3 Haziran 2017 Cumartesi

URANOS "GÖK" VE GAİA "YER"



Evren oluştuktan sonra, onun üstünde yaşayacak ve ömür sürdürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi oğlu Uranos ile birlikte Titanlar yarattı. Altısı dişi altısı erkek olmak üzere oniki tane olan Titanl
ar şunlardır; Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis.

Uranos ile Gaia, bundan sonra Kylops'ları dünyaya getirdiler. Tanrılara benzeyen ancak alınlarının ortasında tek gözleri bulunan Kylops'lar şunlardır; Brontes, Steropes, Arges.

Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarına ellişer baş dizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes derler.

Uranos tuhaf bir biçimde çocuklarından korkuyor, doğdukça onları yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia çok kızdı ve ondan yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Göğsünden parlak çeliği çıkararak onunla keskin bir tırpan yaptı, sonra çocuklarına planlarını anlattı.

Ama çocukları bu plandan korktular, yalnız en son doğan oğlu Kronos annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Uranos, Gaia'yı görmeye geldi. Konuştular biraz vakit geçirdiler; sonra yattılar. Hiç bir şeyden şüphelenmeyen Uranos, derin bir uykuya dalınca, Kronos geldi ve tırpanla babasını hiç acımadan biçip, vücudunun kanlı parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan büyük yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyes "Hiddet"ler, korkunç Geants "Dev" ler ve Meliades perileri doğdular. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarına gelince; onlarda beyaz köpüklere dönüştüler. Sonra kanlı et parçalarının meydana getirdiği bu beyaz köpükten genç ve güzel bir tanrıça olan Aphrodite doğdu. Onu dalgalar bir sedef kabuğu içersinde çiçeklerle süsleyerek Kıbrıs adasına götürdüler.


öyleve evren varlık alanında görüündükten sonra onun üstünde yaşayacak ve ömür sürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi öz oğlu Uranos ile birleşti. Onların ilk birleşmelerinden Titanlar doğdu. Altısı erkek altısı dişi olmak üzere on iki tane olan Titanlar şunlardır: Okeanos, Koios, Krıos, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis.
Uranos ile Gaia, bundan sonra Kyklops’ları doğurdu. Tanrılara benzeyen; fakat alınlarının ortasında tek gözleri bulunan Kyklops’lar şunlardır: Brontes, Steropes, Arges.
Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarında ellişer baş çizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yahut Centimanes de derler.
Uranos tuhaf bir duygunun etkisi altında kalarak çocuklarından ürküyor, korkuyor, doğdukça onları tutuyor, yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia önce sızlandı, sonra kızdı ve kocasından yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Göğsünden parlak çeliği çıkardı, onunla keskin bir tırpan yaptı, sonra çocuklarını tasavvurdan haberdar etti.
Çocukları bu olaydan korktular,yalnız en son doğan oğlu cesur Kronos annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Uranos karısını görmeye geldi. Konuştular, biraz vakit geçirdiler, sonra yattılar. Hiçbir şeyden şüphelenmeyen Uranos derin bir uykuya dalınca annesi tarafından çağırılan Kronos geldi, tırpanla babasını hiç acımadan biçti ve vücudunun kanlı parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan müthiş yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyesler (Hiddet), korkunç Geants (Devler), ve Meliades perileri doğdular. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarına gelince; onlardan beyaz bir köpük meydana geldi. Sonra kanlı et parçalarının meydana getirdiği bu beyaz köpükten ilahi bir bakire, genç ve güzel bir Tanrıça olan Afrodit doğdu. Onu dalgalar bir sedef kabuğu içinde çiçeklerle süsleyerek Kıbrıs Adası’na götürdüler.
Kaynak:
-Can, Şefik.Klasik Yunan Mitolojisi.İstanbul:İnkilap Yayınevi


Yunan Mitolojisi - 1 - Yaradılış

“Selam size, Zeus’un kızları, verin bana o büyülü sesinizi, kutlayın benim dilimden ölümsüzler soyunu, onlar ki doğdular toprak ana ve yıldızlı gök’ten, karanlık gece’den, suları acı deniz’den. söyleyin nasıl doğdu tanrılardan önce toprak, ırmaklar, şişkin dalgalarıyla engin deniz, pırıl pırıl yıldızlar ve üstümüzdeki sonsuz gökler. sonra nasıl doğdu onlardan her varlığı borçlu olduğumuz tanrılar, nasıl paylaştılar şanları şerefleri, ve nasıl yerleştiler kıvrım kıvrım olympos’a, anlatın bütün bunları, ey Musalar, ta başından başlayıp anlatın, ne vardı hepsinden önce anlatın.”

Evrenin nasıl meydana geldiğini, Musalar’dan aldığı ilham ile böyle anlatır.. Yunan şair Hesiod tanrıların ve evrenin yaratılışını öykülerle anlattığı eseri Theogony (MÖ. 750-700)'de..

Eski Yunanlılar doğadaki herşeyi tanrı olarak görmüşler, etraflarında olan her olayı bir tanrıyla bağdaştırmışlardır. İnsan şeklinde olmalarına rağmen ölümsüz ve insanlardan çok daha güçlü olan bu tanrılar Yunan mitolojisiin temelini oluştururlar.
Tanrılar olarak tasvir edilen; evrenin ve yerkürenin oluşumuyla başlayan süreçlerin imgesel olarak, sanki tiyatro piyesi gibi anlatımıdır aslında. Kozmik süreçler; tanrıların evlenmesi, doğumlar ve kendi aralarında yaptıkları egemenlik ve güç kavgası olarak tasvir edilir. Bu yüzden üniversitelerin bazı bölümlerinde ders konusu olarak işlenir. Bilimin, aklın çözemediğini tasvirlerle anlatır, insanın bir makina olmadığını hatırlatırcasına..

CHAOS (kaos)En başta Kaos vardı. Kaos; esneyen boşluk, uçsuz bucaksız sonsuz bir yoğunluktu. Hesiod'a göre kavranılamazdır. Bir çeşit ilksel "tanrısal varlık" ya da "hiçlik"olarak gösterilen Khaos, Düzen'den ya da öteki adıyla Evren (cosmos-düzen)'den önce gelmiştir. (Big Bang öncesi evren..)

"Kaos’tu hepsinden önce var olan, sonra geniş göğüslü gaia, ana toprak, sürekli, sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin, onlar ki tepelerinde otururlar karlı olympos’un ve yol yol toprağın dibindeki karanlık tartaros’ta, ve sonra eros, en güzeli ölümsüz tanrıların, o eros ki elini ayağını çözer canlıların, ve insanların da tanrıların da ellerinden alır yüreklerini, akıl ve istem güçlerini. Kaos’tan erebos(karanlık) ve kara gece doğdu erebos’la sevişip birleşmesinden."
Her şeyden önce doğan Kaos'un zirvesi olmadığı gibi tabanı da yoktur: durağanlıktan, şekilden, yoksundur, derin bir uçurumdan çok, soyut bir yer (boşluk), yön durumu tayin etmeden, durmadan dönen sersemlik veren bir kasırgadır.. ona bağlı olanı çözen ve aynı zamanda tersini de yapan..

İLK ELEMENTLER:
(CHAOS'tan doğanlar)

GAIA(Toprak Ana):
Kaos'tan “her şeyin sarsılmaz temeli” Gaia ortaya çıkmıştır. Kaos'tan doğan Gaia her şeyin kendisinden meydana geldiği "toprak ana"dır; evrensel bir öğe olarak toprağı simgeler. Gaia yürümek için sağlam bir zemin ve dayanmak için emin bir temeldir. Kozmik bir varlıktır Gaia, bütün öğelerin kaynağında bulunan ana ilkedir, doğurma sürecini başlatan..

EROS (Aşk)
Eros cinslerin bölünmesi ve karşıtların zıtlaşmasından önceki doğurucu gücü temsil eder. Sonsuza dek sürecek olan yaratıcı üreme işleminin de sembolüdür. Aşk ile başlamıştır herşey.
........

Kaos, zıt varlıkların iki çiftine hayat verir:
EREBOS (karanlık♂) ve NYKS (gece♀)'e..

sonra Gece ve Karanlığın çocuklarına:
Aether(Ether♂) ve Hemera(Gündüzün Işığı♀)'ya.

Nyks, Khaos’un kızı, Erebos da oğludur.

Eros'un sayesinde kaos ve Gaia'dan Erebos (karanlık) ve Nyks (gece), onlardan ise Aether (ether) ve Hemere (gündüz) doğar.



Nyks ve Erebos, Aşk♂ ile doğunca düzen ve güzellik karmaşanın yerini almıştır. Nyks ilerde kendi içinde daha karanlık varlıklar doğuracak ve Erebos yeraltı karanlığını, Nyks' de yeryüzü karanlığını simgeleyecektir.

CHRONOS(KRONOS-Zaman), zamanın kişileştirilmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Saatin ölçtüğü zaman ile algılanan zaman arasındaki farklılığı, güzel ifade eden iki kavram Eski Yunan'da ortaya atılmıştır. Bunlar; Kronos ve Karios türü zamanlardır. Kronos, saatin gösterdiği zamandır. Bu zaman türünün mevcut anı yaşamayan kişi için geçerliği olduğunu düşünebiliriz. Karios ise saatin gösterdiği değil, bizim hissettiğimiz zaman olup kaliteli kılınmış bir zaman dilimini ifade eder ki, içinde bulunduğun anı yaşayan kişi için bu tür zaman geçerlidir.

Kaos'tan oluşan Kronos(zaman), bir Titan olan Kronus(bereket)'la sıkça karıstırılır. Kronos, Greko-Roman mozaiklerde genellikle burç çarkını döndüren bir adam olarak gösterilmiştir. Genellikle bu kişiliğe Aeon adı verilir ve bu isim aynı zamanda Kronos'un alternatif adıdır. Astronomide, Roma etkisiyle günümüzde Satürn olarak adlandırdığımız gezegeni Yunanlılar Kronos olarak adlandırırlardı. Güneşten en uzak gezegen olduğu için genellikle gözle görülebilen tanrının yedi mucizesinden yedincisi olarak kabul edilirdi. Ayrica, 30 günle gökyüzünde en uzun kalma zamanına sahip olduğu için zamanın tutucusu ya da 'Zaman Baba' olarak bilinirdi. Bu nedenle de genellikle sakallı yaşlı bir adam olarak görülür.


Zamanın efendisi Satürn'ün aracılığıyla Dünya'nın ve yaratılışın köklerine, insanın sık, sık bakışını gökyüzüne çevirerek cevabını aradığı ilk soruya varırız:

"Eğer gerçekten hareketlerimle evrensel kanuna bağlıysam, hangi ölçü içinde kaderimin kölesi ya da efendisi olmalıyım?"
Kronosun cevabı açıktır:
"Tanrı'nın tecrübesi, kişi yol üzerindeyken ve dünyanın canlı bir parçası olduğunda yapılır. Tüm canlılığı ve ani oluşu ile Tanrı, onu başarmasını sağlasın veya ona köstek olsun onu aydınlatsın veya bulandırsın, kendi yaptığı ve üstüne aldığı her işte insana görünür."
"İnsan, kusurlarından dolayı, yaptığı hareketlerin sonuçlarından kaçınmayı umut etme gücünden yoksundur. Bununla birlikte bizi korkutan bir sertlikle bu sonuçlar bize kendilerini hissettirirler. İyi ya da kötü davranışında insan, kendisiyle övünmeli mi yoksa kendisini suçlamalı mı? Hiçbir durumda insan, kendisinin bu sonuca varabileceğini düşünemez. Suçlu, tamamen kişisel iradesinin hatasıyla yüklü bu alçak gönüllülüğe sahip değildir; başına gelenin tek sebebinin kendisi olmadığını zanneder. Bunun için bir felaketin ortasında bile kendinden emin ve gururlu bir şekilde kalabilir. Sözün kısası, başa gelmiş olan yıkmak için olsa bile, dünyada varolan her şey gibi üstün kararlara aittir. Bu görüşün temeli dünyanın tanrısallığına olan sağlam inanışta yatar. Bu, insanın dünyayı ve bireysel varoluşunu mit aynasında görebildiği zamandır. durmaksızın sürüp giden bu bitmeyen doğurmayı tamamlar."

PARTHENOGENESIS (kendi kendine doğurma) :
Eskiden beri söylenegelen şey, zihnin karşıtlıklar üzerine düşündüğüdür. Karşıtlıklar, birbirlerine nispetle tanımlanır ve bu tanımlama daima içlerinden biri lehine olur. İki karşıt kavramdan biri daima gölge kavramdır. Asıl olan, diğerinin, kendisine nispetle tanımlandığı kavramın gölgesidir. Beden dendiğinde, aklımıza gelen en temel karşıtlıklardan biri, ruh-zihin, beden karşıtlığıdır. Günümüz yaklaşımı genel olarak, zihnin bedenden ayrı düşünülemeyeceğini söylese de tarihin her döneminde bu böyle değildi. Felsefe tarihinde de bu karşıtlık daima asıl sorunlardan biri olagelmiştir.kimi zaman beden ruhun taşıyıcısı olarak görülmüş, kimi zaman da ruh bedenin taşıyıcısı olmuştur.
Beden bir yanıyla doğanın bir uzantısı, diğer yanıyla da ruhla doğa arasındaki aşılmaz sınırdır. Beden topraktan gelir. Neredeyse tüm yaratılış söylencelerinde çamurla yoğurulmuştur. Ruhsa etimolojik incelemelerin gösterdiği gibi, hava-nefestir. Bedene canlılığını veren şey, toprağı dirilten şey bir anlamda tanrının içine üflediği nefes, ya da daha doğrudan bakışla soluk alıp verirken ciğerlerimize dolan havadır. Ruh uranos'un hayaletidir bir bakıma. Bedense Gaia'dan bir parça. Bu ayrım karşıtlığımıza ikincil bir anlam katıyor. Ruh karşıtlığımızın eril tarafı, bedense dişi tarafıdır. Bu yüzden de ruh bedenin içine hapsolmuştur. Bir yandan da bedeni yönetmektedir.

Gaia ve Kaos'da, doğar doğmaz kendi zıtlıklarını ve yansımalarını bir araya getiren kendilerinden başka ardı ardına bir şey yaratma fikrini doğurdu. Böylece, gitgide kendi kendini izleyen yaratılışa evlilikten, döl vermeden, ardı ardına gelen kuşakların rekabetinden, birleşmelerinden ve zaferlerinden oluşmuş dramatik bir ders verecek olan, yüzleşmiş ortakların bulunduğu bir dünya kurulur..

Gaia “parthenogenesis” (kendi kendine doğurma) prensibine göre Gök’ü, Dağ’ları ve Deniz’i yarattığını şöyle anlatır Hesiodos:

"Toprak bir varlık yarattı kendine eşit: dört bir yanını saran uranos, yıldızlı gök, mutlu tanrıların sürekli, sağlam yurdu. yüksek dağları yarattı sonra, konaklarında tanrıçalar oturan dağları. sonra denizi yarattı, ekin vermez denizi: azgın dalgalarıyla şişen pontos’u. kimseyle sevişip birleşmeden yaptı bunu."

Hesiod der ki, "Gaia'dan gökyüzü yükseldi"..
Gaia, önce yıldızlı gökyüzüne(uranos) hayat verir; onu kendisini her yandan kaplasın ve örtsün diye "kendi kendine eşit" yaratır. Gaia'nın ikiye bölünmesi, karanlığın ve ışıklı olanın arasında çekip uzatılmış kendi gibi gözüken Yeri ve Kaos'u ortaya koyar; işte bu, gecenin karanlık ama yıldızlı gökyüzüdür. Buraya kadar yaratılmış olana ulaşan Güçler, doğanın kuvvetleri veya ana unsurları gibi kendilerini tanıtırlar. Şimdi dünyanın tiyatrosu değişik tipte oyuncuların sah-neye girmesi için hazır hale gelmiştir.

GAIA --> URANOS --> PONTOS
Khaos'tan sonra ortaya çıkan Gaia ilk önce gökyüzü Uranos(gökyüzü)'u kendisinden çıkarır bir başka tabirle doğurur. . O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakındı ki, birbirlerine öyle büyük bir aşkla sarılmışlardı ki (Eros), aralarındaki sınır ayırt edilemezdi. Bereketli, yeşil Gaia, Uranos'un yağmurlarıyla ıslanınca, Pontos(deniz) doğar.

GÖK BABA - TOPRAK ANA DÖNEMİ
ve TİTANLARIN DOĞUMU:

Titan dev anlamına gelir. Titan’lar yaratıcı evrensel güçle yeryüzü arasında bir geçiş yeri oluştururlar. İnsana bahşedilen akılla yeryüzünün sunduğu nimetlerin buluşmasıdır diyebiliriz.

"Toprak sonra sarmaşıp kucaklaşıp uranos’la doğurdu derin anaforlu okeanos’u ve koios’u, hyperion’u, iapetos’u theria, rheia, themis ve mnemosyne’yi, altın taçlı phoibe’yi, sevimli tethys’ü. bunlardan sonra kronos geldi dünyaya, o ard düşünceli tanrı, en belalısı toprak oğullarının. ve kronos diş biledi yıldızlı babasına."
Gaia(toprak) ve Uranos(gökyüzü)'un kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladı. Gaia, Uranos'un kolları arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu, ve Gaia bu tepelerden Titanlar'ı doğurdu; düşünme yeteneğine sahip ilk varlıkları.

Titanlar; aslında yeryüzünün ilk jeolojik devirlerinden sonra toprakla gökyüzünün aşkıyla oluşan doğanın ve ilk canlılarla oluşan bilincin ve güzelliklerin temelini temsil eden 12 dev imge dir.

OCEANUS (okyanus) - TETHYS(deniz), HYPERION (gözlem) - THEIA(görüntü)
COEUS (akıl) - PHOEBE(parıltı), CRIUS(kural), CRONUS (bereket) - RHEA(doğurganlık), IAPETUS(dikkat) - THEMIS(adalet), MNEMOSYNE(hafıza)

Titanların erkek olanları Oceanus(okyanus), Hyperion(gözlem), Koios(Akıl), Krius(kural), Iapetos(dikkat) ve Kronus(bereket)'u; aynı zamanda Titanides denilen dişi Titanlar ise Tethys (deniz),Theia(görüntü), Rheia(doğurganlık), Themis(adalet), Phoebe(parıltı), Mnemosyne(hafıza) ve adlarını taşıyorlardı.

İlkel gücünün basitliği içerisinde Uranos cinsel etkinlikten başka bir şey tanımaz. Bitmeyen bir gecede, Gaia'nın üzerine yatarak onu her yanından sarar, çevreler ve hiç durmandan ona kalbini açar, duygularını söyler. Bu sabit aşk taşkınlığı Uranos'ta "saklı" olanı meydana getirir; üzerine yatıp uzandığı Gaia'yı saklar; çocuklarını gebe bıraktığı yerde, inleyen Gaia'nın çocuklarının yüküyle derinliklerde tıkanmış kamında saklar. Doğurucu Uranos gündüzün gece ile ardı ardına dönüp gelmesi gibi çocuklarının ışığa ulaşmalarını engelleyerek üremelerin meydana gelişini engeller. Aşkından çılgın, Gaia ile bütünleşmiş, çocukları büyüdüğünden kendilerinin arasına girmelerinden korkarak, onlara karşı nefret dolu olarak hayat verdiği yavrularını doğum öncesi karanlıklara, Gaia'nın kucağına atar. Taşkın cinsel gücünün fazlalığı yaratılışı kımıldamaz hale getirir. Uranos, Gaia ile birleşmiş kalarak artık üreyemez ama Toprağı ve Dalgayı eken üreme organı çocuklarına okuduğu laneti gerçekleştirecek ve gelecek, bu kötü cinayetin intikamını alacaktır.

Uranos yeni kutsal kuşakların durmadan doğmasını meydana getirecek ne zaman bırakır ne de Gaia'nın üzerinde bir yer. Eğer sınırlanmış varlığı ile gücenmiş Gaia olayların görünümünü değiştirecek kalleş bir kurnazlık düşünmeseydi, dünya donmuş bir şekilde kalacaktı.

CYCLOPES, HECATONCHIRES, (tepegözler, yüzkollular)
"sonra toprak kyklop’ları doğurdu, azgın yürekli, brontes’i, steropes’i ve belalı arges’i ki her bakımdan tanrıya benziyordu bunlar ama bir tek gözleri vardı alınlarında. yuvarlak tek gözlerinden geliyordu adları, zorlu, başarılıydılar hep yaptıklarında. başka oğulları da oldu gaia ile uranos’un, üç yaman oğul ki korku ile anılır adları: kottos, briareus, gyes, başı göklerde çocuklar. her birinin yüz kolu vardı omuzlarından sarkan, korkunç, ve elli başı güçlü omuzları üstünde. korkunçtu koca bedenlerinin amansız gücü."

Titanlardan sonra, Gaia ve Uranos tek gözlu Kyklop(Kiklop-Tepegöz)ve yüz kollu dev canavarları (Hekatonkhei) doğurdu.Kykloplar, üç taneydi; Brontes(gök gürültüsü), Steropes(şimşek) ve Arges(parlaklık).

Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarına ellişer baş dizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes derler.

Babaları Uranos onlardan görür görmez nefret etti, iğrendi ve toprağın içine (Tartaros'a) geri itti. Gaia acıyla kıvranıyordu, bu kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar (Qurea) oluştu. Ancak Uranos Gaia'ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu.

Hikaye şöyledir: Uranos ürettiği azmanlardan korkup onları doğar doğmaz gaia'nın içine gömer. Gaia şiştikçe şişer, patlayacak duruma gelir, kocasının bu uygunsuz hareketini cezalandırmak yoluna gider ve kurduğu düzeni son oğlu titanlar grubundan olan kronus(bereket) yoluyla gerçekleştirir.

"..sakladı onu, pusuya yatırdı, bir tırpan verdi eline, keskin dişli, ve oynayacağı oyunu öğretti ona. Koca uranos geldi geceyle, indi yere arzudan yanıp tutuşarak, yaklaşıp sardı toprağı boydan boya. ama pusuda bekleyen oğlu uzattı sol elini ve sağ elindeki tırpanla bir anda kesti babasının hayalarını.."

Gaia, acı içinde ilk çocukları olan Titanlar'a seslendi. Babaları ve yarı kardeşleri olan Uranos'a karşı kendisiyle birlik olmalarını istedi. Yüreği cesaret ve kurnazlık dolu en genç titan Kronos hariç hepsi kararsız kalır ve titrerler. Bunun üzerine Gaia, Cronus'un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu demiri çakıltaşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi. "Bununla babanı hadım edeceksin!" dedi. Cronus orağı aldı, ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine atıldı ve onu hadım etti.

Zaman, hayat kaynağı. Kronos'u bize ilk Kral gibi ama aynı zamanda Gök-Baba ve Toprak Ananın ilkesel birliğinin ayrılışının başlamasına sebep olan kişiymiş gibi de tanıtır. Onun sayesinde zaman ilkesel Uzay'ı takip ederek, harekete geçer. Madem ki zaman vardır, öyleyse devirler de vardır; onun barışmalarıyla ve rekabetleriyle bir ikilik ortaya çıkar. Onun işlevi ilkesel kaynaklardan farklılaşmıştır ve namuslu bir insan olmak için geçmek zorunda olunan kanıtları onaylamak olmuştur.

Bu şiddet dolu hareketin kesin kozmik sonuçları olacaktır. Gökyüzü hiçbir zaman Yer'den uzaklaştırılamaz, kozmik yapının çatısı gibi dünyanın üzerinde sabitleştirilir. Uranos artık Gaia ile ilkesel varlıklar üretmek için birleşmeyecektir. Uzaklık kendi kendine açılır ve yarık şekillerini alır, zamanda ve uzamda yerlerini bulacak varlıkların çeşitliliğine izin verilir. Yaratılış üzerindeki engel kalkar ve dünya ürer, düzenlenir. Bununla beraber bu kurtarıcı hareket aynı zamanda korkunç bir cinayettir ve Gök-Baba'ya karşı bir isyandır, kozmik düzenin, iktidar hiyerarşileri ve Tanrılarda yetki ayrımlarıyla, suçlu bir şiddetle, bedelinin ödenmesi gereken kalleş bir kurnazlıkla kurulmasının mümkün olamayacağı düşünülebilir. Kronos bir bıçak darbesiyle kopardığı Uranos'un cinsel organını sol elinde tutar. Ardından hemen arkasına bakmadan kötü kaderinden kaçmak için elindeki kanlı kalıntıları atarak oradan kurtulur. Acı kaybolmuştur. Gerçekten, çok eski varoluş anlayışında iç insanın kendi miti yoktur. Bu demektir ki o tamamen yaratılış mitinde kaynaşmış ve varolmuştur ve özel belirli bir şekli vardır. "Kararlarınızı alırken sahip olduğunuz motivasyonlar, burada tanrıların tanıdığı motivasyonlardır. İnsanda önemli olarak tamamlanan her şeyin belli başlı temeli ve yoğunluğu insan kalbinde değil Tanrılardadır. Demek ki, kendinin büyük bir varlığa ve onun yaşayan simgelerine ait olduğunu bilir. Onları tanıdığı zaman insan kendi kendisini öznelliğin içine saklamak ve sürüklemekten ve aynı zamanda az emin ve inatçı olmakta uzak, nesnelliği, dünyadan yaratılmış olana ve buradan kutsallığa kadar gerçeği yakalar." Bu yüzden, bir şeyi tanımak ve anlamak onun için bu duyguya sahip olmaktan daha önemlidir. "Aşk, asalet ve adalet ile gayret eden, sevilmeye değer, asil ve doğru olanı bilir."

Babasının erkeklik organını kesen Cronus, ardına bile bakmadan ordan uzaklaştı. Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlardan Erynyes(öç perileri)'ler ve Nymph(peri kızları)'ler doğar.

Uranos'un hadım edilmesi Toprakta ve Denizde, zıtlıkları içinde birbirinden ayrılamayan sonuçların iki düzenini oluşturur, bir tarafta şiddet, nefret, savaş: öbür tarafta şefkat, uyum, aşk. Demek ki yeryüzü zıtların karışımı ve karşıtların bileşimi aracılığıyla kendi kendini düzenlemiştir ama uyum ve karşıtın güçlerinin dengelendiği bu karışımlar dünyasında iyinin ve kötünün arasındaki paylaştırma çizgisi kurulmamıştır. Savaş ve sevgi güçleri eşit şekilde aydınlık ve karanlık görünümlere sahiptir. Onları birbirlerinden ayıran gerilim ilişkisi her birinin arasında kendi doğasına özgü anlaşılmazlığı ile bir kutupsallık şeklinde belli olur.

Erynyesler evrendeki düzenin ve doğa yasalarının bekçileri olarak görülürler. Erinye’ler başkalarına zarar verecek şekilde haklarının dışına çıkan herkesi, insan veya ilah olduklarına bakmadan, evrendeki düzenin korunması için, merhametsizce cezalandıran ilaheler olarak tanımlanır. Suç işleyenlerin peşine takılırlar, yeryüzünde olduğu gibi, öte-âlemde de durup dinlenmeden, gece gündüz suçluları bulup cezalandırır, işkence ederler. Acımasız olmalarına karşın, bu işi o kişinin ve herkesin hayrı için yapmaktadırlar. Bu yüzden onlara “eumenide’ler” (hayırlı’lar) de denir. Kişi ıstırabını yeterince çektiğinde ve yeterince pişman olduğunda yakasını bırakırlar. Erinye’ler kimilerine göre, İlâhî İrade Yasaları’nın gereklerini, bunların varlıkta yansıması olan vicdanı, vicdan sesini ve vicdan azabını simgeleyen bir semboldür.

Nymph'ler; yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia(nektar) ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır. Çok sayıda nymph türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında yaşarlar.

Ardından, Uranos'un kesilmiş erkeklik organından damlayan ikinci kan damlalarından Gigant'lar doğdular. Gigantların dış görünüşleri pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı.. ( Dinazorlar?.. )

Organ uçtu, uçtu, sonunda suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya vurdu ve içinden güzeller güzelli Tanrıça Aphrodite (Afrodit) doğdu. Aphrodite göğün kızıdır ve ilk tanrıçalardan biridir. Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmiştir, sabah ve akşam yıldızı olarak görünmüştür. (Roman mitindeki karakterlerin hemen hepsi Grek mitinden alınmış, isimleri değiştirilerek anlatılmıştır...)

Hesiodos yaratılışın birinci bölümünü burada bitirir.yaratılış aşaması devam eder ve yaratma gücüne sahip başka tanrısal varlıklar devreye girer. Hesiodos'un dizelerine göre,bundan sonra yaratanlar ve yaratılanları iki ayrı grupta toplayabiliriz: gece ve deniz'in yarattıkları.

"gece üç ölüm tanrısı yarattı: korkunç moros, kara ker Moire(kader) ve thanatos(ölüm)'u hypnos(uyku)'u ve sürü sürü düşleri kimseyle yatmadan yarattı onları kara gece. acı gülüşlü momos(alay)'u, dertler anası oizys'ü yarattı, sonra hesperidleri, batılı gece kızlarını;"

Nyks(Gece) kendi kendine üretmeye koyulur, ortaya çıkardığı varlıklar karanlık güçlerdir:
Thanatos(ölüm), Hypnos(uyku), Hesperides(4 peri), Nemesis(intikam), Oneiros (düş), Apate(hile), Momus(Alay), Moros(kötü kader), Geras(yaşlanma) oluşmuştur.
MOIRAE (Kader - Mireler):
Mireler, aslında Kaos’tan çıkmış, yani yaratılışla birlikte var olmuştur, ezeli ve ebedidirler. Hesiodos’un Mireler'in üç kızkardeş olduklarını (Lakhesis, Klotho, Atropos) söyler.

"amaçsız öç alan tanrıçaları: klotho, lakhesis ve atropos'tur adları. tanrılara,insanlara karşı her suçu işler onlar ve suçlu kim olursa olsun cezalandırmadan yatışmaz öfkeleri sonra nemesis'i doğurdu belalı gece, sonra ihaneti, kara sevdayı doğurdu, çekilmez ihtiyarlığı ve azgın yürekli kavgayı."

Lakhesis kişinin geçmişte yaptığı hareketleri temsil eder ki, bunlar o kişinin ileride karşılaşacaklarının “nedenleri”dir. Bu nedenlerin İlâhî Yasalar’ın gereklerine göre beliren kaçınılmaz hale gelmiş sonuçları ise, adı “kaçınılmaz olan” sözcüğünden türetilmiş “Atropos” (ikinci Mira) ile temsil edilir. Adı “eğirmek” sözcüğünden gelen Klotho (üçüncü Mira) ise kişinin şimdiki zaman diliminde yaptığı hareketleri temsil eder."Kader ağlarını örüyor" deyişinin kaynağı Mireler'dir. Bazı tasvirlerde Lakhesis elinde bir asa ile horoskopu gösterir durumda, Klotho elinde bir kirmenle iplik eğirir biçimde, Atropos ise bir güneş saatiyle tasvir edilir.

"deniz'in yarattıkları: deniz doğru sözlü nereus'u yarattı: en büyüğüdür o bütün çocuklarının babacan tanrı derler ona, çünkü hem dürüst,hem yumuşak huyludur"

"sonra deniz(pontus)'in toprak(gaia)la birleşmesinden büyük thaumas, yiğit phorkys doğar, sonra güzel yanaklı keto ve daha sonra göğsünde çelik gibi yürek taşıyan eurybike."


Gökyüzü Tanrısı Uranos'un Sonu

Uranos'un Kastrasyonu (Hadım Edilmesi)

Gökyüzü tanrısı Uranos'la yeryüzü tanrıçası Gaia'ya dönelim. Gaia, Uranos'un öz oğulları Kykloplara ve Hekatonkheirlere layık gördüğü muameleyi affedemiyordu. Bu yüzden oğullarını (erkek Titanları) etrafına toplayarak onları babalarına karşı kışkırttı. Efsaneye bakılacak olursa, Titanlar annelerinin yüreklendirici sözlerine karşın başlarını önlerine eğip sustular, çünkü babalarından çok korkuyorlardı. Titanların en cesuru ve güçlüsü Kronos'tu, anasının teklifini heyecanla karşılayan bir tek o oldu. Gaia onunla gurur duydu ve Kronos'un eline büyük, ağzı elmas kadar sert, tırtıklı bir orak tutuşturdu. Yaptıkları basit plan uyarınca 4 Titan dünyanın dört bucağına gözcü olarak gönderildi. Kronos ise dünyanın merkezinde, elinde orakla bekliyordu. Bir süre sonra Uranos çıkageldi ve bütün ağırlığıyla Gaia'nın üzerine çöktü. Tam o sırada gözcü Titanlar pusuda bekledikleri yerleri terkedip Uranos'un üstüne atıldılar, onu dört bir yanından sımsıkı tuttular. Uranos neye uğradığını anlamadan büyük bir acı içinde kıvranmaya başladı. Çünkü merkezde bekleyen Kronos, elindeki keskin orağı var gücüyle sallayıp babasının erkeklik organını uçurmuştu. Bu organın toprağa akan kanından devler (Enkelados, Alkyoneus, Athos, Klytias, Echion) ve Alekto, Tisiphone, Megaira adlı "Erinys"ler meydana geldi. Böylece Uranos'u yıkarak onun tanrılık tahtını ele geçiren Titanlar, Tartaros'ta mahpus kardeşlerini saldılar, Kronos'u da kendi başlarına getirdiler. Fakat tuzağa düştüğünü ve sonunun geldiğini anlayan Uranos onlara bir kehanette bulunur. Bu kehanete göre gün gelecek, Titanlar da tahttan al aşağı edilerek yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. Uranos'un söylediklerinin çok geçmeden çıktığını, Titanların bizzat Kronos'un oğlu Zeus tarafından Tartaros'taki bir kuyuya döküldüklerini biliyoruz. Burada enteresan olan, erkek Titanlar içinde bir tek Okeanos'un Uranos'a kurulan bu pusu işinden uzak durmuş olmasıdır. İkinci bir konu da, bu efsane ile, bir zamanlar Doğu Anadolu'da güçlü bir devlet kurmuş olan Hurrilerin yaratılış miti arasındaki büyük benzerliktir. Hurri mitinde de gök tanrısı Anu'nun erkeklik organı, oğlu Kumarbis tarafından kesilir ve sonra Kumarbis'in kendisi de Anu'nun organından damlayan kandan meydana gelmiş üç tanrıdan biri olan, fırtına tanrısı Teşup eliyle tahttan alaşağı edilir. Uranos'u kastre eden orağın ağzının elmas gibi keskin bir çakmaktaşından yapılmış olması da önemli bir ayrıntıdır. Taş veya tahta uçlu oraklar geç Neolotik döneme, başka bir deyişle Tunç Çağı öncesine ait olduğuna göre, bu küçük detay acaba efsanenin çok eski olduğuna dair bir ipucu olabilir mi? Büyük olasılıkla öyle; aksi takdirde bu durumu ancak ritüellerde metal kullanılmasının yasak oluşuna, yani bir tür metal tabusunun varlığına bağlamak zorundayız.
Hindu Tanrıları-Varuna

Uranos'un etimolojisi, diğer mitolojilerle bağlantısı ve sanattaki tasvirleri

"Uranos" kelimesinin kökeni kesin olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Kimileri Hindu gök tanrısı Varuna ile bir bağ kurmuş, kimileri ise Sanskritçe "ers" (damlamak) veya "vars-man" (en yüksek makamda bulunan kişi) kelimelerini önermiştir. Bu açıklamalar, Uranos'un yağmur yağdıran veya en yüksek makamda bulunan tanrı oluşuna dayandırılmaktadır. Uranos'un yeri (Gaia'yı) kapsayan, örten özelliği ise akla yine Veles ve Varuna'da olduğu gibi, wel (kapsama, kaplama) veya wer (örtme, kapatma) köklerini getirmektedir. Yukardaki küçük resimde, Hindu tanrılarından, gök, su, evren denizi, yeraltı ve kanun tanrısı Varuna'yı görünüyoruz. Resimde Makara adlı yarı tanrısal bir timsahın üstüne binmiş olmasının nedenini, Varuna'nın da Poseidon gibi bir deniz tanrısı olmasındandır. Poseidon, deniz canavarı Ketos'a, Varuna ise bir tür su hayvanı olan Makara'ya biner. Varuna ile Uranos arasındaki bağ, bu tanrıların kızları diyebileceğimiz Lakshmi ile Afrodit arasında da sürer. Lakshmi de Afrodit gibi denizden, fakat bir süt denizinden doğar ve o da Afrodit gibi çoban yıldızıyla (Venüs) ilişkilendirilmiştir. Gök tanrısı Uranos ile Uranüs gezegeni arasında bir bağ kuranlar ise yüzde yüz haklılar. Çünkü 18. yüzyılda keşfedilen bu 6. gezegene gerçekten de Yunan mitolojisi gökyüzü tanrısı Uranos'un ismi verilmiştir. Yine de bunun garip yanı, Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinde bilinen geş gezegenin (Venüs, Merkür, Mars, Jupiter, Satürn) adının Latinceden alınmasına karşın, 6. gezegen Uranüs'ün adının Grekçeden seçilmiş olmasıdır. Uranos'un Roma mitolojisindeki karşılığı, "gökyüzü, cennet" anlamına gelen Latince kelimeyle aynı olmak üzere, Caelus'tur. Belki de bir gezene basitçe "gökyüzü" demeyi doğru bulmamışlardır veya öyle demek istememişlerdir, kim bilir. Sanata gelelim. Çömleklere resmedilmiş sahnelerde Uranos'u pek göremeyiz. Roma sanatında ise Uranos, ezeli zamanın kişileşmiş tanrısı olan Aion olarak tasvir edilir. Uranos'u bu resimlerde, sayfanın en üstündeki mozaik resminde de (M.S. 3. yüzyıl) gördüğünüz gibi, genellikle ayakta dururken bir eliyle de Zodyak çarkını tutan bir adam olarak görürüz. Aion, Roma mitolojisinde Kronos'un temsili olduğu için, Kronos'la bu şekilde özdeşleşmiş olmayı, Uranos adına bir bahtsızlık veya kaderin cilvesi sayabiliriz.

In the splendid Hindu mythos, Varuna, the god of Waters, rides on the back of the crocodile. In the Hindu chakra system, the crocodile governs the divine sacral chakra (Svadhisthana) which governs creativity and balance.


Varuna


20000 Varuna is a Kuiper Belt asteroid(orbiting beyond the orbit of Neptune), with a period of 284 years, 315 days. It was discovered at 10 Cancer 29 on 28 November 2000 at 9:51 a.m. MST at Kitt Peak Observatory near Sells, AZ by Robert S. McMillan, who named it for the Hindu god of the waters, who preceded the storm-god Indra as king of the gods. Once, Varuna ruled the sky as well, but after a great war between the Vedic gods and demons, the gods decided that each should be assigned a clearly defined sphere of influence to avoid future conflicts. Varuna got the waters of the earth to rule and Indra got the sky. Varuna sits with his wife Varuni on a throne of diamonds and the deities of the rivers, lakes, and springs of the world form his court. Varuna is the custodian of the various demons of the ocean. He is also associated with clouds and rain, and is credited with sustaining life by virtue of giving rain and crops. Varuna is often shown as a fair-skinned man who rides either a crocodile, or a monstrous fish named Makara which has an antelope's head and legs, or a chariot drawn by seven swans; he holds a serpent, a noose, a conch shell and a vessel of gems in each of his four hands. The noose is in one of his right hands. He is sometimes described as having a thousand eyes with which he oversees the whole world, or as encompassing the entire world. Varuna means "he who covers" in Sanskrit.

Varuna, Vedic god of the waters.

Keywords for asteroid Varuna, to me, include judgment, judgmentalism, inquisition, moralizing, justice, hugeness, grandness, grandiosity, bombast, pompousness, egotism, immortality, global, unforgettable, apocalyptic visions.
Aaron Spelling, prolific and highly influential TV producer who grew up in a house on Dallas' south side which was and is little more than a shack, had one of the largest houses in California and whose autobiography is titled A Prime-Time Life, often deals with sometimes unpleasant issues or tries to teach lessons in an entertaining way through his shows. He has Varuna conjunct Venus(art, beauty, money), the South Node(past experiences), and Heracles(striving to overcome); semisextile Black Moon(wildness, unpredictability); nonile the Sun(to shine); sextile Pallas(mental perception and creativity) and Don Quixote(unsuccessful attempts); quintile Mars(taking action, violence); square Juno(marriage), Pholus(ceremony or the lack of it, following one's bliss), and the Vertex(significant or idealized relationships); biquintile Neptune(motion pictures); quincunx the Part of Fortune(development); and contraparallel the Moon(the public).
Oprah Winfrey, who tries to use her show for the betterment of society, has Varuna semisquare Vesta; nonile Jupiter; squile Don Quixote; square the Sun, Venus, Pholus and Damocles(to be provocative, to challenge); biseptile Chiron; tredecile Pluto(to transform, to be powerful); trine Pallas, Chariklo(glamor) and the East Point(one's public image); biquintile the Moon(the public, women); opposite Saturn and Lilith(the marginalized, things hard to accept).
Anita Bryant, who's much more of a narrow, judgmental type, has Varuna conjunct Jupiter(religion), the South Node, and Hylonome(popular sentiment); semisextile Mercury(the media, thoughts); undecimal Venus(singing) and Uranus(going against the grain); square Chiron, Pholus(need to follow protocol) and Pandora(being surprised, making an impact); trine the East Point; quincunx Chariklo; and opposite North Node(applying past experiences to real life).
Designer Giorgio Armani has Varuna conjunct Hylonome and Lilith("not the right kind"), sextile Chiron, sextile/trine the North and South Nodes, square the Moon, the Vertex, and Pholus; trine Chariklo and the Part of Fortune, quincunx Neptune, opposite Jupiter and Vesta, and contraparallel Uranus.
Prince Andrew, who was born into one of the most prominent of the world's remaining royal families, Britain's House of Windsor, served as a military officer and is married to a woman who used to head a London public-relations firm, has Varuna sextile Mercury and Don Quixote; square Uranus, Damocles, Heracles and Lilith; tredecile Mars(the military); trine Saturn(conservatism, government, the Establishment) and Pallas; sesquiquadrate Jupiter(prosperity); and biquintile Juno.


Mythos'tan Logos

Yunancada söz, öykü anlamına gelen mitos (mythos), ilkel insan topluluklarının evreni, yeryüzünü ve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlama ve henüz sırrını çözemedikleri yaşamla ilgili her türlü oluşumu anlamlı bir biçimde açıklama gereksiniminden doğmuş öykülerdir. Eski çağ insanlarında doğa güçlerinin fizik ve etik etkilerini yansıtan mitoslar, dinlerin de başlangıcıdırlar. İlkel insanın fizik atılımlarına ek olarak metafizik ve psikolojik davranış ile yer yer tarihsel ve sosyolojik unsurları da içerirler.

Mythos'tan Logos

İlkin "Söz" vardı der Kitap.
Bunu Platon duysa, söz mü, hangi söz diye sorardı. Çünkü eski Yunan dilinde söz kavramını vermek için üç sözcük vardı.


Mythos, Epos, Logos.
Mythos: Söylenen veya duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamlarına gelir.
Epos: Belli bir ölçüye ve düzene göre söylenen sözdür.
Logos: Gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir.


Mythos, söylenen sözün, anlatılan öykünün içeriği ise, epos da onun doğal olarak aldığı, ölçülü, süslü ve dengeli biçimidir. Epos ne kadar güzelse, mythos o kadar etkili olur. Epos ile Mythos un bu başarılı evlenmesidir ki, ilkçağdan kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yaşamasını ve Mythos kavramının çağlar ve uluslararası bir nitelik kazanarak ölmezliğe kavuşmasını sağlamıştır.

Sembollerle süslüdür çünkü onlar kalpten ve hayalden geçen somutun ve soyutun, görülür ve görülemezin, düşüncenin ve davranışın arasındaki köprülerdir ve zıtlıkları birleştirmenin araçtandır.

Mithos davranışlarımızın esin kaynağına dönüştüğü, yaratıcı düşüncemiz tarafından algılandığı ve yaşandığı zaman gerçek olur. Yıldızlar gökyüzünün düzenini, düzenli ritminden kesimleyerek kainatın kalp atışlarını gösterirler ve bu kainatta, tüm varlıkların katıldığı çok büyük bir Hayatın kapılarını oluştururlar.

"Mit; Hiçbir zaman varolmamış olanın fakat daha önce varolan ve varolacak olanın anlatısı"

Diyalektik

Diyalektik Yunanca zıtların birliği manasına gelmektedir. Eski Yunan'da tartışma sanatı manasında kullanılırdı. Hegelin diyalektiğine göre; her şey kendi içinde aynı zamanda zıttını barındırırdı. Bu çelişki ise hareketi doğururdu. tez antitez ve sentez üstüne kuruludur işleyiş. buna göre bir madde kendisi tezdir, onun içindeki zıtlık antitezdir. bunun birleşmesi yani maddeyi oluşturması ise sentezdir.

tez : bu sandalyenin var olmadığını kanıtlayın
antitez: bu sandalyenin var olduğunu kanıtlayın
sentez: hangi sandalyenin ?

Diyalektik felsefe herşeye tarafsız bakmaktır. Bilimle anladığımız olguları inancımızla test etmeden tarafsız bakmaktır.

Anlamadığım konu Evrim teorisinin dini inancı olanları yada olmayanları neden rahatsız ettiği ya da rahatlattığıdır. Evrim teorisi, "bir varsayımlar" bütünüdür. Yani canlı yaşamının gelişimi hakkında ki hipotezler bütünüdür.

“Evrime göre, dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller, zamanla kendi kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve planlı proteinleri, DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler yapıları, ardından da çok daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve tasarımlara sahip milyonlarca canlı türünü ortaya çıkarmışlardı. Evrime göre, canlılık her aşamada daha planlı, daha düzenli, daha kompleks ve daha organize bir yapıya doğru ilerleyen süreçtir..”

Tez(Sav) ; Tartışmaya, iddiaya dayanarak bir öneri, fikir ileri sürmek.
Öne sürülen fikir ve önermeleri içeren döküman.
Antitez; öne sürülen fikir ve önermenin tersini içeren döküman

Hipotez(Varsayım); olaylar arasında ilişkiler kurmak ve olayları bir nedene bağlamak üzere tasarlanan ve geçerli sayılan bir önermedir.

Teori(Kuram); doğruluğu ispatlanmış hipotezdir. Doğruluğunun kanıtlanmasından ziyade yanlışlığı kanıtlanamamış önermedir. Çürütülebilir.

Kanun (Yasa) bir olguyu "tanımlamaya" çalışır. Yasa olmalarını sağlayan şey onların herhangi bir gözlem ve deneye ihtiyaç duymadan açık bir şekilde gözlenebilen süreçler olmalarıdır. Kanun’un doğruluğu tartışılmaz, çürütülemez evrensel gerçektir. Kütleçekim yasası gibi.. Ama bu yasayı açıklayan teori çürütülebilir.

Bilimselliğin temeli tez- antitez- hipotez üçgenindedir. Oysa okullarımızda tezlerin karşıtı antitezler verilmemektedir. Ve hipotez -> teori -> yasa gibi bir doğrusal yapı olduğu anlatılmaktadır.

Bilimde "mutlak doğru", "tartışılamaz gerçek" gibi kavramlara yer yoktur. Bazı teoriler, çok iyi sınanmış oldukları, bazı durumlarda çok mükemmel sonuçlar verdikleri gibi nedenlerle kanun olarak adlandırılırlar. Newton kanunları yüzyıllarca evrensel gerçek gibi bilindi.. ama evrensel bir kanun olmadığını Genel Görecelik Kuramı’nda görmüştük.

Evrim ve Yaradılışın daha ne demek olduklarını bilmeden işine geldiği gibi saçma önermelerle “ben maymun dan gelmedim kardeşim” diyerek savunmak hiç bi işe yaramıyor. Zaten maymundan geldiniz demiyor. Canlılar basamak olarak değil ağaç şeklinde türlere ayrıldılar diyor özetle. Dinle alakası olmayan bir savdır. Tam tersi inancı olmayan birinin de “Hani Adem ile Havva bir anda inmişti Dünya’ya” demesi kadar abes bir durum. Örneğin Kur’an balçık tan yaratıldık diyorsa Evrim savı bunun tersini söylemiyor ki.. (Evet ilk canlının(prökaryot hücre) balçıkta ortaya çıktığı bilinmektedir)

Doğa ilhamını Newton, Darvin ya da Einstein vs. gibi kişilerin kuramlarından almıyor. Deneme yanılma da yapmıyor. Su Arşimet'ten önce de kaldırıyor, cisimler Newtondan önce de düşüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder