6 Temmuz 2018 Cuma

“Tü tü tü maşallah” " Opiorfin "











Romalı yazar Pliny şöyle diyor:
“Bebeğe bakan bir bakıcı, bebeği bilhassa uyurken bir yabancının nazarından korumak için bebeğin yüzüne üç kez tükürmek gerek.”
“Tü tü tü maşallah” Aslında bir bakıma kodlanmış bir maddeyi ( DNA tükürük) kişinin enerji alanına gönderiyorlar.


Yapılan araştırmada, insan ve fare tükürüğünde doğal olarak bulunan, morfin kadar etkili ağrı kesici özelliğe sahip " Opiorfin " adlı molekülün depresyona karşı da etkili olabileceği ortaya kondu. Tükürükteki Opiorfin maddesi ki bu dogal morfindir. Tü tü tü maşallah” bence şeytandan sığınma sözü .. Çünkü kötü rüya kabus görürseniz sol omuzunuza 3 defa Tü tü tü tükürür gibi yaparsanız ruhunuza etkisi azalır gider .

Fareler üzerinde yapılan deneyde, 1 miligram opiorfinin uyuşturucu etkisinin, kilogram başına 3 ila 6 milligramlık morfine eşit olduğu belirlenmişti.

Tükürükte morfinden yaklaşık 6 kat daha güçlü bir maddenin varlığını ortaya koymuş bulunuyor. Farelerin ön ayaklarına ağrı verici bir kimyasalın enjekte edildiği çalışmada, opiorfin adı verilen bu maddenin 1 gramının, 3 gram morfine eşdeğer etki yaptığı görülmüştür.

Hızlarını alamayan araştırmacıların, fareleri bu sefer de iğneyle kaplı bir yüzey üzerinde durmaya zorladığı ikinci aşamadaysa, farelerin ağrıya dayanabilmek için almaları gereken opiorfin düzeyinin morfinden 6 kat fazla olduğu ortaya çıkmıştır.

Veriler, bilinen güçlü ağrıkesicilerin yan etkilerini taşımayacak yeni bir ilacın ortaya çıkışı konusunda güçlü bir umut ışığı yakmaktadır. Ancak araştırmacılar, opiorfinin, ağrıyı dindirici etkisinin doğrudan olmadığını da vurguluyorlar.Opiorfin, bir taraftan vücudun ağrıya karşı normalde işlettiği mekanizmanın süresini uzatırken; diğer yandan enkefalin adı verilen doğal ağrıkesicilerin belli bir süre sonunda ortaya çıkan yıkımlarını durdurmaktadır.

Bilim ve Teknik, Aralık, 2006.(Nature, 13 Kasım 2006)





Osman İbnu Ebî'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü dedim, şeytan benimle namazımın ve kıraatimin arasına girip kıraatimi iltibas etmeme sebep oluyor, (ne yapayım?)"
Aleyhissalâtu vesselâm bana şu cevabı verdi:
"Bu Hınzeb denen bir şeytandır. Bunun geldiğini hissettin mi ondan Allah'a sığın. Sol tarafına üç kere tükür!  "opiorfin" "
(Osman İbnu Ebî'l-As) der ki: "Ben bunu yaptım, Allah Teâla Hazretleri onu benden giderdi."(Müslim, Selâm: 68) 
Hınzeb kelimesi hanzeb, hunzeb şekillerinde de okunmuştur. Şeytanın namazdaki vesvesesi, kaç rek'at kıldığı, neleri okuyup okumadığı hususunda sebep olduğu yanılmalar, tereddütlerdir.
Araya girmekten murad da namazın huşu ve huzuruna, lezzetine mâni olmaktır. Bu durumlar kalbin huzurunu, huşûunu bozar. Şu hâlde, bu çeşit vesveselerde çare olarak Allah'a sığınılacaktır.(İbrahim CANAN, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: IX/415).
Namaz esnasında rekat ve kıraatte akla gelen tereddütler yanında, değişik vesveseler de insanın aklına gelebilir. Bütün bunlar için de Allah'a sığınmak gerekir.

"Kim kötü rüya görürse sol tarafına üç defa tükürsün." 

Kötü rüyaların şeytandan olması ile kötü rüya görenin uyandığında Allah'a sığınıp soluna üç defa tükürmesinde bir çelişki yoktur. Şeytan insana soldan yaklaşıp, gerek uyanıkken gerekse rüyada kötü vesveseler verdiği için, Peygamberimiz (asm) bu şekilde bir tavsiyede bulunmuştur.

“Sizden biriniz hoşuna giden bir rüya görünce, o Allah Teâlâ’dandır. Bu sebeple Allah’a hamdetsin ve o rüyasını anlatsın.”
Başka bir rivayet şöyledir:
“O rüyayı sadece sevdiğine söylesin. Hoşlanmadığı bir rüya görürse o şeytandandır. Onun şerrinden Allah’a sığınsın ve onu hiç kimseye söylemesin. O zaman o rüya kendisine zarar vermez.” (Buhârî, Ta’bîr 3, 46; Müslim, Rü’yâ 3)
“Sâlih rüya -bir rivayete göre güzel rüya- Allah’tandır. Fena rüya da şeytandandır. Kim hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, sol tarafına üç defa üflesin ve şeytandan Allah’a sığınsın. O takdirde o rüya kendisine zarar vermez.” (Buhârî, Ta’bîr 4; Müslim, Rü’yâ 1)
“Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüya görünce, sol tarafına üç defa tükürsün; şeytanın şerrinden de üç defa Allah’a sığınsın; yattığı tarafından da öbür yanına dönsün.” (Müslim, Rü’yâ 5)
İnsana bir iyilik ve güzellik isabet edince, onu Allah’tan bilmesi, bunun kendisine Allah’ın bir lutfu ve ihsanı olduğuna inanması gerekir. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler Cenâb-ı Hakk'tandır. Allah Teâlâ bunlara çeşitli kimseleri veya şeyleri vesile kılar. Bu iyilik, güzel bir rüya şeklinde de tecelli edebilir.
Mü’min bir kimseye yakışan, Allah’ın kendisine ihsan ettiği her iyilik ve nimet karşılığında O’na hamd ve şükretmesidir. Çünkü hamd ve şükür, nimetin devamına sebep olur. Bir kimse, kendisine ihsan olunan nimetleri sevdiklerine ve Allah katında sevimli olan sâlih kimselere söylerse, bu da nimetin kadrini bilmek, hamdin ve şükrün artmasına vesile olmak sayılır.
Görülen rüya iyi olsun, kötü olsun, onu sevmediği ve Allah katında sevimli olmayanlara anlatmamak gerekir. Çünkü böyle kimseler, görülen rüyayı kötüye yorabilirler; bu sebeple hem rüyayı gören üzülür hem de o rüya yorumlanan kötü sıfatla ortaya çıkabilir.
Rüya ve hulm, her ikisi de dilimizde düş anlamına gelir. Fakat görülen güzel düşlere rüya, kötü, çirkin ve korkunç olanlarına da hulm denilmesi âdet olagelmiştir. Bu sebeple rüya Allah’a izâfe edilirken, hulm şeytana nisbet edilmiştir. Hoşlanılmayan kötü ve korkunç rüya şeytandandır denilir. Bunun sebebi, şeytanın kötülük timsali olmasındandır. Böylece bu kötü düşler, kötü işlerde olduğu gibi mecazen şeytana nisbet edilmiş olurlar. Gerçekten şeytan insanı doğru yoldan saptırmak için bütün gayretini sarfeder; çünkü onun görevi budur.
Görülen kötü ve çirkin rüyaları hiç kimseye anlatmamak gerekir. Böyle kötü rüya gören kimsenin uykusundan uyanıp sol tarafına üç defa “puh, puh” diye üfürmesi tavsiye edilmektedir. Bunun sebebi, kötü rüyada hazır bulunan şeytanı kovmak, onu hakir ve aşağı görmek gerektiğindendir. Mutlaka tükürülmesi gerektiğinde sol tarafa tükürmek de insanın bu cihetinin sevilmeyen, hoş olmayan şeyleri temsil etmesi sebebiyledir. Sağ ise bunun aksinedir.
Kötü rüya gören kimsenin yapması gereken işlerden bir diğeri de şeytanın şerrinden Allah’a sığınmaktır. Esasen biz her işimize başlarken şeytanın şerrinden Allah’a sığınır ve yine her işe Allah’ın adı ile başlarız. Bu, bir müslümanın her an Allah’tan gâfil olmayışının, Allah’ı anmasının, hatırlamasının ve işini O’nun rızasına uygun bir tarzda yapmaya niyet etmesinin belirtisidir. Kötü ve çirkin bir rüya gören kimse uykusundan uyanınca istiâzede bulunur yani “Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.” der. İstiâzenin en kısası budur. Fakat kötü rüya gören kimsenin nasıl istiâze yapması gerektiği, Efendimiz (asm)’den gelen sahih bir rivayette şöyle bildirilmiştir:
“Sizden biriniz rüyasında hoşlanmadığı bir şey gördüğünde, uyanınca şöyle desin: Şu rüyamın şerrinden ve o rüyada gördüğüm dinim ve dünyamla ilgili hoşlanmadığım şeylerin bana isabet etmesinden, Allah’ın meleklerinin ve resullerinin sığındığı şekilde ben de Allah’a sığınırım.”
Bu konuda başka me’sûr dualar da vardır (Meselâ bk. İbni Hacer el-Heysemî, Mecmaü’z-zevâid, VII, 174-175; Müttekî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, 41435-41436).
Kötü rüya gören kimsenin, uykusundan uyanıp üç defa sol tarafına üflemesi ile tükürmesi aynı anlamı ifade eder. Bu gerçekten ağzından tükürük çıkarması değil “tü, tü” şeklinde ses çıkarmasından ibarettir. Ayrıca kötü rüyayı görenin yattığı tarafından öbür tarafına dönmesi de şeklini değiştirmek suretiyle rüyasının da iyiye tebdil olması ümidiyledir. Bazı hadis şârihleri bu yön değiştirmeyi Allah’ın kazâsından kaderine bir kaçış olarak nitelendirirler.
Kötü rüya görüp bu tavsiyeleri yerine getiren kimseye, o kötü rüyanın bir zararı olmaz. Cenâb-ı Hak, kendisine sığınmasını, soluna dönüp üç defa üflemesini, müminin arzu etmediği şeylerden kurtulmasına vesile kılar. Bu, tıpkı sadaka vermenin malın korunmasına ve belâların def’ine vesile olmasına benzer.

Peygamber Efendimiz Uyumadan Önce Avucuna tükürmesi üflemesi 

 - Yatağa girdikten sonra, uyumadan önce “üç kere Ihlas, Nas, Felak  okumak ve her okuyuştan sonra avuçlarına tükürür gibi üfürüp ellerinin ulaştığı yerlerine sürmek, otuz üç defa subhanallah, elhamdulillah, allahu ekber demek” sünnettir. 

Nitekim bir hadiste şu bilgiler verilmiştir:

Hz. Peygamber (a.s.m) her yatağa girişinde İhlas-Felak-Nas surelerini üçer defa okur ve her defasında avucuna üfürerek bedenine sürerdi. Ayrıca hasta olduğunda da Felak-Nas surelerini okuyup üzerine üflerdi.
(Buharî, Fedailu’l-Kur’an,14).


Yatağa girerken okunması istenen “otuz üç defa subhanallah, elhamdulillah, Allahu ekber” ile ilgili hadis için bk. Buharî, Daavat, 11.


- İhlas, Felak ve Nas hadisinde Hz. Aişe (r.anha): Peygamberimizin “her gece yatağına girdiğinde..” ifadesini kullanmıştır. İkinci hadiste ise, gece tabiri kullanılmadan yalnız “yatağınıza girdiğinizde” ifadesi kullanılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, normalde yatağa girme adeti gece olduğundan, bu hususa dikkat çekilmiş olsa bile, genel olarak uyumak için yatağa her girdiğinde bunu okuyabilir. Kaldı ki, hadiste sadece gece kastedilse bile, bu ifade, bunun gündüz okunamayacağı anlamına gelmez.

Konuşması geciken çocuk için: " Konuşamayan çocuğun ağzına kapı anahtan konur ve bükülür. ~ ( 1) "Çocuğun başlığına anahtar dikilir.~ (1) " Kanaryanın içtiği sudan çocuğa içirilir. " ( 1) Çocuğun geleceği için: " Çocuk büyüyünce babasının sanatını alsın diye göbeği babasının iş yerine atılır.~ (1-2) " Yeni doğan çocuğun ağzına ilkin dayısı tükürür. " (2) "Huyu kötü olan kimsenin çocuğun ağzına tükürük bu - laştırmasına izin vermezler. " (2) 
.
Makasa - Bıçağa tükürmek ya da tüü .. demek
Birisinin elinden makas, bıçak gibi metal eşyaların alınması sırasında ona tü demek, Anadolu'da hayli yaygın ve batıl inançlar çerçevesinde tanımlanan inançların başında gelir.
Pozitif ya da negatif yüklü ruhsal enerjiler her türlü maddeye sinerler ve orada belli bir süre varlıklarını devam ettirirler.
Bu maddenin ruhsal enerjileri depolayabilme özelliğinden kaynaklanan bir durumdur. Çünkü ruhsal enerji verici (etken) maddesel enerji ise alıcı (edilgen) durumundadır.
Metaller ise bu konuda çok daha yeteneklidir. Metallere istediğiniz tür enerjileri çok daha kolay depolayabilirsiniz. Ancak tahtadan eşyalarla bunu yapamazsınız. İşte yine bu teknikten
yararlanan bazı kötü niyetli majisyerler; yine eski devirlerde günlük yaşamda sıklıkla kullanılan makas, bıçak gibi metal eşyalara yükledikleri negatif yüklü enerjileri istedikleri kişiye aktarmada bunları birer vasıta olarak kullanmışlardır. Özellikle elden ele makas ya da bıçağın verilişi sırasında önceden o metal eşyaya depolanmış olan negatif enerjiler, karşıdaki kişide tam bir şok yaratarak, ciddi fiziksel rahatsızlıklara neden olabilmekteydi.
Gelelim bu tür metal eşyalara tüü .. denmesine ya da tükürülmesine
...
Bu da, kökeni çok eskilere dayanan önemli bir inisiyatik bilginin halk arasında uygulanmasından kaynaklanmıştır.

Eski devirlerdeki inisiyatik çalışmalarda uygulanan ritüellerde hocanın talebesini öpmesinin ayrı bir önemi vardı. Hoca kendisinin sahip olduğu manyetik ve ruhsal enerjileri öğrencilerine çeşitli yollarla aktarmaktaydı ki, nefes yoluyla aktarma bu yöntemlerden biriydi. Bu metot, tesirin nefes yoluyla aktarılması prensibine dayanmaktaydı.
Manyetik ve ruhsal tesirlerin nefes yoluyla karşıdaki bir kişiye aktarılabilmesi daha sonra Anadolu' da özellikle dedelerimiz ve ninelerimiz tarafından, bilerek ya da bilmeden okuyup üfleme adetleri içinde dini bir kisveye bürünerek uygulanmıştır.
Okuyup üfleme adedinin de çıkışı bu inisiyatik bilgiye dayanır. İşte makasa ya da bıçağa tüü .. demek ya da tükürmekle de yine aynı metodun uygulandığını görüyoruz. Yani burada söz konusu olan, o metalde biriktirilmiş muhtemel negatif enerji yumağının, nefes yoluyla aktarılan pozitif enerjilerle nötrlenmesidir.
.



"Tanrı insanı yaratırken, Şeytan gelmiş ve insanın üzerine
tükürerek, her tarafını pislik içinde bırakmıştı. Tanrı da insa -
nın dışını içine, içini de dışına çevirmek zorunda kalmıştı. Bu
suretle insanın içinde kalan şeytanın pisliği, insanoğlunun ru -
hunu ve ahlakını olumsuz yönde değişikliğe uğratmıştı. insanın içi gerçi Tanrı yapısıydı ama dışı Şeytan tarafından kirletilmiş ve Şeytan' a benzer bir özelliğe bürünmüştü."
İnsanın ruhsal enerjisini kullanmasına engel olan "astral
tortu", ile yine karşı karşıya gelmiş oluyoruz. Şeytanın tükürüğü, astral tortunun oluşmasına neden olan negatif enerjilerin sembolüdür. Efsanede kullanılan "tersine çevirme" ve "tüy" sembolleri de bir başka gerçeğe dikkatleri çeker:
Burada, "Tüy"ün gerçeğin sembolü olduğu hatırlanırsa,
gerçekle irtibatını kaybeden günümüz insanının durumunun
son derece ince bir üslüpla anlatılmakta olduğu anlaşılacaktır.
Yani dünyada işler tersine çevrilmiş durumdadır. Ve ruhsal
enerjisini ve ruhsal güçlerini insanlar istedikleri gibi kullanamamaktadırlar. 







ANTİK TARİH MEDENİYETLERİNDE NEFES VE TÜKÜRÜĞÜN HAYATİ ÖNEMİ.


Antik tarih medeniyetlerinde nefes ve tükürüğün hayati önemi.
Tükürükle iyileştirme.

Osiris ve İsis’in de dahil olduğu diğer Mısır tanrıları da yaratıcı güce sahip gözyaşları dökmüştü. Kötü tanrıların  gözlerinden dökülen yaşlar zehirli bitkiler ve çeşitli vahşi hayvanlar ortaya çıkarmıştı.

TANRILARIN YARATTIĞI DEV ORİON- GÖZYAŞI DÖKSÜN DİYE TEŞVİK EDİLEN TANRILAR.
Yunanlı dev Orion tanrıların vücut sıvılarından doğmuştu. Tarımsal ayinlerle bağlantılı ağlama törenlerinin sihirli bir gücü olduğuna inanılırdı; tanrıyı yaratıcı gözyaşları dökmesi için teşvik ederlerdi.
SİHİRLİ SÖZCÜKLERLE İSTENEN YARDIM. ‘’TANRILARIN BÜYÜK BÜYÜCÜSÜ’’
Derinlerin tanrısı EA ayrıca yaşamın efendisiydi (Enti) nehrin kralı (Lugalida) ve yaradılış tanrısıydı (Nudimmud) yardımı sihirli sözcüklerle isteniyordu. ‘’Tanrıların büyük büyücüsü’’ olarak kendi kendine büyüler söylerdi. Tüm büyücülerin patronuydu. Bir büyü şöyledir.

TEDAVİ MAKSATLI BÜYÜ SÖZLERİ.

‘’ Ben EA’nın büyücü rahibiyim…
 İyileştirmek için… Hasta insanları
Büyük efendi EA gönderdi beni;
 Kendi saf büyüsünüekledi benimkine,
Kendi saf tükürüğünü ekledi benimkine.
(Çevirisi R.C Thompson tarafından yapılmıştır.)
Tükürükle iyileştirme.
 TÜKÜRÜĞÜN YARATICI VE İYİLEŞTİRİCİ ETKİSİ. UĞUR GETİRİR, ŞEYTANLARI KOVAR.
Tükürüğün de yaratıcı ve iyileştirici özellikleri vardı. Ayrıca şeytanları kovar ve yaralar, uğur getirirdi.
Tükürme törenleri Antik Mısır’ın dini edebiyatında da yer almıştır. Ra’nın gözü SET tarafından körleştirildiğinde Thot görme yeteneğini yeniden kazanması için gözün içine tükürdü.
Ra ile RA-Tum olarak bağlantılı olan Güneş tanrısı Tum da yere tükürerek tanrılar Shu ve Tefnut’u oluşturdu. Yer altı dünyasında şeytan yılan Apep’in lanetlenmesi için üzerine tükürüldü. Bu sahne rahiplerin biçimlendirdiği balmumundan yapılmış heykellerde de görülebilir.
Tükürükle iyileştirme.

İYİ BİR YOLCULUK İÇİN TAŞA TÜKÜRMEK ADETİ

Gezginler kitabında kaşif Park hamalların iyi bir yolculuk olsun diye düz bir taşa tükürdüklerinden bahsetmiştir.
ARAP VE HZ. MUHAMMED’İN SOYUNDAN GELENLER HASTALIĞA ŞİFA OLSUN DİYE TÜKÜRÜRLERDİ.
Arap kutsal kişiler ve Hz. Muhammed’in soyundan gelenler hastalıkları iyileştirmek için tükürürler. Hz. Muhammed torunu Hasan doğar doğmaz ağzının içine tükürmüştü.

ANTİK YUNANLILARDA LANETLEME, İYİLEŞTİRME İÇİN TÜKÜRME ADETİ.

Sofokles antik Yunanlıların iyileştrme, lanetleme ve çocuklara isim verildiğinde kutsama amaçlı tükürme adetleri olduğunu doğrulamıştır.
Tükürükle iyileştirme.

AVRUPA’DA DEVAM EDEN TÜKÜRME ADETİ

Tükürme adetinin cadıları uzak tuttuğuna inanılırdı. Ayrıca iyileştirmek için sıkça başvurulan bir yöntemdi.
İskoçya, İrlanda ve İngiltere’de hala devam eden bir yöntemdir. ‘’Ruhlarına tükürme’’ terimi İngiltere’de hala geçerlidir.
İlk grevlerini yapan İskoçlu madenciler, anlaşmalarını yaptıklarında bir taşın üstüne tükürdüler. Böylece anlaşma sağlanmış sayılıyordu.
İskoçya Kuzeyinde hala tükürme taşları vardır. Kırsal bölgelerde pazarlık yapılırken el sıkışmadan önce ellere tükürülür. Balıkçı kadınlar ve diğer satıcılar her gün kazandıkları ilk paraya daha fazla satış yapmak için tükürürler.
http://angelsdia.com/medeniyetler-nefes-tukurugun-onemi/

Hastaların ve Yaralıların Şifa Bulması Mucizeleri

Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin en önemlilerinden bir kısmı da hastaların ve yaralıların O’nun (asm) eliyle veya nefesiyle şifa bulmaları şeklinde vuku bulmuştur. Bu mucizeler hadis ve siyer kitaplarında çokça zikredilmiştir. Bizler de burada birkaç örneği sizlere nakletmeye çalışacağız:

Ok İsabet Eden Gözün Şifa Bulması

Kadı İyaz, Şifa-i Şerif isimli eserinde pek çok sahabeden rivayet edilen bu mucizeyi, sağlam kaynaklara dayanarak bize naklediyor. Allah Resulü’nün (asm) mümtaz ve ordusunda kumandanlık yapan kahraman bir sahabesi ve Hazreti Ömer (ra) zamanında İslam ordusunun baş kumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas anlatıyor:
“Uhud Savaşı’nda ben Allah Resulü’nün (asm) yanındaydım. Allah Resulü (asm) o gün yayı kırılıncaya kadar düşmana ok attı. Yayı kırıldıktan sonra oklarını bana verip at diyordu. Verdiği oklar nasl’sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmadığı halde, at diye emrettiği okları attığımda kanatlı oklar gibi gidip düşmana isabet ederdi.”[1]
“O halde iken, Katâde ibni Numan’ın gözüne bir ok isabet etmişti. Gözünü çıkarıp, göz bebeği yanaklarının üzerine aktı. Allah Resulü (asm) mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirdi.  O göz hiç bir şey olmamış gibi şifa bulup, iki gözünden en güzeli ve en keskin göreni oldu.”
Bu olay oldukça meşhurdur. Hattâ Katâde’nin çocuklarından biri, Ömer ibni Abdi’l-Aziz’in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: “Ben öyle bir zâtın çocuğuyum ki, Allah Resulü (asm), onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu; en güzel göz o olmuş.” diye, nazım şeklinde Hazret-i Ömer (ra)’e söylemiş, onunla kendini tanıttırmış.[2]
Hem yine sahih kaynaklardan nakledilir ki, ünlü Ebu Katâde’nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Allah Resulü (asm) mübarek eliyle mesh etmiş. Ebu Katâde der ki: “Kat’iyen ve asla ne acısını ve ne de yarasını görmedim.”[3]

Hayber'in Fethindeki İki Şifa Mucizesi

Başta Buharî ve Müslim gibi sahih kaynaklardan naklediliyor ki:
Hayber Gazvesi’nde, Allah Resulü (asm), Hazreti Aliyy-i Haydarî’yi ordusuna sancaktar olarak tayin ettiği halde, Hazreti Ali’nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Allah Resulü (asm) ilaç gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbir şey kalmadı.[4]Sabahleyin Hayber Kalesinin pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup Hayber Kalesini fethetti.
Yine aynı savaşta, Seleme İbnü’l-Ekvâ’nın bacağına kılıç vurulmuş, yarılmış. Allah Resulü (asm)  ona nefes edince, birden ayağı şifa bulmuştur.[5]

Görmeyen Gözlerin, Görür Olması

Başta Neseî olmak üzere, ünlü siyer kitaplarının yazarları, Osman ibni Huneyf’ten naklediyorlar. Osman bin Huneyf anlatıyor:
“Allah Resulü’nün (asm) yanına görme özürlü biri geldi. “Benim gözlerimin açılması için dua et.” diye Efendimize (asm) rica etti. Allah Resulü (asm) ona dedi ki:
“Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: ‘Allah’ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve rahmet nebisi olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.”[6]
diye dua et. Oda gitti, öyle yaptı ve gözü açılmış görür halde geri geldi.[7]
Büyük bir imam olan İbni Veheb bize bildiriyor ki:
“Bedir Savaşı’nın on dört şehidinden birisi olan Muavviz ibni Afra,  Ebu Cehil ile dövüşürken, Ebu Cehl, o kahramanın bir elini kesmiş. O da öteki eliyle, kesilen elini tutup Allah Resulü’nün (asm) yanına gelmiş. Allah Resulü (asm) onun elini yine yerine yapıştırdı, tükürüğünü ona sürdü. Birden şifa buldu, yine savaş meydanına döndü, şehid oluncaya kadar savaşmaya devam etti.”[8]
Hem yine ibni Veheb bildiriyor ki: “Yine Bedir Savaşı’nda Hubeyb ibni Yesaf’ın omuz başına bir kılıç vurulmuş ki, ikiye ayrılmış gibi dehşetli bir yara açılmış. Allah Resulü (asm) onun kolunu omuzuna eliyle yapıştırmış, nefes etmiş; şifa bulmuş.”[9]
İşte şu iki hadise, gerçi âhâdîdir, yani tek kişi kanalıyla bize ulaşmıştır. Fakat İbni Veheb gibi bir imam bu hadiseyi eserine alsa ve bize nakletse, Bedir Savaşı gibi mucizelerin çok olduğu bir zamanda, bu iki vakıaya benzer başka hadiseler de varsa, elbette şu iki vakıanın doğruluğunda şüphe edilmemelidir. İşte, sahih hadislerle bu şekilde bize ulaşan bine yakın hadise var ki Allah Resulü’nün (asm) mübarek eli onlara şifa olmuştur.
* * *
Buraya kadar Efendimizin (asm) eliyle gerçekleşen bu kadar mucizeyi size naklettikten sonra dikkatlerinizi bir noktaya çekmek istiyoruz:
  • Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi,
  • (Ey Muhammed) attığın zaman da sen atmadın…[10] ayetinin sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları bozguna uğratması,
  • Ay yarıldı.[11] ayetinin açık işaretiyle, aynı avucunun parmağıyla ayı iki parçaya ayırması,
  • ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi,
  • ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması,
elbette o mübarek elin, ne kadar harika bir İlahi Kudret mucizesi olduğunu gösterir.
  • Güya, dostları içinde o elin avucu küçük bir Sübhânî zikir meclisidir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler.
  • Ve düşmana karşı küçücük bir Rabbânî cephaneliktir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur.
  • Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse, derman olur.
  • Ve celâl ile kalktığı vakit, ayı parçalayıp, kàb-ı kavseyn yani iki yay şeklini verir.
  • Ve cemâl ile döndüğü vakit, Kevser suyu akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi hükmüne girer.
Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle harika mucizelere mazhar ve kaynak olsa, o Zâtın (asm), Kâinat’ın Yaratıcısı yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar doğru bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?
* * *
Akla gelebilecek bir soru: Burada naklettiğimiz pek çok mucizenin mutevatir olduğunu ifade ediyoruz. Hâlbuki bunların birçoğunu okuyucular ilk defa görüyor olabilirler. Mütevatir bir şeyin böyle gizli kalmaması gerekir.
Bu soruya şöyle cevap verebiliriz ki: Şeriat alimlerine göre çok mütevatir ve açık şeyler var ki, onlardan olmayana göre meçhuldür. Hadis alimlerine göre de çok mütevatir hadis vardır, diğer insanların yanında âhâdî de olmuyor. Benzer şekilde her ilim dalının ihtisas sahibi, kendi ilmine dair konularda açık ve gizli konuları bilir. Halk ise uzmanlıkları dışında olan konularda ihtisas sahibine güvenir ve naklettiği bilgilere teslim olurlar.
Şimdi, haber verdiğimiz hakikî mütevatir, mânevî mütevatir veya tevatür[12] hükmünde kesinlik ifade eden hadiseler, hem hadîs ehlince, hem şeriat ehlince, hem usulüddin ehlince, hem çoğu alim tabakalarında hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan sıradan insanlar veya gözünü kapayan cahiller bilmezlerse, kabahat onlara aittir.

Kırılan Ayağın Şifa Bulması

İmam-ı Bağavî’nin kaynağına ulaşıp tashih ederek bize ulaştırdığı bir hadisedir.
Ali ibni’l-Hakem’in, Hendek Savaşı’nda, bir düşman darbesiyle ayağı kırıldı. Allah Resulü (asm) ona eliyle mesh etti; hemen aynı dakikasında öyle şifa buldu ki, atından bile inmeden savaşmaya devam etti.[13]

Hazreti Ali’ye Edilen Şifa Duası

Başta İmam-ı Beyhakî olmak üzere, hadis âlimleri haber veriyorlar ki: İmam-ı Ali ağır bir şekilde hastaydı. Iztırabından, kendi kendine dua edip inliyordu. Allah Resulü (asm) geldi ve “Allah’ım ona şifa ver.” diye dua etti. Ve ayağıyla Hazret-i Ali’ye dokundu, “Kalk” dedi. Birden şifa buldu. İmam-ı Ali der ki: “Ondan sonra o hastalığı hiç görmedim.”[14]

Şifa Bulan El

Şürehbil el-Cu’fî’nin meşhur kıssasıdır. Avucunda etten bir ur vardı ki, kılıcı ve atın dizginini tutamıyordu. Allah Resulü (asm) eliyle avucundaki uru meshetti ve mübarek eliyle ovaladı. O urdan hiçbir eser kalmadı.[15]

Şifa Bulan Çocuklar

Çocukların Efendimizin (asm) mübarek eliyle ve duasıyla şifa bulmalarıyla ilgili altı misal nakledeceğiz:
Birincisi: Ünlü bir araştırmacı ve hadis alimi olan İbni Ebî Şeybe haber veriyor ki:
Bir kadın, bir çocuğu Allah Resulü’nün (asm) yanına getirdi. O çocuk hem zihinsel özürlüydü hem de konuşamıyordu. Allah Resulü (asm) bir suyu mübarek ağzına alıp çalkaladı, sonra da elini yıkadı ve o suyu kadına verdi, “Çocuğa içirsin.” dedi. Çocuk o suyu içtikten sonra, hastalığından bir şey kalmadı. Öyle bir akıl ve kemal sahibi oldu ki, insanların en zekilerinden oldu.[16]
İkincisi: Sahih kaynaklarda Hazreti ibni Abbas’tan naklediliyor ki: Allah Resulü’ne (asm) mecnun bir çocuk getirildi. Mübarek elini çocuğun göğsüne koydu. Birden çocuk istifrâ etti. İçinden, küçük salatalık kadar siyah bir şey çıktı; çocuk şifa bulup gitti.[17]
Üçüncüsü: İmam-ı Beyhakî ve Nesâî, sahih kaynaklarla haber veriyorlar ki: Muhammed ibni Hâtib isminde bir çocuğun koluna kaynayan tencere dökülmüş, bütün kolunu yakmıştı. Allah Resulü (asm) meshedip tükürüğünü sürdü; dakikasında şifa buldu.[18]
Dördüncüsü: Büyüdüğü halde konuşamayan, büyükçe bir çocuk Allah Resulü’nün (asm) yanına geldi. Çocuğa sordu:“Ben kimim?” Hiç konuşmayan dilsiz çocuk Sen Allah’ın Resulüsün.” diyerek konuşmaya başlamıştır.[19]
Beşincisi: Yakaza halinde Allah Resulü (asm) ile pek çok defalar görüşmekle müşerref olan Celâleddin Süyutî, hadisin kaynağına ulaşıp tashih ederek bize naklediyor ki: Mübarekü’l-Yemâme ismiyle şöhret kazanan bir sahabenin hadisesidir. Yeni dünyaya geldiği zaman, Allah Resulü’nün (asm) yanına getirmişler.
Allah Resulü (asm) ona baktığında çocuk birden konuşmaya başlamış ve “Senin Allah Resulü olduğuna şehadet ederim.” demiştir. Allah Resulü (asm) çocuğun bu şehadeti üzerine “Bârekallâh” demiştir. Çocuk ondan sonra büyüyünceye kadar daha konuşmamış. O çocuk, Peygamberimizin (asm) bu mucizesine ve “Bârekallâh” duasına mazhar olduğundan, “Mübarekü’l-Yemâme” ismiyle şöhret bulmuştur.[20]
Altıncısı: Çocuk tabiatında hayâsız bir kadın, Allah Resulü’nden (asm) yemek yerken lokma istemiş, vermiş. Kadın demiş: “Yok, senin ağzındakini istiyorum.” Onu da vermiş. O gayet hayâsız kadın, o lokmayı yedikten sonra, en hayâlı kadın ve Medine kadınlarının içerisinde üstün bir hayâ sahibi oldu.[21]
Burada naklettiğimiz birkaç mucize örneği gibi, sahih kaynaklarda geçen yüzlerce mucizeler vardır. Çoğu siyer ve hadis kitaplarında beyan edilmiştir. Evet, Allah Resulü’nün (asm) mübarek eli Lokman Hekim’in bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nefesi gibi yardım ve şifa kaynağı olsa; ve insanlık çok musibet ve belâlara giriftar olsa, elbette Allah Resulü’ne (asm) hadsiz müracaatlar olmuştur. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek çoklukla gelmişler, hepsi şifa bulup gitmişler. Hattâ, kırk defa hac eden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, tâbiînin büyük imamlarından ve çok sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu Abdurrahmani’l-Yemânî kesin olarak haber verip demiş ki: Allah Resul’ne (asm) ne kadar mecnun gelmişse, Allah Resulü (asm) göğsüne elini koymuşsa, kesinlikle şifa bulmuştur; şifa bulmayan kalmamıştır.[22]
İşte, Asr-ı Saadete yetişmiş böyle bir imam, böyle kesin ve küllî hükmetmişse, elbette ona gelen hiçbir hasta kalmamış ki, illâ şifa bulmuş. Madem şifa bulmuş; elbette binlerce müracaatlar olacaktır.

_______________________________________

[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:651; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 42, no. 2412; İbni Hibban, Sahih, 9:65.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:377; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:186-187; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:295.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:113; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:653.
[4]Buharî, Cihad: 102, 144, Mağâzî: 38; Fedâilü’l-Eshâb: 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 32, 34; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:38.
[5]Buharî, Mağâzî: 38 (Yezîd ibni Ubeyd’den); Ebû Dâvûd, Tıb: 19; Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî Şerh-i Müsned, 22:259.
[6]bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138.
[7]Tirmizî, Daavât: 119 (hadis no. 3578); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:526; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:166; İbni Mâce, İkâme, 189; Müsned, 4:138.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 1:261.
[9]Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve: 6:178; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:418; İbnü’l-Esir, Üstü’lğabe, 2:118.
[10]Enfal Sûresi, 8;17.
[11]Kamer Sûresi, 54:1.
[12]Bu kavramlarla alakalı “Peygamberimizin Mucizeleri” isimli bölümümüzün “Takdim” kısmında bilgi bulabilirsiniz.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:118; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:134.
[14]Tirmizî, Daavât: 112; Müsned, 1:83, 107, 128; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Hibban, Sahih, 9:47; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3635.
[15]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:298; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657.
[16]İbni Mâce, Tıb: 40, no. 3532; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:654, 657.
[17]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 1:254; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:2;Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:188.
[18]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:121; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:415; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1:295; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:62-63.
[19]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:158-159
[20]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; Süyûtî, Kenzü’l-Ummâl, 4:379; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:159.
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:325; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:312.
[22]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:335; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:676.
Yazar: 

DERLEME : YAVUZ TELLİOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder