18 Mart 2017 Cumartesi

Kurşun Dökme ( Kut Dökme )









   Eski Türk geleneğinde var olan ve günümüzde hala yapılan bir uygulamadır ( diğer adıyla ritüeldir). Büyü ve sihir kökenlidir.

  Kurşun dökmenin amacı kişinin kötü ruhlardan arınmasını sağlamaktır. Diğer etkili yönleri ise ; Nazara ve büyüye karşı etkili olmasıdır....

  Kişi şamana başvurur. Şaman kurşun metalini ateşte eritir. Ritüele başlar. Hastanın üzerine örtü örtülür. Kurşunun döküldüğü tepside su,soğan ve birazda ekmek vardır.( Bunların haricinde nazar boncuğu vs nesnelerde olabilir.)

Hastanın üstü örtüldüğünde erimiş kurşun, kişinin üzerine getirilen tepsideki suya dökülür. Bu sırada şaman dualarını okur.

Ritüel bittikten sonra kişi ayağa kalkar ve şaman sudaki şekil değiştirmiş kurşuna bakar. Bu da şaman geleneğinde bir çeşit faldır.

Günümüzde yapılan araştırmalara göre kurşun dökülen kişiden negatif enerji çıkmaktadır.

  Bunun nedeni ise ; Erimiş olan kurşun metalinin kişi üzerinde dökülmesi ve çevreye yaydığı enerjidir.
Nazar veya diğer rahatsızlıklar için kurşun dökülmesi veya döktürülmesi doğru değildir.
İnsanı tesir altına alan, hasta eden bazı vak’alar vardır ki, tıp ilmi bunlar için kesin teşhise varamamıştır. Gerçek sebebi hakkında da açık bir bilgi verememektedir. İşte bunlardan birisi de “nazar etme,” “göz değme”dir. Nazarın gerçek olduğu, nazar edilen kimsenin hastalanmasına, hattâ ölümüne sebep olduğu da bilinen ve kabul edilen bir hakikattir.
Nazarın gerçek olduğunu ve insanın kaderiyle yakından alâkasının bulunduğunu ifade eden Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:
“Nazar haktır, kader ile yarışan bir şey olsaydı, nazar değme işi yarışıp onu geçerdi (kaderi değiştirirdi).”1
Nazarın kaderle her ne kadar alâkası varsa da onun tesirini yaratan yine Cenab-ı Hakk'tır. Yoksa bizzat nazar eden kişi o hadiseyi meydana getirmiş değildir. Nazarı keskin olan kimse bir şeye baktığı anda Cenab-ı Hak o şeyde zararı yaratmaktadır. Çünkü iyiliği de kötülüğü de yaratan Allah’tır. Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey meydana gelmez.
Nazar etmenin, ölümü, kişinin helâk olmasını netice veren cihetini Peygamberimiz (asm)'den öğreniyoruz. Câbir bin Abdullah’ın rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır:
“Göz değmesi haktır. Deveyi kazana, insanı da kabre girdirir.”2
Böylece, nazara uğrayan deve nasıl ki ölüp, eti tencereye konuyorsa, aynı şekilde nazar edilen kişi de hayatından olup mezara girebilmektedir. Hadis-i şeriften nazarın tesirinin yalnız insana bağlı kalmadığı, bütün canlılara, hattâ insanı dikkatini çeken hertürlü şeye de zarar verebildiği anlaşılmaktadır.
Asr-ı saadet'te geçen, nazarla ilgili bir hadiseden, mü’minin beğendiği bir şey karşısında nasıl davranması, neler söylemesi gerektiği, nazar etmenin din kardeşini öldürme sayılacağı, nazara uğrayan ve nazar eden kimsenin neler yapması gerektiği hususunda geniş bilgiler çıkarmak mümkündür.
Sahabîlerden Amr bin Rebia, Sehl bin Huneyf’i yıkanırken görür, nazar eder. Sehl çarpılmış gibi yere yıkılır. Alıp Peygamberimiz (asm)'in bulunduğu yere götürürler. Durumu öğrenen Peygamberimiz (asm) “Kimden şüphe ediyorsunuz?” diye sorar. Sahabîler, Amr bin Rebia’nın ismini verirler. Bunun üzerine Peygamberimiz (asm) Amr’ı azarlayarak,
“Sizden biriniz neden din kardeşini öldürüyor? Biriniz kardeşinde beğendiği, hoşuna gittiği bir şey gördüğü zaman ona mübarek olması için dua etsin (Mâşallah, Bârekallah gibi sözler söylesin)” buyurur.
Daha sonra Peygamberimiz (asm) bir miktar su ister ve nazar eden Amr’ın abdest almasını emreder.3
Bir nevi abdest olan bu tatbikatı fıkıh âlimlerimiz şöyle tarif ederler. Bir kabın içine su konur. Nazar eden kimse bir avuç alır, ağzını çalkar, suyu kabın içine püskürtür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar, sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar, sağ eliyle de alarak sol elini bileklere kadar yıkar. Daha sonra sağ ve sol dirseklerini yıkar. Sonra dirseğini ve omuzu arasını yıkar. Sonra ayaklarını, sağ ve sol dizini yıkar. Elini ve ayaklarını yıkarken, kolunu ve dizinden aşağısını yıkamaz. Daha sonra sağ böğrünü aşağı doğru yıkar. Bütün bu organlarını yıkadıktan sonra su aynı kapta biriktirilir. Nazar eden kişi bu işi tamamladıktan sonra su kabını alarak nazar ettiği şahsın arkasında durup başına döker.4 Kullanılan bu su pis sayılmamaktadır. Bunu Peygamberimizin (asm) bizzat kendi tatbikatından anlamaktayız.
Peygamberimizin kısaca tarif ettiği ve âlimler tarafından da genişçe izah edilen bu yıkamanın bilinmeyen pek çok hikmeti, şüphesiz, vardır. En azından nazar şüphesini gidermek için bu sünneti yapmak gerekir. Bu yıkama ve dökme işi sahabîler tarafından da zaman zaman tatbik edilmiştir.
Bu iş yapıldıktan sonra nazar eden kimse bereket duasında bulunarak, “Mâşallah, Lâ kuvvete illâ billah” derse, meydana gelebilecek zararı Allah’ın gidereceği bildirilmektedir. Zaten bu yıkama işinin yapılması bir nevi fiilî duadır. Tesir ve şifa ise Allah’tan beklenmelidir.
Nazardan ve ondan gelebilecek şerden Allah’a sığınmalıdır. Hz. Âişe (ra)’den öğrendiğimize göre, Peygamberimiz (asm) ona göz değmesine karşı rukye yapmasını (dua okumasını) emretmiştir.5
Başka bir hadiste “Nazardan Allah’a sığınınız”6 buyurularak, şifayı Allah’tan istememiz tavsiye edilmektedir.
Peygamberimiz (asm)'in göz değmesi karşısında ondan korunmak için hangi duaları okuduğunu ve neler yaptığını Ebû Said el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah (a.s.m.) (Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım, gibi dualarla) cinlerin nazarından, sonra da insanların nazarından Allah’a iltica ederdi. Sonra Muavvizetân (Felâk ve Nâs Sûreleri) inince bu sûrelere devam etti. Diğer duaları terk etti.”7
Şu halde, nazar eden ve zarar verenler yalnız insanlar değildir. Aynı zamanda cinler de nazar edip, insana zarar vermektedir. “Cinlerin nazarı oktan daha sür’atli geçer.” diyen bazı âlimler göz değmesini, cinlerin çarpması ve nazar etmesi mânâsında da anlamaktadırlar.
Peygamberimiz (asm)'in tatbik ve tavsiye ettiği mânevî ilaçlardan başka yollara başvurup şifa aramak mü’mine yakışmaz. Cahiliye devrinde Araplar bazı hastalıklardan dolayı boyunlarına ve kollarına çeşitli âlet ve boncuklar takarlardı. Deva ve şifayı da o taktıkları şeylerden beklerlerdi. Şirk kokan, inancına uymayan bu nevi işleri şiddetle yasaklayan Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir şey takarsa bütün işleri o taktığı şeye teslim edilir.”8
Böylece takılan o şeyin bir fayda vermeyeceği, ayrıca kişinin bütün ümidini bizzat ona bağlamasıyla da inancına zarar geleceği anlaşılmış oluyor.
Nazardan korunmak için mânâsı bilinmeyen bazı muskalar yazıp kullanmak veya “nazar boncukları” takmak İslâm inancına uymayan bâtıl âdetlerdir. Bu gibi şeyleri insanın takınması caiz olmadığı gibi, bir hayvana veya bir eşya üzerine takmak da aynı şekilde meşru değildir. Peygamberimiz (asm)'in haram saydığı bazı şeyler arasında nazarlık takınmak da sayılmaktadır.9
Bu işlere benzeyen ve halk arasında "mum eritmek", "kurşun dökmek" veya "ot yakıp hastanın başının üzerinde gezdirmek" gibi hiçbir mânâsı olmayan tatbikatlara tevessül etmemek lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak her türlü derdi verirken, meşru olarak dermanını da yaratmıştır.
Mü’min ölçü olarak sünneti almalı, o çizgiden çıkmamaya çalışmalıdır. İstikamet ancak bu yolla mümkündür.



Eski Sumer, Bâbil, Mısır, Grek ve Roma kültürlerinin yanı sıra Sâmî, Pers,  Hint ve çeþitli Avrupa kavimlerini  kapsayan geniþ bir coðrafya üzerinde hem geçmiþte hem günümüzde yer alan  bu  inanışın başlangıcı tam olarak  bilinmemekle beraber milâttan önce 4000  yılına kadar gittiği  kabul edilir. Ortadoğu, Akdeniz ve Hint - Avrupa bölgelerindeki yaygınlığına rağmen NAZAR inancının Uzakdoğu, Güney Afrika, Avustralya  ve Amerika’nýn yerli toplumlarınca bilinmediği ve buralara girişinin geç tarihlerde  Avrupa  kanalıyla gerçekleştiği  ileri sürülmüşr. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı yapmış olan Alan Dundes, coğrafî ılımından hareketle Nazarın Mezopotamya kökenli bir inanış olduğuna ve su - hayat, kuraklýk - ölüm ilişkisi çerçevesine giren bir telakkiye  dayandığına işaret  eder. Buna göre  nazarın en ık etkisi hayat kaynağı olan sıvıyı yok etmek, bedeni veya ruhu kurutmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Meselâ Nazara uğrayan bir annenin veya dişi hayvanın sütünün kesilmesi, çocukların hastalanıp ölmesi, ekinlerin  ve ağaçların kuruması  bu  inanca  bağlanmıştır.  Sıvının koruyucu etkisine yönelik inanç,  nazara  karşı uygulanan tükürme fiilinin yanı sıra su veya yağla yapılan vaftiz  ve mesh işlemlerinde de  görülmektedir (Dundes, s. 259, 266-267, 273-277).




Dipnotlar:
1. Müslim, Selâm: 42; İbni Mâce, Tıb: 3.
2. Keşfü’l-Hafâ, 2: 76 (Ebû Naim’dennaklen).
3. İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447.
4. Neyevi, Şerh-u Sahih-i Müslim, 14 % 172-173.
5. İbni Mâce, Tıb: 34.
6. A.g.e., Tıb: 32.
7. A.g.e., Tıb: 34.
8. Tirmizi, Tıb: 24.
9. Neseî, Zînet: 17.

(Mehmed Paksu, Helal – Haram)

Dundes theorizes that the evil eye, which has a Middle-Eastern, Mediterranean, and Indo-European distribution pattern and was unknown in the Americas, Pacific Islands, Asia, Sub-Saharan Africa or Australia until the introduction of European culture, is based upon underlying beliefs about water equating to life and dryness equating to death. He posits that the true "evil" done by the evil eye is that it causes living beings to "dry up" -- notably babies, milking animals, young fruit trees, and nursing mothers. The harm caused by overlooking consists of sudden vomiting or diarrhoea in children, drying up of milk in nursing mothers or livestock, withering of fruit on orchard trees, and loss of potency in men. In short, the envious eye "dries up liquids," according to Professor Alan Dundes -- a fact that he contends demonstrates -- its Middle Eastern desert origins.
 As Dundes points out in support of this theory, evil eye belief is geographically spread out in a radiating ring from ancient Sumer, where it apparently got its start. It is mentioned the Torah (the Old Testament of the Bible) and its existence is acknowledged by modern Arabs, Jews, and Christians. The belief extends eastward to India, westward to Spain and Portugal, northward to Scandinavia and Britain, and southward into North Africa. Although many people of European descent think it is universal, in fact China has no evil eye belief -- nor does Korea, Burma, Taiwan, Indonesia, Thailand, Sumatra, Vietnam, Cambodia, Laos, Japan, Australia (aborigine), New Zealand (aborigine), North America (native), South America (native), or any of Africa south of the Sahara. It is generally referred to by scholars as a Semitic and Indo-European belief. The Westernmost pre-Columbian outpost of evil eye belief was along the Atlantic coast -- Ireland, England, Scotland, Spain, Portugal, and France; the easternmost pre-Columbian outpost of evil eye belief was India.

The epicenter of currently active evil eye belief is in nations along the Mediterranean and Aegean shores, plus India and the South American countries most influenced by Spanish conquest. It is now a fairly widespread belief among indigenous people in Latin America. Colonialists also spread it to North America, Australia, and New Zealand.

Although it was not a part of the belief-system of sub-Saharan Africans, slaves brought to the New World picked up the evil eye belief from contact with Europeans. In mid-20th century America, "Terrors of the Evil Eye Exposed" by the popular occultist Henri Gamache (author of the better-known "Master Book of Candle-Burning"), was extensively marketed to African-Americans. As with the similarly Jewish-inspired booklet "Secrets of the Psalms" by Godfrey Selig, the Middle-Eastern and Indian folklore Gamache "exposed" was syncretized into African-American hoodoo practices.

Almost everywhere that the evil eye belief exists, its effects are said to occur as an inadvertent side-effect of envy or praise. A typical account of such a mishap might be: "I dressed the baby in new clothes and took him to town and a woman who has no children saw him and said, 'Oh, what a pretty child!' and as soon as we got home he began to vomit!" The "evil" in these accounts of the evil eye indicate that it is thought to be situational in nature and that it is caused by a failure to restrain envy within proper social bounds.

Mentions of the evil eye (ayin ha'ra) in the Bible clearly refer to the role that envy and covetousness play in its development. We can read in Proverbs 23:6 "Eat thou not the bread of him that hath an evil eye, neither desire thou his dainty meat" and likewise in Provers 28:22, "He that hasteth to be rich hath an evil eye, and considereth not that poverty shall come upon him."

Then over in Mark 7:21-22, we see that the early Jewish Christians believed in ayin ha'ra, for it is written there that when Jesus Christ lectured about defilement, he told his followers that ayin ha'ra comes forth from a man and defiles him just the same as if he had committed a physical crime: "From within, out of the heart of men, proceed evil thoughts, adulteries, fornications, murders, thefts, covetousness, wickedness, deceit, las
.



Derleme : Yavuz Tellioğlu
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder