yolları, enfeksiyona daha açık hâle gelir. Sünnetli erkekleri bu sorunu yaşama olasılıkları en az sünnetsizler kadardır. Sünnet, iddia edildiği gibi idrar yolları enfeksiyonunu önlemiyor. Hiç sünnetin yapılmadığı Hıristiyan Avrupa’sında (Avrupalı Musevîler arasında da sünnet yaptıranlarda büyük bir düşüş var) idrar yolları enfeksiyonu oranının çok daha düşük olduğu biliniyor.
6) AİDS
… Sünnet ile AİDS’in önlenmesi teorisi 1980’lerin sonunda Afrika’da HİV virüsünün yayılması ile sünnetsiz penis arasında bir ilişki olduğu teorisiyle ortaya çıktı. … Bu teorinin yaratıcıları, AİDS’in dağılım haritası ile sünnet arasında bir bağlantı bulmaya çalıştılar. … Sadece Afrika’da sünnetsiz erkeklerde görülen AİDS, sünnetlilerden fazla. Bu da buradaki fazlalığın başka nedenlere bağlı olduğunu açıkça gösteriyor.
Ayrıca sünnet derisinin bağışıklık sistemi ile ilgili fonksiyonu da var demiştik. Smegma denilen ve bu deriden salgılanan peynirimsi maddenin içinde lizozin adlı bir enzim bulunuyor. Anne sütünde de bulunan lizozin işte bu “işe yaramaz deri” tarafından salgılanıyor ve bakterilerin hücre duvarlarına saldırıp onları yok ediyor. Bu salgının AİDS’e neden olan HİV virüsünü öldürdüğü biliniyor. … Saygın tıp dergisi Jama’da yer alan araştırmada, AİDS’in bulaşma oranının sünnetli erkeklerde daha yüksek olduğu yazıyor. …
Sünnet yapılmayan uluslarda her yüz bin kişide HİV oranı aşağıdaki gibidir:
İtalya 8,9 İsviçre 6,5 Danimarka 4,4 Fransa 3,5 Hollanda 2,7 Almanya 2,2 Avusturya 2,2 İsveç 2,0 Norveç 1,6 Finlandiya 0,9 Polonya 0,2 Macaristan 0,2
ABD’de ise bu oran 16’dır. … Bu rakamları yorumlayan Fleiss, şöyle yazmıştır:
“Sünnetin AİDS’i önlediği efsanesi yalnızca yanlış değil, aynı zamanda tehlikelidir de. Bu, sünnetli Amerikalılara, AİDS’e bağışık olduklarını düşündürüp, onları tedbirsiz sekse yönlendirebilir. Bu yalnızca daha fazla AİDS’e yol açacaktır.”
… Sünnet, tanımı gereği cerrahî bir müdahale değildir. Cerrahî müdahaleler şöyle tanımlanmıştır: Yaraların iyileştirilmesi, hastalıklı organ ve dokuların ıslah edilmesi, rekonstrüktif cerrahi, fizyolojik cerrahi. Rutin sünnet bu kategorilere girmez. Dolayısıyla rutin çocuk sünneti geçerli bir cerrahî müdahale değildir. Doktorların yetki belgeleri onlara, cerrahî müdahalede bulunmadıkları sürece insanları kesme ve hastalarına zarar verme iznini vermez.
Ana babanın doktora ne yapması gerektiğini söylediği böylesi garip bir uygulama tıbbın başka hiçbir alanında yoktur.
Yenidoğan sünneti
Sünnet savunucuları sünnetle ilgili her konuda yalan söylediler. Ebeveynlere bebeklerin acı hissetmediklerini söylediler. Çocuğun katıla katıla ağlamasının ve girdiği şokun sünnetten değil, bağlanmaktan kaynaklandığını iddia ettiler. Artık bebeklerin değişen beyin dalgalarından ve fizyolojik fonksiyonların değişiminden onların ne kadar acı çektiklerini biliyoruz. Sünneti takip eden günlerde acının devam ettiği, anne-çocuk bağının zedelendiği, beslenme bozukluklarının baş gösterdiği de biliniyor. Çocuk derin bir travma yaşıyor. Bilinç altına itilen bu travmanın etkisi yetişkin döneminde de sürüyor; yetişkin erkek bunun sünnetle olan bağlantısının farkında olmasa bile.
Yapılan bir çok çalışmanın yanı sıra Minnesota Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ile Pediatri Bölümü’nden Dr. Howard Stang ve ekibinin yaptığı araştırma, sünnetin bebeklik döneminde yapılan en acı veren ameliyat olduğunu gösteriyor. Bebeğin kalp atışlarında dakikada 55 artış görülüyor. Sünnet sonrasında kortizol, öncesine göre üç-dört misli artıyor. Araştırmacılar, bu derece yüksek acının yetişkinlerde dayanılmaz olduğunu söylüyor. Bebek, acıdan feryat ediyor, titriyor, bazılarının nefesi kesildiği için oksijensizlikten renkleri maviye dönüşüyor. … Ülkemizde çoğu doktor ve sünnetçi kulaktan duyma eski bilgilerle sünnet sırasında bebeğin acı çekmediğini savunuyor. … Bazı doktorlar bebeğe lidocaine iğnesi vuruyor. İğnenin kendisi zaten en az sünnet kadar acı verici. Ayrıca daima etkili olmadığı gibi, sinirlere ve damarlara da kalıcı zarar verebiliyor. … Lidocaine ile birlikte DPNB kullanımı işitme bozukluklarına yol açabiliyor. Bazen penisin tümüyle kalıcı olarak duyarsızlaşmasına de neden olabiliyor. Çünkü enjeksiyon sinirlere ve damarlara kalıcı olarak zarar verebiliyor… Genel anestezi bebek için son derece tehlikeli. Lokal anestezinin etkisi ise kısa sürüyor; … sonra acı yine geliyor. Koruyucu derisini yitirmiş, açıkta kalan kıpkırmızı yaralı ve aşırı hassas etin idrarla ve kakayla temas etmemesi imkânsız. İdrar asidi açık yarayı daha da yakar. Yaranın iyileşmesi iki haftayı bulur, ya travmanın iyileşmesi?
ABD’de sünnet nasıl başladı?
Sünnetin ABD’de başlaması, 1870’li yıllarda birkaç Amerikalı doktorun mastürbasyon yapan çocukları cezalandırmak için sünnet etmesi ile, katı ahlâkçı Viktorya döneminin mastürbasyon histerisi sırasında olur. …1970’lere kadar Amerikan tıbbî ders kitapları, sünneti, mastürbasyonu önlemenin bir yöntemi olarak savunuyordu. …ABD’de bebekleri rutin sünneti Soğuk Savaş dönemine kadar başlamamış, neredeyse zorunlu sünnete yol açan bu kurumlaşma adım adım gelişmişti. Şirketler tarafından yönetilen hastaneler ve özel sektör, rutin sünneti kendi halkına hiç danışmadan kurumlaştırdı. Herhangi bir tartışma ya da referandum olmadı. Ancak 1970’lerde çıkan birkaç mahkeme kararı, bu zararlı ama kârlı uygulama için hastanelerin ana baba onayı almasını zorunlu kıldı. Sünnet savunucuları bu karara, ana babaları korkutup çocuklarını sünnet ettirmelerini sağlamak için bazı “tıbbî” gerekçeler ileri sürerek cevap verdiler. Sünnet için ileri sürülen gerekçeler her döneme uygun olarak yenilendi durdu.
Bazı doktorlar sünneti neden savunuyorlar?
Çocuk doktoru Paul Fleiss şöyle diyor:
“Tıp fakültesinde bize sünnet ya da üstderinin fonksiyonları ile ilgili hiçbir şey öğretilmedi. Ben bir sünnet seyrettim. Hepsi bu.”
Bir çok doktor da benzer şeyleri söylüyor. Tıp fakültesinde sadece sünnetin nasıl yapılacağının teknikleri öğretiliyor. Penis derisinin yapısı ve fonksiyonları değil. Yine okulda öğretilenler bebeklerin sünnet esnasında acı çekmediği, sünnetin penis kanserini önlediği ve bu nedenle rutin şekilde yapılmasının geçerli olduğu…
Dr. Thomas Ritter, çoğu tıp ders kitaplarının yanlış bilgilerle dolu olduğunu ve sünneti önerdiğini söylüyor.
Seham Abd el Salam adında Mısırlı bir akademisyenin makalesinden.
“… Tıp fakültesine gittiğimde, erkek sünneti cerrahî çalışmamın bir parçasını oluşturdu. Bütün ders kitaplarında sünnet, penis ve rahim kanserine karşı önleyici bir operasyon olarak tavsiye ediliyordu. Ayrıca anestezi olmadan yapılıyordu; çünkü bebeklerin daha büyük bir çocuk veya bir yetişkin gibi acı hissetmediği iddia ediliyordu.”
Amerikan tıp dünyası büyük ve dişli bir sermaye çarkıdır. Büyük sermayenin ilk amacı ise hiçbir dönemde insancıllık olmamıştır. … Tıp dünyası hizmet sektörü olmaktan çıkıp, ticaret sektörü hâline geldiğinden beri tıp yalanlarıyla sağlık ve hastalıkları tedavi etmek adına nice suçlar işleniyor. Tıp endüstrisinin günümüzde sizin sağlığınızdan değil, hastalığınızdan para kazandığını artık görün. Eski Çin’de doktorlar hastalanan danışanlarına para öderlerdi; çünkü onların görevi insanı sağlıklı tutmaktı, öncelikli amaçları hastalığı iyileştirmek değil, sağlıklı kalmayı sağlamaktı.
Çocuklarımızı oldukları gibi, doğanın yarattığı gibi kabul etmek yerine kendimize benzeterek sünnet ettirmemiz, toplumsal kabul görme uğruna yanlışlara boyun eğdiğimizin göstergesidir.
Sünnet ticareti
Dr. Paul Fleiss, “Üstderim Nerede?” adlı kitabında şöyle diyor:
“Ebeveynler, çocuğunun üstderisini kesmek isteyenlere karşı dikkatli olmalı. İnsan üstderisi bir çok ticarî faaliyet için çok talep edilen bir organ. Sünnet derisi pazarlaması milyonlarca dolarlık bir pazar.”
1980’li yıllardan beri özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma lâboratuarlarına ve ilâç şirketlerine satıyor. … Penis üstderisi bir çeşit nefes alabilen bandaj üretiminde kullanılıyor. … Biyo-tıp şirketleri sünnet derisini ensülin üretmek için kullanıyor. Ayrıca Dermagraft-TC gibi ürünler bebek sünnet derilerinin hücreleri çoğaltılarak yapılıyor ve bu ürün yanık bölgelerde geçici yapay deri olarak kullanılıyor. … Kozmetik firmaları, testlerinde hayvanlara acı çektirmediklerinin reklâmını yapıyorlar ama ürünlerinde insan sünnet derisi kullanıyorlar.
… Evet, insan sünnet derisinin sanat (!) eserleri yapımında kullanıldığını, ayrıca erotik/pornografik bir çok sünnet sitesi, dergileri ve fetişist/pornografik sünnet videoları olduğunu biliyor musunuz? Aşağısa resmini gördüğünüz başucu lâmbası halis sünnet derisinden yapılmış. Beyaz, zenci, Asyalı, Hintli ve Kızılderili üstderileri kullanılarak yapılan ilginç desenli bu gece lâmbasının çiftinin satış fiyatı sadece 2500 dolar (!). … Has üstderiden yapılmış bir yeleğin fiyatı 5200 dolar. …
Bunları yazmamın nedeni; ABD’de sünnetten çıkarı olanların bizim sandığımız gibi sadece belirli bir kesimle sınırlı olmadığına, sünnet derisinin bir meta olarak yarattığı pazarın büyüklüğüne dikkat çekmek. Sünnet derisinden beslenen ciddî bir kesim var ve bu kesim çocuğumuzun derisinden kolay kolay vazgeçmeyecek, onu alabilmek için her türlü yolu denemeye, her yalanı söylemeye, satın aldığı her saygın unvanı kullanmaya devam edecektir.
Ayrıca ABD’de doktorların sünnet başına ortalama iki yüz dolar aldıklarını da hatırlatmakta yarar var. Ülkemizde (özel hastanelerde) bu rakam, 1000YTL civarında.
ABD’de sünnetten en çok faydalanan kurum tıp endüstrisidir. Doktorlar tahminen iki yüz milyon doların üzerinde parayı her yıl gerçekleştirilen bir buçuk milyona yakın sünnet operasyonundan alırlar; hastaneler de beş yüz milyon doların üzerinde parayı doğumdan hemen sonra gerçekleştirilen sünnet nedeniyle (anne ve çocuk için) uzayan hastane yatış sürelerinden elde ederler. Ayrıca sünnet derisi biyoteknik ve kozmetik firmaları tarafından talep edilen milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturur. Amerikan hastaneleri sünnet derisini bu şirketlere satar.
Ülkemizde de sünnet endüstrisi çok büyüktür. Sünnet düğünlerinin (!) giysi, salon kirası, hediye, çiçek, yiyecek, içecek, davetiye ve benzeri masrafları vardır. Doktorlar, sünnetçiler, din görevlileri de bu endüstriden paylarını alırlar.
Yukarıdaki alıntılardan sonra yazımızı yine Nil Gün’ün sözleriyle noktalayalım:
Sedece bedenini değil, zihnini de G8’lerin artıklarıyla beslemeye mecbur bırakılan bu toplumun fertleri olan bizler, geleneklerimizin kurbanı olmaktan daha korkuncunu tecrübe ediyoruz aslında. Amerikan tıbbının uygulayıcısı doktorlarımızın dayattığı aydın despotizminin kurbanıyız; kraldan çok kralcının cehaletinin kurbanıyız; kendi zihnine, yüreğine, sezgisine güvenemeyen, otoriteye biat etmiş “bilimsel” bilgi pazarlamacılarının kurbanıyız.
Kaynak:İşte Kur'an
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
evgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
HITAN YA DA DİLİMİZDEKİ YANLIŞ KULLANIMI İLE
SÜNNET
Hıtan ya da sünnet; erkek üreme organının uç kısmındaki derinin kesilip atılmasıdır. Bu operasyonun, Arapça “hafz” veya “hafd” sözcüğü ile ifade edilen kız çocuklarına yönelik uygulaması, ülkemizde görülmemesi sebebiyle bu yazımızın konusu dışında bırakılmıştır. Dilimize yanlış anlamda geçmiş olmasına rağmen bu operasyon ülkemizde sünnet olarak tanımlandığı için, biz de ister istemez kendimizi “sünnet” sözcüğünü kullanmak zorunda hissetmekteyiz, mazur görünüz.
SÜNNETİN TARİHÇESİ
Ana Britannica’ya göre uygulamanın kökeni bilinmemekte, fakat etnik bakımdan yaygın bir tören olması ve bu iş için başlangıçtan beri metalden çok taş bıçakların kullanılması nedenleri ile, sünnetin tarihi çok eski çağlara dayanmaktadır. Tarihçilerin babası sayılan Herodotos tarafından “dünyanın bilinen en eski ameliyatı” olarak tanımlanan sünnet, bazı tarihî bilgi ve belgelere göre ilk kez Mısır ile Habeşistan’da görülmüştür ve milâttan üç bin yıl önceden beri uygulanmaktadır. Ancak tarihî kayıtlar sünnetin, her ikisi de çok eski uygarlıklar olan Mısır ve Habeşistan’dan, önce hangisinde başladığını kesin olarak bildirememektedir. Herodotos’un, bir çok ulusun sünnet geleneğini Mısır’dan aldığı yolundaki ifadesine itibar edilecek olursa, sünnetin kaynağı Mısır olmaktadır.
Eski Mısırlılar, soylarını sürdürmek için kendilerine bahşedilmiş olan cinsel organlarını (erkek-dişi fark etmez) kutsal sayıyorlar, dinsel törenlerinde cinsel organ resimlerini şatafatla taşıyorlar ve bu kutsal organlarının bir parçasını da tanrılarına kurban olarak sunuyorlardı. Buna benzer uygulamaların daha sonraları da yaygınlaşarak devam ettiği görülmektedir. Nitekim yakın doğu tanrıçası Kybele’nin rahipleri kendilerini hadım ederek, Avrupalıların Afrika kıtasının içlerinde karşılaştıkları ilk topluluk olan Koikoiler (İnsanların insanları) ya da sonradan Afrikanerler tarafından türetilen isimleriyle Hotantolar da benzer şekilde testislerinden birini çıkartıp tanrılarına kurban ederek, cinsel organları sakatlama uygulamasını sürdürmüşlerdir.
Bazıları, sünnetin, milâttan önce ikinci bin yıl başlarında yaşamış olan İbrahim peygamber ile başladığını ve sonradan Mısır’a yerleşen İbrani soyu ile Mısır’a geçtiğini ileri sürmektedir. Ancak, Yusuf peygamber öncülüğünde Mısır’a yerleşen İbranilerin o zaman için azınlık oldukları hatırlanacak olursa, azınlığın çoğunluğu etkileyip sünnetin İbranilerden Mısırlılara geçtiğini söylemek, zayıf bir ihtimali öne sürmek anlamına gelir. Bilakis, azınlık olan İbranilerin, egemen Mısırlılardan etkilenmiş olma ihtimali daha isabetli görünmektedir.
Yukarıdaki teze karşılık, İbrahim peygamberin sünneti Mısır’a ilk uğradığı dönemde almış olabileceğini de iddia edenler vardır. Bu iddiaya benzer şekilde, İskenderiyeli Klemens (Titus Flavus Clemens), Pythagoras’un Mısır’da olduğu dönemde rahiplerin gizli ayinlerine katılabilmek için kendisini sünnet ettirmek zorunda kaldığını nakletmektedir. Ancak Mısır’da uygulanan sünnet ile İbrahim peygamber tarafından İbrani soyuna (İsrailoğullarına) emredildiği tahrif edilmiş Tevrat’ta söylenen sünnet, amaçları itibariyle birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla bu iddia da kabul edilebilir olmaktan uzaktır.
Sonuç olarak, sünnet uygulamasının kimden kime geçtiği hakkında yeterli açıklıkta bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu sebeple “Sünnetin Tarihçesi” başlığı altında konuya, günümüzde sünnetin uygulama alanı bulduğu dinler itibariyle de kısaca bakmakta yarar görüyoruz.
Yahudilerde (İsrailoğullarında, İbrani soyunda) Sünnet:
Sünnet uygulamasının Yahudilere İbrahim peygamber tarafından emredildiği hakkındaki bilginin kaynağı, tahrife uğramış Tevrat’tır.
Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğuna dair Ana Britannica’da şu satırlar yer almaktadır:
“Yahudiler ve Hıristiyanlar da Tevrat’ın Hz. Musa ve sonraki peygamberlerce kaleme alındığını kabul etmekle birlikte, özellikle Tutucu ve Gelenekçi Yahudiler ile bazı Protestanlar tümünün ya da en azından ilk beş kitabından oluşan ve Musa’nın Beş Kitabı olarak da bilinen Tora’nın her sözcüğünün Tanrı vahyiyle yazıldığına inanırlar. Buna karşılık tarih ve metin araştırmaları Tevrat’ta yer alan en eski metinlerin İÖ 13. yüzyılda biçimlendiğini, bunların ve sonraki metinlerin bir araya getirilerek yazıya aktarılmasının yüzyıllar boyunca sürdüğünü, Tora’nın son biçimini İÖ 5. yüzyılda aldığını, son metinlerin de İÖ 2. yüzyılın sonunda oluştuğunu göstermektedir.” (cilt: 29 s: 397)
Kur’an’daki bazı ayetler de Ana Britannica’nın verdiği bilgiler doğrultusundadır:
Bakara; 75 – 79: Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onların bir kısmı, Allah’ın sözünü işitip kavradıktan sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. İnananlarla karşılaşınca “İnandık” derler; baş başa kaldıklarında ise “Rabbiniz katında size karşı delil olarak kullanmaları için, Allah’ın size açıkladığını mı onlara anlatıyorsunuz, akletmez misiniz?” derler. Bilmezler mi ki Allah gizledikleri ve açıkladıkları her şeyi biliyor. Aralarında ümmiler var ki kuruntu ve söylentilerin dışında kitabı bilmezler; bildiklerini zannederler. Kitab’ı elleriyle yazdıktan sonra onu ucuz bir fiyata satmak için onun Allah’tan olduğunu söyleyenlerin vay hâline. Ellerinin yazdığından dolayı vay hâline onların. Kazandıklarından dolayı vay hâline onların!
Nisa; 46: Yahudilerin bir kısmı kelimelerin anlamını değiştirir ve “İşittik ancak kabul etmiyoruz” veya “Sözünüz sağır kulağa giriyor” veya dinle alay etmek için dillerini eğip bükerek “Raina (çobanımız ol)” derler. Onlar, “İşittik ve itaat ettik”, “Dinliyoruz” ve “Bizi gözet” deselerdi kendileri için daha iyi ve daha doğru olurdu. Ne var ki Allah inkârlarından ötürü onları lânetlemiştir. Çokları inanmaz.
Maide; 13: Sözlerini bozdukları için onları lânetledik, kalplerini katılaştırdık. Sözlerin anlamlarını bağlamlarından kaydırırlar. Uyarıldıkları şeylerin bir kısmını unuttular. Onların çoğundan sürekli ihanet göreceksin. …
Maide; 41: … Yahudilerin bir grubu var ki yalana kulak veriyor, seninle hiç karşılaşmamış bir topluluğu dinliyor. Kelimelerin anlamını kaydırıp: “Size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının” diyorlar. ...
En’am; 91: … De ki: “Halka bir hidayet ve ışık olarak Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi –ki göstermek için onu kâğıtlara yazdığınız hâlde çoğunu gizliyordunuz. Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri onun yoluyla öğrendiniz- ?” …
Sonuç olarak tekrarlayacak olursak; sünnetin Yahudilere İbrahim peygamber kanalı ile emredildiği, tahrif edilmiş Tevrat’ta;
Tekvin, Bab 17’de,
Çıkış, Bab 4, 24 – 26. cümlelerde ve
Yeşu, Bab 5, 2 – 9. cümlelerde bildirilmiştir.
Kitab-ı Mukaddes Tekvin, Bab 17:
“ Ve Abram doksan dokuz yaşında iken, Rab Abram’a göründü. Ve Ona dedi: Ben Kadir Allah’ım, benim önümde yürü ve kamil ol. Ve ahdimi seninle benim aramda edeceğim ve seni ziyadesiyle çoğaltacağım. Ve Abram yüz üstü düştü, ve Allah onunla söyleşip dedi: Ben ise, işte, ahdim seninledir, ve bir çok milletlerin babası olacaksın. Ve artık adın Abram (yüce baba) çağırılmayacak, fakat adın İbrahim (cumhurun babası) olacak; çünkü seni bir çok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyadesiyle semereli kılacağım, ve seni milletler yapacağım, ve senden krallar çıkacaklar. Ve sana, ve senden sonra zürriyetine, Allah Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim; ve onların Allah’ı olacağım.
Ve Allah İbrahim’e dedi: ve sen ise, sen ve senden sonra zürriyetin, nesillerince, ahdimi tutacaksınız. Sizinle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda tutacağınız ahdim budur.; aranızda her erkek sünnet olunacaktır. Ve gulfe etinizde sünnet olunacaksınız; ve sizinle benim aramdaki ahdin alameti olacaktır. Ve aranızda evde doğmuş, yahut senin zürriyetinden olmayıp her yabancıdan para ile satın alınmış olan sekiz günlük her erkek çocuk nesillerinizce sünnet olunacaktır. Ve senin evinde doğmuş olan, ve senin paranla satın alınmış olan mutlaka sünnet olunacaktır, ve ahdim ebedi bir ahit olarak sizin etinizde olacaktır. Ve gulfe etinde sünnet olunmamış sünnetsiz erkek varsa, o can kendi kavminden kesilecektir. O benim ahdimi bozmuştur.
Ve Allah İbrahim’e dedi: Senin karın Saray’a gelince, onun adını Saray çağırmayacaksın, fakat onun adı Sara (prenses) olacaktır. Ve onu mübarek kılacağım, ve ondan da sana bir oğul vereceğim. Evet, onu mübarek kılacağım, ve milletlerin anası olacaktır. Kavmların kralları ondan olacaklardır. Ve İbrahim yüzüstü düştü, ve güldü, ve yüreğinde dedi: yüz yaşına olana bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan sara doğurur mu? Ve İbrahim Allah’a dedi: keşke İsmail senin önünde yaşayabilse! Ve Allah dedi: gerçek senin karın Sara bir oğul doğuracak ve onun adını İshak koyacaksın ve onunla ve ondan sonra zürriyetinle ahdimi ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve İsmaile gelince, seni işittim, işte onu mübarek kıldım, ve onu semereli edeceğim, ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak, ve onu büyük millet edeceğim. Fakat gelecek yıl bu muayyen vakitte Saranın sana doğuracağı İshakla ahdimi sabit kılacağım.
Ve onunla söyleşmeyi bitirdi ve Allah İbrahimin yanından yukarı çıktı. Ve İbrahim oğlu İsmaili, ve evinde doğanların hepsini, ve parası ile satın alınanların hepsini, İbrahim adamları arasında her erkeği aldı ve Allahın kendisine söylemiş olduğu gibi, ayni o günde gulfeleri etinde sünnet etti. Ve ibrahim gulfe etinde sünnet olunduğu vakit doksan dokuz yaşında idi. Ve oğlu İsmail gulfesinin etinde sünnet olunduğu vakit, on iç yaşında idi. İbrahim ve oğlu İsmail ayni o günde sünnet olundular. Ve evinin bütün adamları, evde doğmuş olanlar, ve para ile yabancıdan satın alınmış olanlar onunla beraber sünnet olundular.”
Çıkış, Bab 4, 24-26. cümleler:
“Ve yolda konakta vaki oldu ki,Rab ona rast geldi, ve onu öldürmek istedi. Ve Tsippora keskin bir taş alıp oğlunun gulfesini kesti ve onun ayaklarının dibine attı ve dedi: Gerçekten sen bana kan güveyisin. Ve Rab onu bıraktı. O zaman kadın dedi: Sünnet sebebiyle kan güveyisin.”
Yeşu, Bab 5, 2-9 cümleler:
“Rab, Yeşu’ya dedi ki: kendin için taştan bıçaklar yap ve ikinci kerre olarak İsrailoğullarını tekrar sünnet et! Ve Yeşu kendisi için taştan bıçaklar yaptı. Ve Gibeot-haaralotta İsrailoğullarını sünnet etti. Ve Yeşu’nun sünnet etmesinin nedeni şudur: Mısırdan çıkan bütün kavm, erkekler, bütün cenk adamları, Mısırdan çıktıktan sonra çölde, yolda öldüler. Çünkü çıkmış olan kavmin hepsi sünnetli idiler. Fakat Mısır’dan çıktıktan sonra çölde, yolda doğmuş olan kavmden kimseyi sünnet etmediler. Çünkü bütün millet, Mısırdan çıkmış olan cenk adamları bitinceye kadar, İsrailoğulları, 40 yıl çölde yürüdüler. Çünkü Rabbin sözünü dinlemediler. Bize vermek üzere Rabbin atalarına and ettiği diyarı, süt ve bal akan diyarı, onlara göstermemek üzere Rab onlara and etti. Ve onların yerine yetiştirdiği oğullarını Yeşu sünnet etti. Çünkü sünnetsizdiler, çünkü yolda onları sünnet etmemişlerdi. Ve vaki oldu ki, bütün milleti sünnet etmeği bitirdikleri zaman, onlar iyi oluncaya kadar ordugahta, yerlerinde oturdular. Ve Rab Yeşu’a dedi: Mısır utancını bugün üzerinizden yuvarladım. Ve bugüne kadar o yerin adına Gilgal denilir.”
Bu bölümler dışında Tekvin, Bab 34’te, bir olayın anlatımı içinde de sünnetten bahsedilmektedir. Buna göre:
Yakub’un kızı Dina’ya Hamor’un oğlu Şekem tecavüz eder. Şekem Dina’ya aşık olduğu için onunla evlenip namusunu temizlemek ister. Bu nikâhın olabilmesi için Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasının şart koşulmasına ve bu şartın kabul edilerek Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasına rağmen Yakub’un oğullarından Şimeon ve Levi, Hamor’u, Şekem’i ve sülâlesinin tüm erkeklerini kılıçtan geçirip katlederler ve mallarını yağmalarlar.
Ana Britannica; İbrahim peygamberin öyküsünün, Fırat Irmağı üzerinde yer alan antik Mari (bugün Tel Hariri) kentindeki bir krallık sarayında ortaya çıkarılan binlerce çivi yazısı tabletten edinilen bilgiler ışığında, Terah ailesinin, Keldanilerin Ur kentinden (Ur Kasdim) çıkışıyla, bugünkü Hebron kenti yakınlarında bulunan Makpela mağarasını satın alışı arasında geçtiğini yazmaktadır. Geleneksel anlatı ile de örtüşen bu bilgiye göre İbrahim peygamberin öyküsünün geçtiği yerler coğrafî olarak Mısır ile âdeta iç içedir. Nitekim Yeşu, Bab 5’te “Mısır” adı açıkça yer almaktadır.
Bu tespit ilk bakışta sünnet uygulamasının Mısır’dan alınmış olabileceği yolunda bir kanaat uyandırsa da, Paleolitik Çağ (Eski Taş ya da Yontma Taş Çağı) çoktan bitmiş olmasına rağmen sünnet uygulamasında hâlâ taştan bıçak kullanılması, bize göre geleneğin bilinen Mısır tarihinden de eski, Taş Devrinden beri var olduğunu ifade etmektedir.
Sünnetin Yahudilere Mısır’dan geçme olduğu yolundaki kanaati ortadan kaldıran bir diğer gösterge de, yukarıda işaret ettiğimiz gibi; uygulamalardaki amaç farklılığıdır. Mısırlılardaki ya da başka kavimlerdeki sünnet uygulaması, ilâhlara kurban amacı taşıyor olmasına karşılık Yahudilerdeki sünnet, verilmiş bir sözün unutulmasını önlemek amacını taşımaktadır. Kur’an’da Bakara suresinin 40 ve 63. ayetleri ile Maide suresinin 12, 13 ve 70. ayetlerinde de bahsi geçen bu sözlerin ne oldukları Tevrat’ta, Çıkış, Bab 24 ve Tensiye, Bab 29 ve 30’da tafsilâtıyla açıklanmıştır. Verilen sözlerin unutulmasını önlemek için ya da bu çeşit sözlerin unutulmadığını yani ahde vefayı göstermek için, çeşitli toplumlar değişik işaretler âdet edinmişlerdir. Bunlar arasında parmağa ip bağlamak, yüzük takmak, yüzüğün parmağını değiştirmek, kulağa küpe takmak gibi insan vücuduna zarar vermeyen âdetler olduğu gibi, parmak ucu kesmek veya sünnet gibi insan vücuduna zarar veren âdetler de vardır. İşte Yahudiler de, Tevrat’ın verdiği bilgilere göre, Tanrı’ya verdikleri sözü unutmamak için sünnet olmaktadırlar.
Hıristiyanlarda Sünnet:
Dört İncilden sadece Luka İncili, İsa peygamberin çocukluğu ve onun sünnet oluşu hakkında, öteki İncillerde bulunmayan ayrıntılar vermektedir. İsa peygamberin Yahudi ırkına mensup olduğu hatırlanacak olursa, bu bilgi yadırganamaz. Bu bilgi dışında dört İncilde sünnet uygulamasından bahseden tek bölüm, Romalılara Mektuplar bölümüdür. Ana Britannica’nın verdiği bilgilere göre Aziz Paulus, kiliseler kurmak amacıyla arkadaşı Barnabas ile dolaşırken, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların da sünnet olmaya zorlanması karşısında, konuyu Kudüs’teki kilise büyüklerine iletmek üzere, teşkil edilen bir heyetin başkanı olarak Kudüs’e gelmiştir. M.S. 50 tarihinde toplanan Havariler, Kudüs Konsili adı verilen meclis toplantısında, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların Yahudi şeriatına uyma zorunluluğu bulunmadığına karar vermişlerdir. İşte, Aziz Paulus tarafından yazıldığı bilinen Romalılara Mektuplar bölümünde, Kudüs Konsilince alınan karar doğrultusunda, Yahudi olmayanların da Hıristiyanlığa kazanılması gerektiği savı işlenmiş ve mutluluğun sünnetli olmayanları da kapsayacağı belirtilmiştir:
“Öyleyse bu mutluluk yalnız sünnetlilere mi, yoksa sünneti olmayanları da mı kapsar? Çünkü İbrahim’in imanı kendisine doğruluk yerine sayıldı diyoruz. Nasıl oldu da bu böyle sayıldı? Sünnet olduktan sonra mı, yoksa sünnetsiz durumdayken mi? Hayır, sünnet olduktan sonra değil, tam tersine sünnetsiz durumdayken sayıldı. İbrahim daha sünnetsizken, sünneti imandan doğan doğruluğun bir damgası, bir simgesi olarak aldı; sünnetsiz olmalarına karşın iman edenlerin tümüne ruhsal baba olsun diye. Böylelikle onlara doğruluk sayılması amaçlandı. Bunun yanı sıra sünnetlilere de baba oldu; yalnız sünnetli oldukları için değil, babamız İbrahim’in sünnetsizken taşıdığı imanın üzerinde yürüdükleri için.”
Dört İncil dışındaki İncillerden Tomas İncilinde ise sünnetle ilgili şu cümle yer almaktadır:
“53. Havariler ona dediler: Sünnet faydalı mı değil mi? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki sünnet çok faydalı!” (http//www.ondokuz.gen.tr/tomasincil.htm)
Bu anlayışa göre; “Kitab-ı Mukaddes’te geçen sünnet, kalbi bürüyen perdeyi atmaktır. Yoksa penisin ucundaki deriyi atmak değil.”
Müslümanlarda Sünnet:
Ana Britannica “sünnet” bahsinde;
“İslâm kaynakları sünnetin Araplar arasında İslâm öncesinde de uygulanan bir gelenek olduğunu belirtir.” (cilt: 29 s: 14) demek suretiyle, sünneti İslâm ile ilgilendirmemiştir. Aynı şekilde Orhan Hançerlioğlu da İslâm İnançları Sözlüğü’nün “sünnet” bahsinde;
“…bu anlamdaki sünnet ya da hıtan kutsal kitap Kur’an’da buyrulmamıştır, Yahudilikten geçme eski bir Arap geleneği olarak Peygamber Hz. Muhammed tarafından korunmuş ve bir hadisle Müslümanlara tavsiye edilmiştir (Bk. Buharî, Libas, 63; Müslim, Tahara, 49; Tirmizi, Adab, 14).” (s: 562) açıklamasına yer vermiştir.
Nitekim Hasan Basri’nin belirttiği gibi peygamberimiz, Rumlardan, Yemenlilerden, İranlılardan… yani Müslüman olan sünnetsizlerden sünnet olmalarını istememiştir. Eldeki tarihî kaynaklarda da, Müslümanlığın yayılma dönemlerinde toplu olarak İslâm’a girenlerin sünnet ettirildiğine dair, ya da fetihler sonucunda sünnet merasimleri yapıldığına dair hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Ancak daha sonraları, sünneti İslâm’a yerleştirmek isteyen zihniyet sahipleri, bazı Kur’an ayetlerini, işlerine geldiği gibi yorumlamışlar ve bu yorumlara Yahudi borazanı Ebu Hüreyre’nin uydurduğu rivayetleri ekleyerek sünneti; İbrahim peygamberden Müslümanlara intikal eden bir gelenek hatta mecburî bir ödev olarak göstermişler ve bu işe zorlama ile kazandırdıkları dinî kimlik sayesinde de Müslümanlığın ana şartı hâline getirmişlerdir.
İSLÂM VE SÜNNET
Bilindiği gibi İslâm, kendilerine Müslüman diyenlerin hâl ve hareketlerinden değil, sadece Allah’ın indirdiği Kitap’tan ibarettir:
Zümer; 22 – 23: Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa o Rabbinden bir ışık üzerindedir. Allah’ın mesajına karşı kalpleri katılaşanların vay hâline. Onlar açık bir sapıklıktadır. Allah en güzel hadisi, tutarlı ve ikişerli bir kitap hâlinde indirdi. Rablerini sayanların derileri ondan dolayı ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın mesajına karşı yumuşar. Bu Allah’ın yol göstermesidir; dilediğini/ dileyeni ona ulaştırır. Allah’ın saptırdığı bir kimseye rehber bulunmaz.
Kehf; 27: Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. Kelimelerini hiçbir şey değiştirip kaldıramaz ve O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.
Nahl; 89: … Biz sana bu kitabı, her şeyi açıklayan, bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.
Ancak, Müslüman kisvesi altındaki bazı kimseler, aşağıda vereceğimiz iki ayeti tıpkı
Lokman; 6: İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar…
ayetinde olduğu gibi, uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlamışlar ve tıpkı Maide suresinin 13 ve 41. ayetlerindeki gibi kelimelerin anlamlarını bağlamlarından kaydırmışlardır.
Uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlanan ayetler şunlardır:
Bakara; 124: Rabbi, bir zamanlar İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, o da onlara eklemişti. “Seni insanlara önder yapacağım” demiş, “Soyumdan da” deyince, “Zalimler benim sözüme dahil olmaz” buyurmuştu.
Nahl; 123: Nitekim İbrahim’in dinini bir tektanrıcı olarak izlemen için sana vahyettik; o asla putperestlerden olmadı.
Allah’ın kalplerini temizlemeyi dilemediği kişiler, Bakara suresinin 124. ayetindeki imtihan maddelerinden birinin, İbrahim peygambere tahrif edilmiş Tevrat’ta emredildiği bildirilen sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Pek tabi bu durumda sünnet, İbrahim peygamberin dininin bir kuralı olmakta ve Nahl suresinin 123. ayetine göre de Müslümanların bu kurala uymaları gerekmektedir.
Halbuki İbrahim peygamberin nelerle nasıl mücadele ettiği, aldığı ve başarı ile tamamladığı görevler, Kur’an’da uzun uzun anlatılmıştır ve bunların arasında sünnet diye bir şey yoktur. Yani, Kur’an’da olmadığı hâlde sünneti İbrahim peygamberin dinine ilâve eden kişiler, Âl-i Imran suresinin 78. ayetinde belirtilen şekilde, Allah adına yalan söylemişlerdir. Ama daha vahimi, Allah’ın ayetleri içinde olmayan bir sözü, Casiye suresinin 6. ayetindeki; “Allah’tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?” uyarısını dikkate almadan, Allah’ın dini olan İslâm’dan sayan Müslümanların (!) durumudur. Bu Müslümanlar (!) sünneti, beş şart dedikleri temel unsurların bile önüne geçirmişler ve onlar nazarında sünnet, Müslüman ile Müslüman olmayanı ayıran bir alâmet-i farika hâline gelmiştir. Bu Müslümanların, Casiye suresinin 6. ayetindeki uyarının aksine, Allah’ın ayetlerinden başka inandıkları hadisler ise şunlardır:
1. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdu ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” (Bu rivayet, Buharî, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud, ve Nesâî’de yeralmıştır.)
İslâm uleması bu rivayeti açıklama sıkıntısı içinde “fıtrat”ı; “sünnet, yani uymamız emredilen eski peygamberlerin sünneti” olarak tanımlamak suretiyle, kelimenin hem sözlük hem de kavramsal anlamını değiştirmek zilletini göstermiş, ama yine de kitaba uyduramamış, minareyi kılıfa sokamamıştır.
Sözlük anlamı; “uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, cat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek” anlamına gelen “fatr” kökünden türemiş olan “fıtrat” sözcüğü, “fatr” mastarına “te” ilâvesiyle oluşmuş bir isim-mastar sözcüktür. Bu mastarın ism-i faili ise “Fatır” sözcüğü olup bu sözcük, “gökleri ve yeri Yaratan” anlamındaki, Allah’ın isimlerinden birisidir. Kur’an’da, “orucu açmak” anlamındaki “iftar” ve “yarılmak, açılmak, fışkırmak” anlamındaki “infitar” sözcükleri gibi “fatr” kökünden türemiş isim ve fiiller on dokuz yerde (İsra; 51, Zühruf; 27, Enbiya; 30, 56, Ta Ha; 72, Fatır; 1, En’âm; 14, Yusuf; 101, İbrahim; 10, Rum; 30, …), “yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim” anlamına gelen “fıtrat” sözcüğü ise sadece bir ayette geçmektedir:
Rum; 30: Öyleyse sen yüzünü içtenlikle dine çevir; Allah, insanları hangi fıtrat/ doğa üzere yaratmışsa, o doğallıkla, -Allah’ın yaratmasında hiçbir değişme yoktur- işte dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bilmez.
“Fıtrat” sözcüğünün bu ayetteki ifadesinden, insanın Allah’a inanma ve kulluk etme, yani Müslüman olma meyil ve kabiliyetiyle donatılmış olarak yaratıldığı anlaşılmaktadır.
Bir başka ifade ile fıtrat; Fatır olan Allah’ın, insanların ve varlıkların genlerine yerleştirdiği programdır. Bu durumda varlıklarda doğuş ile gelen özellikler, yetenekler, organlar, bu organların faaliyetleri de fıtrattır. Yani, göz, kulak gibi organlar nasıl fıtrattan ise, cinsel organ ve bu organın ucundaki koruyucu deri de fıtrattandır.
Görüldüğü gibi bir takım ulemanın “fıtrat” sözcüğünün anlamını çarpıtması kitaba (Kur’an’a) uymamakta ve Kur’an’daki gerçek yalancıların hazırladığı çuvala sığmamaktadır.
Gerçekler böylesine apaçık ortada iken bazı kişiler de, sünnet derisinin varlığını anomali kabul edip, peygamberimiz ile birlikte, Âdem, Şit, Nuh, Sam (Sam, peygamber değildir ama Kısas-ı Enbiya ve Mukaddime’de adı geçiyor.), İdris, Musa, Salih, Lût, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve İsa peygamberlerin de doğuştan sünnetli olduklarını ileri sürmüşler ve bu peygamberleri, kendi kafalarına göre, anormal olmaktan uzak göstermek istemişlerdir.
Aslında, Kur’an tarafından ortaya konmuş gerçeklere göre, bu peygamberlerin doğuştan anomali olduklarını iddia etmiş olan bu kişiler, peygamberimizin, doğumunun yedinci gününde, o günün törenlerine uyularak dedesi Abdülmuttalip tarafından bir ziyafet verilerek sünnet ettirildiğini anlatan bir çok rivayete nedense itibar etmemişlerdir.
2. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdular ki: İbrahim Kaddum’da seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.”
Rivayet içerisinde geçen “Kaddum” sözcüğünü “Kadûm” olarak nakledenler de olmuştur. Bu sözcük iki anlamda kullanılabilmektedir. Birisi, bir yerin adıdır, ikincisi marangoz keseri demektir. Takdiri size bırakıyoruz. Bu rivayet Buharî, Müslim tarafından nakledilmiştir.
3. Rivayet:
“Yahya İbn Said’in anlattığına göre, Said İbn-ül Müseyyeb’ten şunu işitmiştir: Hz. İbrahim, misafir ağırlayan ilk kimse idi, keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce ‘Ya Rabbi bu nedir?’ diye sormuş; Rabbi de ‘Bu vakardır ey İbrahim’ demiş. O da: ‘Rabbim öyleyse vakarımı artır!’ diyerek duada bulunmuştur.” Rezin şunu ilâve etmiştir: “Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı. Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.”
Bu rivayet Muvatta, Sıfatünnebiy’de yer alır.
4. Rivayet:
“Kays ibnü Âsım anlatıyor: Müslüman olmak arzusuyla Rasülüllah’a gelmiş idim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu.”
Bu rivayet, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî’de yer almıştır.
5. Rivayet:
“Useym İbn Kesir İbn Küleyb babasının dedesinin anlattığına göre Dedesi Küleb, Rasülüllah’a gelerek ‘Müslüman oldum!’ demiş. Rasülüllah As.: ‘Üstündeki küfür saçını at!’ der ve tıraş olmasını söyler, Useym’in babası dedi ki: Bana başka birisinin bildirdiğine göre As. Efendimiz, beraberinde olan bir diğerine de: ‘Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!’ buyurmuştu.”
Bu rivayet sadece Ebu Davud’da yer alır.
Bu son rivayetteki iki nokta dikkat çekicidir; “küfür tüyler” ve “sünnet ol” emri. Allah’ın yaratışındaki tüye “küfür” sıfatı veren cehalet, peygamberimizin, fıtrata aykırı olarak “sünnet ol” emri verdiğini, adını bile veremediği başka birinden duyduğunu söylemekten çekinmemektedir. Biz, bu rivayetlerdekilerin peygamberimize yakıştırılmasından utanıyoruz.
Ayrıca, rivayetlerde peygamberimize yakıştırılanların bazıları tarihî bilgiler olup, tarih uzmanı olmayan peygamberimizin, Kur’an ile kendisine bildirilenler (Yusuf; 3, 102, Âl-i Imran; 44, 179, Hud; 49, …) hariç, gayb mesabesindeki bu bilgileri bilmesi mümkün değildir.
Rivayetlerde sünnetin hangi yaşta uygulanacağına dair kesin bir görüş ortaya atılamamıştır. Bebek yedi günlük olduktan itibaren 13 yaşına kadarki süre içinde olabileceği söylenmiştir. Buna mesnet olarak da peygamberimizin, torunları Hasan ile Hüseyin’i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmiş olduğu rivayeti ileri sürülmektedir.
Yukarıdaki rivayetleri çok zayıf bulup “Bunlarla yola çıkılmaz” diyenler olduğu gibi, sünnet için kimisi farz, kimisi vacip, kimisi sünnet-i müekkede diyerek ahkâm kesen ulema da olmuştur.
Fakat umum İslâm uleması da, fıtratın, insanın hem ruhî hem de fizikî bakımdan yaratılıştan sahip olduğu temel özelliklerini ifade etmesi sebebiyle, estetik maksatlarla vücudun bazı bölümleri veya organları üzerinde yapılan, aslî yapıyı değiştirecek nitelikteki müdahaleleri, “fıtratı bozmaya yönelik davranışlar” olarak kabul etmişlerdir.
Sünnet konusundaki bir başka çelişki de, Allah’ın ayetleri dışında din kaynağı olarak kabul edilen uydurmalarda, sünnetin, şehveti arttırdığının ve bunu önlemek için oruç tutulması gerektiğinin yer almasıdır.
İşte bu rivayetlerle sünneti Müslümanlığın alâmeti sayan cahil çevreler, sünnet törenlerini Müslümanlaşma törenleri olarak değerlendirmişler ve Müslüman olmak için önce İNSAN olmak ve AKILLI olmak, sonra da REŞİT olmak lâzım geldiğini; bebekten, sabiden ve sefihten kesinlikle Müslüman olmayacağını unutarak, sünnet olan bebekleri ve küçük çocukları da Müslüman saymışlardır.
Sonuç olarak, açık ve net bir şekilde görülmektedir ki, sünnetin İslâm dini ile uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Nereden kaynaklandığı kesin olarak bilinmeyen bir geleneğin İslâm dini içine konulmaya çalışılması, İslâm dinine AYKIRIDIR!
Tin; 4: Hiç kuşkusuz Biz, insanı en güzel yapıda yarattık.
Mümin; 64: Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü çadır kılan ve sizi biçimlendiren -ve O sizi ne güzel biçimlendirdi- ve sizi temiz şeylerle besleyen Allah’tır. İşte Rabbiniz Allah budur. Dünyaların Rabbi Allah ne kutludur!
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimiz insanı en mükemmel şekilde tasarlamış ve yaratmıştır. İnsanın, işe yaramayan, zararlı, eksik bir organı yoktur. Çünkü tasarım Kadir Allah tarafından yapılmıştır. Sünnet ise, fazla yaratılmışın düzeltilmesi işlemidir. Bu işlemin insanlar tarafından yapılacağını bilen Allah, Kur’an’da bu işlemi, yani Allah’ın yarattığını değiştirme teşebbüsünü ŞEYTANÎ bir işlem olarak nitelemektedir:
Nisa; 119: Ve hiç kuşkusuz, onları saptıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onları kuruntulara daldıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını bozacaklar. Kim Allah’ın astlarından şeytanı kendisine veli (yardımcı, koruyucu, yol gösterici bir yakın) edinirse apaçık bir kayıpla kaybetmiştir.
Bu ayetler ışığı altında gerçek Müslümanların, sünnet hakkında tefekkür etmeleri ve içinde bu geleneğin yer aldığı dine mi, yoksa Allah’ın dinine mi mensup oldukları hakkında karar vermeleri gerekmektedir. Allah’ın dinine mensubiyeti seçen Müslümanların, ayrıca, bu ayetler indikten sonra peygamberimizin sünnet geleneğine neden karşı çıkmadığı hususunu da araştırmalarında yarar vardır.
SÜNNETİN YARARLARI (!)
Pek çok insan, bu başlık altında, temizlik sağlanmasından başlayıp, frengi, AİDS, kanser gibi hastalıkların önlenmesine kadar vardırılmış, uzun sayılabilecek bir listenin varlığından haberlidir. Yani, dinî açıdan aksinin düşünülmesi bile söz konusu edilmeyecek şekilde dayatılan sünnet, sağlık açısından da sesi yüksek çıkan tıp otoritelerince (!) insanlara hararetle tavsiye edilmektedir. Ama, tavsiyenin sahibi, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’deki Hıristiyan doktorlar olunca, bilimi Amerika’dan öğrenen diğer ülke bilim adamları bu tavsiyenin altına sorgulamadan imzalarını koymakta ve böylece bu tavsiye âdeta bilimsel bir hüviyet kazanmaktadır. Oysa, sünnetin yararları hakkındaki iddiaların hiçbirinin, bilimsel yöntemlerle yapılan araştırmalara dayanmadığı, Yine ABD’deki bazı sağlık kurumlarınca resmî olarak açıklanmıştır.
Sünnetin insan sağlığına olan etkilerini inceleyen ve sünnetin yarar değil, zarar verdiğini ortaya koyan bir araştırma da ülkemizde, Nil Gün tarafından kaleme alınmış olan “Sünnet” adlı kitapta (Kuraldışı Yayıncılık, Mayıs 2005) yapılmıştır.
Özellikle henüz sünnet edilmemiş çocukları bulunan ve bebek bekleyen anne-babalar için mutlaka okunmasını gerekli gördüğümüz bu kitaptan yaptığımız aşağıdaki alıntılar, Kur’an ayetleri ışığı altında vardığımız sonucun tıp bilimi tarafından doğrulandığını göstermektedir:
Üstderi ve İşlevleri:
Genel anlamıyla erkek sünneti, penis başını kaplayan mukozal dokunun ve deri tabakasının, cerrahî müdahaleyle alınmasıdır. Bu çifte tabaka daha çok “sünnet derisi” ya da “üstderi (prepus)” olarak bilinmektedir. … Üstderinin gerçek uzunluğu, dış tabakasının uzunluğunun iki katıdır ve kesilme oranına göre toplam penis derisinin %51 ilâ %80 kadarını oluşturur. … Üstderi aynı zamanda zengin bir kan damarı ve sinir uçları merkezidir. … Sünnet, işte bu sağlıklı deri dokusunun takriben en az yüzde elli birini hatta yüzde seksene varan bölümünü yok eder. Oysa doğa, penisin üzerindeki deriyi, penisin tümünü kaplaması için yaratmıştır. …
Üstderinin üç işlevi vardır:
Koruyucu işlevi: Üstderi, yeni doğan bebeklerin yüzde doksan altısında penis başına yapışıktır. Görevi, penis başını ve idrar yollarını (urethra) enfeksiyonlardan korumaktır. Deri asla zorla geri çekilmemelidir. Oysa bir çok doktor, anne babaları bu doğal yapışkanlığın ameliyat (sünnet) gerektiren bir kusur olduğu ve düzeltilmesi gerektiği konusunda bilgilendirerek (!) hemen sünnet yapılması gerektiğini savunmaktadır. … Fimosis, yetişkinlerde üstderiyi penis başının gerisine doğru itme zorluğu olarak tanımlanan bir sorundur. Bebeklerin %65’i de fimosis gerekçesiyle sünnet edilmektedir ki, aslında bebeklerin hemen hepsinde penis başına yapışık olan üstderi, penisten 3 ilâ 17 yaşları arasında ayrılmaya başlar. 17 yaşından sonra hemen tüm erkeklerde üstderi tamamen geri çekilebilir hâle gelir. … Üstderinin bebeğe bez bağlandığı dönemdeki işlevi ise, penisi tahrişten ve yaralanmalardan korumaktır. Hayat boyunca da bu deri, penis başını yumuşak ve nemli tutarak travma ya da yaralanmalardan korur. Sünnet derisi aynı zamanda ortalama ısıyı, pH dengesini ve temizliği de sağlar. Penis naşının kendisinde, deriyi nemlendiren sebum veya yağ maddesini üreten sebaceous bezleri yoktur. Penis başını yüzeyini sağlıklı tutan sebumu üreten, hani şu, işe yaramaz diye sünnetle kesip attığımız üstderidir. Göz kapaklarınızı dinsel ya da sağlık gerekçeleriyle aldırmayı düşünür müydünüz?
Bütün vücut deliklerini (ter, yağ ve salgı bezlerini) çevreleyen mukoza vücudun ilk savunma duvarıdır. Üstderideki bezler, lizozim gibi anti bakteriyelleri ve anti viralleri üretir; virüslerle ve bakterilerle savaşan savunmacı askerlerimizdir. Lizozim aynı zamanda gözyaşında ve anne sütünde de bulunur. Sünnet derisinde, yumurtalıklardakine benzer kas fiberleri vardır. Bunlar, idrarın geçmesine izin veren ama yabancı maddelerin içeri girmesini engelleyen, tek yönlü geçiş veren valflar gibi işlev görür. Erkek, ergenliğe yaklaştığında bu kas fiberleri sayıca azalıp yerlerini elâstik fiberlere bırakırlar; ta ki iki fiber türü, cinsel ilişkide üstderinin hareketine izin verecek bir dengeye ulaşıncaya kadar. Üstderi, ayrıca, mikroplara karşı bir ilk savunma engeli olduğu düşünülen bağışıklık hücrelerine de sahiptir. Dolayısıyla sünnet, erkeği, doğanın kendisine bahşettiği bütün bu avantajlardan mahrum kılar.
Duyarlılık işlevi: Bir doktor, ortada tedavi gerektiren ciddî bir sorun olmadıkça sağlıklı bir çocuğu anne baba istedi diye ameliyat edebilir mi? Bir doktor, anne baba istedi diye sağlıklı bir çocuğun kulak memesini kesebilir mi? Gözkapağını alabilir mi? Serçe parmağını kesebilir mi? Başka hangi ameliyatı bir doktor tıp dışı kişilerin (anne babaların) ve yerleşik âdetlerin keyfî taleplerine göre, kendisini savunamayan bir başka insan üzerinde gerçekleştirebilir? Oysa sünnette yapılan tam da budur.
Üstderi, parmak uçları, gözkapakları ve dudaklar kadar duyarlıdır. Penisin üstderisi özel sinir uçlarını içinde barındırır. Bu özel sinir uçları, hareketi, sıcaklıklardaki çok küçük değişiklikleri ve yüzeydeki hassas değişiklikleri algılayabilir. Penisin sünnet sonrası kalan kısmının hiçbir yerinde bu kadar çok sinir ucu yoktur. Sünnet derisindeki mukoza ve frenulum gibi belirli bölgeler özellikle hassas dokulardan oluşmuştur ve cinsel zevke katkıda bulunurlar. Buradaki özelleşmiş sinir uçları, cinsel zevki ve kontrolü artırır. İç deri, doğrudan penis başı ile temas hâlinde olan mukoza tabakasından oluşur. Ağız içindeki yüzey gibi olan bu tabaka, yapısı, inceliği ve rengi bakımından sünnet derisinin geri kalanından farklıdır. Frenulum, penisten gelen ve üstderinin iç yüzeyine eklenen özellikle hassas olan ince bir zardır. Ayrıca, üstderinin iç tabakası ve genel penis dersinin kesiştiği özel bir bölge daha vardır. Bu bölgenin üstderinin hareketini sağlayan özel kasları vardır. Buradaki duyarlılık, dudaklar kadar hassas bir gelişkinliğe sahiptir.
Cinsel işlevi: Ereksiyon hâlinde penis boyu yüzde elli oranında artar. Uzayan penisin ihtiyacı olan deri nereden gelir? Tabiî ki üstderiden. Ereksiyon hâlinde bile penisin üzerinde hâlâ rahatça hareket eden ekstra deri vardır. Bu ekstra deriye doğanın verdiği görev, cinsel ilişki esnasında kurumayı ve sürtünmeyi azaltarak erken boşalmayı önlemektir. Üstderi penis gövdesi üzerinde aşağı ve yukarı kayarak, penis başını bir örtüp bir açarak hem mastürbasyon hem cinsel ilişki esnasında cinsel hazzı arttırır. Islak ve kaygan olduğu için friksiyon ve tahrişi azaltır.
Üstderinin henüz bilinmeyen veya anlaşılamayan daha nice işlevi olabilir. Avrupalı bilimciler, bazal epidermal hücrelerinde östrojen alıcılarını henüz yeni keşfettiler. Manchester Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan üstderisinin apokrin bezleri içerdiğinin yeni farkına vardılar. Bu özelleşmiş bezler feromenon denilen doğanın kimyasal koku habercilerini üretiyorlar. Üstderinin bu özelliklerini ve oynadığı rolü anlayabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var…
Sünneti savunan doktorların söylediği yalanlar ya da cehalet
Tıp fakültelerinden, üstderinin işlevleri hakkında hiçbir bilgi almadan mezun olan; kendilerine sünnet derisinin gereksiz bir deri parçası olduğu öğretilen (aslında ihsas ettirilen desek daha doğru olur çünkü hocalarımız bu konuda o denli sessizdir ki, sünnet derisi hakkında ne gerekliliğine ne gereksizliğine dair bir eğitim verirler); sünnetsiz penisi de, âdeta soyu kurutulmuş, hastalık yapıcı bir mikroorganizmayı inceler gibi ancak anatomi kitaplarında görebilen doktorlarımız (sadece bizimkiler değil, Amerikan tıp fakültelerinden mezun olan doktorlar da) ya cehaletten ya da art niyetten, sünnetle ilgili sağlık yalanlarını “uzman görüşü” olarak halka aktarmaktadırlar. Çoğu anne baba da, dinsel gerekçeler kendilerini ilgilendirmiyor olsa bile, “Doktorlar sünnetin sağlıklı olduğunu söylüyor, öyleyse iyi bir şey olmalı” diye düşünmektedir.
İşte sünnetle ilgili en sık söylenen birkaç sağlık yalanı:
- Sünnetli erkek daha temizdir.
- Bulaşıcı hastalıklar sünnet olmayan erkeklerde daha sıktır.
- Penis kanseri sadece sünnet olmayan erkeklerde gözlenir.
- Kadınlarda rahim kanseri riskini azaltır.
- Çocuğunuzda fimosis var. Hemen sünnet edilmeli.
- Çocuğunuzun olası idrar yolları enfeksiyonu yaşamasını engeller.
- Sünnetli erkek çocuklarda idrar yolu iltihaplanması daha az gözlenir.
- Sadece ufak bir deri parçası, bebek acı hissetmiyor çünkü sinir sistemi henüz gelişmiş değil.
- Sünnetli erkekler daha iyi seks yapar çünkü sünnetsiz erkeklerden daha fazla uyarılırlar.
… Oysa bu gerekçelerin hiçbirisi bilimsel bir temele dayanmamaktadır… Şimdi bu yalanları tek tek ele alalım:
A) Temizlik[/B
]… Amerikalı doktor Thomas J. Ritter’e göre, tırnaklarını kesmesini, dişlerini fırçalamasını ve tuvalet temizliği yapmasını bilen bir erkek çocuğun, basitçe üstderisini geri çekip yıkayamayacağını söylemek, o çocuğa hakarettir. (Dr. Ritter’in notu: Bu makale yazıldığı sırada üstderi için özel bir temizliğin gerekli olduğu sanılıyordu. Bugün bunun da gereksiz hatta yanlış olduğu anlaşılmıştır. Zira üstderinin salgıladığı sıvılar bölgeyi temiz tutacak anti bakteriyelleri ve anti viralleri içermektedir. Bu tıpkı gözkapağının içinde salgılanan sıvıların gözü temiz tutması gibidir. Gözü nasıl yıkamıyorsak, penis başının da özel olarak yıkanması gerekmez.)
“Eğer” diyor Dr. Ritter “Temizlik argümanını erkek sünneti için bir neden olarak kabul edersek, o zaman yıkamanın çok daha zor olduğu kadın organlarını da kesmemiz gerekir. Ama bugün ABD’de hiç kimse genital temizliği sağlamak için kadın organını kesmeyi önermiyor.”
Doğal penis hiçbir bakım gerektirmez. … Sağlam bir penisi temiz tutmak için gerekli tek şey, genel vücut temizliği sırasında suyla iyi bir şekilde temasını sağlamaktır. Bir çocuğun üstderisi altındaki beyaz peynirimsi salgı, smegma diye adlandırılır. Smegma belki de doğadaki en yanlış anlaşılan, en kötü değerlendirilen maddedir. Smegma kirli değildir, temizdir, faydalıdır ve gereklidir. Anti bakteriyel ve anti viral özellikleri penisi temiz, sağlıklı tutar. Bütün memeliler smegma üretir. … Smegmanın Lâtince “deterjan” anlamına gelmesi ilginç değil mi?
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirl
Bu yazının evveli "Sünnet, Erkek çocukların.... başlığı altındadır
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirler.
[B]B) Mastürbasyon
Mastürbasyonun önlenmesi ülkemizde değil ama ABD’de erkek ve kadın sünnetini haklılaştırmak için öne sürülen ilk sebep olmuştur. … Batı Hıristiyanları, özellikle seks fobik Viktorya döneminde, mastürbasyon fobisini Yahudi etkisiyle ön plâna çıkarmışlardır. … Sünneti meşrulaştırmak için mastürbasyonun zararlı olduğu gerekçesini öne sürmek bugün artık geçerliliğini yitirmiştir.
C) Hastalıklar… Günümüzde hâlâ sünnetin gerekçesi olarak gösterilen altı temel hastalık vardır:
1. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar
2. Kanser
3. Fimosis (üstderiyi penis başının gerisine itme zorluğu) ve parafimosis (üstderiyi penis başının ilerisine itme zorluğu)
4. Penis başının iltihaplanması (balanitis)
5. İdrar yolları enfeksiyonu (üriner enfeksiyon)
6. AİDS
1) Cinsel Hastalıkların Önlenmesi
… 1855’ten 1997’ye dek bu başlık altında yayımlanan bütün yazıları inceleyen Dr. Van Howe şu sonuca varır:
“Bugüne kadar cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerinde sünnetin yararlı etkisini gösteren bir araştırma olmamıştır. Tam aksine veriler, sünnetli bir erkeğin cinsel hastalıklara yakalanma açısından daha büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Günümüzde, yenidoğan sünnetinin rutin hâle geldiği ABD’de, cinsel hastalıkların oranı düşeceğine yükselmiştir. Gelişmiş ülkeler içinde ABD, en yüksek cinsel yolla bulaşan hastalıklar, HİV enfeksiyonu ve sünnet oranına sahiptir.”
2) Penis ve Rahim Kanseri
… Özetle, bu teori smegmanın kanserojen olduğu, Yahudilerin sekizinci günde sünnet oldukları için en düşük penis ve rahim kanseri oranına sahip olduğu varsayımına dayanıyor. İkinci sırada Müslümanlar ve son sırada da sünnetli olmayanlar geliyor. …
Smegmanın kansere yol açtığı iddiasının gerçeğe dayanmadığı, 1975’ten beri Amerikan Pediatri Akademisi tarafından ve 1996’dan beri Amerikan Kanser Derneği tarafından kabul edilmektedir. “Tam aksine, sünnet, engel olduğu iddia edilen hastalıktan çok daha tehlikelidir” diyor Dr. Denniston:
“Olası bir penis kanseri vak’asını engellemek için, 100.000 çocuğun sağlıklı dokusunu yok etmeyi teklif etmek, ahlâk ve mantık dışıdır. Mukayese edilecek olursa, göğüs kanseri riski yaklaşık 100 kat daha büyüktür, ancak kimse bu başa çıkılamaz hastalık için bütün kadınların göğüslerini kesmemiz gerektiğini söylemiyor.”
ABD’de her yıl 44.000 kadın göğüs kanserinden ölüyor. Ama çoğu 70 yaşın üzerinde sadece 200 erkek kötü hijyenden kaynaklanan nedenlerle penis kanserinden ölüyor. … Sünnetten kaynaklanan ölümlerin penis kanserinden kaynaklananlardan daha fazla olduğu biliniyor. Ayrıca penis kanseri, oldukça nadir rastlanan bir kanser tipidir ve genellikle yaşlı erkeklerde olur. Penis kanseri, hem sünnetli hem de sünnetsiz erkeklerde olabilir. Seattle’da Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nin araştırması, penis kanseri vak’alarının %37’sinin sünnetli erkeklerde olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Sünnetli erkeklerin eşlerinin rahim kanseri olasılığının daha düşük olduğu iddiası ise artık üzerinde tartışmaya bile değmeyecek, çoktan çürütülmüş bir iddiadır.
Şubat 1996’da, Amerikan Kanser Derneği’nin temsilcileri, Amerikan Pediatri Akademisi’ne gönderdikleri yazıda şunları belirtiyordu:
“Amerikan Kanser Derneği, rutin sünneti, bu tür genital kanserlerin önlenmesi için geçerli ya da etkili bir yöntem olarak düşünmemektedir. Rahim boynu (serviks) kanseri olan kadınların eşlerinde sünnetle ilgili yapılan araştırmalar metodolojik olarak hatalı, zamanı geçmiş ve tıp kurumu tarafından yıllardır dikkate alınmayan araştırmalardır.”
Amerikan Kanser Derneği Haziran 1996’da, penis kanseri ile ilgili beş bölümlü bir tavsiye kararı açıklamıştır: “Sünnet, penis kanserini önleme ya da azaltmada yararlı görülmemiştir.”
Kanser korkusu, erkek sünnetini desteklemek için kullanılamaz.
3) Fimosis ve Parafimosis
… Genelde üstderi doğumdan sonra birkaç sene geri çekilmez; bunun için zorlanmamalıdır. Geri çekilebilir hâle geldiği zaman, erkek çocuklar onu her gün yıkamaları konusunda eğitilmelidir. …
Doktorların sünneti tavsiye ettikleri parafimosis durumları nadiren de olsa vardır. Bu, üstderinin zamanından önce geri çekilerek penis başının arkasındaki olukta (sulcus) sıkışmasından kaynaklanır. Ama bu bir hastalık değildir. Sorun, pediatrik uygulamalardan, ana babaların doktorlarca yanlış bilgilendirilmelerinden kaynaklanır. Ana babaya üstderiyi geri çekmeleri söylenir ama tekrar yerine götürmeleri söylenmez. Bu durum tedavi edilebilir bir durumdur. … Sünnet derisi ile ilgili sorunlar, sorun ortaya çıktığı zaman tedavi edilmeli; çocuk sağlamken değil. … Şunu bilin yeter, Çinliler fimosisi sünnetle tedavi etmiyor.
4) Penis Başının İltihaplanması (Balanitis)
… Penis başı iltihaplanması, maya, mantar, bakteri ya da virüsten de kaynaklanabilir… Bazı tıp doktorları, glansın (penis başı) birkaç kez iltihaplanması durumunda sünneti tavsiye etmektedirler. Oysa sünnetin, penisin sağlıklı hijyenik bakımdan daha etkili olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Bazı doktorlar ise glansın kuru tutulması gerektiğini söylemektedirler. Bu öneri, insan anatomisinin bilinmemesinden kaynaklanır; çünkü normalde sünnet derisinin altında olan bu bölge doğal olarak nemlidir. …
Balanitis hem sünnetli hem de sağlam erkeklerde olabilir. Dr. Van Howe, sünnetli erkeklerde, sünnet olmamış erkeklere göre daha fazla balanitise rastlamıştır. Diş etlerimiz iltihaplandığında hemen dişimizi çektirmiyoruz değil mi?
5) İdrar Yolları Enfeksiyonu (Üriner Enfeksiyon)
Sünnetsiz erkek çocukların yüzde 96 ilâ 99’unun hayatlarının ilk yılında idrar yolları enfeksiyonu geçirmediğini biliyor musunuz? … Peki, bebeklerin ilk yılında yapılan sünnetlerde komplikasyonların yüzde 38 civarında olduğunu öğrendiğinizde ne hissedersiniz? Sünnette enfeksiyon kapma oranı, idrar yolları enfeksiyonu olasılığından daha yüksek. Keşke komplikasyonlar sadece enfeksiyonla sınırlı olsa. Hatalı sünnetlerin sayısı çok daha fazla. Çocuğunuz sünnet edildiği sırada, o, enfeksiyonu olmayan sağlıklı bir bebek. İleride enfeksiyon kapma olasılığına karşı ameliyat önermek ne kadar etik? Ne kadar iyi niyetli? Bütün enfeksiyonlar ameliyatla mı tedavi ediliyor? …
Siz, hem de anestezi olmadan, ileride enfeksiyon olma olasılığını ortadan kaldırmak için bu ameliyatın kendinize yapılmasına izin verir miydiniz? İleride dişleriniz çürüyebilir diye önceden sağlıklı dişlerinizi çektirmeye ne dersiniz? …
Son olarak sağlam (sünnetsiz) bir çocuğun aslında idrar yolları iltihabı sorununu yaşama olasılığının, sakatlanmış (sünnetli) bir çocuğa göre daha düşük olduğu biliniyor. Üstderi, glansı idrardan ve dışkıdan korur. Eğer üstderi sünnet ile kesilirse, idrar yolları, enfeksiyona daha açık hâle gelir. Sünnetli erkekleri bu sorunu yaşama olasılıkları en az sünnetsizler kadardır. Sünnet, iddia edildiği gibi idrar yolları enfeksiyonunu önlemiyor. Hiç sünnetin yapılmadığı Hıristiyan Avrupa’sında (Avrupalı Musevîler arasında da sünnet yaptıranlarda büyük bir düşüş var) idrar yolları enfeksiyonu oranının çok daha düşük olduğu biliniyor.
6) AİDS
… Sünnet ile AİDS’in önlenmesi teorisi 1980’lerin sonunda Afrika’da HİV virüsünün yayılması ile sünnetsiz penis arasında bir ilişki olduğu teorisiyle ortaya çıktı. … Bu teorinin yaratıcıları, AİDS’in dağılım haritası ile sünnet arasında bir bağlantı bulmaya çalıştılar. … Sadece Afrika’da sünnetsiz erkeklerde görülen AİDS, sünnetlilerden fazla. Bu da buradaki fazlalığın başka nedenlere bağlı olduğunu açıkça gösteriyor.
Ayrıca sünnet derisinin bağışıklık sistemi ile ilgili fonksiyonu da var demiştik. Smegma denilen ve bu deriden salgılanan peynirimsi maddenin içinde lizozin adlı bir enzim bulunuyor. Anne sütünde de bulunan lizozin işte bu “işe yaramaz deri” tarafından salgılanıyor ve bakterilerin hücre duvarlarına saldırıp onları yok ediyor. Bu salgının AİDS’e neden olan HİV virüsünü öldürdüğü biliniyor. … Saygın tıp dergisi Jama’da yer alan araştırmada, AİDS’in bulaşma oranının sünnetli erkeklerde daha yüksek olduğu yazıyor. …
Sünnet yapılmayan uluslarda her yüz bin kişide HİV oranı aşağıdaki gibidir:
İtalya 8,9 İsviçre 6,5 Danimarka 4,4 Fransa 3,5 Hollanda 2,7 Almanya 2,2 Avusturya 2,2 İsveç 2,0 Norveç 1,6 Finlandiya 0,9 Polonya 0,2 Macaristan 0,2
ABD’de ise bu oran 16’dır. … Bu rakamları yorumlayan Fleiss, şöyle yazmıştır:
“Sünnetin AİDS’i önlediği efsanesi yalnızca yanlış değil, aynı zamanda tehlikelidir de. Bu, sünnetli Amerikalılara, AİDS’e bağışık olduklarını düşündürüp, onları tedbirsiz sekse yönlendirebilir. Bu yalnızca daha fazla AİDS’e yol açacaktır.”
… Sünnet, tanımı gereği cerrahî bir müdahale değildir. Cerrahî müdahaleler şöyle tanımlanmıştır: Yaraların iyileştirilmesi, hastalıklı organ ve dokuların ıslah edilmesi, rekonstrüktif cerrahi, fizyolojik cerrahi. Rutin sünnet bu kategorilere girmez. Dolayısıyla rutin çocuk sünneti geçerli bir cerrahî müdahale değildir. Doktorların yetki belgeleri onlara, cerrahî müdahalede bulunmadıkları sürece insanları kesme ve hastalarına zarar verme iznini vermez.
Ana babanın doktora ne yapması gerektiğini söylediği böylesi garip bir uygulama tıbbın başka hiçbir alanında yoktur.
Yenidoğan sünneti
Sünnet savunucuları sünnetle ilgili her konuda yalan söylediler. Ebeveynlere bebeklerin acı hissetmediklerini söylediler. Çocuğun katıla katıla ağlamasının ve girdiği şokun sünnetten değil, bağlanmaktan kaynaklandığını iddia ettiler. Artık bebeklerin değişen beyin dalgalarından ve fizyolojik fonksiyonların değişiminden onların ne kadar acı çektiklerini biliyoruz. Sünneti takip eden günlerde acının devam ettiği, anne-çocuk bağının zedelendiği, beslenme bozukluklarının baş gösterdiği de biliniyor. Çocuk derin bir travma yaşıyor. Bilinç altına itilen bu travmanın etkisi yetişkin döneminde de sürüyor; yetişkin erkek bunun sünnetle olan bağlantısının farkında olmasa bile.
Yapılan bir çok çalışmanın yanı sıra Minnesota Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ile Pediatri Bölümü’nden Dr. Howard Stang ve ekibinin yaptığı araştırma, sünnetin bebeklik döneminde yapılan en acı veren ameliyat olduğunu gösteriyor. Bebeğin kalp atışlarında dakikada 55 artış görülüyor. Sünnet sonrasında kortizol, öncesine göre üç-dört misli artıyor. Araştırmacılar, bu derece yüksek acının yetişkinlerde dayanılmaz olduğunu söylüyor. Bebek, acıdan feryat ediyor, titriyor, bazılarının nefesi kesildiği için oksijensizlikten renkleri maviye dönüşüyor. … Ülkemizde çoğu doktor ve sünnetçi kulaktan duyma eski bilgilerle sünnet sırasında bebeğin acı çekmediğini savunuyor. … Bazı doktorlar bebeğe lidocaine iğnesi vuruyor. İğnenin kendisi zaten en az sünnet kadar acı verici. Ayrıca daima etkili olmadığı gibi, sinirlere ve damarlara da kalıcı zarar verebiliyor. … Lidocaine ile birlikte DPNB kullanımı işitme bozukluklarına yol açabiliyor. Bazen penisin tümüyle kalıcı olarak duyarsızlaşmasına de neden olabiliyor. Çünkü enjeksiyon sinirlere ve damarlara kalıcı olarak zarar verebiliyor… Genel anestezi bebek için son derece tehlikeli. Lokal anestezinin etkisi ise kısa sürüyor; … sonra acı yine geliyor. Koruyucu derisini yitirmiş, açıkta kalan kıpkırmızı yaralı ve aşırı hassas etin idrarla ve kakayla temas etmemesi imkânsız. İdrar asidi açık yarayı daha da yakar. Yaranın iyileşmesi iki haftayı bulur, ya travmanın iyileşmesi?
ABD’de sünnet nasıl başladı?
Sünnetin ABD’de başlaması, 1870’li yıllarda birkaç Amerikalı doktorun mastürbasyon yapan çocukları cezalandırmak için sünnet etmesi ile, katı ahlâkçı Viktorya döneminin mastürbasyon histerisi sırasında olur. …1970’lere kadar Amerikan tıbbî ders kitapları, sünneti, mastürbasyonu önlemenin bir yöntemi olarak savunuyordu. …ABD’de bebekleri rutin sünneti Soğuk Savaş dönemine kadar başlamamış, neredeyse zorunlu sünnete yol açan bu kurumlaşma adım adım gelişmişti. Şirketler tarafından yönetilen hastaneler ve özel sektör, rutin sünneti kendi halkına hiç danışmadan kurumlaştırdı. Herhangi bir tartışma ya da referandum olmadı. Ancak 1970’lerde çıkan birkaç mahkeme kararı, bu zararlı ama kârlı uygulama için hastanelerin ana baba onayı almasını zorunlu kıldı. Sünnet savunucuları bu karara, ana babaları korkutup çocuklarını sünnet ettirmelerini sağlamak için bazı “tıbbî” gerekçeler ileri sürerek cevap verdiler. Sünnet için ileri sürülen gerekçeler her döneme uygun olarak yenilendi durdu.
Bazı doktorlar sünneti neden savunuyorlar?
Çocuk doktoru Paul Fleiss şöyle diyor:
“Tıp fakültesinde bize sünnet ya da üstderinin fonksiyonları ile ilgili hiçbir şey öğretilmedi. Ben bir sünnet seyrettim. Hepsi bu.”
Bir çok doktor da benzer şeyleri söylüyor. Tıp fakültesinde sadece sünnetin nasıl yapılacağının teknikleri öğretiliyor. Penis derisinin yapısı ve fonksiyonları değil. Yine okulda öğretilenler bebeklerin sünnet esnasında acı çekmediği, sünnetin penis kanserini önlediği ve bu nedenle rutin şekilde yapılmasının geçerli olduğu…
Dr. Thomas Ritter, çoğu tıp ders kitaplarının yanlış bilgilerle dolu olduğunu ve sünneti önerdiğini söylüyor.
Seham Abd el Salam adında Mısırlı bir akademisyenin makalesinden.
“… Tıp fakültesine gittiğimde, erkek sünneti cerrahî çalışmamın bir parçasını oluşturdu. Bütün ders kitaplarında sünnet, penis ve rahim kanserine karşı önleyici bir operasyon olarak tavsiye ediliyordu. Ayrıca anestezi olmadan yapılıyordu; çünkü bebeklerin daha büyük bir çocuk veya bir yetişkin gibi acı hissetmediği iddia ediliyordu.”
Amerikan tıp dünyası büyük ve dişli bir sermaye çarkıdır. Büyük sermayenin ilk amacı ise hiçbir dönemde insancıllık olmamıştır. … Tıp dünyası hizmet sektörü olmaktan çıkıp, ticaret sektörü hâline geldiğinden beri tıp yalanlarıyla sağlık ve hastalıkları tedavi etmek adına nice suçlar işleniyor. Tıp endüstrisinin günümüzde sizin sağlığınızdan değil, hastalığınızdan para kazandığını artık görün. Eski Çin’de doktorlar hastalanan danışanlarına para öderlerdi; çünkü onların görevi insanı sağlıklı tutmaktı, öncelikli amaçları hastalığı iyileştirmek değil, sağlıklı kalmayı sağlamaktı.
Çocuklarımızı oldukları gibi, doğanın yarattığı gibi kabul etmek yerine kendimize benzeterek sünnet ettirmemiz, toplumsal kabul görme uğruna yanlışlara boyun eğdiğimizin göstergesidir.
Sünnet ticareti
Dr. Paul Fleiss, “Üstderim Nerede?” adlı kitabında şöyle diyor:
“Ebeveynler, çocuğunun üstderisini kesmek isteyenlere karşı dikkatli olmalı. İnsan üstderisi bir çok ticarî faaliyet için çok talep edilen bir organ. Sünnet derisi pazarlaması milyonlarca dolarlık bir pazar.”
1980’li yıllardan beri özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma lâboratuarlarına ve ilâç şirketlerine satıyor. … Penis üstderisi bir çeşit nefes alabilen bandaj üretiminde kullanılıyor. … Biyo-tıp şirketleri sünnet derisini ensülin üretmek için kullanıyor. Ayrıca Dermagraft-TC gibi ürünler bebek sünnet derilerinin hücreleri çoğaltılarak yapılıyor ve bu ürün yanık bölgelerde geçici yapay deri olarak kullanılıyor. … Kozmetik firmaları, testlerinde hayvanlara acı çektirmediklerinin reklâmını yapıyorlar ama ürünlerinde insan sünnet derisi kullanıyorlar.
… Evet, insan sünnet derisinin sanat (!) eserleri yapımında kullanıldığını, ayrıca erotik/pornografik bir çok sünnet sitesi, dergileri ve fetişist/pornografik sünnet videoları olduğunu biliyor musunuz? Aşağısa resmini gördüğünüz başucu lâmbası halis sünnet derisinden yapılmış. Beyaz, zenci, Asyalı, Hintli ve Kızılderili üstderileri kullanılarak yapılan ilginç desenli bu gece lâmbasının çiftinin satış fiyatı sadece 2500 dolar (!). … Has üstderiden yapılmış bir yeleğin fiyatı 5200 dolar. …
Bunları yazmamın nedeni; ABD’de sünnetten çıkarı olanların bizim sandığımız gibi sadece belirli bir kesimle sınırlı olmadığına, sünnet derisinin bir meta olarak yarattığı pazarın büyüklüğüne dikkat çekmek. Sünnet derisinden beslenen ciddî bir kesim var ve bu kesim çocuğumuzun derisinden kolay kolay vazgeçmeyecek, onu alabilmek için her türlü yolu denemeye, her yalanı söylemeye, satın aldığı her saygın unvanı kullanmaya devam edecektir.
Ayrıca ABD’de doktorların sünnet başına ortalama iki yüz dolar aldıklarını da hatırlatmakta yarar var. Ülkemizde (özel hastanelerde) bu rakam, 1000YTL civarında.
ABD’de sünnetten en çok faydalanan kurum tıp endüstrisidir. Doktorlar tahminen iki yüz milyon doların üzerinde parayı her yıl gerçekleştirilen bir buçuk milyona yakın sünnet operasyonundan alırlar; hastaneler de beş yüz milyon doların üzerinde parayı doğumdan hemen sonra gerçekleştirilen sünnet nedeniyle (anne ve çocuk için) uzayan hastane yatış sürelerinden elde ederler. Ayrıca sünnet derisi biyoteknik ve kozmetik firmaları tarafından talep edilen milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturur. Amerikan hastaneleri sünnet derisini bu şirketlere satar.
Ülkemizde de sünnet endüstrisi çok büyüktür. Sünnet düğünlerinin (!) giysi, salon kirası, hediye, çiçek, yiyecek, içecek, davetiye ve benzeri masrafları vardır. Doktorlar, sünnetçiler, din görevlileri de bu endüstriden paylarını alırlar.
Yukarıdaki alıntılardan sonra yazımızı yine Nil Gün’ün sözleriyle noktalayalım:
Sedece bedenini değil, zihnini de G8’lerin artıklarıyla beslemeye mecbur bırakılan bu toplumun fertleri olan bizler, geleneklerimizin kurbanı olmaktan daha korkuncunu tecrübe ediyoruz aslında. Amerikan tıbbının uygulayıcısı doktorlarımızın dayattığı aydın despotizminin kurbanıyız; kraldan çok kralcının cehaletinin kurbanıyız; kendi zihnine, yüreğine, sezgisine güvenemeyen, otoriteye biat etmiş “bilimsel” bilgi pazarlamacılarının kurbanıyız.
Kaynak:İşte Kur'an
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
evgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Derleme
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder