11 Haziran 2018 Pazartesi

Kâfirin ruhu bedeninden çıkınca,


               قَالُوا أَنطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ 

Enfal Suresi 50. Ayet:
"Bir de me­leklerin o küfredenlerin yüzlerine ve arkalarına (kıçlarına) vura vura ve 'tadın yakıcı azabı' diye diye canlarını aldıklarını görmeliydin!"
mealindeki âyetle, inatçı inkarcıların ölüm anında ve ondan sonra karşılaştıkları azap, ibretli safhasıyla anlatılmakta, Allah'tan kaçıp uzaklaş­manın, O'nu ret ve inkâr etmenin hiçbir fayda sağlamıyacağı belirtilerek, sonunda dönüşün mutlaka O'nun hükmüne olacağına işaret edilmektedir.

Şüphesiz ki, ölüm olayı meydana gelirken bizim görmediğimiz birçok görevli melekler ilâhî emri kusursuz uygulamakta ve öylece her şey plân­da hazırlandığı gibi gerçekleşmektedir. Meleklerin, "kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ruhlarını çekip almaları" mecazî anlamdadır. Allah'tan geldiği gibi temiz kalmayıp fazlasıyla kirlenen ve tanınmaz hale gelen ruh­larını gazapla tutup çekmeleri ve lâyık olduğu yere itip atmaları ve "tadın yakıcı azabı" demeleri, insanoğlunun bilgi ve müşahedesi dışında cereyan eden ve bütünüyle fizik-ötesiyle ilgili bulunan bir uygulamadır.

Müfessir Fahruddin Râzî bu âyetin tefsirinde tasavvufî anlamda bir incelik bulunduğunu belirterek nefis bir yorum yapmıştır; özetleyerek nak­lediyoruz:
«Kâfirin ruhu bedeninden çıkınca, o anda dünya âlemine sırt çevir­miş ve âhiret âlemine yönelmiştir. Bu durumda küfründen dolayı âhiret âlemini görmez; ancak birbiri ardınca karanlıklar görebilir. Kâfirin ruhu­nun bedenine olan aşırı ilgi ve sevgisi ve bir anda ondan ayrı düşmesi, onu elem ve üzüntülere, hasret ve özlemlere garkeder. Dünyadan da ayrılması sebebiyle yine elem ve ıztıraplara, üzüntü ve tahassüre boğulup kalır. Âhirete yüz çevirmesi sebebiyle de küfründen dolayı nursuz ve ma­rifetsizdir; o bakımdan karanlıktan karanlığa sürüklenir. İşte bu iki yönlü üzüntü ve sıkıntı, meleklerin onların yüzlerine ve arkalarına vurması şek­linde ifâde edilmiştir.»
Ortaya çıkan tablo, ilâhî adaletin tâ kendisidir. Dünyada iken imân ve İslâm nurunu reddeden ve nereden geldiğini, nerede niçin bulunduğu­nu, nereye, neden gideceğini bilmeyerek nefis ve şehvet pazarında bir ömür tüketip kalbini, vicdanını ve ruhunu karartan inkarcı; kendi zinda­nını kendi eliyle, kendi yakıtını kendi ameliyle, kendi yurdunu kendi inan­cıyla hazırlayıp beraberinde götürür.
Allah kimseye zulmetmez, ama insan kendine zulmeder. Nitekim ilgili 51. âyet bu gerçeği açıklayarak hayatta olup henüz fırsatları kaçırmayanlara ilâhî rahmetin sesini duyu­ruyor.
«İşte bu sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğünüzün karşılığıdır ve elbette Allah kullarına zulmedici değildir.»(Enfal, 8/51)
(bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 5/2387-2388.)

Kabir azabı var mıdır, bununla ilgili Kur'an'da ne gibi ayetler bulunmaktadır? Kabir azabı var ise, bu azap bedene mi yoksa ruha mı olacaktır? Kabir azabı Allah'ın adaletine ters düşer mi?

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd.).
Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede;
"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun."(Mümin, 40/46)
buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber Efendimiz (asm);
"Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim, 14/27)
ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır. (Buhârî, Tefsîr-i sure: 14).
 Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber (asm) diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26).
Başka bir hadiste de şöyle buyurur:
"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: "Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler."
"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi Cenâiz 70).
 Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur:
"Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar." (Âli İmrân, 3/169),
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154).
Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi olacağı konusuna gelince:
 Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.
 Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.
 Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruh’a münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor. Ruh, mükafatı veya cezayı bu yeni giydiği elbise ile görecektir.
 Bu sebeple Peygamberimiz (asm),
“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.”
buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.
 İmanlı bir insan iyileşmeyen bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit diyoruz. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz (asm),
“Şehit ölüm acısını hissetmez.”(bk. Tirmizî, Cihâd, 6; Nesâî, Cihâd, 35; İbni Mâce, Cihâd, 16; Dârimî, Cihâd, 7) buyurur.
 Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir; diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, "şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.
 İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.
 İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiştir ve halada yardım ettiği insanlar vardır.
 Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar. Yeter ki bizler Allah’a gerçek kul olalım.
 Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamberine (asm) uymak ve iman ile ölmektir.



"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun."(Mümin, 40/46)kabir ölüm ebu hanife
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Kur’ân–ı Kerîm’deki “Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır “ (İbrâhim, 14/27) âyetinin delâlet ettiği mânâdır.” (Buhârî, Cenâiz 87, Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet 73)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder