8 Kasım 2015 Pazar

Na’ti Hz. Ali Mevlâna Celâleddin-i Rûmi




    Na’ti Hz. Ali  Mevlâna Celâleddin-i Rûmi

      O açıklayıcı imam, o Tanrı velisi safa ehlinin vücut güneşidir.Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakla duran o imamın zati, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir...

  Onun konağı birlik âlemidir. Dünyevî ve beşerî sıfatlardan dışarıdır.  O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fânidir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zati gibi o bakîdir. Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır.


Hakkın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrının zatine yapışmış, o olmuştur. Hani duyduğun lâhûtun o gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, haktan hakla görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksût, Yüce Ali'dir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zira o hakîmdir, her şeyin bilginidir.

İptidasız evvel o idi, sonsuz âhir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı,  kendi ziyasından bir güneş yarattı. O, hak iledir; hak ondan görünür. Hakka ki, o hak ile ebedidir.

  Âdem'in toprağı onun nurundan idi.
O sebeple meleklerin tacı oldu; Allah'ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde, Âdem her şeyi anladı. O nur tek olan yaradanın nuru olduğu içindir ki, melekût onun huzurunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Âdem, o imamın nuru ile bütün ilâhi isimleri bildi...

Şit, kendinde Ali'nin nurunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da belâdan kurtulmuş oldu. Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lâle oldu. Nemrut’un ateşi, o Allah'ın dostuna hep gül, nesrin, lâle oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail'e kurban etti. Yûsuf, kuyuda onu andı da o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde bir çok inledi de Yûsuf'un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran'ın oğlu Mûsa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: Ya rabbi! Bana bu lütfundan bir âlâmet ver. Hak ona: İşte sana Yed-i Beyza (Nurlu el)'i verdim, dedi.

O, şeriatta ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, hakka yakınlık gecesinde, Allah'a kavuşmanın harem yerinde onun sırrın gördü. Ali'nin nutkunu, Ali'den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali'den başkası bulunmaz. (1)

Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O susmaz söyler. Ebedî ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı: “Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.”

Allah'a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zira o şahtır, doğru yolu gösterendir, efendidir...

O, bütün peygamberlerin sırrında idi. Cenabı Mustafa: “ Benimle açıkça beraber bulundu” dedi.(2)

Dinde evvel, âhir o idi. Allah ile içli, dışlı o idi... İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mananın nüktesini öğrensin de yüksek velâyete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakkıyla  yüce olan odur.

Ey efendi! Benimle boşuna kavga etme, bu böyledir. Hakikat budur ki, hepimiz zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz odur.

Ey Şems-i din, mâdem ki sen aşıksın, Mevlâna için aşkta canını feda et ki, canın canâne kavuşsun ve aşkta ulaştırıcı kılavuz olsun.

(Divan-ı Kebir’ den Seçme Şiirler c.1, s.3,4,5 – Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları – Şark İslam Klasikleri 15)

Cihan var oldukça Ali var olur

Cihan var olurken de Ali vardı.

Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar var olan Ali idi. Veli, vasiy olan Şah Ali, cömertliğin, keremin, bağışın Sultani Ali idi.

Ali'den ötürü melekler Âdem’ e secde ettiler. Âdem bir kıble gibi idi, secde olunan Ali idi. Âdem de, Şit de, Eyyup da, İdris de, Yûsuf da, Yûnus da, Hûd da, Mûsa da, İsa da, İlyas da, Salih de, Dâvut da Ali idi.

Nefsin tamamından ötürü cihan sofrası üzerinde elini bulaştırmayan kahraman aslan Ali idi. Kur'an' ın yer yer ayetlerinde Tanrının ismetini vasıf ile övdüğü Kur'an sırlarının kâşifi Ali idi.

Kapısının toprağı kadir ve kıymette Arşın semasından daha ileri geçen, o durmadan hakka secde eden ârif Ali idi. İslam  yolunda iş düzelmedikçe , durup dinlenmeyen o şerefli, vakarlı Şah Ali idi. Hayber kalesinin kapısını bir hamlede koparıp açan o kaleler fatihi Ali idi.

Âfaka her bakışımda gördüm ki, yakîn yüzünden her varlıkta var olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfür olan söz bu değildir. Cihan var oldukça Ali var olur, cihan var olurken de Ali vardı.

Tebriz'in Şems-ül Hakkı cihanın gizli ve açık sırlarından her ne gösterdinse hepsi de Ali idi.

(Divan-ı Kebir’ den Seçme Şiirler c.2, s.156-157  Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları – Şark İslam Klasikleri 15)

Mevlâna Celâleddin-i Rûmi

- - - - - - - - - - - -- - -
1- Çünkü Tanrı Kuran’da kendini Ali diye vasfediyor.

2- “Tanrı, Ali’yi her peygamberle gizli gönderdi, benimle ise açık gönderdi.” Hadisi Şerifinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder