Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.
84- Biz azûmüşşan, daha önceleri bu İsrailoğulları'ndan şöylece mîsaklarını almış idik:
1- Allah'dan başka ma'bud tanımıyacak ve ondan başkasına ibadet ve kulluk etmiyeceksiniz.
2- Ebeveyne, yani babaya ve anaya ihsan eyliyecek, her yönüyle iyilik ve güzellik gösterecek, hoşça davranacaksınız.
3- Aynı şekilde kim olursa olsun kendilerine yakınlık sahibi olduğunuz akrabalara,
4- Babaları ölmüş, yetim kalmış çocuklara,
5- Maişetlerini kazanamayan, ellerinde avuçlarında bir geçim vasıtası bulunmayan yoksullara dahi ihsan edeceksiniz.
6- Diğer insanlara da güzel söz söyleyiniz.
7- ve namazı ikame ediniz, iyice kılınız.
8- Zekatı da veriniz.
3- Aynı şekilde kim olursa olsun kendilerine yakınlık sahibi olduğunuz akrabalara,
4- Babaları ölmüş, yetim kalmış çocuklara,
5- Maişetlerini kazanamayan, ellerinde avuçlarında bir geçim vasıtası bulunmayan yoksullara dahi ihsan edeceksiniz.
6- Diğer insanlara da güzel söz söyleyiniz.
7- ve namazı ikame ediniz, iyice kılınız.
8- Zekatı da veriniz.
Şimdi aktaracaklarımıza acaba fikir denilebilir mi? Fikir denilen şey bu kadar basit, bu kadar delilsiz, bu kadar tarihinden kopuk olabilir mi? Artık bu iddia dalaletin zirvesini temsil ediyor, diyebiliriz. Bu iddia; iddia edenlerin niyetlerini açık bir şekilde ele veriyor. Hadîse, hadis imamlarına duyulan nefretin tavan yaptığı anlaşılıyor. Bunlara nefret duyuluyor duyulmasına da, üstüne üstlük, göreceksiniz elin gavuru baş tacı yapılıyor yine. İmamlarımızın, muhaddislerimizin kitapları güvenilir değil, ama göreceksiniz oryantalistin kitabı hem de tek başına tek hüccet olarak öne sürülüyor.
Bir hadis tâ baştan itibaren mesela 10 hadis kitabında kaydediliyor, ama bu beyefendiler (!) için hiçbir anlamı olmuyor, bir türlü güven duyamıyorlar, ama göreceksiniz İslam’a düşmanlık besleyen oryantalistin bir kitabı başka hiçbir desteği olmaksızın, en ufak bir zan, şüphe beslemeksizin tek başına dinin kaynağı oluveriyor! Tam bir rezalet! Esasen böyle iddiaları burada ele almaktan, kaale almaktan utanıyorum. Sırf gençliğe zerk edilen bu zehirleri temizleme adına bu satırları kaleme alıyorum.
Önce İslamoğlu ne diyor bakalım: “Düne kadar, eee namazın rekatını kim öğretti; namaz nasıl kılınır onu kim öğretti; işte hadis olmazsa olmaz; ideolojik hadisçiliğin bir de böyle sallaması var, anlatabiliyom mu? Hayır, bu namaz, peygamberden peygambere nesiller boyu intikal etti; Hz İbrahim’den beri de tüm peygamberler üzerinden Yahudi nesilleri de bu peygamberi uygulamayı nesilden nesile aktardılar; biliyorlardı, yapıyorlardı; bugün iş patladı; internet çıktı, sahtekârlık bozuldu; şimdi Yahudileri kendi ibadethanelerinde namaz kılarken görüyor millet! (Bakara, 83) Allah Beni İsrail’den söz aldı; Beni İsrail namazı kılıyor yani, bunda garip bir şey yok ki!”
Bu anlayışı teyiden başkaları da devreye girmiş, namaz ahkamının hepsinin Kur’an’da olduğunu söylemiştir. Buna göre namaz ahkamının tamamı elbette ki Allah tarafından tayin edilmiştir ve bunların tamamı Resulullah’a Kur’an ile bildirilmiştir. Resulullah, namazla ilgili Kur’an ahkamını tatbik etmiştir. Dolayısıyla namazın hiçbir rüknü Resulullah tarafından tayin edilmiş veya bu rükünler O’na Kur’an dışı vahiyle bildirilmiş değildir. Namaz rükünlerinin tamamı Kur’an ile bildirilmiştir. Bu nedenle namaz ahkamının tamamını Kur’an’da bulmamız mümkündür. Bu ayetlere göre, namazı belli vakitlerde (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı) kılmak, namaz öncesinde abdest almak (su yoksa teyemmüm yapmak) veya gerekiyorsa boy abdesti almak (gusül), namaza niyetle kıbleye (Mescid-i Harama) doğru yönelmek, tekbir getirmek, kıyamda durmak, Kur’an’dan kıraat yapmak, rüku etmek, secdeye kapanmak ve kade-i ahire yapmak Kur’an’m emrettiği şart ve rükünlerdir.
Evet, bir parantez açıp Kur’an’da geçtiği ifade edilen bazı rukunları ele alalım. Namazın vakitlerine değinmeyeceğim. Nihayet Kur’an’daki ifadeler üçe de beşe de muhtemeldir ve sünnet üç ihtimalini sıfırlayarak beş vaktin olduğunu beyan ediyor. Ve sünnet olmadığında namaz vakitlerinin beş olduğunu söylemek asla mümkün olmayacaktır! Diğerleri niyet, tekbir ve kade-i ahiredir. Şunu hemen ifade edelim ki, namazın önceki ümmetlere de farz kılındığı noktasında hiçbir problem yoktur. Hatta kıyam, ruku, secde, kıraat gibi temel hususlar hepsinde ortaktır. Şimdi örneklere bakalım.
Mesela niyetle kıbleye yönelmek: “Bakara/144: [Ey Peygamber!] Biz senin [belki bir vahiy gelir ümidiyle] yüzünü sık sık göğe çevirip durduğunu görüyoruz. [Artık gönlün rahat olsun]; işte şimdi seni memnun edecek kıbleye yöneltiyoruz. Bundan böyle [namaz kılarken] yüzünü Mescid-i Harâm’a [Kâbe’ye] çevir.”
Burada kıbleye dönmek açıktır, ancak niyet bu ayetin neresinde?
Bakara/150: “Evet, nereye gidersen git; yüzünü/yönünü Mescid-i Haram tarafına çevir. [Ey Müminler!] Siz de her nerede olursanız olun, yüzünüzü/yönünüzü Mescid-i Haram tarafına çevirin. Böylece şu halkın içinde -hakikati çarpıtmaya şartlanmış olanların sırf inattan dolayı ileri geri konuşmaları hariç- kimsenin kıble hususunda size karşı kullanacakları bir delili kalmasın.”
Burada da kıbleye dönmek var, ancak niyet yoktur! Niyet için başka nassa gerek vardır. O nerde?!
Tekbir getirmek: İsra/111: “[Ey Peygamber!] “Bütün övgüler, hiçbir çocuk edinmeyen ve hükümranlığında hiçbir ortağı bulunmayan, acze düşmediği için herhangi bir yardımcıya da muhtaç olmayan Allah’a mahsustur” de ve [bütün bu kemal sıfatlarıyla muttasıf olan] Rabbinin en yüce olduğunu ilan et. (kebbirhu tekbira)”
Yani tekbir getirerek Allah’ı yücelt! Peki bunun namaza başlarken tekbir getirmekle ilgili olduğunu nereden çıkarıyoruz? En genel anlamıyla tekbir Allah’ın büyüklüğünü temaşa ettiğimiz her bir olay için getirilir, diyebiliriz. Namazda tekbir sünnetle sabittir. Şunu söylemek de mümkündür: Allah genel olarak tekbiri buyurmuş; Resulullah da onu hem namaza hem de başka ibadetlere uygulamıştır. İşte bu da sünnetin uygulayarak beyan fonksiyonunu ortaya koyar.
Kade-i ahire: Al-i İmran/191: “Nitekim onlar kâh ayakta iken, kâh oturur vaziyette iken, kâh yatar hâlde iken (kıyamen ve kuûden ve ala cunubihim) Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve “Rabbimiz!” derler, “Sen bu kâinatı boş yere yaratmadın. Sen yüceler yücesisin. Bizi cehennem ateşinden muhafaza buyur!”
Bu ayet en genel anlamıyla herhalde Allah’ı zikretmeyi ve kainatı tefekkür etmeyi vurgulamaktadır. Bu ayetin doğrudan namazla ilgisi yoktur. Şayet namazla ilgisi olsaydı, yan üzere yatmak da namazın farz veya rukunlarından biri olurdu. Bütün bunlar maalesef Hz. Peygamberim sünnetinin fonksiyonunu ortadan kaldırmak için yapılan zorlama yorumlardır. Buna neden başvurulduğunu anlamak mümkün değildir! Hep söylüyoruz; sünnet olmaz ise Kur’an’a kırk takla atlatılarak oradan hükümler çıkarılır ve Kur’an haşa maskaraya çevrilir. Buna gerek var mıdır?
Şimdi diğer bir konu hakkındaki iddiaları görelim. Rekat sayılan hangi ayetle düzenlenmiştir?
‘Rekatı, ‘rüku’ demektir. Namazda ‘rüku’ yapmayı emreden Kur’an, bunun kaç kez tekrarlanacağını yani namazların rekat sayılarını da elbette ki belirlemiştir. Kur’an’ın rekat sayılarını bildiren ayeti/formülü şudur; “Namazı ikame edin (dosdoğru kılın) ve zekatı verin ve rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” (Bakara 43)
‘Namazlarınızı rüku edenlere tabi olarak kılın’ anlamına gelen bu ayet tüm namazların rekat sayılarını belirleyen ve öğreten Kur’ani bir buyruk/formüldür. Hatta bu buyruk, sadece rekat sayılarını değil tüm namaz ahkamının tatbikatını öğreten bir formüldür. Allah Teala, namazların kaç rekat olduğunu ve nasıl kılınacağını müminlere böyle bildirmiştir. Kur’an’ın bu amaçla kaynak gösterdiği adres (verdiği link) ümmetin fiili tatbikatıdır. Hedef adres bir metin veya söz değil her gün beş vakit namaz kılan cemaatin canlı uygulamasıdır. Kur’an bize şunu telkin etmiş olur: ‘Ey Müminler! Namazların rekat sayılarını mı öğrenmek istiyorsunuz? Camilerdeki cemaate uyarak (rüku edenlerle birlikte rüku ederek) namaz kılın. Böylece otomatik olarak rekat sayılarını öğrenin. Hatta tüm namaz ahkamının tatbikatını, namazların kılınma biçimini de…’
Namazların kılınma biçimi asırlar öncesinden günümüze Kur’an’ın bu formülü (ümmetin bu mütevatir tatbikatı) sayesinde intikal etmiştir. Resulullah kaç rekat ve nasıl namaz kıldı ise bu mütevatir intikal sayesinde biz müminler de öyle kılarız. Camilerde cemaatle kılınan farz namazlar, hem namazların rekat sayılarını bildiren ve hem de namazların kılınma biçimini bize öğreten mütevatir tatbikattır (sünnet). Bizler, resimli namaz hocası kitaplarına ve/veya hadislere dayanarak değil Kur’an’ın bu ayetine dayanarak yani ‘rüku edenlerle birlikte rüku ederek’ namazlarımızı eda ederiz. Böylece namazların rekat sayıları dahil kılınma biçimini fiili tatbikatla öğrenmiş oluruz.
Bu durumu şu örnekle izah etmeye çalışalım: Hiçbir İslami bilgisi olmayan bir gayrimüslim bugün Müslüman olsa ve nasıl namaz kılacağını sorsa ona şöyle deriz: “Bir grup mümin beş vakit namazı daima camide topluca kılar, sen de git topluca namaz kılan bu müminleri taklit ederek abdest al ve onlarla birlikte namaza dur, onlar ne yapıyorsa sen de aynısını yaparak onları taklit et (rüku edenlerle birlikte rüku et). Böylece namazı kılmış olursun. Cemaatle kılınan bu namazlarda hiç kıraat yapmasan bile olur. Çünkü kıraati zaten tüm cemaat adına imam yapar. Zamanla bazı ayetleri ezberlersen bilahare sen de tek başına namaz kılabilirsin.” Bizim bu önerimizi tatbik eden bir insanın namazı ile namazlarımız arasında rekat sayıları bakımından her hangi bir fark olabilir mi?
Görüyorsunuz, bir gayr-i müslim camiye gittiğinde namazın nasıl kılındığını öğrenmiş olacak. Çünkü rukuya gidenlerle birlikte rukuya gidiniz, ayeti var. Yani bu gayr-i müslim camiye gitmezse namazı öğrenemeyecek mi? “Ben evimde kılmak istiyorum, nasıl namaz kılacağım?” dediğinde biz ona caminin yolunu mu göstereceğiz? Hz. Peygamber zamanında her mü’min camiye geldi de namaz kılmayı öyle mi öğrendi? Peki Hz. Peygamber hangi camide namazı öğrendi? Öyle ya! Önce kendisinin bu namazı öğrenmesi lazım ki, başkalarına da öğretebilsin! O zaman nerde öğrendi namazı?
Bu ayetin geçtiği Bakara Suresi, medeni bir suredir. Acaba Mekke’de “rukuya gidenlerle birlikte rukuya gidiniz” ayeti nazil olmuş muydu? Mekke’de namaz kılındığına göre nasıl kılmıyordu? Bilindiği kadarıyla Mekke’de cami yoktu, bireysel namaz vardı. Bu durumda sahabe namaz kılmayı nasıl öğrendi?
Bunun yaranda şayet ruku edenlerle ruku ederek namazı mütevatir olarak öğreneceksek, namazla ilgili pek çok mesele daha var. İmamlık, cemaat, namaz tamamlama, saf düzeni, ezan vb. Bunları da ruku edenlerle birlikte öğreniyoruz. Bunları kabul edeceksek, sünnetle gelen uygulamayı kabul etmiş olacağız. O halde bu durum mütevatir sünneti kabul ediyoruz anlamına mı geliyor? Mütevatir sünnete evet, haber-i vahide hayır yani. Ancak şu iddiayı dile getirenler, mütevatir dahi olsa hiçbir şeyin sünnetle tayin edilmediğini söylüyorlar. Onlara göre -yukarıda denildiği gibi- namaz ahkamının hepsi Kur’an’da vardır. Bir tarafta mütevatir uygulamadan namazı öğrenmek; diğer tarafta her şeyin Kur’an’da olması. O zaman karar vermeliler; her şey Kur’an’da var mı? Yoksa Kur’an’ın bazı emirlerinin nasıl yerine getirileceğini sünnetten de öğreniyor muyuz?
Eğer sünnetten de bir şeyler öğreniyorsak peki biz “Resulullah’a itaat edin” ayetine bakarak Kur’an’da olmayan ahkamı öğrenmek istediğimizde neden hop oturulup hop kalkılıyor? Siz “rukuya gidenlerle rukuya gidin” ayetine bakarak, uygulamaya başvuruyorsunuz ve ahkamı öğreniyorsunuz. Biz “Resule itaat edin” ayetine bakarak ahkamı öğrendiğimizde size ne oluyor Allah aşkına?! Burada şu örneği versek; ezan mesela; ezanı dinin bir hükmü kabul edebilecek mıyız.?
Kur’an’da yok! Sünnetle sabit ve mütevatir olarak gelmiş! Ezanı kabul edersek, dine ilavede bulunmuş olmayacak mıyız? Ezanı reddedersek, mütevatir bir uygulamayı inkar etmiş olmayacak mıyız?
Bazen ne diyeceğimi bilemiyorum! Ben kalkmış neye cevap veriyorum! Namazı nerden öğreniyoruz? Bunu ispat etmeye çalışıyoruz. Enerjimizi bu tip şeylere mi harcayacaktık? Ümmetin ihtilafsız hallettiği şeylerle ümmeti yeniden meşgul etmenin bizi rıza-ı ilahiye yaklaştıracağını mı zannediyoruz? Yazıklar olsun bize! Namazı bile kendi ideolojilerimize kurban etmişiz! Neden? O kadar sırıtıyor ki, nedeni? Çünkü namaz sünnet savunucularının elinden alınması gerekir. Sünnetin beyanı olarak namaz orada durduğu müddetçe hadissiz sünnetsiz yapamayacağımız açıktır. O halde ne yapıp yapıp namazı da Kur’an’a bağlayıp Peygamberle sünnetle bağını koparmamız gerekir. Anlayış bu işte! Ancak olmuyor! Bir taraftan namazın bütün ahkamıyla Kur’an’da olduğunu söyleyeceksiniz; olmayınca “ruku edenlerle ruku ediniz” diyerek mütevatir sünneti adres göstereceksiniz.
Böylece rekatların Kur’an ile farz kılındığını söylemiş olacaksınız ve böylece ümmetin bütün sorunlarını çözmüş olacaksınız. Yazık! Aklıma gelmişken şunu söylesem; namaz için camiye gitmek şart bunlara göre; yani farz. Eğer “ruku edenlerle birlikte ruku etmemiz” emredilmişse cemaatle namaz farz olmaktadır. Peki bu iddiayı dillendirenler, namazlarım cemaatle mi kılıyorlar? Nitekim İbn Hazm de aynı şekilde düşünmüş ve tek başına namazın geçerli olmadığını söylemiştir.
Şimdi bunlar cemaatle kılmadıkları namazları nasıl değerlendiriyorlar? Şayet şöyle diyorlarsa; biz camide namazı öğrendik, artık sonradan ferdî olarak evde de kılabiliriz. İyi de bunu nerden çıkarıyorlar? Ayet ve emir açık. “Ruku edenlerle ruku edin.” Öğrendikten sonra evlerinizde kılabilirsiniz, şeklinde bir mana burada yok! Bu manayı verirsek, Kur’an’ı hevamıza uyduruyoruz, anlamına gelmez mi? Sırf hadisleri reddetmek için kendinizi büyük bir külfetin altına sokuyorsunuz. Sokuyorsunuz sokmasına da sonra da buna riayet ediyor musunuz onu da bir Allah bilir!
Şu hususu burada ifade etmeliyim: Evet, namaz kadim bir ibadettir. Bütün peygamberlerde bu ibadet vardır. Kur’an, bunun temel rukunlarına değinmiştir. Ancak vakit, rekat ve diğer ayrıntıları Kur’an’da yoktur. Allah Resulu bu kadim ibadeti Yahudileri görerek yahut -olmadı ya!- onların sinagoglarına giderek öğrenmedi. Cebrail (a.s), Peygamberimize geldi ve geçmiş ümmetlerde de bulunan bu namazı bugün kıldığımız şekilde vakitlerini ve rekatlarını da tam olarak tayin ederek öğretti. Bir anlamda ehl-i kitapta da olan bu ibadetin aslını-esasını göstermiş oldu. Çünkü ehl-i kitabın bu ibadeti de tahrif etme ihtimalleri yüksekti. Dolayısıyla bunu yahudilere bağlamanın ne manası var Allah aşkına!
Şimdi gelelim bu iddianın daha ileri boyutuna. İslamoğlu’nun kısmen değindiği boyuta. Yahudilerden namazın alınması boyutuna. Herhalde bunlar ekip olarak çalışıyor. İddia şöyle:
Kur’an’da namaz kılınmasına yönelik bir emir genelde şu şekilde karşımıza çıkar: “… O namazı kılın ve o zekâtı verin.” (Müzzemmil, 20)
“es-Salah” kelimesinin başında gelen “el” takısı, mâ’rifelik (belirlilik) ekidir. Muhataplar tarafından zaten bilinmekte olan şeyler için kullanılır. Bu ayeti okuyan başta peygamber olmak üzere tüm müslüman tıpkı oruç örneğinde olduğu gibi “o namazı kılın” derken Allah’ın hangi namazdan bahsettiğini çok iyi anladılar. Ve böylece ehl-i kitab’ın kılmakta olduğu şekliyle namazı kılmaya başladılar. Kudüs’e (Beyt’ul Makdis’e) dönerek namazlarını kılmaları bunun delilidir. Çünkü o zamanlar ehli kitap Kudüs’e dönerek namaz kılardı. “O namazı kılın” emri, Kudüs’e doğru dönme emrini de içinde barındırdığı için zaten bilinen bu hususla ilgili bir ayet inmemiştir. Günümüzde Rabbinik Yahudilik’te namaz vakitleri ve rekât dağlımı şu şekildedir:
Brochos, Sabah 2 Rekat
Shacharit, Öğle 4 Rekat
Ashrei, ikindi 4 Rekat
Ma’ariv, Akşam 3 Rekat
Shema, Isha’a 1 Rekat
(Nisiyat Kapayim): Başlarken elleri kaldırmak
(‘amidah): Kıyam. Eller salınmış vaziyettedir.
(Breikhah): Rükû, her rekâtta bir defa yapılır.
(Qidah): Secde, her rekâtta iki defa yapılır. (Ben ABRAHAM- SON, a.g.e, s. 9-11 Resimler aynı kaynaktan alınmıştır.)
Ehl-i Kitab’ının kıldığı beş vakit namazın bugün bile, yatsı dışında, bizim kılmakta olduğumuz namaz ile birebir örtüştüğü açıktır. Yatsı namazındaki farklılığın sebebi ise ayrı bir araştırma konusu olmalıdır.
İddia böyle! Sırayla gidelim:
1-“Salat’taki el takısı, namazın bilindiğini gösterir. Onun için Müslümanların kıldığı namaz ehl-i kitabın kıldığı namazdır. Müslümanlar o dönemde ehl-i kitab’ın kılmakta olduğu şekliyle namazı kılmaya başlamışlar!” Bu iddianın temeli Ben Abrahamson’un kitabına dayanmaktadır. Bu kitap olmasa böyle bir iddiayı temellendirmek de mümkün olmayacaktı! Ona aşağıda değineceğiz.
Bir kere salattaki el takısı, evet, namazın bilindiğini gösterir, ancak bu namaz o dönemdeki ehl-i kitabın namazı değildir. Bu namaz, Kur’an’da peygamberleri döneminde her ümmet için var olduğu malum olan namazdır. Ehl-i kitapta kırıntılar kalmış olabilir. Ayrıca eski ümmetlerde olsa bile namazda birkaç değişikliğin yapılmasına mani hiçbir şey yoktur.
Diğer taraftan Hz. Peygamber, ehl-i kitaptan bu namazı nasıl öğrenmiştir? Mekke’de ehl-i kitap yoktu. Ayrıca yukarıdaki iddiada Müslümanların ruku edenlerle ruku ederek namazı öğrenecekleri geçmekteydi. Burada ise ehl-i kitaptan öğrenerek.(1) Peki Müslümanlar sinagoga, havralara giderek mi namazı öğrendiler? Ya da Müslümanlar değil de Hz. Peygamber, “durun, ben bir gideyim, öğreneyim, size anlatırım” mı demiştir? Hz. Peygamber’in böyle bir yolculuğa çıktığı veya bir yahudiyle karşılaşıp ondan namazı öğrendiği bilinmemektedir.
Yine bırakın ehl-i kitabı, müşriklerin bile salatadan bahsediliyor. Bu salata Hz. İbrahim’den kalma olduğu söylenebilir. Niye Yahudilere gidiyoruz ki?! Yoksa müşriklerin namazında bir problem mi var? Ya da onlar putperest de onun için onların namazına gerek mi yok?! Gerçekten hazır yanıbaşında bu salat varken Hz. Peygamber niçin bu namazı taklid etmek istememiş? Varsa yanlışları düzeltebilirdi. Nitekim, cahiliyeden reddedilenler olduğu gibi tashih edilenler veya aynen baki kılınanlar da vardı. İş çetrefelleşti. Soru şu: Bu kadar saçma sapan bir çetrefelliğe gerek var mı? Namazı Cebrail’den mi öğrenmek daha kolay yoksa ehl-i kitaptan mı? Cebrail’in öğrettiği namazda muhakkak geçmiş ümmetlerde olan temel rukunlar vardır. Ancak bu temel rukunların bile mevcut ehl-i kitapta tahrife uğramadığı ne malum?!
2-O dönemin ehl-i kitabının salat adıyla geçen namazı kıldıklarını nerden biliyoruz? O namaz -şayet namaz ise- tahrife uğramış olamaz mı? Ehl-i kitap çoğu şeyini bozdu, değiştirdi de namazı mı muhafaza etti? Ya da şöyle diyelim: Doğrusuyla yanlışıyla bazı şeyleri muhafaza ettiler. Hz. Peygamber, onların yaptıkları hareketin doğru ve yanlış olduğunu nerden bilecektir? Hani “Kitap nedir, iman nedir?” bilmiyordu. O halde ancak ve ancak Allah ona söyleyecek de öyle bilecektir. Fakat Allah’ın Kur’an’da salata mevcut, yaşayan ehl-i kitaptan öğrenilebileceğine dair en ufak bir işareti yoktur. Şayet ehl-i kitaptan öğrendiğini söyleyeceksek bile o zaman Kur’an dışı bir vahiyle Hz. Peygamber’in yönlendirildiğini kabul etmek durumundayız. Aynen kıble olarak Kudus’e dönmekte olduğu gibi. Ama bir taraftan asla Kur’an dışı vahiy olduğunu kabul etmeyeceksiniz, diğer taraftan ise Kur’an’ın emriyle Hz Peygamber’in salatı ehl-i kitaptan öğrendiğini iddia edeceksiniz, Kur’an’da böyle bir emir veya yönlendirme olmadığı halde! Olacak şey değil!
3-Şimdi gelelim esas meseleye. Bir yazar ve bir kitap. Tüm inançlar bu kitaba bağlanmış! Bu kitap neyin nesi? Hiç önemli değil! Kitabın amacı ne? Hiç önemli değil! Yazdıkları doğru mu? Hiç önemli değil! Bu kitap tek bir kitap ve bunu destekleyen tarihsel ve dinî bir kaynak var mı? Hiç önemli değil! Bu kitap bizim haber-i vahide benziyor, hatta daha beter! Çünkü haber-i vahidlerin senedi var, bu kitabın ise senedi yok, ancak 3000 yıl öncesi bir ibadetten bahsediyor! Hiç önemli değil! En azından Tevrat’ta, yoksa Talmud’da böyle bir salata işaret olsa! Yok, ama hiç önemli değil! Bu kitapta bile yatsı namazının rekatı tutmamış. O zaman biraz şüphe etmek gerekmez mi? Hayır, hayır, hiç önemli değil! Ama hadislerde birazcık şüphe olsa elimizin tersiyle itiyorduk! Ama Kur’an zanna uymayı yasaklıyor diyerek, hadisleri reddediyorduk?
Abrahamson’un kitabında da bir şüphe beliriverdi. Neden buna zan diyerek onu reddetmiyoruz?
Evet, bu kitap değerli meslektaşım Yrd. Doç Dr. Süleyman Tu- ran’ın bana verdiği bilgiye göre İslam’ın yahudilikten devşirildiğini ispatlamak amacıyla yazılmış! Hakikaten yatsı namazı hariç bütün şekilleri, hal ve hareketleri tam olarak uydurulmuş! Yatsı namazının rekatının farklı verilmesi herhalde çok sırıtacağından olmalıdır. Yani olay “bu kadar da olmaz!” dedirtecek cinsten!! Herhalde bu kadar farklılık göze batmaz ve insanlar ciddi anlamda İslam’ın Yahudilikten teşekkül ettiğini kabul ederler diye düşünülmüştür.
Mesele şudur: “Tevrat’ta yer alan bilgilere göre, dönemin çevre kültürlerinde olduğu gibi, eski İsrail toplumunda da ibadetin temelini kurban kültü oluşturmuş; bilhassa İbrani ataları döneminde ibadet, ferdi tarzda Tanrı’ya sunulan adak, takdime ve dua şeklinde yerine getirilmiştir. Geleneksel Yahudiliğe göre II. Mabed’in Romalılar tarafından yıkılmasıyla birlikte (MS 70) Mesih’in ortaya çıkıp Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa edeceği ve tüm Tevrat hükümlerini yeniden hayata geçireceği güne kadar, kurban ibadeti askıya alınmış durumdadır. Eski İsrail dininde Mabet, kurban ve kohenlik uygulaması merkezi konuma sahipken, II. Mabedin yıkılmasıyla birlikte Yahudi dini hayatı, sinagog, Tevrat ve rabbiler etrafında gelişme göstermiştir. Mabette kohenler aracılığıyla yerine getirilen kurban ibadetinin yerini, sinagoglarda rabbiler eşliğinde icra edilen Tevrat çalışması ve dua (tefila) almıştır.
Günümüzde de uygulandığı şekliyle sabah, ikindi ve akşam olmak üzere günde üç vakitten oluşan düzenli ibadet, tercihen sinagogda bir kısmı ferdi bir kısmı en azından on kişiden oluşan cemaat (minyan) eşliğinde İbranice okunan dualar halinde icra edilmektedir. Yahudi ibadetinin büyük bir kısmı oturarak ve ayakta yerine getirilmekle birlikte, duanın belli yerlerinde rukuya benzer bir şekilde ayakta ya da oturarak eğilmek suretiyle (buna günümüzde görüldüğü gibi kıyamda biraz sallanarak yapılan hareket diyebiliriz) bir nevi yarı secde yapılmaktadır. Tam secde düzenli ibadette yer almayıp bilhassa Mabet döneminde Kefaret gününde (yom kippur) uygulanmıştır. Günümüzde ise Aşke- naz Ortodokslar tarafından Yeni yıl ve Kefaret günü ibadetlerinde; Karailer tarafından ise düzenli ibadetin bir parçası olarak uygulanmaktadır.” (Bk. Salime Leyla Gürkan, Yahudilik, İstanbul: İsam Yayınları, 2015, ss. 192-203.)
Salat denilen ibadet bu bahsedilen duadır ve mevcut, yaşayan Yahudilikte namazın olmadığı anlaşılmaktadır. Belki de namazı da tahrif etmiş, onu bu duaya çevirmişlerdir, Allah bilir! İşte Ben Abra- hamson, İslam’ın Yahudilikten hareketle oluşturulan bir din olduğu iddiasını kanıtlamak üzere yukarıda zikredilen hususları çarpıtarak, yani “namaz bu dua rituelinden alınmıştır” diyerek bir benzetme yoluna gitmektedir. Şimdi bize ne oluyor Allah aşkına?! Hadîse nefret duymak için Peygamber size ne yaptı, bu ümmetin alimleri size ne yaptı Allah aşkına?!
Prof.Dr.Yavuz Köktaş-Modern Zamanlarda Hadisi Savunmak,syf:316-326
Dipnot:
(1)- Ehl-i kitap deniliyor, ancak maksat Yahudilerdir. Abrahamson da Yahudilikte bunun olduğunu söylüyor. Mesela neden Hıristiyanlar da böyle bir ibadet yok! Hıristiyanlar Peygamberimizin dönemine daha yakın! Hatta Musa’ya da iman etmiş bir topluluk! Kur’an her peygamberde namaz olduğunu söylediğine göre Hz. Isa da namazı öğretmiş olmalıdır. Ama neden Hıristiyanlar da bu ibadet yok! Muhtemelen namazı ihmal ettiler, unuttular ya da tahrif ettiler. Yahudilerden bu namaz aynıyla (!) geliyor, ama Hıristiyanlar da bırakın aynı olmayı aslı bile yok!
“BEYİN” ŞEKLİ İTİBARIYLA ALLÂH’A SECDE EDİYOR.
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلالُهُم بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
“Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez, gölgeleri de sabah ve akşam, Allah'a secde eder.” 13 / RA'D - 15
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder