Kalemi bulan ve onunla yazı yazabilen ilk peygamber olan İdris
Aleyhisselam’a da “Burçlar İlmi/Astroloji” (İlm-i Nücum) verilmiştir.
Dini kayıtlara göre, Allahü Tealanın izniyle göğe çıkan ve 4. Kat
Sema’nın kendisine mekan olduğu ifade edilen İdris Aleyhisselam bu
ilmiyle Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların, insanlar ve diğer
yaratıklar üzerindeki etkisine vakıf olmuş, bunu ümmetine anlatmıştır.
İSLAM'A GÖRE ASTROLOJİ NEDİR?
Astroloji, yıldızların hareketlerinden hüküm çıkartma bilimidir.
İnsanların kendilerini ve başkalarını daha iyi tanımasını temin eder.
Yunanca Astra (yıldız) ve Logos (mantık) kelimelerinin birleşmesinden
meydana gelir.
Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların insanların üzerindeki etkisini
yorumlayan ve binlerce yıllık istatistiklere dayanan Astroloji, insanlık
tarihi kadar eski bir bilim olarak kabul edilir. Bir başka ifadeyle
Astroloji bilimlerin en eskisidir ve bir çok alanda uygulanmaktadır.
MÖ 3000 yıllarında Kaldaeliler’in bu ilmi en açık şekilde
uyguladıkları, ancak ilk kayıtların çok daha eskilere, MÖ 5000 yıllarına
dayandığı bilinmektedir. Tarihi kayıtlara göre, her çağda bütün
medeniyetlerde Astroloji ilminin uygulandığını görüyoruz. Babillilerde,
Mısırlılarda, Hintlilerde, Çin’de, Mayalarda, Yunanlılarda, Romalılarda,
Araplarda ve Osmanlılar’da uygulandığı kayıtlar arasındadır.
Alemlerin yaratıcısı olan Allah (cc), insanlara doğru yolu
göstermeleri için gönderdiği peygamberlerin her birine farklı konularda
ilim vermiştir. Kalemi bulan ve onunla yazı yazabilen ilk peygamber olan
İdris Aleyhisselam’a da “Burçlar İlmi/Astroloji” (İlm-i Nücum)
verilmiştir. Dini kayıtlara göre, Allahü Tealanın izniyle göğe çıkan ve
4. Kat Sema’nın kendisine mekan olduğu ifade edilen İdris Aleyhisselam
bu ilmiyle Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların, insanlar ve diğer
yaratıklar üzerindeki etkisine vakıf olmuş, bunu ümmetine anlatmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de burçlarla ilgili olarak mealen “And olsun, gökte
burçlar yarattık ve onu gözleyenler için hayrete düşürecek yıldızlarla
süsledik” (Hicr-16) ve “Gökte burçlar kılan, onların içine bir aydınlık
ve nurlu bir Ay var eden (Allah) ne yücedir” (Furkan-61) gibi ayetler
yer almaktadır.
Bir çok İslam alimi de, Astroloji ilmini inceleyerek bu konuda
eserler vermişlerdir. Bunlardan birisi olan Erzurumlu İbrahim Hakkı
Hazretleri “Marifetname” adlı eserinde Astroloji ile ilgili hayli bilgi
aktarmıştır. Marifetname’de, büyük İslam Alimi Seyyid Şerif Cürcani’nin
“Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için Astronomi ilmi, Allahü Tealanın
varlığını anlamaya çok yardım eder” dediği belirtiliyor. Yine aynı
eserde İmam-ı Gazali’nin (ra) “Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü
Tealanın varlığını ve kudretini anlayamaz” ifadelerine yer veriliyor.
Burçlar ve gezegenler sebeptir
Marifetname’de Astroloji ile ilgili olarak özetle şu ifadeler yer almaktadır:
“Yıldızlar, meleklerin elinde mecbur ve hüküm altındadır. Melekler de
Allah’ın (cc) emri altındadır. Hepsi de O'nun irade ve kudreti ile
hareket ederler. Mesela, Güneş kuru, sıcak tabiatlıdır. Ay ise soğuk ve
rutubetlidir. Yıldızlar bu keyfiyetleri ile alemde etkili olurlar.
Fakat bütün bu işlerin sadece yıldızlara bağlanması yanlış olur, çünkü
yıldızlar da, Hak Tealanın hükmüyle bu tasarrufu yapmaktadır.
Uzaydaki yıldızlar ve güneş sistemindeki gezegenler ateş, hava, su,
toprak gibi unsurlar ile madenler, bitkiler ve hayvanlar üzerinde etkili
olurlar. Gerçek etkili olan ise Allahü Tealadır. Burçlar ve gezegenler
ise sebeptirler."
Bütün gök cisimlerinin yer cisimleri üzerinde çeşitli etkileri
olduğuna işaret edilen Marifetname’de, insanların, şekil, hal, ahlak ve
tavırlarının; henüz ana rahminde nutfe iken, burçlardan gelen kozmik
ışınımın ihtiva ettiği mananın beyinlere işlenmesi ile meydana geldiğine
işaret edilmektedir.
“Yedi Gök, Yer ve bunlarda bulunanlar, O’ nu tespih
ederler” / “Yedi Göğü ve Yerden bir o kadarını da
yaratan Allah’tır” / “Yerde olanların hepsini sizin için
yaratan O’ dur. Sonra Göğe doğru yönelerek Yedi Gök
halinde onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir” / “ Yedi
Göğünde Rabbi, yüce Arşın Rabbi Kimdir? De” /” Allah’ın,
Göğü Yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?”
/ “Gökleri Yedi kat üzerine yaratan O dur” / “Allah
bunun üzerine yedi kat Gök var etti ve her Göğün işini
kendisine bildirdi” (1)
Önceden de söylediğimiz gibi, Kur’an’da geçen Yedi Gök
kavramı gerçekte, mekaniksel anlamda bildiğimiz,
gezegenlerin, Güneş etrafında belli yörüngelerdeki
hareketleri değil, bu yörüngelerle ifade edilen atom
altı boyutlara, bir başka deyişle, Bilinç (Mana)
boyutlarına işaret etmektedir. Keza yedi Yer (Arz)
kavramını da, birini yaşadığımız maddesel dünya ya da
madde olarak algılanan tüm yapı şeklinde ele alırsak,
diğer altı boyutu da yine atom altı boyutta yer alan
ışınsal (İkiz) boyutlar olarak düşünmemiz gerekir. Yedi
farklı boyuttan bakış açısını ifade eden bu Yedi Gök
kavramındaki her bir boyut, Bütünün bilgisine ait
kodları kendi boyutlarınca barındıracak şekilde
birbirlerini kapsayarak sıralanmaktadırlar. Öyle bir
kapsamadır ki bu, her bir boyut sonsuz ve sınırsız olsa
da bir üst boyuta göre, bir hiç hükmündedir. (2)
İçinde bulunduğumuz maddesel boyut da dâhil olmak üzere,
Yerlere Ve Göklere ait tüm bu boyutların, kendi türünden
dalgasal yapılı olduğunu da hatırlamakta yarar var.
Özetle, beş duyu
dünyamızın dışında, ama boyutsal derinliğinde, altı
farklı boyutun, Yerin (Arzın) olduğu ve bu boyutlarda
yaşayan varlıkların, canlıların bulunduğu bununla
birlikte, yine o boyutlardan bakıldığında diğer sayısız
gök cisimlerinin ikiz yapılarında da sayısız canlı
türlerinin bulunduğu, Gök katmanları olarak ifade edilen
Yedi farklı boyutun, Bilinç Boyutu olarak var olduğu,
her biri bir üst boyuta göre (boyut indinde) hiç
hükmünde kalan (3) boyutlardan, Yedinci
boyutta oluşan bir oluşumun, direkt değil, sırasıyla alt
boyutlara doğru yansıyarak (boyutsal dönüşümlere
uğrayarak) dört boyutlu uzay-zamanda ve bize görünmeyen
diğer mekân ve zamanlarda açığa çıkmakta olduğu
söylenmektedir. Bu nedenle gök katları içindeki bir
boyutta yaşanılanlar, bir üst boyut ya da boyutta
yaşanılmış olandan başka bir şey değildir (bu olayın,
detaylı olarak kaleme alacağım Stringlerle de nasıl
uyumlu olduğunu hayretle göreceğiz). Bu boyutsal
anlamdaki Gök Sistematiği, kendini üç boyutlu uzay-zaman
içinde de yansıtmış durumdadır. Bu nedenle hücresel
boyut, onu meydana getiren moleküler boyut içinde bir
hiç hükmünde iken, aynı şekilde moleküler boyutta, atom
boyutu ya da seması, atom seması da, kuark-parçacık
boyutu, bu kuark- tanecik boyutu da foton seması içinde
bir hiç hükmündedir. Resulullah bu konuda, “Birinci
kat semâ ikinci kat semâ içinde çöle atılmış bir yüzük
halkası gibidir. İkinci kat sema ise üçüncü kat semâ
içinde, çöldeki bir yüzük halkası gibi kalır… Yedinci
kat semaya kadar bu böylece devam eder… Dünyanız ve Yedi
kat semâ ise, Kürsü de Kürsü de Arş’ın içinde yine çöle
atılmış bir yüzük halkası gibi kalır” diyerek
bin dört yüz yıl öncesinden ancak bugünün teknolojisiyle
anlaşılabilecek bir gerçeği, boyutsallığı da kapsayacak
şekilde ifade etmiştir. Dolayısıyla bu ifade, Afaki
olarak Makroskopik boyutlarda evrenin sınırsızlığına
doğru olan hiyerarşik durumu izah ettiği gibi, aynı
zamanda Enfüsi olarak da Boyutsallığa doğru olan
hiyerarşik durumu açıklamış olmaktadır. Bunun yanında,
“Allah yedi kat göğü ve
yerden de onların bir mislini yaratmıştır, emir
aralarından nazil olmaktadır” ayetindeki,
Emrin Boyutsal İnişini, Enfüsi boyutlardan nasıl
olduğunu da artık anlamış olmaktayız.
Bu öze doğru boyutsal katmanlar dolayısıyladır ki,
Allah’ın İlim ve Kudretinin en geniş Kemal mahallerinden
biri olan Kabe’nin beş duyu algı dünyamızda belli bir
kütlesi, hacmi, yüksekliği...olmasına karşın, her bir
boyutta da karşılığı bulunmakta, varlığı Arş’ a (Arş
boyutuna) kadar uzanmakta, o boyutlarda da hükmünü
varlıklar üzerinde icra etmektedir. Keza o dönem
insanının hem aklının ret edemeyeceği hem de derinlikli
anlamı verecek şekilde, “Güneş’in Arş’a gidip orada
secdeye kapandığını” söyleyen hadiste de
Güneş dediğimiz yapının da Arş’a (Arş Boyutuna) kadar
yapısının devem ettiği ve Bilinçli bir yapı olduğu
belirtilerek Güneşin secdeye kapanmasıyla yani, Allah’ın
İlminde yok olduğu ya da başka bir ifadeyle, öze doğru
olan boyutsal yapıları itibariyle Allah’ın ilminde bir
İlmi suret olarak yokluktan ibaret olduğu söylemektedir.
Tıpkı Miraçta, madde (ki bu, bildiğimiz anlamda madde
değil, tüm kainatı meydana getiren dalga okyanusudur) ve
mana boyutsal sınırında Cebrail (as)’ın “ bir adım
daha atarsam yanarım, yok olurum yani, varlığım gerçekte
yokluk olan İlmi suretler olarak devam eder”
demesindeki gibi. Böylece kimisi, Resulullah’a bakıp onu
çarşı pazarda dolaşan kendi gibi birisi olarak görüp
değerlendirirken, kimisi de onu gördüğünde (mecazen)
boyunun Arşa kadar uzandığını söyleyerek yani, Şuurunun,
Varlığının, Benliğinin Arş’ a kadar uzanmakta olduğunu,
her boyutta varlığının devam ettiğini görüp
değerlendirmekteydi.
Resulullah’ın Miraçta 7. Katta (boyutta) Hz İbrahim
(as)’ı, sırtını Beyti Mamura (Kabe’nin o boyuttaki
varlığına) dayar bir şekilde görmesi ve Efendimize,
“Senin mekanın ve ümmetinin mekanı burasıdır”
demesi, Hz Muhammed’in (sav) ve Muhammedilerin (sıradan
Müslümanları kastetmiyorum) tüm Bilinç Boyutlarını
Kapsayan 7. Bilinç Boyutundan tüm varlığı
değerlendirebileceğini anlatmaktadır. Yedinci boyutla
birlikte Ruh Boyutunu, yani, Galaktik Bilinç- Ruh adı
altında tüm yıldız sistemlerini ve yanı sıra diğer tüm
Galaktik Bilinçleri ve Sistemlerini ve O Bilinçlerin
sonsuz sayıdaki zuhurlarını müşahade ettikten ve tüm bu
sistemi oluşturan Kalemin, Kalemlerin hışırtısını,
sesini duyduktan yani, Kozmik Bilincin (Ki, Kalemle
işaret edilen Akıldır) holografik özellikli manalarının
ritmik dansını, bu manaların bu sistemlerde ne şekilde
ve nasıl açığa çıkıp tüm bunları meydana getirdiğini
zerresine kadar müşahade ettikten sonra yaratılmışlıkla
yaratılmamışlık sınırı olan ve Sidrei Münteha denilen
Boyutsal sınıra gelmiş, Kozmik Bilincin artık varlığa
dönük yönü değil, Öze dönük yönündeki Rabbi ile görüşmek
yani, Hakikatının Boyutlarıyla Boyutlanmak yolunu
tutmuştur. Bu arada, çağdaş bilimin de bize söylediği
gibi, Boyutsallığın olduğu yerde mekansallık,
mekansallığa bağlı hareket ve zaman kavramları tamamen
düşer. Bu yüzden Resulullah’ın Miracının Kudüs’ ten
sonraki bölümünün, gerek ışınsal boyutları (Yerin
katlarını) gerekse de Gök (Sema) katlarını gezmesi ve
Rabbiyle buluşması, ne bedenen ne de Ruh bedenin
mekansal hareketiyle olmuştur. Tüm bunlar Şuursal bir
olaydır ki bu da Boyutsallık kavramıyla ancak
anlaşılabilmektedir. Aynı şekilde, Kuran’ın indirilmesi
denilen olay da, Kur’an’ın mekansal gökten gelmesiyle
alakalı olmayıp Boyutsal anlamda, önce Levhi Mahfuza
inmesi yani, Rabbani Hükümlerin Ruh adlı meleğe
yüklenmesi, bu Evrensel Gen hükmünde olan, Evrenin
ezelden ebede kadar olan tüm programlarının bulunduğu
Levhi Mahfuzdan da bir defada yani, “an” içinde Dünya
semasındaki Beyti Mamura (Güneş Sistemimize), oradan da
Hz Muhammed’in (sav) Bilinci ile bize bölüm, bölüm
bildirilmesi, dünya boyutunda açığa çıkması olayıdır.
Böylece Resulullah, “an” içinde bir defada Okuduğu
Sistemi, insanların hazmedebilmesi, anlayabilmesi için
pey der pey belli bir sistemle boyutumuzda açığa
çıkartmıştır.
Çok daha enteresan olanı, “Bu Sema nedir?” diye
soran kimseye Resulullah, “sizden men edilmiş bir
dalgadır” diye cevap verirken, bir başka hadiste de
“bu Sema nedir bilir misiniz? Dürülmüş bir dalga,
korunmuş bir tavandır” demesidir. Birinci hadiste,
varlığın her boyuttaki Tekilliğini de göz önüne
aldığımızda, “Semanın bizden men edilmiş bir dalga”
olması, Semanın beş duyumuza göre gerçekte Afakta
uzayın derinliğine doğru olmak yerine, dışımızda değil,
özümüzde olarak, varlığın aslının bilinçli enerji
dalgaları olduğunu ya da varlığın bu men edilmiş
yani sınırlı ve maddesel algılamalarımız dolayısıyla bir
türlü fark edemediğimiz enerjiden meydana geldiğini
açıkça söylerken ikinci hadiste ise, yine Semanın,
Semaların eşyanın (şeylerin) özüne doğru olarak
“dürülmüş bir dalga” yani, her an yeni bir şan,
şekil, biçim alarak açığa çıkan, manalarla işlenmiş,
kodlanmış, işaretlenmiş enerji-data boyutu ve
dolayısıyla onun projeksiyonuyla oluşmuş yine
bilgi-enerji yapıyı tarif etmekte olup bunun da korunmuş
yani, Mutlak Bilincin eseri olarak, her an yeni
bir şanda dönüşümlerle varlığını sonsuza dek sürdüren
boyut olduğunu ifade etmektedir, bir anlamda. Bu
arada, yine dikkat ederseniz Dine alenen karşı olanlar,
buraya kadar anlattıklarımız ve anlatacağımız İlimsel
mucizelerin hiçbirinden bahsetmemekte, bunlara hiç
değinmemekte, tamamıyla görmezden gelmekte, bunun yerine
o dönemin düşmanları gibi egolarına, gerçek sandıkları
sanal benliklerine, yediremedikleri, hazmedemedikleri
gerçekleri, maalesef tamamen çarpıtma ve gerçeği olmayan
hayallerle süsleyerek, insanları kandırıp aldatma yoluna
gitmektedirler.
“Gökleri, Yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde
yaratan...Rahmandır” / “Rabbiniz, Gökleri ve Yeri altı
günde yaratan ve sonra Arş’ a hükmeden... Allah’tır” /
“Ant olsun ki Gökleri, Yeri ve İkisinin arasında
bulunanları altı günde yarattık” / “Gökleri ve Yeri altı
günde yaratan O dur” / “Gökleri, Yeri ve arasında
bulunanları altı günde yaratan... Allah’tır” / “Doğrusu
sizin Rabbiniz, Gökleri ve Yeri altı günde yaratıp...işi
düzenleyen Allah’tır”/ “ Allah bunun üzerine iki gün
içinde Yedi Gök var etti ve her Göğün işini kendine
bildirdi” / “ Deki, siz Yeri iki günde yaratanı mı
tanımıyor ve O’na eşler koşuyorsunuz?. İşte alemlerin
Rabbi O’ dur” / “Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi,
onda bereketler yarattı, rızklarını arayanlar için,
oradaki gıdaları ölçü ile dört günde taktir etti”. (4)
Bu konuya “ Arz-Arş - 6” başlıklı makalemiz başta
olma üzere birçok yazıda değinmiştik. Şimdi ise, bu
ayetlerin bilimsel açıdan yorumlarına geçmeden önce,
aydın, ilerici geçinen bu yüzdende Kur’an ve
Resulullah’ı bir şeyler öğrenmek amacıyla samimi olarak
sorgulamak yerine, acımasızca eleştirmeye çalışan din
karşıtları, maalesef, çok daha zeki olduğunu kanıtlamak
için, ilkokul çocuğunun bile yapmayacağı mantık
hatalarıyla dolu birtakım çeşitli zeka oyunları ile güya
ayet ve hadislerde yanlışlıklar aramaktadırlar.
Dolayısıyla, bunlardan birkaçına bakarak, onların diğer
konulara olan bakış açılarındaki hataları da çok
rahatlıkla görebiliriz. O birkaç şeyden biri de, Kuran
ve Hadislerde geçen, “gün” kavramıdır. Onlar kısaca
şöyle demektedirler: “ Birkaç ayette evrenin altı veya
yedi günde yaratıldığını söylerken, bir başka ayette ise
iki günde yaratıldığını, yeryüzünün ise bir yerde iki,
bir başka yerde ise dört günde yaratıldığını söylemekte
ve ayrıca bu çelişkinin yanında, gün kavramının güneş
sistemi ve dünyanın oluşumundan sonra insanların tespit
ettiği bir kavram olduğunu ve ondan önce böyle bir
şeyden bahsedilemeyeceğinden, bir başka ayette ise (en
üstte yer almakta), Göklerin yaratılmasının, Yerin
(Dünyanın) yaratılmasından sonra anlatıldığından böyle
anlatımların doğru olamayacağı” belirtilerek Kuran ve
bununla ilgili Hadislerin yanlışlığını öne
sürmektedirler. Aslında etiketleri, unvanları ne olursa
olsun onları ciddiye alıp kalemimin mürekkebini bile
boşa harcamak istemem. Üstelik ne anlatırsak anlatalım
yine aynı şeyleri temcit pilavı gibi konuşmaya devam
edeceklerdir. Çünkü onlar, daha işin başından öğrenmek
için yola çıkıp sorgulamıyor, veri tabanlarının gereği
olarak şartlanmışlıklarını ve sanılarını, Dinde görmeye
ve bunu insanlara göstermeye çalışıyorlar. Ne ilginçtir
ki, Kuran ve hadisler canlı ve şuurlu bir biçimde,
onların görmek istediklerine, veri tabanlarına ayna
olmaktadır. Bu yüzden bu konularda beyni bulananlara
kısa da olsa bir açıklama yapmam gerekiyor.
Öncelikle, Kuran, zaman ve mekandan münezzeh ya da zaman
ve mekanın geçerli olmadığı bir boyuttan açığa çıktığı
içindir ki, bulunduğu devrin kelimeleriyle kayıtlı
olmayıp kelimelerin işaret ettiği anlamlar itibariyle
her dönem ve zamana hitap etmekte, her çağın soru ve
sorunlarına cevap verebilmektedir. Keza Hadisler de.
Aksi taktirde Kuran’ın ve Hadislerin evrenselliği
tamamıyla laftan öteye geçmezdi. Bu yüzden birçok
yazımızda değindiğimiz üzere, nasıl ki “Gökler” derken
mekansal anlamda Göklerden bahsetmiyorsak bunun yerine
bunları, bilinen maddesel boyutların alt boyutları
olarak düşünmemiz gerekiyorsa aynı şekilde, “gün” derken
de bildiğimiz günleri değil, bu “gün” kavramını, “an”
anlamında ele alıp “an”daki var oluşlar olarak
düşünmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla var olan, boyutlar
ve bu boyutlara karşılık gelen “an” lar ve bu boyut
içinde yer alan zaman ve bu zaman kavramına dayalı olan
“devirler” dir. Biraz daha açarsak, gün kavramı, zaman
ve mekanının bulunmadığı boyutlarda Allah’ın İlminde ya
da bunun Ruha yansıması olan Mutlak Bilinçteki
suretlerde “an” anlamını alırken, bunun çokluk boyutunda
veya uzay-zamanda aldığı isim ise yine bir anlamda “an”
anlamında düşünebileceğimiz, “devir” olarak geçmektedir.
Yani, zaman ve mekanın geçerli olmadığı boyutlarda “an”
kavramı, uzay-zamanda açığa çıktığı zaman kendini
“devir” olarak göstermektedir. Başka bir deyişle, zaman
içindeki oluşumlarda belli “uzay-zaman dilimleri”, devir
olarak adlandırılmaktadır, bizlerin olayı daha iyi
görebilmemiz, işin sistemini anlayabilmemiz için. Bugün
bilim de, Kuantum Kozmolojisini de kapsayacak şekilde
saf enerji ve devamı olan enerji-parçacık düzeyinden,
evrenin şu anki görünümüne kadar evren tarihini de
“devirler, dönemler” olarak anlatmaktadır. Nobel ödüllü
ünlü Stephan Weinberg’in “İlk Üç Dakika” adlı
eserinde “Evreni altı film karesinde”
incelediğini yedinci karede ise, bunun tamamlandığını
okuyabilirsiniz.
Bu nedenle
Tevrat’ ta (Old Testament) geçen şekliyle, “Allah’ın
evreni altı günde yaratıp yedinci günde istirahat
etmesi” olayı zahiri yönüyle, bize göre belli zaman
dilimlerini ifade eden evrenin altı devirde
yaratıldığını yedinci günde ise, olayın kemale ulaştığı
(erdiği), tamamlandığı anlamına gelirken, Batıni yönüyle
ise Kainatın, altı “an” daki, Boyuttaki yaratılışı
anlatılmaktadır. Burada öncelikle dikkat edilmesi
gereken bir husus, “devirlerin” ya da “an” ların
sayısından çok, “devirin” ya da “an’ ın” kendisidir.
Çünkü bir “devir veya “an’ a ”, birden çok “devir ya da
an’ ın” sığması dolayısıyla, onları da tek bir “an ya da
devir” şeklinde düşünebileceğimiz gibi, birkaç “an veya
devir” şeklinde de mütalaa edebiliriz. Hal böyle olunca,
altı ya da yedi “an’ ı ya da devir’ i”, iki, üç,
dört..., “an ya da devir” olarak düşünebiliriz ki,
Kuran’da, iki günde, dört günde yaratılışın olduğunun
söylenmesinin bir nedeni de budur. Keza Resulullah’ın,
“ Allah toprağı Cumartesi günü yarattı. Ondaki
dağları Pazar günü yarattı. Ağaçları Pazartesi günü
yarattı. Mekruhları Salı günü yarattı. Nuru Çarşamba
günü yarattı ve onda hayvanları Perşembe günü yaydı. Hz
Ademi Cuma günü ikindi vaktinden sonra, ikindi ile gece
arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk
olarak yarattı” ifadesindeki yeryüzünde olan
yaşamı yedi güne karşılık gelecek şekilde yedi devirde
anlatması da bu gerçeğe dayanmaktadır. Kaldı ki, bunun
bir de Boyutsal anlamı vardır. Zaten iki günde göğün
yaratıldığını, Yerin de (Arzın da) dört günde
yaratıldığını belirtmesi, yine altı gün eder ki, bir
önceki açıklama açısından da birbirini bütünlemektedir.
Ayrıca, varlık boyutlarda da “an” tabiri
kullanılmaktadır. Mesela, madde boyutumuz tek bir “an”
olarak mütalaa edilirken, Cinlerin boyutu farklı bir
“an” da,...vs. nitelendirilmesi gibi.
Bu anlatım
şeklinin anlamına gelince, bu tarzdaki ifadelerin
insanda ezberi bozup, tefekkür mekanizmasını devreye
sokarak birden fazla anlamlara, boyutların, sistemlerin
varlığına ve işleyişine işaret etmek için olduğunu
görmekteyiz. Bununla paralel din karşıtlarının hep
eleştirdikleri iki konudan ilkinde, Kuran’ın dağınık,
birbirinden kopuk yani, anlatılan bir şeyin bir anda
biterek bir başka konuya geçmesi ve o konunun tekrardan
başka yerde tekrardan ifade edilmesi..vs şeklindeki olan
tarzıdır ki, bunun nedeni de başka anlamları yanında
yine aynı sebebe yani, insanı, beynini bloke eden
ezberden kurtarıp düşündürmeye yönlendirmek olup bu
durum, Kur’an’ ın zaman ve mekana bağlı
olmayan bu yapısının boyutumuza yansımasından başka bir
şey değildir. Böylece, zamanın olmadığı boyutta
öncelik ve sonralık kavramı ortadan kalktığı için
Kuran’ın birkaç ayetinde önce, yerin yaratılışı, sonra
da Göğün yaratılışı neden-sonuç ilişkisine dayalı
olmayan şekilde anlatılmıştır. Yani, zamanlamaya bağlı
bir oluşumu değil, “an” içinde tek bir karedeki olayı,
ayrı, ayrı anlatmasıdır. Yer ve Gök kavramını boyutsal
anlamlarıyla ele aldığımızı düşünsek bile, bu boyutlar
demin belirttiğiz gibi, bildiğimiz zaman içinde değil,
“an” olarak mevcut olduklarından ve daha üst bir “an” da
değerlendirildiğinden o boyut gereğince
bildiğimiz anlamda sıralama olmaksızın anlatılmıştır. Bu
tür anlatım tarzıyla da zamanın ve dolayısıyla mekanın,
sanal ve hayal olduğunu vurgulayarak insanları,
neden-sonuç ilişkisine bağlı olan boyutlardan
sıyrılmasını sağlayıp, Bilincini, Benliğini daha Öz
boyutlarda, “an” da, tanıması, madde boyutlarını da bu
boyut açısından, “an” dan değerlendirme yapmasını
sağlamayı amaçlamasıdır. Diğer ayetlerde ise, olaylar
nedensellik ilkesince anlatılmaktadır.
Kur’an adı
altında Evrensel Sistemi okuyan Evliyanın açıklamalarına
baktığımızda da, insanların dünyanın merkez, yıldız
olarak kabul ettikleri gezegen ve yıldızların ise, bu
dünya etrafında döndüğünü düşündükleri devirde, önce
Evrensel Ruhun yaratıldığını sonra da Kürsünün
(Galaksilerin), sonra da bu Kürsüde yer alan yıldızların
ve en sonunda da gezegen ve Dünyanın yaratıldığını
söylediklerini görüyoruz. Eğer Kur’an, gerçekten iddia
ettikleri gibi bir şeyden bahsetseydi, o insanlar, ancak
yüzyılımıza ait modern bilimin söyleyebildiği böyle bir
şeyden bahsedebilirler miydi? Elbette hayır. İkinci
eleştiri konusu ise, Kuran’da sık, sık tekrarların
olması durumu. Şunu kesin olarak belirtmek gerekir ki,
Kuran’da asla tekrarlar, tekrarlamalar yoktur. Bizler
kelimelerin, cümlelerin derinliğini, hangi boyuttan
ifadeler olduğunu anlayamadığımız, beş duyuda olaylara,
kavramlara yaklaştığımız ya da o boyutlara ait verileri
değerlendiremediğiz için, bazı şeylerin hep
tekrarlandığını zannetmekteyiz. Mesela yukarıdaki
ayetlere dikkat edersek, yaratma işlemini gerçekleştiren
hakkında kiminde Rab, kiminde Allah, Kiminde ise Rahman
kelimesi geçtiğini görmekteyiz. Bu da bize aynı şeyin
farklı boyutlardan olan ifadesini, oluşumunu, oluşum
şeklini, bakış açısını...vs göstermektedir. Görüldüğü
üzere Kur’an neden, nasıl ve nelerden bahsetmekte, Dini
eleştirenler nelerden bahsetmekte. Anlamlar arasında her
hangi bir ilişkinin olmadığı her şekilde açıkça
görülmektedir.
Kaynakça: Hz Muhammet Neyi Okudu, Yenilen, Akıl Ve İman,
Kendini Tanı, Hz Muhammet Mustafa (Sav) II, İnsan Ve
Sırları I – Ahmet Hulusi / Cum’ a, Kuran da İnsan- 4,
Boyut Kavramı, Zaman - Ahmet Fevzi Yüksel,
www.sufizmveinsan.com )
1. İsra-44,
Talak-12, Bakara-29, Müminun-86, Nuh-15, Mülk-3,
Fussilet -12
2. Bunu
kafada canlandırmak için mesela, sonsuz uzunluktaki tek
boyutlu uzayın (çizginin), sonsuz genişlikte iki boyutlu
uzay (yüzey) içinde, bu yüzeyin de bu iki boyutlu uzayın
sonsuz tanesinin oluşturduğu üç boyutlu uzay (hacim)
içinde bir hiç olması gibi, düşünebiliriz.
3. Bkz. Arz-Arş - 1
4. Furkan-59, Araf-54, Kaf-38, Hud-7,
Secde-4, Yunus-3, Fussilet-9, Fussulet-12, Fussulet-10