1 Şubat 2016 Pazartesi

Neden bir web sitesinin adı www.herkul.org tur?


         Hiç düşündünüz mu neden yunan   mitolojisini Din adına cemaat kullanır ?



Herakles, Yunan mitolojisinde yarı tanrı yarı insan bir kahramandır. Babası, Zeus, annesi, Alkmene’dir. Babası Zeus’un babası ise Kronos’tur. Kronos, “Zaman” demektir.

Herakles'in büyük gücünü elde etmesi ise şöyle olur:
Zeus, oğlunun yenilmez olmasını istediğinden çocuğu Hermes'e verdi ve Hermes'e çocuğu gidip Hera'nın göğsüne tutup emzirmesi emrini verdi. Hermes, Hera uyuduğu bir sırada bu işi yerine getirdi ama bebek Hera'nın göğsünden sütü öyle güçlü emdi ki Hera uyandı ve bebeği itti. Ama olan olmuştu, Hera'nın göğsünden akan sütle “Samanyolu” oluştu. Böylece Herakles çok güçlü ve yenilmez oldu. Zaten “Tanrı-İnsan”dı.

Herakles kendi isteğiyle Eurystheus'un hizmetine girdi. Ama Eurystheus Herakles'e on iki görev verdi. Bunları başarırsa kabul görecekti ve özgür olacaktı. Herakles bu on iki görevi de başardı.

Herakles kendini sürgün ediyor.
Herakles, Meleagros'a verdiği sözü tutup Deineira ile evlendi ve bir süre Oineus'un sarayında kaldılar. Bir gün istemeyerek Oineus'un akrabası Arkhiteles'in oğlu Eunomos'u öldürdü. Eunomos bir çocuktu ve Herakles'in ayaklarını yıkamaya gelmişti. Ayaklarını yıkaması için hazırlanmış olan ılık suyu onun ellerine dökünce Herakles çocuğa bir tokat atmıştı. Tokat şiddetli olduğundan çocuk oracıkta ölmüştü. Arkhiteles, kasıtlı olmadığından Herakles'i bağışlamıştı ama Herakles çok üzgündü. Karısı Deineira ve oğlu Hyllos'u yanına alarak Trakhis'e kendini sürgün etti ve yıllarca sürgünde yaşadı. Bu sürgün yıllarında Herakles, Omphale’nin emrinde köle olarak kaldı.

Sürgün ve kölelik yıllarını doldurup özgür kalınca Omphale ile vedalaştı ve uzun zamandır aklında olan Truva'ya karşı seferi için gönüllülerden bir ordu kurmaya başladı. Sonunda uzun mücadelelerden sonra Truva’yı ele geçirdi ve Truva Kralını ve tüm çocuklarını öldürdü.

Herakles'in başından geçen maceralar, on iki görevi ve Eurystheus'un bütün kaprislerine boyun eğmesi, Omphale'deki köleliği… Bedeninin köleliğinden derece derece kurtulan Herakles'in ruhunun sınanışlarını, sonunda bir tanrı olmaya varıncaya kadar geçirdiği çileleri ve evreleri temsil etmektedir.

Herakles tüm dünyada bilinen adıyla HERKÜL, bu gün bu ülkede yeni bir mit olarak karşımızda duruyor. Mitolojide olduğu gibi önce Kronos’u “Zaman”ı kandırdı ve avuçlarının içine aldı. Sonra yenilmez gücünü elde etmeye çalışırken “Samanyolu”nun oluşmasını sağladı. Bu dönemde tam on iki kez hakkında dava açıldı. Bu on iki davadan da beraat etti. Sonra kendisini uzaklara “Sürgün” etti. Sürgün yerinde Dünya Hâkimi’ne köle oldu.

Sürgün ve kölelik günleri bitince ülkesi Truva’ya geri dönecek ve Truva Kralı ve tüm çocuklarını öldürerek Truva’ya hâkim olacak mı?

Şimdi soruyorum: Neden bir web sitesinin adı www.herkul.org ’tur?

  Paralel DİN FETA=YİĞİT=HERKÜL HERKÜL=TANRILAŞMIŞ YİĞİT FETULLAH=Allahın Yiğidi bir anlamda HERKÜL demektir. Dikkat ! Resmi ismi FETHULLAH değil FETULLAHdır. 
 Prof. Bayraktar BAYRAKLI hoca bir programda, 'İncil'in bir anlamı da sızıntı demektir' dedi.

              Ne ilginç tesadüf bu isim benzerliği...
 https://www.youtube.com/watch?v=eYQMU2emLNg 


  7 katlı FETÖ hiyerarşisi,İstihbarat birimlerinin hazırladığı FETÖ raporunda, Gülen Örgütü'nün hiyerarşik yapısının Zerdüştlük ile Şia mezhebindeki İsmailiye kolunun yedi kat gök metaforundan yola çıkılarak yedi katlı piramit şeklinde oluşturulduğu belirtildi. Bu hiyerarşiye göre örgütün tepesinde Fetullah Gülen, onun altında ise Yeğenleriyle evlendirdiği adamları kurmayları yapmış





































YUNAN MİTOLOJİSİ
Dr. Hakkı Açıkalın

Esâtir (Yani Satirler) veya efsâneler olarak da karşılanabilen mitoloji kavramı yunanca “Mύθος" (Mîthos) kelimesinden gelir. En kuvvetli tezlerden birine göre, Mithos, "kelime", "söz" ve "söylev" anlamlarını taşır. Κelime bazen, yunanca “èργον" (Ěrgon-İş, emek, eylem, aksiyon) kavramının karşıtı olarak kullanılmış bazen de, “kurgu" anlamını ifâde etmiştir. Kavram, dünya dillerinin hepsine orijinal anlamıyla girmiş bulunmaktadır.

Genelde mitolojinin özelde ise Yunan Mitolojisi’nin klasik birçok tanımı yapılmıştır. Bunlara girecek değiliz. Bunlardan daha çok-kitabın hemen hemen bütün bölümlerinde-"neden" ve "nasıl" sorularına dönük yaklaşımlarda bulunurken özgün değerlendirmeler yapmaya çalışacağız, klasik Atheist, paganist verileri kendi ideolojimizden yola çıkarak karşılayacağız ve onları boşa düşürmeye gayret edeceğiz. Aksi takdirde, sadece objektif açıdan yapılan bir mitoloji yorumu hedeflerimizi, ideallerimizi ve iddialarımızı zenginleştirmekten uzak olur.

Mitoloji nelerle uğraşır, eli nerelere uzanır, kimlerin ilgi ve bilgi alanına girer, şöyle bir bakalım:

Mitoloji, "sonluluk" ve"sonsuzluk", İlâhlık” ve “İlâhelik” gibi her türlü metafizik süreçleri içermesi bağlamında “Teoloji” (İlâhiyat) biliminin konusudur.

Edebiyat biliminin, Tarih biliminin, Arkeoloji biliminin, Sosyoloji biliminin, Felsefe biliminin, Dilbilim’in, Etimoloji biliminin, Etnoloji biliminin, sanatın, kültürün, bilgeliğin, kozmoloji (evrenoluş) nin, cinselliğin ve daha birçok alanın da konusudur.

Mitoloji, başlangıçtan (Ezelî’den, İlk’ten) sona (sonsuzluğa, ebedîliğe) doğru uzun bir yolculuk olarak da tanımlanabilir. Orada, Allah’ı bulursunuz, kadını, erkeği, aşkı, kıskançlığı, tamahı, kini, öfkeyi, entrikayı, ayak oyunlarının envaî türlüsünü, zavallılığı, sınıf farklarını ve çatışmalarını, kastlaşmayı, haksızlığı, adâletsizliği, savaşı, kanı, vicdanı, imanı, imansızlığı, namussuzluğu, ahlâkı ve ahlâksızlığı, özgürlüğü ve esâreti, kutsallığı, tek tanrıyı, çok tanrıyı velhasıl aradığınız herşeyi bulabilirsiniz. Dibi görünmez bir okyanustur, gittikçe cazibesi artar ama boğulma riski de fazlalaşır. Zorluklarla ve keyflerle doludur.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun vurguladığı Yunan Aklı veya Yunan Felsefesi’nin besleyici usâresi ve dahi kökleri işte bu Yunan mitolojisinde saklıdır. Mustafa Saka, bir tevafuk olsa gerek 1999 yılında, Akademya dergisinde “Olympos’ta bir Mü’min" adlı makâleyi kaleme almıştı. Biz konuyu genişletip derinleştireceğiz ve kapsamlı bir Olympos perspektifi yakalamaya çalışacağız. Kah korku olup kimilerinin zihinlerini bulandıracağız, kah geceleri Ekhidna olup gőrűnmezden gűrleyeceğiz…

Yunan mitolojisinin en büyük ustalarından biri olan Yorgos Meotis, "Mitoloji, herşeyden önce, İNSAN RUHU’nu anlamaya, araştırmaya ve onu teselli etmeye uğraşır" der. Bizde ekliyoruz: "Evet İNSAN RUHU’na dönük araştırma ve incelemeler hangi alanda olursa olsun, eserin bereketini arttırır".

Çoğu yazar, genellikle de ideolojik nedenlerle Yunan mitolojisinin başka mitolojilerle direkt veya endirekt ilişkilerini aramış, üretmiş ve hattâ yunan mitolojisinin başka mitolojilerin ürünü veya devamı olduğunu iddia etmiş, buna da örnekler bulmuş veya zorlamıştır. Bunu katı ve kat’i bir reddiyeyle karşılamıyoruz ancak, yunan mitolojisinin diğer mitolojilerden çok çok farklı olan bir kalitesi daha doğrusu bir aroması (buna Batılıların deyimiyle gusto-tad veya Yunanların deyimiyle gevsi-lezzet de diyebiliriz) vardır yani kıvamındadır. İşte bu yüzden Üstad’ın ve Kumandan’ın ilgi alanına girmiş ve gizemini korumuştur. Ne Mezopotamya mitolojisi, ne Polinezya mitolojisi ne de İskandinav mitolojisi Yunan mitolojisindeki o kıvamı yakalayamaz. Bu bir iddiadır ve sezgilere ve hissiyata dayanmaktadır. Maddî temel aramak muhaldir.

Kimilerine göre, Yunan mitolojisinin esas köklerini Kuzey’de aramak gerekir zira Yunanlar’ın ataları olarak kabul edilen (Ön Yunanlar. [Bu kőşeli parantezi açmamızın sebebi Tűrkçe’de kullanılan ‘Yunanlı’ kavramının yanlış olduğunu ve doğrusunun ‘Yunan’ olduğunu bir not olarak dűşmektir]) Minoalılar Kuzey’den göç ederek Akdeniz sahillerine gelmiş ve yerleşmişlerdir ve beraberlerinde de mitolojilerini getirmişlerdir. Örneğin “Théogonie" (İlâholuş, İlâh hâline gelme), Kainât’ın sırları, eşyanın orijini, varlık sorunu gibi konularda mitoloji birçok metafizik izahat getirir. İşte bu izahatın daha ziyâde “Kuzey Aklı” veya “Kuzey yaratıcı hayalgücü” şeklinde açıklamak isteyen bazı mitoloji ustaları Miken tarzını yadsır veya küçümser.

"Kötülükler’in Kutusu" olarak lanse edilen kutuyu Pandora’nın açması ile Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin, Füsûs-ül Hikem’de bahsettiği “Mukaddes Sandık, Hazine sandıkları" ve onların açılması hâlinde eşyanın ve hükümlerin birbirine karışacağı uyarısı arasında analoji kurmamak mümkün mü? Yine Mavi Sakalın eşinin kendisine yasaklanan odayı açması da yukarıdakilerden farklı düşünülebilir mi? Bütün bunların çok daha derin mânâlarının yanısıra genel klasik bakış ise, “Ebedî Dişil Merak" (Curiosité Féminine Etérnelle) olarak ortaya konmaktadır. Bunun bir diğer uzantısı da “Sistem" ve "Khaos" tartışmaları olacaktır. Yeri gelmişken o mevzulara da girelim. Unutmadan ve yeri gelmişken hemen belirtelim ki, Yunan Mitolojisi’nin belli bőlűmlerinin, Gılgamış Destanı ile, Aryan-Med mitolojisiyle, hattâ Polinezya mitolojisiyle műşterek yanlarının olması reddedilemez ancak spesifik yanlarının daha fazla olduğunu da kabul etmek gerekir.

Ne olduğunu bil (Γνώθι σε αυτόν-Gnôthi se aftôn), Sen seni bil sen seni, Bildiğim tek bir şey var o da hiçbir şey bilmediğimdir yaklaşımları binyıllardır insanları uyarır durur. Uyarıya cevap vermenin başlangıç noktası, “Khaos" (Haos) olabilir mi? Belki…

Kaos, kimi mitologlara göre Allah’ın tâ kendisi, kimilerine göre “Töz", yani "idea" veya "cevher", kimilerine göre ise "Temel İlke" (Principe Essentielle) dir. Bazı uzmanlar “Ex Nihilo" (Hiçlikten, yoktan) yaratmayı kabul etmezler. Buna göre bir İlâh yoktur ve Kâinât yoktan varedilmemiştir. Diğer uzmanlar ise, Evren’in “YOK" tan varedildiğini ve bu anlamda “Temel Prensip” in “Khaos” yani “düzenin tâ kendisi" olduğunu iddia ederler.

Etimolojik olarak Kaos kelimesi, Yunanca "χαίνω" (Hĕno-açık olmak) kökünden gelir. Hesiodos, Kaos’u "Uçsuz bucaksız uzay" olarak tanımlamaktadır. Uzay, ancak asla bir “düzensizliği içermeyen uzay". Bunu mutlaka vurgulamak gerekir. Kaos kesinlikle düzensizlik anlamı içermez. Bunda ısrar edenler zırvalamakta olduklarını bilmek zorundalar. Ovidius’a göre ise, Kaos "İlkel Madde" veya "Güdük maddecik"dir (Rudis indigestaque moles). Aristoteles’e göre Kaos, "Uzay Boşluğu"dur. Yine Hesiodos, Kaos’u, "Γενεσις" (Yenesis: Oluş, Tekvin) olarak da tanımlar. Aristofanes, "Kuşlar" adlı ünlü eserinde şöyle yazmaktadır: “Başlangıçta Kaos, Gece, Kara Erevius ve uçsuz bucaksız Tartaros vardı". Burada Kaos’tan kasıt “Kelâm", Gece’den kasıt “altında ve üstünde hava bulunmayan vakum veya ÂMÂ", Kara Erevius’tan kasıt “Zulmet ve / veya Cehl" ve Tartaros’tan kasıt “Uzay boşluğu veya Ether"dir. Yuhanna İncili de, “Başlangıçta kelâm vardı" diye başlamaktadır. Bu kelâm “Allah Kelâmı: Kelâmullah"tır. Aristofanes’de, 4’lü bir ilkeler manzumesi görülmektedir. Kaos’un yanısıra diğer üç ilkeyi de başa koyar. Hesiodos ise Kaos’u, tek ve biricik ilke olarak ele alır ve onu tâkiben de, “Yeryüzü" (Dünya) ve "Aşk" ilkelerini ortaya koyar. Aristofanes’e göre ise, ilk dört ilke mevcutken Yeryüzü, Hava ve Gökyüzü henüz mevcut değildir. Gece ilkesi bir “yumurta"ya (tohum) hayat verir ve onu "Erevius’un (Zulmet’in) sonsuz sinesi"nde yeşertir. Bu yumurtadan “Eros" (Aşk) eşdeyişle “Cazibe ilkesi" neşet eder.

Hesiodos’ta işleyiş şöyledir: Aşk, "Erevius"a ve "Gece"ye hayat verir. Gece’den, "Ether" ve "Gün" neşet eder. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen “akışkan töz"dür. Modern Fizik (Astrofizik) biliminde ise, Ether, Uzayı dolduran elektromanyetik dalgalardır. Bu, 4 temel unsur olan hava, su, ateş ve topraktan başka bir beşinci unsur olarak da düşünülmüştür. Kelime yunanca, “Αιθω" (Etho: yanmak) kökünden gelir. Günümüzde ise böyle bir unsura gerek kalmadığı kabul edilmektedir. Yeryüzü ise, Gökyüzü’ne hayat verir.

Aristofanes’teki işleyiş: Aşk (Eros), ilk yumurtadan çıkar ve, Kaos’un kanatlarıyla, Gece’yle, Tartaros’la birleşir ve Kuşlar Soyu’na hayat verir. Aşk (Eros) bütün unsurları birleştirmeden önce, Ölümsüzler Soyu mevcut değildir. Buna göre, Yunan mitolojisinin “İlâhi varlıkları” veya “Ölümsüzler”i, Kuşlar Soyu’ndan sonra neşet ederler. Peki bu Kuşlar Soyu’nun İslâm Tasavvufu’nda bir karşılığı olabilir mi? Bu soy muhtemelen İlliyun (Alun) melekleridir. Adlandırmak gerekirse, Müdebbir, Mufassıl, Kâlem gibi melekler. Ölümsüzler’den kasıt ise, “Ölümü öldürenler" veya "Ölmeden önce ölenler"dir. Bunlar, belli bir nefs boyutuna ulaşabilmiş (Nefs-i Mutmaine) olanlardır.

Apollodoros, kainâtı direkt olarak yeryüzünden başlatır diğer deyişle evrenin merkezine dünyayı koyar. Ona göre, Yeryüzü’nün atası Gaia (Γεια), Gökyüzü’nün atası ise Uranos (Ουρανος)tur. Gaia, yunanca’da yer, yeryűzű, toprak anlamındadır. Toprağın doğurganlığına ithâfen Apollodoros, merkeze yeryüzünü (toprağı) koyar. Gayya kelimesi ise Cehennem’in en uç alanını, “Cehennem’in Dibi"ni ifâde etmektedir. Bu iki kavram arasında kuvvetle muhtemelen bağ vardır.

Bir başka ekole gőre Theogonia (Ílaholuş) dizgesi şőyledir:

1-Kaos, Gaia (Yi, Yea, Gea), Tartaros, Eros

2-Kaos’tan;

Niks (Nihta: Gece), Ether (Ethir-Uzayı dolduran maddi-enerjik varlık. Modern Fizik terimleriyle ifâde etmek gerekirse Elektromanyetik dalgalar bűtűnű), Hemera (ĺmera: Gűn, gűndűz)

Gaia’dan;

Uranos (Gőkyűzű), Pontos (Deniz)

Gaia-Uranos (Yeryűzű-Gőkyűzű) birleşmesinden;

Okeanos (Okyanus), Titanlar (Hyperion, Iapetos, Theia, Rheia, Themis, Mnimosini, Foibe, Tethys, Koronos), Kyklopes (Tepegőzler) ve Yűz-elli-Elli başlılar.

Uranos’tan (kanından);

ĺriniler (Erinyes), Devler ve Afrodit

Niks’ten;

Moros, Keros, Thanatos (Őlümü temsil eden üç kardeşler), Hypnos (Uyku), Oniri (Rűyâlar), Momos (Uyku varlıklarından biri), Oysis (Usis-Menfi düşünce), Hesperides (Umut), Moiri (Miri-Kader varlıkları), Keres (Galibiyet), Nemesis (ĺyi talih, şans), Apate (Apati-Hile ve yalan), Philotes (Şeref ve haysiyet), Geras (ĺhtiyarlık), Eris (Nifak)

Eris’ten;

Ponos (Ağrı), Lethe (ağır hastalık, őlűm), Limos (açlık, kıtlık), Ate (Noksanlık, eksiklik)

Gaia-Pontos birleşiminden;

Nereus, Thaumas, Forkys, Keto, Evrivia

Nereus-Doris birleşmesinden;

Nereidler

Thaumas’tan;

İris (müjdeli haber, ilahların ulağı), Harpiler

Keto-Forkys birleşmesinden;

Greiler, Gorgonlar, Ekhidna

Tethys-Okeanos birleşmesinden;

Metis (İlk Zekâ), Kalypso ve nehirler

Theia-Hyperion birleşmesinden;

Helios (İlios-Güneş), Selena (Selinos-Ay), Eos (Şafak)

Foibe-Koios birleşmesinden;

Leto (Artemis ve Apollon’un annesi, Ladin ağacına ismini veren budur), Asteria (Astir-Yıldız), Hekate

Rheia-Kronos birleşmesinden;

Hestia (Ístia-Ocak), Demeter (Dimitra-Toprak ve mahsuller sorumlusu), Hera (İra), Hades (Hadis-Yeraltı ve cehennem sorumlusu), Poseidon (Posidonas-Denizler ve okyanuslar sorumlusu) ve Zeus (Dias, Div, Din, Tan).

Iapetos’tan (Japetos);

Atlas, Prometheus, Epimetheus



Zeus soyu;

Metis’le birleşmesinden;

Athena (Athina-buradaki birliktelik sadece karşılıklı konuşma biçimindedir, fizikĭ bir ilişki yoktur)

Themys’le birleşmesinden;

Horai (Yurtlar), Evnomia (Teveccűh, hüsn-ü teveccüh), Dike (Yargı-adâlet), İren (İrini-barış), Miralar (Kader varlıkları)

Evrinom’la birleşmesinden;

Haritler

Demeter’le birleşmesinden;

Persefon

Mnimosini’yle birleşmesinden;

Musalar (Güzel san’at perileri)

Leto’yla birleşmesinden;

Apollon ve Artemis

Hera’yla (Íra) birleşmesinden;

Hebe (Yetersiz akıl), Ares (Savaş sorumlusu), İlithia (Budalalık sorumlusu)

Maia birleşmesinden;

Hermes (Ermis)

Semele birleşmesinden;

Dionysos

Alkmene birleşmesinden;

Herakles (İraklis, Herkül)



Hera’nın yalnız başına doğurduğu;

Hephaistos (ĺfestos)

Poseidon-Amfitrit birleşmesinden;

Triton

Ares-Afrodit birleşmesinden;

Fobos (Fovos-Korku), Dimos (Halk, kitle, topluluk), Harmonia (Aheng, uyum)

Helios-Perseus birleşmesinden;

Kirke, Aietes (Etis-Sebeb, vesile)

Demeter-Iasion birleşmesinden;

Plutos

Harmonia-Kadmos birleşmesinden;

Semele ve kızkardeşleri

Kaliroi-Hrisoar birleşmesinden;

Geryoneus

Eos-Tithonos birleşmesinden;

Memnon

Psamathe-Aiakos (Ekos) birleşmesinden;

Thetis

Afrodit-Ankisis birleşmesinden;

Aineias (Enias)

Kirke-Odysseas birleşmesinden;

Agrios, Latinos (Telegonos)

Kalypso-Odysseas birleşmesinden;

Nafsitos, Nafsinos

Kaos kavramı, Arapça’da, Hevâ veya Âmâ kavramlarıyla karşılanır. Antik Çağ Yunan düşünürü Anaxagoras’a göre Kaos’un hâkimi en üst ve yaratıcı bilinçtir. Buna “Nous/ Nus" (Νους) adı verilir.

Bazı üstadlara göre, Kaos’tan sonra yeryüzü (Gaia) ve yeryüzünden de gökyüzü (Uranos) doğar. Dikkat edilirse, yeryüzü, gökyüzünün önünde ele alınmaktadır. Daha sonra ise Yeryüzü ile Gökyüzü birleşmektedirler. Toprağın (Yeryüzü) diğer çocukları ise, Dağlar (Oron) ve Deniz (Pondus, Pontos)dir. Gökyüzü ise Titanlar soyunu verir: Okeanos (Οκεανος, Okyanus), Kîos (Κοίος), Krîos (Κρίος), Hypêrîon (Ηπέρίον), Japêtos (Ιαπέτος), Theîa (Θεία), Rheîa (Ρεία), Mnemosin (Μνειμοσην) [diğer adı Evribies (Ευριβις)], Foibe (Φοίβει), Themis (Θεμης), Tethis (Tεθης), Kronos (Χρονος).

Rheia kelimesinin Arapça Ruh kelimesiyle ilişkili olması çok güçlü ihtimaldir. Ruh kelimesi Arapça hava, yel anlamlarına gelen Rîh kelimesinden orijin alır. «Kokulu Hava» anlamına gelen «Râyiha» da aynı köktendir. Yine «Rıh» kelimesi de, ince taneli bir kum türü anlamına gelir. Yunanca’daki «Ruha» (Ρουχα) yani "Elbise, giysi" kelimesinin de yukarıdaki kavramlarla ilgisi araştırılıyor.
Trak krallarından “Rhesus"un da Rheia’dan esinlendiği bilinmektedir.Okyanus, Yunanca "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır. Kökenini ise Arapça, “Kün" (Ol) kelimesinden aldığı savı vardır. “Okyanus" kelimesinin içindeki, "kean-kian" bölümünün Arapça "Kün" (Ol) emrinden köken aldığı iddiası da ciddi bir iddiadır. Bu mânâda “Okyanus”, “Ol” emriyle “varolan” mânâsını üstleniyor yani Yaratıcı’ya cevab veriyor.

Aynı şekilde, Yunanca “γενεσίς" (yenesis-oluş, tekvin), “Γυναικα" (Yineka-kadın), Hint-Avrupa dillerindeki “Gen", "Genetik", "Genom" kavramlarıyla, Sanskritçe’deki: “Gunneka"(Kadın, İnek), Kürtçe’deki “Jin" (Kadın) kavramlarının, bunun yanı sıra Yunanca’daki "Γυναικολογια" (ginekologia: Kadın hastalıkları bilgisi), Batı Avrupa dillerindeki “Gynecology" (Jinekoloji) kavramlarının kökeninin de Arapça “Kün" (Ol) kelimesine indiği kuşku götürmez. Okyanusla ilgili diğer tezler:

"Ωκεια-Ναύς" (Okia-Navs). Eski Yunanca, "Ωκεια" (Okia) kelimesi "Hızlı, Sür’atli” mânâlarını yüklenmiştir. “Ναύς" (Navs) ise "Gemi" anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus’un karşılığı “Hızlı Gemi” olmaktadır.

"Ω-Γή-ανός" (O-yî-anôs veya O-gî-anôs). "Γή" (Yî veya Gî) modern Yunanca’da "Toprak, yeryüzü" anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise “Γαια" (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitolojide "Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası” mânâlarını yüklenmiştir. “Ουρανός" (Uranôs) ise, mitolojide "Gök tanrı” mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de “Gökyüzü, Asuman, Uzay” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini birarada yazdığımızda, “O-gî-anôs” veya “O-yî-anôs” kelimesine ulaşırız ki, “Göğü, yeri birarada barındıran” mânâsına ulaşılır.

"Ω-κύανος-νησος". (O-kîanos-nisos). "Νησος" (Nisos) kelimesi yunanca "Ada" anlamındadır. Bu bağlamda “Okyanus” kelimesi “Mavi Ada” mânâsını yüklenebilmektedir.

Nihâyet, Arapça "Künnes" (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.

Krios ise Yunanca "Κριο" (Soğuk) kelimesinden gelir ve aslında uzaysal karanlığı ve soğukluğu ifâde eder. Batı dillerindeki, “Cryotherapy" (Dondurarak tedavi etme) kavramı bu kelimeden gelir. Diğer anlamı ise “Koç"tur. Başlangıç olma ifâdesi taşıdığı iddia edilir.

Mnemosin Yunanca "Μνιμι" (Hafıza) kelimesinden gelir. Mnemosin ile aynı varlığı ifâde eden Evribies ise, "Kadir-i Mutlak" anlamındadır.

Theia, Yunanca "Θεος" (İlâh) kavramından gelir ve “ilâhî" anlamındadır.

Themis, "İlk adâlet"i ifâde eder. Kızı Dikhe ise adâleti temsil eder.

Koios (Kios), nehirlerden sorumlu titan olarak bilinir.

Japetos, Atlasın, Prometheus’un ve Epimetheus’un babasıdır. Öte yandan insan soyunun atası olarak da Japetos kabul edilmektedir. Yani, Ehl-i Kitab için Hz. Âdem’le kıyaslanabilir. Bu kavramın İbrânî inancındaki karşılığı ise “Adam Qadmon" yani "İlk Âdem" veya "Âdemler’in Âdem’i"dir.

Kronos ise "Χρονος" (Hronos) kelimesinden gelmekte olup zamanı temsil eder. Batı dillerine, Kronometre, Kronoloji, Kronik gibi kavramlarla girmiştir.

Kronos, bütün Titanlar arasında özgün bir öneme sahiptir. Titanlar’ın en genci ve en yağızıdır. Yunan mitolojisinin, “İlk Günah"ını işleyen de odur. Aynı, Hz. Adem’in yasak meyveyi yemesi gibi. Bu yönüyle Yunan mitolojisinin devinim noktası Japetos’tan ziyâde-özellikle olgusal anlamda-Kronos yani "Zaman"dır. Çılgın düşüncelerin, dinamizmin ve acımasızlığın ifâdesidir Kronos. Babasından ise nefret eder. Bu nefretinin sebebi ise ilgi çekicidir. Babası Uranos (Gökyüzü), annesi Yeryüzü’nü (Gaia), gönderdiği düzensiz güneş ışıklarıyla yormakta ve aşırı zorlanmasına, çarpık semerelenmesine yol açmaktadır. Annesi de bundan şikâyetçidir aslında. Baba Uranos’un, Kronos karşısındaki duyguları da pek olumlu değildir, aralarında ciddi bir çatışma ve hattâ iktidar savaşı yürümektedir. Sık sık, çocuklarını yerin altına hapseder ve gün yüzü görmelerini engellemek suretiyle onları cezalandırır. Íşte Yunan mitolojisinin en temel kavramlarından üçünü burada gőrüyoruz: Íktidar-Menfaat-Mücadele ve bunların ifâdelerini “ZAMAN” çerçevesi içinde bulmaları.

Toprak (Ana) büyük altüstoluşlar yaşamakta ve derinliklerinden iniltiler duyulmaktadır, büyük bir çatışmaya gebedir. Vahşî bir süreç işlemektedir. Nihâyetinde akkor hâlinde demiri üretir ve ona su verir. Ak çelik elde edilir. Ondan (Çelikten) büyük bir mızrak yapar. Toprak, daha sonra çocuklarını çağırıp onların cesâretlerini sınar. Onlara, kendisinin mi yoksa duygusuz bir babanın mı yanında olduklarını sorar. Eğer kendisinin peşinden gitmek istiyorlarsa, öz babaları dahi olsa Uranos’u öldürmelerinin gerekli olduğunu söyler. Uranos artık sınırları aşmıştır ve tasfiye edilmesi gerekmektedir.

Ortada bir "Hata" daha doğrusu bir “Suç” vardır. Buna günah da diyebilirsiniz. Bu suçu işleyen-genel kanıya göre-Uranos’tur (Gökyüzü). Yer-Gök çelişkisi derinleşir ve uzlaşmaz hâle gelir. Öyleyse taraflardan biri tasfiye olacaktır. Diğer yönüyle, erkek-kadın çatışması olarak da düşünülebilir bu durum. Gaia (Toprak), çocuklarını bir suç işlemeye itmekte ancak bunun maddî sebeplerini de ortaya koyarak onları aklamaktadır. Saat intikam saatidir ve bunun eylemcisi aranmaktadır. Mâdem Uranos, kendi çocuklarına çok olumsuz yaklaşmaktadır o hâlde cezalandırılmalıdır. Fakat, bütün bunlara rağmen Uranos’un oğulları bu eyleme yanaşmaz. Sadece deliyürekli ve acımasız Kronos (Zaman) bu eylemi gerçekleştirebileceğini söyler. Annesine şöyle cevap verir: “Anne, ben bu eylemi gerçekleştireceğim zira nâmı çok kötü olan bu babaya saygı duymuyorum. Hainâne fiillere ilk başvuran odur!". Bu sözler, annesinin duymak istediği sözlerdir. Çelik mızrağı annesinin elinden alır ve Uranos’un Yeryüzü’ne yaklaşmak üzere harekete geçtiği bir sırada, onu öldürür. Uranos, “cinsî temas" amacıyla toprağa yaklaşmak istemektedir ve cinsî arzusu onun aynı zamanda sonunu getirir. Korumasız yakalanır. Ve tasfiye edilir. [Hz. Âdem’in yediği ‘yasak meyve’den kastın da aslında ‘seks’ olduğunu iddia eden teologlar da mevcuttur]. Ancak olay burada bitmez, Uranos’un kanından “İriniler" adı verilen “dişi intikamcı varlıklar" neş’et ederler. İlginçtir, “Ειρινη" (İrini) yunanca “Barış” anlamına gelmektedir oysa, İriniler intikam amacıyla ortaya çıkmışlardır ve bu intikam hissi kıyâmete kadar devam edecektir. Aslında barışı ayakta tutan dostluk değil aksine nefret ve intikam duygularıdır. Yoksa barış hiçbir zaman olmayacaktı. Varlıkların “dişi” olması da kaydadeğer bir durumdur. Cinâyeti işleyenin “erkek” olmasının bunda bir payı olabilir. Burada yine kadın-erkek düşmanlığının devamlılığı da ortaya çıkmakta ve beşerî ilişkilerde belirleyici olmaktadır. Dişi Yer ile Erkek Gök arasına kan girmiştir artık ve bu kan ilânihâye devam edecektir. Bu eylemden sonra ortaya yalnızca “İriniler” çıkmaz, “Nymphalar” (Periler) ve “Gigas” (Devler) de ortaya çıkar. Onlar da belli bir rol üstleneceklerdir.

Uranos, son nefesini verirken çocuklarına Titan adını verir. Yunanca, “Τίταïνώ" (Titeno veya titaino) "germek" anlamını taşır. Uranos da intikam istemektedir. Titan, “gerginleştirici” anlamına gelmektedir.

Kin ve Nefret, suçu örgütlemiştir. Kin ve nefret olduğu müddetçe “suç” hep işlenecektir. Buradan şunu rahatlıkla çıkarmak mümkündür: Dünya varolmaya devam ettiği sürece, yani kıyâmete kadar Kin, nefret ve suç olacak ve ancak bunlar hayatta olduğu için “Barış" olabilecektir. Sadece (bedelsiz-avantadan) barış hayali görenlerin uyanmasında fayda vardır. Bu duyguların hepsi “Zaman”la (Kronos) birlikte başlar, öyleyse hayatın ve bütün zamanların olmazsa olmazlarının başında, kin-nefret-savaş-barış dörtlüsü vardır. Bunların doğal sonuçları da “doğum” ve “ölüm”lerdir. Bu böyle devam edip gider. Peki Kronos artık gökyüzünün hâkimi mi olacaktı? Bunu kitabın akışı içinde göreceğiz.

Kimi araştırmacılar, bu eylemle aslında bir “Altın Çağ”ın başladığını, kin, öfke ve nefretin yerlerini geçici bir süre içinde olsa sükûnet ve barışa bıraktığını söylerler. Garip olan, bu altın çağda insanlar daha ziyâde dünya keyflerinden uzaklaşmışlar, daha çok ölüme dönük yaşamışlar, rekâbet, kıskançlık, tamah, avantaj elde etme gibi egoist eğilimlerden ziyâde alçakgönüllü bir yaşama itibâr etmişlerdir. Uhrevî bir inanç-ki bunu Eski Yunan’da: "Δαίμονες έσθλοί" (Demones Êsthli) tanımıyla karşılamışlardır-hayli gelişti. Fakat bu ilhâmı kimler vermişti ya da durup dururken neden böyle bir gelişme olmuştu? Kimine göre bunun nedeni Kronos’un diğer yüzü yani yumuşatıcı, sakinleştirici ve imân ilhâm eden yüzünün devreye girmesidir. Zaman, bu kez bu devri açmış ve belli bir ılımlılık veya tatlılık devri yaşanmıştır. O nedenle bu devre “Altın Çağ” denmiştir. Bu kez zaman, ateşten yeleleri olan kızıl at değil, yeleleri ılık rüzgârlarda dalgalanan beyaz bir attır. Bütün bunların yaşanabilmesi için “İlâhî İrade”nin tecellisine ve “kutsal enerji”ye (Nur) ihtiyaç vardır. Öyleyse, zamanın bu diliminde “ölümsüzlük” kazanılabilmiştir. İnsanlar bunu Kronos’a borçludurlar. Kronos, onlara bu enerjiyi sağlamıştır.

Kronos öylesine etkindir ki, Zeus’un karargâhı konumundaki Olympos sunaklarında bile Kronos’a adanan kurbanlar Zeus’unkilerden fazladır. Zeus sunağında bile Kronos hâkimiyeti vardır. Uzun süreler hasat şenlikleri onun adına yapılmıştır. Nedir Kronos’u bu kadar ünlü ve güçlü yapan? Kimilerine göre Kronos, ilâhlar ve insanlar arasında eylemi dolayısıyla büyük bir prim yapmıştır ve o kredisini sonsuza kadar kullanacaktır. O nedenle, Kronos verimli yağmurlardan da sorumludur zira babası Uranos yağmurlar konusunda da çok acımasızdır. Toprağın ve tarımın ne kadar hayatî bir önemi olduğunu gözönüne alırsak Kronos’a verilen değerin neden bu denli arttığını anlayabiliriz. O, aynı zamanda bereketli yağmurları yağdırandır da ve bu bağlamda İslâm itikadındaki Mikhail Aleyhisselâm’la kıyaslanabilir. Annesi Gaia’dan aldığı yoğun destek de Kronos’un gücüne güç katar. Yeri geldiğinde annesinin bağrındaki olumsuz unsurlar da Zaman’ın emrindedirler. Kimdir onlar? Canavarlar, Tepegözler (Kyklopes), Kottos, Kibir cinleri, su perileri, büyük güç sahibi acımasız varlıklar. Hepsi Toprağın bağrındadırlar ve Gaia’nın emrini beklerler aynı zamanda dolaylı olarak Kronos’un da emrindedirler. Bu kadar büyük bir güç Kronos’un şanına şan katar.

İşte, Uranos’u vaktinde korkutan ya da huzursuz eden bu devâsa güç ve mekanizmadır. O nedenle düzenli ışık vermeyerek işleyişi bozmak ister ama bunun bedelini çok ağır bir biçimde öder. Uranos’un ölümünün anlamı, Göğün, Yer’in hizmetine girmesidir.

Kronos, kızkardeşlerinden biri olan bir dişi titanla, Rheia ile evlenir ve ondan olan bütün çocuklarını yer. Bunun nedeni, Uranos’un temennisidir: Kronos, çocuklarından biri tarafından yenilgiye uğratılsın! Fakat, anne Gaia biricik ve en değerli oğlu Kronos’u da tasfiye etme yoluna gider, amaç “Tekleşme”yi önlemektir. Öte yandan Uranos’un kanından hayat bulan “İriniler”le de iyi ilişkilere girecektir. Yani Toprak, “Barış intikamcıları"yla uzlaşmak istemektedir. Rheia, Toprak Ana’dan (Gaia) aldığı perspektifle Kronos’a bir taş verir ve onun bir çocuk olduğunu ve onu yemesini söyler. Kronos, canhıraş çığlıklar içinde tükenir. Taş, “kısırlık" ifâdesidir. Kırmızı şapkalı kız hikâyesinde de, Kurt’un karnı taşla doldurulur. Bir yönüyle Toprak Ana, hem Gökyüzü’ne hem de Zaman’a ihânet etmiştir. Bir yandan da kadın erkeğe ihânet etmiştir.

Yeni efendi Zeus, Gaia’nın da gözdesidir. Onu yere göğe sığdıramaz. En ufak bir tehlike anında-örneğin İlk Zekâ’nın temsilcisi Metis Zeus’dan daha üstün bir çocuk meydana getirme eğilimine girdiğinde-Gaia ve onun emrindeki gökyüzü devreye girer ve Zeus’u örgütler. Metis’in çocuğu gün ışığı göremez. Yine Metis’in sinesinde korunan Athena, âdeta çalınarak Zeus’un başından neşet eder. Athena, "üretici zekâ"nın temsilcisidir.

Çocuk (Zeus) kurtarılır ve gizlice Girit’te büyümeye başlar. Babasının çığlıklarını işitmez bile. Savaş dansçılarının çıkardıkları “çelik kılıç” sesleri, Kronos’un çığlıklarının çocuğa ulaşmasını engeller. Aynı Kronos’un, babası Uranos’u yok ettiği araç gibi, kendisi de çeliğin ihânetine uğrar ve kısırlaşır, üretimden düşer. “Çelik" bir kez daha "uğursuz” rolünü oynar. Çocuk, Amalthe adlı keçi tarafından beslenir (Özellikle Güney Marmara yöresinde yaşayan köylülerin Maltız adını verdiği keçinin adı Amalthe’den gelmektedir). Bilâhare bu keçinin derisi Athena (Aθηνα-Athina) nın zırhı, buna karşın boynuzu, “Yıkım’ın boynuzu" olacaktır. Keçinin yetiştirdiği çocuk “Zeus" (Διας: Dias) tır.

Burada ilginç bir saptama yapmakta fayda var. Yunanca’daki kullanımı itibarıyla Zeus’un karşılığı Dias’tır. Dias’ı tersten okuduğumuzda Said olur. Port Said Mısır’ın bir şehridir. Zeus, Batılılar’ın Dias’a verdiği isimdir. Onu tersten okuduğumuzda ise Suez olur. İşte ilginçlik burada; Port Said şehrine Batılılar’ın verdiği isim de Suez’dir. Yani Port Said’in diğer ismi Suez’dir. Böyle denmesinin sebebi de Türkçe’de “Süveyş” olarak adlandırılan ve büyük bir kanala da adını veren bölgenin Batı dillerindeki karşılığının Suez olmasıdır.

Başını oynattığında Olympos’u titreten Zeus, ölümlülerin ve ölümsüzlerin ilâhıdır. Otoritenin tartışmasız sembolü. Önünde herşey eğilir. Diğer Olympos varlıkları onun etrafında otururlar. Olympos’taki sarayının kapısında ise, “zerafetin ve tazeliğin sembolü olan Saatler" asılı durur. Bütün gözkamaştırıcı şeyler, ışıklar, parlaklıklar Olympos’un yanında sönük kalırlar.

Kelime kökeni, "Div"dir ve "Göz kamaştırmak" anlamına gelir. “Myesis" kelimesi ise "Mistik" kelimesinin kökenidir ve "Çok parlak bir ışığın etkisi karşısında gözlerin kapanması" anlamındadır. Burada “Işık"tan kasıt “Div" yani "Zeus"tur. Mitoloji üstadlarına göre, Zeus’un pratiğinde adâlet ve adâletsizlik, acıma ve acımasızlık, güzellik ve çirkinlik, acı ve mutluluk, nefret ve sevgi içiçedir, biraradadır. Zayıf bir iddiaya göre ise, “Zeus" ismi Farsça "Div" yani "Dev" kelimesinden gelişmiştir. Daha sonraları, “Theos” (İlâh) kelimesinin etimolojisinde de “Zeus”un olduğu kabul gören tezlerden biridir.

Erişkin çağa geldiğinde Zeus, yıldırımı (Saika) keşfeder. Yıldırım (Foudre, κεραυνός-keravnôs) en güçlü silahtır ve o artık Zeus’un hizmetindedir. Zeus ilk iş olarak Kronos’u (zaman) tahtından indirir. Artık zamana o hükmedecektir, zaman Zeus’tur. Zaman’a hâkim olabilen aslında bütün güçlere de doğal olarak egemen olacaktır. Ana Erk zamandır. Kardeşlerini ve çocuklarını (hanedanını) da Olympos ilâh ve ilâheleri olarak ilân eder. Íktidarı ele geçirmiştir artık.

Zeus, ilişkilerinde bütün araçları kullanır. Bazen de tarafsız kalır. Güçlü kral Agamemnon ile, Akhylleus’un savaşında Zeus’a başvurulur. Akhylleus, annesi vasıtasıyla Zeus’tan destek ister. Zeus’un Helenler’i değil Tuvalılar’ı (Troyens) korumasını talep eder. Zeus sessiz kalır. Bunun nedeni, ileride gelişecek olayları okuyabilmesidir. Akhilleus’un talebinin delice olduğunu görür. Savaşın sonunda Akhylleus’un ölümü apaçık görünmektedir. Zeus, annenin dayatmalarının aslında kendi oğlunun sonunu getireceğini görmektedir. Bu nedenle sessiz kalır. Hera ise Helenler’in tarafındadır ve bunda diretir fakat kaderin gidişatını Hera da görememektedir. Zeus, diğer ilâh ve ilâhelere de bu savaşta taraf olmama konusunda tavsiye bildirir.

Bu tavrıyla Zeus, adâletlilerin adâletlisi (âdillerin âdili) olarak ilân edilir ve adına yeni sunaklar açılır ve kurbanlar sunulur. O, bu kararıyla birçok ruhu, Hades’in elinden almış, birçok bedeni kurtların ve kuşların ağızlarından kurtarmıştır. Zeus’un irâdesi tecelli etmiştir. Öfke ve savaşın insanları yıkıma götüreceğini vurgular. Savaş lânetlenir. İnsanlara aklın yolunu gösterir. Agamemnon ise Zeus’u suçlar:

"Bütün herşeyin sebebi Zeus’un ablası Ate’dir. O, Zeus’u ruhsuzlaştırmaktadır".

Agamemnon’un bu çıkışının altında savaşı tahrik ve Zeus’un gerçek düşüncesini açığa çıkarma (teşhir etme) isteği yatar. Fakat gücü buna yetmez.

Cehennemler ilâhı Hades (Χαδείς-Hadis, aynı zamanda Zeus’un kardeşidir. Arapça ‘Son’ anlamına gelen hadis kelimesiyle olan benzerliğe dikkat!) haksız bir biçimde, bereket ilâhesi Demeter (Δημητρα-Dimitra) in kızı Kore’yi (Persefoni=Περσεφωνη) alıkoyar ve yeryüzüne dönmesine izin vermez. Demeter’in bütün başvurularına rağmen Zeus yine sessizdir. Burada Zeus’un sessizliği, ayrılığın, ölümlü-ölümsüz herkes tarafından yaşanması gerekliliğine inanmasıdır, bu nedenle Demeter’e yardım etmez. Ona göre, Kore, birgün uzaklardan dönüp gelecek ve iki zıt dünya arasında köprü rolü oynayacaktır.

Üretkenliğin simgesi Gaia, Zeus’la uzlaşmasının sebebini dünyadaki armoninin ve dengenin korunması olarak açıklar. Gerçekte ise Gaia hâkimiyetini korumak istediğinden ve hiçbir gücün aşırı derecede öne çıkmasını, “tekleşmesini" istemediğinden Kronos’u tasfiye ettirmiştir. Athena’nın annesiz doğmasının nedeni ise Erkek-egemen (Patriarkal) bir sürece yol açılmak istenmesidir. Athena, çoğu zaman bir “erkek-kadın” olarak kabul edilir. Bir görevi de Zeus’un bütün kararlarını icra etmektir. Aslında Athena bir "erkek" olarak algılanmalıdır. Bu özgün durum kadının rolünü zayıflatmak ve geriletmek özelliği de taşır. Gaia ise varlığın devamı ve korunumu (sakınımı) rolünü üstlenirken sürekli ince hesaplar yapmak zorundadır.

Zeus’un "yıldırım"ı Kronos’u tasfiye eder ama bütün Titanlar’a yetmez. Kimilerine göre 10 yıl kimilerine göre 100 yıl savaşırlar. Taraflardan biri kazanamaz ve Zeus yine Gaia’ya başvurur ve perspektif alır. Gaia, derinliklerinde hapsettiği özürlü çocuklarını, canavarları devreye sokar. Onlara büyülü nektardan içirir. Hepsi Zeus’un emrindedirler. Devlerden Kottos, Zeus’a şöyle hitap eder: “Bilgeliğin sâyesinde, karanlıklardan çıkıp huzuruna geldik yüce Zeus. Hayal edilemeyecek bir başarı elde etmek için. Bu nedenle, hiçbir esneklik taşımayan bir kalple, en yoğun arzumuzla, senin zaferin için Titanlar’la savaşacağız".

Yer gök birbirine girer, korkunç bir savaş olur (Titanomahia: Τιτανομαχια: Titanlar savaşı). Zeus’un ve Gaia’nın zekâ ve kudretleri birleşir ve Titanlar yenilgiye uğratılır. Bu iktidar mücadelesini Gaia-Zeus kliği kazanır ve Titanlar mücadeleden çekilirler ve Tartaros’da zorunlu ikâmete mahkûm edilirler. Herkes Zeus’a bağlılık yemini eder. Güce tapınma eylemi yerine getirilir.

Olympos kliğiyle Kaos güçlerinin mücadelesi, “Düzen”in “Anarşi”ye karşı zaferi olarak da kabul edilir. “Düzensiz” eşdeyişle “Anarşist” taraf her zaman kaybeder mesajı da verilir burada. Ancak bu mücadele asla bitmez ve tekerrür eder yani aslında bir biçimde tekerrür eden tarihtir.

Homeros, bu devlerin (yer canavarları) de, Uranos’un kanından hayat bulduklarını söyler. Ellerinde uzun mızraklar tutarlar. Olayın Halkidiki (Χαλκιδικι) bölgesinde cereyan ettiği de belirtilir.

Yine bir başka rivâyete göre, bir kâhin Olympos ilâhlarını uyarır ve Titanlar’ın bu savaşta yenilmesinin çok zor olduğunu ancak işin içine bir “ölümlü”nün yani bir “insan”ın girmesinin gerektiğini söyler. Gaia bu kehânetten haberdar olur ve “özel” bir bitkiye hayat verir. Bu bitki, Titanlar’ı bir insan karşısında bile çok güçsüz kılma özelliğine sahiptir. Aynı paralelde Zeus, Şafağı (Aurora), Ay’ı (Selini-Luna) ve Güneş’i (İlios) yanına çağırır ve onlara ortaya çıkmamaları talimatını verir. Bizzat kendisi büyülü bitkiyi toplar ve Athena aracılığıyla Herakles’i (Herkül) savaşa katılmaya dâvet eder. Herkül’ün, Herkail (A.S-Arhangelos Hrkail: Büyük Melek Írkail) adlı büyük bir melek olduğu ihtimali (tezi) vardır. Bu noktada Ebced ilmine başvurmakta fayda var. Yunan ebcedinde (gematria) Hrkail’in değeri 91’dir.

Savaş sadece Titanlar’a karşı yürütülmez, Zeus kendi saflarında savaşan devleri de süreç içinde tasfiyeye yönelir. Devler acımasızca tasfiye edilirler. Mücadele sırasında devlerin yarı yılan yarı insan formuna büründükleri söylenir. Yarı yılan yarı insan motifi bizlere Şahmeran (Yılanlar Şahı) kültünü hatırlatır. Şahmeran da acımasızca öldürülmüştür ve inanışa göre yılanlar bunun intikamını alacaklardır.

Olympos’un (Devlet’in) başı tam olarak dertten kurtulmaz. Bireysel varlıklara (güçler) karşı da savaş yürütür. Örneğin Tifon (Τυφονας-Tifonas) yani Tayfun bu güçlerden biridir. Tifon, Gaia ve Tartaros’un sonuncu oğludur. Omuzlarından 100 tane yılan ve ejder başı çıkar. Bunların ağızlarından ateş püskürmektedir. Sesleri de korkunçtur. Bu seslerin anlamını sadece Olympos ilâh ve ilâheleri çözebilmektedir. İddiaya göre, Zeus, Tifon’u Etna yanardağının altına hapseder. Volkanik ifrazatların sebebi Tifon’un haykırışlarıdır. Devlet birkez daha sonuç alır ve başkaldırılara asla izin vermez.

Bir başka iddia ise şaşırtıcıdır. Buna göre, Tifon’a hayat veren Gaia ve Tartaros değil, Zeus’un eşi Hera (Ηρα-İra) dır. Sistem gereği, ilâhlar bir dişiye ihtiyaç duymaksızın kendi başlarına başka ilâh veya ilâhelere hayat verebilirken (Athena örneğinde olduğu gibi), ilâhelerin böyle bir hakları ya da yetenekleri yoktur. Hera bu sisteme itiraz eder ve protesto mahiyetinde üst düzey bir varlığa tek başına hayat vermeye kalkışır. Sonuç hüsrandır, çarpık bir varlık olan Tifon ortaya çıkar. İbret olsun diye de Zeus tarafından tasfiye edilir. Patriarkal (Ataerkil) düzen yavaş yavaş yerli yerine oturmaktadır. Yine, Hefaistos (Ηφαιστος-İfestos) da Zeus olmadan Hera tarafından ortaya konan bir üst düzey varlıktır. Hera'nın’omuzundan neşet eder. Kadının özgürlüğüne temlik konmuştur, Olympos’ta kadın güçsüzdür.

Zeus, ölümsüzlerle olduğu kadar ölümlülerle de yakın ilişkilere girer. Özellikle de gönül ilişkilerinde aşırıya kaçar. Birçok ölümlü bunu arzu eder zira bir ilâhla bir ölümlünün birleşmesinden bir kahraman eşdeyişle bir yarı ölümsüz doğacaktır. Bu ölümlü kadınlardan en kaydadeğeri Alkmene’dir. Onun Zeus’la birleşmesinden ünlü kahraman Herakles (Ηρακλης-İraklis) doğmuştur. Alkmene sadece güzelliğiyle dillere destan değildir aynı zamanda saflığı, temizliği ve asâletiyle de sivrilmiş bir kadındır. Sürgüne gönderilmiş olan kocasını terketmeyip onunla birlikte gider. Zeus, onun karşısına ancak kocasının kılığında çıktığı zaman sonuç alır ve Herakles’e hayat verir. Alkmene kadınların en yücesi olarak kutsanmıştır.

Zeus’un ilişkiye girdiği bir diğer ölümlü Leda’dır. Zeus, Leda’ya bir kuğu olarak görünür. Evropa’ya (Avrupa kelimesi buradan gelir) ise gözkamaştırıcı beyaz bir boğa kılığında yaklaşır. Evropa boğanın sırtına biner, boğa denize doğru yönelir ve genç kızı Girit adasına götürür. Zeus, Thebe kralı Kadmos’un kızı Semele’ye de aşık olur. Hera, Semele’ye yaşlı bir kadın kılığında görünür ve içine şüphe düşürür. Kendisine yaklaşan adamın aslında Zeus olmadığını ve genç bir ölümlünün kendisiyle eğlendiğini söyler. Oysa gerçek bir aşk tam bir güvene mebni olmalıdır. Semele, "Ben onun Zeus olduğundan kesinlikle eminim, Kalbim böyle söylüyor başka bir kanıta ihtiyacım yok" diyebileceği yerde Hera’nın hikâyesine inanır ve bir kanıt ister. Bu istek onun daha sonra ağır bir biçimde cezalandırılmasına yol açar.

Bu ilişkiler Zeus’un kıskanç eşi Hera’yı çok kızdırır ve intikam almaya yönelir. Hera, ilâhların, ölümlülerle ilişkilerinin, onların asâletine halel getireceğini savunur ve bu konuyu Olympos Konseyi’nin toplantısında gündeme getirir. Ortada bir yemin de vardır üstelik. Böylece, kahraman Herakles’in doğumu durdurulurken (yavaşlatılırken), kıskanç, sekter ve militer karakterli Evristhis’in dejenere soyu öne alınır. Bu nedenle, Herakles hayatı boyunca bu çarpık soylunun emirlerini dinlemek zorunda kalır zira ondan daha kıdemsizdir.

Zeus’a göre "Yüce Bilgi"yi edinmenin yolu "Acı”dan geçer. Acı çekmeden bilgiye ulaşılması mümkün değildir. Acı, “Şiddetli bir zerâfet” gibidir. Düzenin ve Ahengin ilkesi olarak Zeus, Lyr’in sesine en çok ilgi duyandır. Titanlar’la savaşa başlamadan önce uzun süre Lyr dinlediği söylenir.

Bazı topluluklar Zeus’u, “Zeus Ktisios" olarak kutsarlar. Yani, yücelten, büyüten, zenginlikleri arttıran Zeus. Bazıları ise, “Zeus Herkios" olarak kutsamışlardır. Yani, Aile kurumunun, hâmile kadınların veya şehrin koruyucusu anlamında. Yine, “Zeus Hikesios" veya "Zeus Ksenios" olarak da kutsandığı bilinmektedir. Bu anlamıyla, yabancıların, sürgünlerin, vatansızların, miltecîlerin ilâhıdır. “Zeus Milihios" bir yılan kılığındadır ve kazanılmış servetlerin ve aile kazanımlarının koruyucusudur.

Genelde Olympos’un özelde Zeus’un rakipleri bitmez. Örneğin Zeus’un kardeşlerinden Poseidon ve karısı İfimede’nin oğulları olan Otos ve Efialtis, Aloadlar. Devreye Apollon ve Hermes girer ve Olympos tehlikeleri atlatır.

Bütün bunlar olurken, Kaos’un kızı ve Erevius’un kızkardeşi olan “Gece" (Nyx) de devinimini sürdürmektedir. Gelişimi hem iyi hem de kötü birlikte yönlendirirler, aynı Toprak da olduğu gibi. Çocukları, Moros, Kara Keros ve Thanatos’tur. Bunların her üçü de ölümü temsil ederler. Bunların yanısıra, Momos (Uyku), Oizus (olumsuz düşünce), Moiriler (Klotho, Lahesis, Atropos yani Kader’den sorumlu varlıklar [Tıp’ta kullanılan Atropin adlı madde ismini Atropos’tan alır]), Nemesis (yine Kader’le ilgilidir ama hep iyi şeyler sunar. Kader’in iyimser yüzüdür), Filotis (Yanılgılardan sorumlu) de onun çocuklarıdır. Bunların ötesinde, Yaşlılık, bunaklık, rekâbetçilik, ısdırab, unutkanlık, açlık, savaşlar, ölüm, acımasız kalb, cinâyetler, kavgalar, yalanlar, münakaşalar, anarşi, yıkımlar, felâketler ve lânetler de Gece’nin sorumluluğundadırlar. Kısacası Yer ne üretirse, Gece onu sabote etmeye memurdur âdeta. Aslında burada da gizli bir rekâbet vardır ancak bu kez iki “feminin” yani “dişil” öge arasında yürümektedir. Yer ve Gece! (Gaia ve Nyx).

Toprağın (Gaia’nın) ilk çocuklarından Pontos (Deniz), Nereis’e hayat verir. Nereis, iyiliği ve sadakati üstlenmiştir. Nereis, Nereidler soyunun başlatıcısıdır. Nereis’in dışında ikinci derecede öneme haiz olan diğer çocuklar şunlardır: Thavmas, Forkis, Seto ve Evrivi. Thavmas, Okyanus’un kızı Elektra (İlektra) ile evlenir ve ondan İris doğar. İris’in rolü, Olympos ilâh ve ilâheleri arasında mesaj taşımak, kuşlara yollarını göstermek ve rüzgâr hareketlerini yönlendirmektir. (İris, Tıp biliminde gözün bir bölümüne verilen addır). Forkis ise kızkardeşi Seto ile evlenir. İki kızları olur: Enio ve Pemfredo. Bu kızlar çok hızlı bir biçimde yaşlanmaktadırlar. Tek bir diş ve tek bir gözleri mevcuttur. Ne Güneş’in ne de Ay’ın ulaşamadığı ücra bir yerde yaşarlar. Bunlara “Forkidler" adı da verilir. Ehilleus (Eşil)a göre bunların 3 tane daha kızkardeşleri vardır. Bunlara “Gorgonlar" adı verilir. Bunlar, birincilerden daha da ürkütücü durumdadırlar. Okyanus’la Gece’nin birleştiği ufuk çizgisinde, gözlerden ırak bir biçimde yaşarlar. Gorgonlardan ikisi, Stino ve Evriali "ölümsüzler soyuna" mensupturlar. Buna mukabil üçüncü kızkardeş, Medusa "ölümlü" dür yani "insan"dır. Zeus’un kardeşi ve denizler sorumlusu Poseidon (Ποσείδονας-Posidonas) Medusa’ya aşıktır. Medusa’nın bakışları bütün ölümlüleri taşa çevirir. Perseus tarafından öldürüldüğünde kanından Hrisoar adı verilen bir erkek neşet eder. “Altın Kılıç" anlamını taşır. Yine Medusa’nın kanından bir kanatlı at neşet eder: Pegasus. Medusa’nın saçları yılan formundadır. Hrisoar, Okyanus’un kızlarından Kaliroi ile evlenir ve onların birleşmelerinden Geryonos doğar. Geryonos üç bedenli bir varlıktır. Her üç beden de birbirine yapışıktır. Medusa soyunun önemli bir varlığı da Ekhidna’dır. Ekhidna, bir mağaranın kuytu yerinde dünyaya gelir ve şiddet dolu bir ruhu vardır. Belden yukarısı insan belden aşağısı yılan formundadır. Yine bu formla karşılaşıyoruz. Yarı yılan yarı insan. Bu kez karakter dişil. Zaman zaman Gaia’nın (Toprağın) derinliklerine sızar ve orada barınır. Ne Olympos ahalisinden ne de “ölümlüler”den hoşlanmaktadır. Yapayalnız yaşar aynı atası Medusa gibi. Ekhidna, Tifon’la birlikte olur ve canavarlara hayat verirler: Hydra, Neme Aslanı, Kerberos (Cehennemi bekleyen üç başlı, köpek formlu varlık), Orthos, Himera (Şimera) ve Fix (Sfenks). Bunların hepsi de Olympos iktidarı tarafından tasfiye edilirler. Forkidler’in, bir de toprak altında gizlenen ve yeryüzüne çıkmayan dev bir yılan formunda olan kardeşleri vardır ve Altın Koyunlar besler. Pondos’un son kızı Evrivi Titanlar’dan biri olan Krios’la birleşir ve Astreos’a hayat verirler. Astreos ise, yine iki Titan olan Hyperion ve Theia’nın kızları Aurora (Şafak) ile ile evlenir. Bu birleşmeden, Zefir, Vorias (poyraz, Kuzey) ve Notos (Güney) adındaki rüzgârlar doğar. Bunun yanısıra “Astir" (yıldızlar) de bu evliliğin sonucudur.

Bütün Titanlar arasında en çok bilineni ve insanlar tarafından en sık kullanılan mitos, Sosyalist devrimcilerin de bir kahramanı hâline gelmiş olan Prometheus’tur. 12 büyük Titan’dan biri olan Japetos (Ιαπετος) un oğludur. Atlas, Menitios ve Epimetheus’un da kardeşidir. Prometheus aynı zamanda, insanoğlunun ilk ideal örneği olan Dökalyon (Δευκαλίον) un da babasıdır. Yine efsaneye göre, Prometheus, Dökalyon’u kilden yoğurmuştur. Prometheus, insanın deri, kemik ve kas kirişlerinden oluştuğunu buna karşılık Olympos ilâhlarının sadece kemik ve kötü kokulu bir yağdan oluştuğunu iddia eder [Burada ilginç bir saptama var, ‘kötü kokulu yağ’. Kış uykusuna yatan hayvanların ortak őzelliklerinden biri, vűcudlarında içerdikleri ‘kahverengi yağ dokusu’ adı verilen bir maddedir. ĺnsanda, yenidoğanda mevcut olan bu doku daha sonraları ortadan kaybolur. Bu dokunun sırrı henüz tam olarak çözülebilmiş değildir. Kőtű kokulu olduğu da őzellikle Ayılar űzerindeki tecrűbelerden biliniyor ve Rusya’nın bazı bőlgelerinde kanser tedavisi başta olmak űzere tedavi edici bir ilaç olarak kullanılıyor. Yine benzer bir yağ dokusuna yarasalarda rastlandı]. Bu gerçekliği bilen Zeus insanlardan intikam almak ister ve ateşi onlardan gaspeder ve saklar. Bir inanışa göre, Prometheus ateşin yerini bulur ve onu Zeus’tan geri alır. Zeus, insanları cezalandırmaya karar verir ve onların arasına “Güzel Bela”yı gönderir. Bu güzel bela “KADIN"dır. Kadın, “Ölümlü Erkekler’in arasına gönderilen bir nifak" olarak tanımlanır.

Zeus kadını, bütün Olympos ilâh ve ilâhelerinin özellikleriyle donatır. Her Olympos varlığı, kadına, kendilerine has bir özellik sunar. Ölümlü erkeklerin arasına gönderilmesinin sebebi, ateşi Zeus’tan çalan Prometheus’un şahsında insan soyunun cezalandırılmasıdır. Burada kadın olumsuz role soyundurulur. Prometheus, Olympos katında bir suç işlemiştir ve bunun karşılığını tüm insanlar ödemelidir. Bu kadının adı “Pandora"dır. Pandora da aynı Athena gibi Zeus’un propagandisti ve ajanı konumundadır. Prometheus, “Öngörebilen" (Prewiev) anlamına gelirken kardeşi Epimetheus, "çok ağır düşünen", "çok geç intikal eden" (Retardation Mentale) anlamını taşır. Birbirlerinin zıddıdır bu iki kardeş. Prometheus, kardeşi Epimetheus’u, Zeus tarafından gelebilecek hiçbirşeyi asla kabul etmemesi konusunda defalarca uyarır. Ancak, fıtratı gereği bu nasihatleri unutan Epimetheus, Pandora’yı kabul eder. Ve meşhur “Kutu” açılır. Genelde insanların büyük bir çoğunluğu bu “Kutu"yu, "Kötülükler Kutusu" olarak kabul etmektedir. Bu bakış açısı yanlıştır. Aslında kötülükten kasıt bir “Erkeksi zaaf"ın itiraf edilmesidir. Pandora’nın getirdiği “kadınsı güzellik ve cazibe"den başka birşey değildir. Diğer yandan kutu denilen şey de aslında bir kutu değil, yarısı toprağın derinliklerinde yarısı da yerin üstünde bulunan küplerdir (Πίθος-Pithos). İçinde herşeyin yedeğini barındırdığına inanılır. Pandora, bu küplerden biri hariç diğerlerinin hepsini açmaya yetkilidir. Açılması yasak olan ise, içinde insanoğlunu kötülüklerin esiri hâline getirebilecek olan lânetin saklı olduğu küptür. Onun için bazı insanlara “sır küpü" yakıştırması yapılır. İçinde ne sakladığı tam olarak bilinmemektedir. Pandora, “sonsuz kadın meraklılığı"nın gereği olarak bu küpü de açar ve bütün kötülük kaynakları dışarı saçılır, bir tek “Elpis" küpten çıkmak istemez ve kapağın üstüne kapatılmasını talep eder. Batı dillerine yanlış olarak “Umut" diye çevrilen Elpis, "Bekleyiş" ve "Zan" anlamındadır. Bekleyiş ile Umut arasında pek de büyük bir fark yoktur diye düşünenler de mevcuttur. [Modern Yunanca’da kullanılan ‘Elpizo’ fiili de hem ‘ummak, umut etmek’ hem de ‘sanmak’ anlamlarını yüklenir]. Zeus, bu eylemiyle insanları “öngörü” hasletinden mahrum eder. İnsan “öngörememek” kurgusu üzerine tasarlanmak istenmiştir. İktidarlar da bunu ister, öngörüsüz insanı tercih eder, öngörüsüz insanı yönetmenin çok kolay olduğunu bilir. Bunun aracısı da “kadın" olarak belirlenir. Anaların Anası Gaia, burada sesiz ve kabullenici bir tavır izler, Zeus’u uyarmaz zira onunla zımnî bir anlaşma içindedir.

Prometheus cezalandırılır. Bedeni bir kayaya zincirlenir ve ciğerleri bir kartal tarafından sürekli parçalanır. Bu eylemin nedeni Prometheus'un sakladığı bir "sır"dır. Bu sır, Zeus’un imparatorluğunun "sonsuz olmadığı" sırrıdır. Eğer Zeus, Titan Thetis ile birleşirse ortaya Zeus’tan çok daha güçlü bir varlık çıkacak ve Zeus’u ortadan kaldıracaktır. Zeus bu sırrı öğrenmek için Prometheus’a çok ağır işkenceler yapar, eziyet eder ama bir türlü onu konuşturamaz. Prometheus direnir. Asırlar geçer ve Zeus’un gayrımeşru ilişkilerinden biri olan Alkmene’den bir çocuğu olur: Herakles (Herkül). Herkül, Prometheus’un ciğerlerini parçalayan kartalı öldürür. Bunun üzerine Prometheus, sırrını Herakles’e açıklar.

Öncü (İlk) ilâh ve ilâheler arasında özgün yere sahip olanlardan biri Styx 'tir. Styx, Okyanus’un büyük kızıdır. Styx, ilginç bir biçimde, Titanlar’la yaptığı savaş sırasında Zeus’un en yakınında yer alır yani kendi soyuna ihânet eder. Bunun mükafatı olarak da Zeus ona, kendisine ait olan İktidar ve Güç özelliklerini verir. Bunlar iki kardeş olarak da betimlenirler ve sürekli Styx’in etrafında bulunurlar. Zeus’un taltifi bu kadarla da kalmaz ve onu, “İlahların Büyük Andı"nı temsil etmekle görevlendirir. Styx, ölümsüzler soyu arasında çok saygı ve taltif görür, birçok ölümsüz ona ulaşmayı bir hayal eder. O, hem ölümlülerden hem de ölümsüzlerden çok uzaklarda ve dillere destan bir sarayda ikâmet eder. Saray, altın kayalardan inşa edilmiştir. Gümüş sütunlar göğe doğru yükselirler. İlâhların ve ilâhelerin hızlı mesajcısı İris bu mekânı zaman zaman ziyâret eder. Sarayın derinliklerinde donmuş bir aşık vardır. Öylece kalakalmıştır. Derin bir uykudadır. Bu bir ilâhtır ve Styx’e vurulmuştur. Bu ilâh 9 yıl boyunca Olympos konseyinin toplantılarına katılmaktan men edilir. Bu gelişmenin ardında yine Zeus vardır. Zeus, Styx’e yaklaşılmasına tahammül edemez ve cezalandırma yoluna gider. Styx, yunanca “Στυγη" (Stigi-Nefret etme, iğrenme, tiksinme) kökünden gelir. Styx’in suyu, kin ve nefretin suyudur. Cehennem’deki bir ırmağa da adını verir. Arapça “Sicciyn" kelimesi de bir cehennem katını ifâde eder. Kelimeler arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.

Hekate, çok güçlü ve göz kamaştıran bir ışığa sahip olan bir ölümsüzdür. Titan soylu olup, Perse ve Asteria’nın kızıdır. Bütün ölümsüzler ona ilgi duyarlar. Kudreti toprak ve deniz üzerinde yayılmıştır. Savaşçılara zafer verir. Mahkemelerde hâkimlerin yanıbaşında oturur. Spor müsabakalarında süvarilere yardım eder. Balıkçıları korur ve kollar. Sürüleri kontrol eder. Çocukları ve anneleri gözetir. Ölümlüler de ona hayrandır ve sürekli kurban adarlar. Hekate bir mağarada oturmaktadır. Demeter’in, kızı Persefon’u bulmasında da Hekate’nin önemli bir rolü vardır, ona bir meşâle veren Hekate’dir. Hekate’ye atfedilen özellikler bu kadarla kalmaz, O, aynı zamanda, hayaletlerin (Fantom), zorlantıların (Obsesyon) ve büyülerin (Magie) de sorumlusu olarak kabul edilir. Cesetlere de hükmeder. Ay ışığı etkilerini de Hekate yönlendirmektedir. Saçları yılan biçimindedir (aynı Medusa’nınki gibi). Hekate aynı zamanda, Uranos’un kanından hayat bulan “İriniler" (Barış Varlıkları) in de yakın akrabasıdır. Ancak onlarla sık sık tenakuza düşer. İriniler’le Zeus’un ilişkisi de çok iyidir ve onlara “Zeus Düzeni’nin barış koruyucuları" adını vererek mahkum eder.

Görülüyor ki, Olympos düzeni muhtelif güçlerle tahkim edilmiş ve sistem yürütülegelmiştir. Başkaldırının yolları kesilmeye çalışılmış ve en ufak bir isyan (bireysel veya örgütlü) en ağır biçimde bastırılmıştır. Bu bastırma eylemlerinde ise genelde “dişi varlıklar”a başvurulur. Bir anlamda asayiş mekanizması kadınların inisiyatifindedir. İleride de görüleceği üzere, zaman zaman bu denge güçleri arasında çok sert, neredeyse savaşa varan çelişki ve çatışmalar yaşanır. Ama statükonun korunması için maksimum çaba sarfedilir. Yer yer, bölünme ve ayrışmalar çok somut hâle gelir ve önü alınamaz. Nekâhat dönemleriyle bu durumlar aşılmaya çalışılır.

Ölümlüler’le ölümsüzler (Zenginler ile yoksullar, Burjuvalarla emekçiler, Ezenlerle ezilenler, Zalimlerle mazlumlar) arasında sürekli bir gerginlik ama genelde bir had vardır. Hiçbir ölümlü haddini aşamaz. Eğer aşarsa cezalandırılır. Bu cezalar, gözdağı vermeleri açısından çok acımasızdır. Emsal teşkil eder. Ancak, ne olursa olsun ölümlüler direnirler. Bazen ölümsüzleri birbirlerine düşürürler. Bazen, yarı ölümlü-yarı ölümsüzler (kahramanlar) de ölümlülerin yanında yer alır ve Olympos’a karşı başkaldırı gelişir.

Menfaat ve açgözlülük hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Kanaatkârlık hemen hemen yoktur. Bu gerçeklik bazen hattâ sık sık Olympos güçlerini birbirine düşürür ve silahlar çekilir. Genelde Zeus araya girer ve müdahalede bulunur. Uzlaştırıcı bir rol oynar.

Olympos efendilerinin en önemlilerinden biri Hera’dır (Ηρα-Íra). Yunan dilinde "İra” (Ηρα) olarak yazılır ve “İra” diye okunur. Olympos’ta müstesna bir yeri olan İra köken olarak Peloponisoslu (Mora) dur. Bütün Olympos hiyerarşisi içinde Zeus’u en sert biçimde eleştirebilen tek güç İra’dır. Kıskançlığı, öfkeyi ve intikamı en üst düzeyde temsil eder. Truva’dan nefret eder. Atina’da pek sevilmez. Zeus’un ölümlü kadınlardan olan çocuklarını tasfiye etmek için büyük uğraşlar verir. Bütün bu çatışmalarına rağmen kocası Zeus’a akılalmaz bir sadakatle bağlıdır. Zeus ise bu aşırı sadakatten ve kıskançlıktan rahatsızdır. İra’yı sürekli olarak uyarır. Argos ve Samos’un koruyucusudur ve büyük törenlerle kutsanır. Akdeniz havzasındaki alanlarda ise İra, kutsal sadakatin, tutkulu aşkın, gösterişsiz emeğin sembolüdür.

Peloponisos onun vatanıdır ve orada çok sevilir. Sparta alanında bu kadar çok sevilip Attiki’de pek fazla ilgi görmemesinin nedeni iki bölge araasındaki ideolojik-politik görüş farklarıdır. Sparta, katı disiplini, sertliği ve askerî gücü öne çıkarırken Attiki, yumuşak, sivil ve demokratik bir kimliği temsil eder. Bu iki anlayış zâten sürekli çatışma hâlindedir. Olympos katında ise Zeus Attiki’yi, İra ise Sparta’yı kollar.

Zeus’un Truvalılar’dan yana tavır koyması-ki bu tamamen politik bir tavırdır-İra’yı çıldırtır. Zeus’un strateji belirlemesini ve konu üzerine yoğunlaşmasını engellemek için kendi kemerini Afrodit’e verir. Kemer erkeklik arzularını uyandırmaktadır. Bu anlamda Afrodit’i Zeus’a karşı kullanmaktadır. Zeus’u Afrodit’le oyalayıp siyâsî süreçten uzaklaştırmayı hedefler. Bununla yetinmeyip uyku ilâhı Hypnos’u da örgütleyip Zeus’un üstüne gönderir ve İda dağında onu uyutmasını sağlar. Bazen de, bu kez Zeus’la sevişebilmek için yine Hypnos’a başvurmakta ve ancak Zeus uyurken onunla sevişebilmektedir. Bu büyük bir ihtirastır.

Doğumlardan sorumlu olan ilâhe İlithi’yi (Είλείθη) Herakles’in doğumunu geciktirmek buna karşın Evristhis’in (Ευρίσθης ) doğumunu hızlandırmak konusunda uyarır ve onu Zeus’tan yana olmaması bağlamında tehdit eder.

Zeus buna çok öfkelenir ve Hera’yı, geçmişte kendisine uyguladığı cezaları tekrar etmekle korkutur:

"Seni gökyüzüne (Yıdızların arasına gerdiğim) astığım günleri unutuyorsun. Ellerini ve ayakların altın zincirlerle bağlamıştım ve sen Ether’de, bulutlar arasında asılı kalmıştın".

İra, Zeus’un ikincil ilâhelere ve ölümlü kadınlara ilgi duymasını bir türlü içine sindiremez ve onları sürekli tehdit altında tutar. Apollon ve Artemis’in annesi Létô (Λυτο-Lito) çocuklarını doğurabilmek için Delos’a sığınır (Δυλος-Dilos. Ege adalarından biri bu isimle anılır ve Athina site-devletinin hazineleri orada muhafaza edilmiştir). İo (Jupiter gezegeninin uydularından birinin ismidir) ve Kallisto da aynı biçimde Hera’nın hışmından kaçarlar. Kallisto ayı kılığına girerek saklanır.

Ancak, İra’yı en çok çileden çıkaran şey Zeus’un Athena’yı tek başına üretmesidir. İlâhî Meclis’te şöyle konuşur:

"Sizler, İlâhlar ve İlâheler, hepiniz beni iyi dinleyiniz. Zeus, bana başvurmaksızın Athena’ya hayat verdi. Oysa ben mükemmel bir eşim. Athena ölümlüler ve ölümsüzler arasında büyük bir ilgi görürken benim Zeus’la birlikte hayat verdiğim oğlum Hefaistos (Ηφαίστος-Ifestos) ne ölümlüler ne de ölümsüzler arasında hiçbir ilgi ve saygı görmedi. Bu nedenle onu kendi ellerimle engin denize fırlattım ama Nereis’in kızı, gümüş ayaklı Thetis onu aldı ve ona kız kardeşlerine gösterdiği ihtimamın aynısını gösterdi. Sorarım sana Zeus, Athena’yı nasıl tek başına ortaya çıkarabilirsin, Onu ben doğuramaz mıydım?"

İntikam İra’yı sarar. Kendi başına bir çocuğa hayat vermek için bütün güçlere başvurur. Titan soylulara gider, Gaia’ya başvurur ama bir türlü istediği sonucu / desteği elde edemez. Gaia isteksiz, Titanlar soyu ise yetersizdir. Bu durumda ortaya bir canavar çıkar: Tifon (Tayfun). Tifon 100 başlıdır ve Zeus’un yıldırımına karşı direnir ve onun gücünü kırar. Ama daha sonra Etna ve Vezüv yanardağlarının arasında yeraltına hapsedilir. İlâheler, İlâhlar’ın yeteneklerinden uzak tutulurlar. Patriarkal Düzen’in bir gereğidir bu. Bazılarına göre ise, İra kıskançlığı, nefreti ve intikamı kapsadığı için ortaya bir hilkat garibesi çıkmıştır (Menfi hisler menfi bir varlık olarak Tifon’u űretirler. Ancak bu, Athina’nın anti-Sparta propagandasından başka bir şey değildir. Paradigma sağlamlaştırılmak istenir).

İra’nın Zeus’tan iki oğlu olur: Aykırı İlâh Hefaistos ve savaş ilâhı Aris (Ares). Zeus, Aris’ten nefret etmektedir.

İra, savaşçı, militarist ve intikamcı kişiliği temsil eder. Ona göre barış ve itidalin babası da kin ve intikam yani savaşın devamlılığıdır: “Polemos Patir Pandon" yani "Savaş herşeyin babasıdır". Bu savaş sadece kaba anlamdaki savaş değildir. Her türlü mücadeleyi ve mücadele şeklini içerir. İktidar savaşı, Aşk savaşı, Soylar’ın savaşı vs. Savaş diyalektiğin tâ kendisidir. Karşıtlar çatışır ve ortaya bireşim (Sentez) çıkar sonra yine çatışma ve yine bireşim şeklinde devam eder. Bu nedenle İra, Zeus’un yalnızca karısıdır ve fakat aşık olduğu kadın değil. Zeus, aslında mücadelenin zihnî araçlarla yapılmasından yanadır ancak bunu her zaman beceremez. O tam bir politikacıdır. İra ise buna karşı çıkar. Zeus’un yanlışlarını onun yüzüne vurur ve onu mahkûm etmeye çalışır. Bu süreçlerde Anneler Annesi Gaia sessizdir ve statükoyu kabul eder, o da Zeus gibi politik inceliklerle çözüm arar. Şiddetli değişiklikleri onaylamaz işi evrimsel gelişmelere bırakır. Reformisttir. Büyük altüstoluşlara sıcak bakmaz. Ama her türlü fizikî önlemi de alır.

İra bir diğer açıdan erkek egemenliğine Zeus’un şahsında karşı koyar. Muhafazakârdır ve kutsal aileyi korumaya uğraşır. Soy’a Sop’a bağlıdır. Bütün bunlar Atina kültürüne zıt görüşler ve eylemlerdir. İra’nın yaygın ve güçlü bir örgütlenmeye gitmesinin önü kesilir, dar tutulur.

Olympos hiyerarşisinin en direnişçi ve en inatçı ilâhlarından biri Poseidon (Ποσειδονας : Posidonas) dur. Poseidon aynı zamanda Zeus’un da kardeşidir. Poseidon’la ilgili birçok izahat olmasına mukabil bunlar arasında çelişkiler de mevcuttur. Kimi mitologlar, Zeus ile kardeşi Poseidon arasında güç ve kudret farkı olmadığını, eşit olduklarını fakat Zeus’un ağabey olması hasebiyle Olympos’u yönettiğini vurgulamaktadırlar.

Zeus bir gün İris’i, Poseidon’a gönderir ve Poseidon’un Yunanlar (Elenler) lehine tavır almaması talimâtını verir. Eğer bu talimâta uymazsa, güç kullanımına gideceğini bildirir. Poseidon öfkelenir: "Ah! Zeus ne kadar da mükemmel. Bilmem farkında mı, burada bana karşı çok kaba bir laf sarfediyor, kuvvet zoruyla hâkim olacağını söylüyor. Halbuki. Benim kudretimin kendisininkiyle eşit olduğunu o da biliyor. Hakikâtte, biz Kronos ve Rhéa’nın üç oğluyuz: Zeus, Ben ve Hades. Hades, ölülere hükmeder. Herşey üçe bölünmüş ve herkes kendi payına düşeni almıştır. Kader’in tercihi, benim gri engin denizlerde oturmamı gerektirmiştir. Hades’in payına karmaşık karanlıklar düşmüş ve Zeus da sonsuz sınırsız ve bulutlarla dolu etheri (uzayı) ve gökleri almıştır. Yeryüzü ve yüce Olympos ise hepimizin ortak malıdır. İşte bütün bu nedenlerle Zeus’un irâdesine boyun eğmem mümkün değildir. Zeus, kendi payına düşenle yetinmeli ve beni, sanki bir ödlek serseriymişim gibi, kendi kudretiyle korkutmaya çalışmamalıdır".

Ama aynı Poseidon, Zeus’a karşı geliştirdiği bu çıkışına rağmen en nihâyetinde Zeus’a boyun eğecektir zira kendi silahı “Trident" (Üç dişli) in, Zeus’un silahı “Yıldırım"la (keravnos) baş edemeyeceğini bilmektedir. İktidar savaşında Zeus’un enstrümanları bir kez daha ağır basar ve Poseidon Zeus’a tavır almasına karşın onunla karşı karşıya gelme cesâretini gösteremez. Olympos düzeni bir kez daha Zeus’un gücünü kutsar.

Poseidon’un krallığı denizlerdedir. Buna "Köpüklü Dalgalar İmparatorluğu" demek de mümkündür. Poseidon, yalçın kayalardan büyük adımlarla engin denizlere doğru iner ve bastığı kayalar titrer ve onu selâmlarlar. Büyük dağlar ve ormanlar, onun ölümsüz ayakları altında sarsılırlar. Üç adımda amacına ulaşır ve saydam derinliklerdeki sarayı “Eges"e (Aigeo-Egeo) ulaşır. Bir iddiaya göre Ege (Egeo) kelimesi buradan gelmektedir yani Poseidon’un sarayıdır. Saray göz kamaştırıcıdır ve asla aşınmayan ve orijinalliğini sonsuza kadar koruyan altından yapılmıştır. Sarayına ulaşır ulaşmaz, bronz nallı ve altın gemli atlarını koşumlar, altından elbisesini giyer altın kamçısını alır ve arabasına binerek dalgalara atılır. Poseidon’un denizlere açıldığını gören canavarlar sağa sola kaçışırlar ve onu selâmlarlar. Deniz büyük bir keyfe dalar. Araba âdeta uçar ve atların bronz nalları ıslanmaz bile. Kanatlı atlar, Poseidon’u Akeenler’in (Aheenler-Akalar) donanmasına doğru uçururlar.

Bir anlamda Poseidon, Olympos devletinin donanma komutanıdır. Denizlerde olan biteni o kontrol eder ve savaşları o yürütür. Ancak Zeus, kahramanlara, kendi kalitesinde oğullara döl verirken Poseidon canavarların ve katillerin babasıdır. Örneğin Kyklopos Polyphemis (κύκλοπος πολύφήμήσή [Kyklopos Polifimisi-Şanlı şőhretli tepegöz]) adlı canavar Poseidon’un oğludur. Poseidon, Medusa’ya aşıktır ve yumuşak çayırlarda, bahar çiçeklerinin arasında onunla sevişir. Bir Olympos efendisinin, Gorgonlar ailesinden çirkin bir kadınla birlikte olması garip görünmektedir. Gelenekte böyle ilişkilere nadir rastlanmaktadır. Bu ilişkiden (kesin olmamakla birlikte) Harpiler ve 100 kollu canavar Egeon (Αίγαίων) doğar, Egeon’un diğer ismi Vriaros’tur (Briare). Poseidon aynı zamanda birçok acımasız ve çarpık varlığın da babasıdır: Sinis, Skyron, Kerkyon vs. gibi…

Poseidon’un kariyerini sarsan bu döller aslında Zeusçu mitoloji yazımının bir sonucudur. Zeus’u yücelten ve âdeta hatasızlaştıran bu mithographie (efsâne yazımı) Zeus’la çelişkileri oranında diğer Olympos varlıklarını ve kahramanları hattâ ölümlüleri mahkûm etme eğilimindedir.

Poseidon’un 100 kadar kadınla ilişkisi olduğu söylenir yani poligamdır. Bu kadınlardan çok sayıda çocuğu olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Homeros, "Tanrıların yatakları steril (temiz, kısır) değildir" demiştir.

Poseidon sadece denizlerin değil ve fakat aynı zamanda yeraltının ve depremlerin de ilâhı olarak kabul edilir. İnsanların ve ilâhların ilâhı Zeus göklerden haykırır ve emirler yağdırır. Aşağılarda ise, Poseidon, bu emirlere cevap verircesine devâsa yeryüzünü ve dağların tepelerini sarsar ve titretir. İda dağının binlerce oyuğu ve çukuru, Truvalılar’ın kentleri ve Akaenler’in (Akalar) donanması korkudan sarsılır ve aman dileriler. Yeraltında bulunan, ölülerin yöneticisi Aidoneus (Αίδονευς) bile büyük bir korku yaşar. Tahtından fırlar ve bir çığlık atar. Poseidon, yeryüzünün altüst edicisi, onun üzerine gitmeye gerek görmez. Onu paramparça edebileceği hâlde kâle almamayı tercih eder.

Yine, Tıp biliminin babası sayılan Hippocrates (Ηποκρατης-Îpokratis), Yunan halkının büyük bir çoğunluğunun Epilepsi (Epilipsia-Sara) hastalığının sebebi olarak Poseidon’u gördüklerini belirtmiştir. Sara, eski Yunan’da âdeta bir iç deprem olarak algılanagelmiş ve ilâhların öfkesine bağlanmıştır.

Hüküm alanı çok geniş olan Poseidon atlara da hükmetmekte dolayısıyla aristokratik hayatın da en tepesinde bulunmaktadır. Barbar kabilelerin göklerdeki temsilcisi konumunda bulunan Triballus da Poseidon’un emri altındadır. Bütün aristoklar, şövalyeler ve savaşçılar Poseidon’a yakarırlar ve ondan kendilerine yardım etmesini isterler. İşte böyle bir yakarışa örnek:

"Atların efendisi Poseidon, sen ki, yarış alanlarının kulakları sağır edici sesi, atların kişnemeleri ve mavi yeleli kısrakların ruhusun; sen ki, muzaffer ya da mağlûp gençlerin mücadelelerine zevk katan, gel koromuza katıl, sen ki, altın bir trident taşıyan, Kronos’un oğlu Poseidon bizlere yardım et!"

Birçok soylu hanedan ve sülâle, kendi soylarının Poseidon’dan gelidiğini iddia etmiştir. Hattâ birçok şehir de bu kervana katılmışlar ve kendilerini Poseidon’a bağlamaya çalışmışlardır. Kimi şehirler ise, Poseidon’un gönül verdiği Nymphalar’a (Periler) nisbet ederler kendilerini: Ascra, Salamina gibi. Atina’nın ulusal kahramanı Theseus da Poseidon’un oğludur. Theseus, Attiki soyunun bütün niteliklerini taşıyan bir safkan soyludur. Akropolis’te Poseidon adına yapılmış olan bir tapınak mevcuttur. Tam bu tapınağın bulunduğu yerde, Poseidon ve Athena, Atina şehrinin hükümdarlığı için yarışmışlar, Poseidon, trident’in bir darbesiyle yerden bir tuzlu su kaynağı çıkarmış buna mukabil Athena mızrağıyla (bu tuzlu suyun içnde) ilk zeytin ağacını yeşertmiştir. Böylece yarışmayı Athena kazanır ve kentin sahibi olur.

Athena, Zeus’un hem kızı hem de en yakınındaki ilâhedir ve bu nedenle imtiyazlıdır. Atina kenti ise Olympos hiyerarşisinin en temel merkezidir, pay-i tahttır. O nedenle egemen klik o kenti başka kimseye vermez. Öte yandan Zeytin, bekâreti ve arılığı temsil eder. Eski Yunan’da, zeytini yalnızca bâkireler toplayabilirdi. Bâkire olmayanlar bu meyveye el süremezlerdi. Zeytin bu denli kutsanmıştır. Athena da bâkiredir ve arılığı temsil eder. Sistemin ona biçtiği rol, bekâreti temsil etmesidir. O nedenle, Athena ilk zeytin ağacını yeşertir. Yine Kadim Yunan’da ĺncir (Sika) ve Buğday (Sitari) da kutsal bâkireliği temsil ederler. Kur’an-ı Kerim’de de Allah, Zeytin’e ve İncir’e yemin etmektedir (Vettini vezzeytuni).

Poseidon kültü çok eskidir. Miken imparatorluğuna ait vazolarda ve Miken dilinde Poseidon’un ismine rastlanır. Aynı zamanda karmaşık bir ilâhtır da Poseidon; bir yandan çetelerin ve canavarların sorumlusuyken diğer yandan Theseus gibi bir kahramanın da babasıdır. Hem denizlerin ve okyanusların ilâhı hem de yeraltı derinliklerinin ilâhıdır.

Âdeta denizler tarafından “işgal edilmiş” sayılabilecek olan Yunan coğrafyasında, denize ait birçok mitolojik varlıktan sözedilebilir. Bir balıkçı olan Glafkos, (bir göz hastalığı olan Glaukoma bundan mülhemdir) yediği sihirli bir bitkiden sonra denizlerde ilâhî bir görev üstlenir. Semele’nin kardeşi ve Athamasın karısı İno, oğlu Melisertos ile birlikte Hera’nın gazabından kaçarken kendini Ege’nin sularına bırakır ve Amfitrit tarafından kurtarılır. İno, Lefkothea (Beyaz Îlãhe-Lefkosha) adıyla tanrıçalığa yükseltilir ve denizcilerin koruyuculuğunu üstlenir. Aslında bu eylemin arkasında da Zeus vardır ve amacı Hera ile Poseidon’un güç birliğini kırmak için İno’ya yeni bir makam tahsis etmektir. Aynı zamanda, kızkardeşinin Zeus’tan olan oğlu Dionysos’u da eğitip yetiştirdiği için Zeus tarafından sevilmektedir ve nihâyet ödüllendirilir. Egemenlik mücadelesi bütün alanlarda ve acımasız bir biçimde sürdüğü gibi denizlerde de devam eder. Odyseas’a (Ulyssis) bir bando tahsis eden de Lefkothea’dır. Kıbrıs’ın Lefkoşa şehrine adını veren de bu tanrıçadır.

Glafkos’un "âyinsel sıçrayışı”, ünlü şair Safo’nun, kendini Lefkada kayalıklarından aşağı bırakmasına benzer. Safo, Faon’a duyduğu aşka karşılık bulamadığı için bu yolu seçmiştir. Bir diğer tanrıça, Vritomartis diğer adıyla Diktyna (Diktion-Ağ) da, Zeus’un takibinden kurtulmak için kendini Girit’teki kayalıklardan aşağı bırakır. Diktyna, Zeus’la ideolojik anlamda bir çelişkiye düşmüş, Zeus’un tehditlerine boyun eğmemiş sonunda da Zeus tarafından tasfiye edilmiştir.

Minoa devrinde, kralın ve sarayın koruyucusu olan bir ilâheden bahsedilir. Aynı ilâheyi Miken çağında, bu kez savaşçı rolünde görmekteyiz. Yani, Minoa’da nispeten barışçıl bir rolü olan ilâhe Miken’de savaşçı bir konumdadır. Bu ilâhenin Athina (Athena) olduğu konusunda mitologlar arasında ittifak vardır. Bu açıdan bakıldığında, Athina kültü de oldukça eskidir. Bu ilâhe, Diomed ve Tydeus gibi bazı kahramanlara destek verir. Bu koruyucu rollerinden dolayı ona “Athina Polias" veya "Athina Polioukhos" (Şehrin koruyucusu Athina) adları verilir.

Athina, Yunanistan’ın başkenti Atina’ya ismini veren ilâhedir. Truvalılar’dan nefret eder ve onlara karşı savaşanların yanında yer alır. Truva’yı ortadan kaldırmak için büyük bir çaba sarfeder. Buna mukabil, Truva’da bir Athina tapınağının bulunması paradoks sayılabilir. Bütün Truva kadınları, Athina’dan yardım talep etmek için bu tapınağa koşarlardı. Minoa ve Miken dönemlerini takip eden çağda ise Athina nihaî kimliğini bulmuş ve iki kelimeyle ifâde etmek gerekirse, “Erkeksi Dişilik" figürü hâline gelmiştir. Bunu biraz daha açarsak şöyle söyleyebiliriz: Eril enerjinin hizmetine sunulmuş dişil sezgi gücü. Bu yönüyle Athina, "Romantik, yumuşak, müşfik ve annesel dişi kahraman” tipinden hayli uzak ve farklı bir “dişi” varlıktır. Bunun nedeni ise, onun bir ana-baba ilişkisinden değil ve fakat bir eril varlığın, bir ilâhın kafasından neşet etmesidir. Bu nedenle, o bir dişidir ancak eril karakterlerle donanmıştır. Aslında, O, Metis’in yani öncü tanrıçalardan olan ve öncü zekânın temsilcisi olarak kabul edilen Metis’in kızıdır. Fakat Zeus, zekâyı Metis’ten aparmış olduğundan Athina sanki Zeus’un tek başına yarattığı bir varlıkmış gibi ortaya çıkıyor. Özünde, Athina, Zeus’un değil Metis’in kızıdır. Zeus, Athina’ya özel bir değer atfeder çünkü onu kendi beyninden bir parça olarak görür. Truvalılar konusunda tenakuza düşmelerine rağmen Zeus, Athina’ya her zaman egemen olmuş ve düşüncelerini ona kabul ettirmiştir. Athina, Truva’ya karşı Yunanlar’ın tarafında yer alıp onlara yardım ederken Zeus hep denge unsuru olmuş ve taraflardan herhangi birinin yanında açıkça yer almaktan kaçınmıştır. Athina, Zeus’u şöyle eleştirir:

"Babamın kalbi mantığıyla çelişiyor. Benim nefesimi (çabalarımı) zalimce geri çeviriyor. Evristis’in kendisine empoze ettiği işlerden bunalan oğlu Herakles’i kaç kere kurtardığımı hatırlamıyor. Gün gelecek, yeşil gözlü sevgili kızını yeniden yanına çağıracak"

Ancak Zeus, bu serzenişleri bir itâatsizlik olarak algılar ve öfkelenir. Yıldırım’la Athina’ya saldırır ve onu yaralar. Athina’nın yaralarının iyileşmesi 10 yıl sürer. Zeus uyarır: “Yeşil gözlü kız, babasıyla çatışmanın ona neye mâl olacağını öğrenecek!". Hiyerarşik işleyiş acımasızdır. En sevdiklerine bile yeri geldiğinde en acımasız tavrı göstermek gerekir. Zeus da bunu iyi bilendir ve duygusallığa şans tanımaz.

Athina, aynı Zeus gibi İra (Hera) ile sürekli çelişki içindedir. Zeus’un İra ile olan bütün kavgalarında Zeus’un yanında yeralır. Olympos hiyerarşisinde önemli bir yere sahiptir ve karar gücü vardır. Hattâ zaman zaman Zeus adına hareket etme yetkisini kendinde bulur. Ancak, kendi haddini bilir yeri geldiğinde susar. İra öyle değildir. Zeus’a boyun eğmez ve kendi doğrularını dayatmaktan geri kalmaz. Ağzına gem vurmaz, konuşur, direnir, korkusuzca mücadele eder. Zeus tarafından defalarca tehditlere ve saldırılara maruz kalmasına rağmen ayakta kalmayı başarır. İra, Yunan mitolojisinde direniş kültürünün en önemli figürüdür.

Athina’nın en büyük düşmanı ise savaş ilâhı Aris (Ares)tir. Her ikisi de savaşçı bir kimlik taşımalarına ve hiçbir çatışmadan çekinmemelerine rağmen çok farklı iki karakter olarak ortaya çıkarlar. Bu farklılığın en temel unsuru düşmana karşı tutumdur. Aris çok sert ve tavizsizdir. Rakiplerine şiddetin en ileri biçimiyle yönelir. Âdeta savaş ve çatışmaya susamış bir kimlik sergiler. Athina ise daha dikkatli, daha az şiddet yanlısıdır. Savaşlarında taktik incelikleri öne çıkarır. Direkt hedefe vurmayı ve en az zarar vermeyi ister. Kentlerin, köylerin tamamen harap edilmesine karşıdır. Bu nedenle Athina ve Aris sık sık çelişkiye düşerler ve Olympos toplantılarında birbirlerine muhalif bir tablo sergilerler. Zeus da Aris’in düşmanıdır.

Athina, bu yönüyle mükemmel işleyen bir mantık sahibi olarak öne çıkarılır. Bu, onun “dişil” yüzüdür. Bu nedenle Aris’e göre estetik bir konumdadır. Afrodit, kahraman Diomed’in ok darbesiyle yaralandığında ciddi bir biçimde duygusallaşır ve Athina’dan yardım ister Diomed’in okunu yönlendiren Athina son ânda Afrodit’e yardıma koşar.

Bir gün Athina ormanda bulduğu bir flütü çalmaya başlar. Romantik bir melodi seslendirir. O sırada oradan geçmekte olan Afrodit ve İra onunla dalga geçmeye başlarlar. Bunun nedeni melodinin kötü olması ya da Athina’nın başarısızlığı değil, çıkan seslerin Athina’nın cildini gözle görülür bir biçimde deforme etmesi ve onu yaşlandırmasıdır. Burada, Athina’nın dişiliğinin bir diğer yanı dışa vurur. Hiçbir dişinin kendisiyle-ne sebeple olursa olsun- alay edemeyeceğini düşünen Athina, flütü yere fırlatır ve onu yerden alacak varlığa lânet eder. Şanssız satir (pan) Marsyas onu yerden alma hatasına düşer ve başına gelmedik şey kalmaz. En nihâyetinde Apollon’un liriyle karşı karşıya gelir. Lir ve flüt yarışırlar ve flüt kaybeder. Apollon, Marsias’ı bir çam ağacına bağlar ve derisini yüzer.

Athina aynı zamanda çok kibirli bir ilâhedir. Bir keresinde bu kibirine güvenerek ve Olympos yönetiminin desteğini talep etmeksizin Ajax’a saldırır ve onu öldürür. Bu davranış, Athina’nın Atridler arasındaki prestijini sarsar.

Athina’nın doğumu olağanüstü bir heyecana neden olur. Örneğin, bu olayı kutlamak için tapınaklara hücum eden Rhodoslular, ellerine meşâle almayı unuturlar. Bu nedenle, daha sonraki dönemlerde bu bir gelenek hâline gelir ve törenler ve âyinler ateşsiz (meşâlesiz) düzenlenir. Zeus, bu eksikliği telâfi etmek için Rhodos’un üzerine “altından yağmur” yağdırır ve her yer pırıldamaya başlar. Athina’nın doğumu, Atina Akropolü’ndeki Parthenon (Bâkireler) tapınağının alınlığında da görkemli kabartmalarla temsil edilir.

Athina aynı zamanda kadın el işlerinin, oyanın, nakkaşşlığın, örgücülüğün ve dokumacılığın da temsilcisidir ve bu misyonundan dolayı da, Ergani ismiyle anılır. Kadınlara, dokumacılığın en ince sırlarını ve en güzel süsleme tekniklerini öğretir. Kendi elbisesini de bizzat kendisinin dokuyup diktiğine inanılır. İlk kadın olarak yaratıldığına inanılan Pandora’ya da dikiş sanatını Athina öğretmiştir. Pandora, kendisi için dillere destan beyaz bir elbise diker. Athina da, onun alın kısmını örten bir tülü bu elbiseye ekler. Panathinaikos (Bütün Atina) törenlerinde, en güzel elbiseyi diken genç kızlara ödüller verilir ve bu genç kızlar Athina’ya adaklar adarlardı. En güzel elbise ise, Parthenon tapınağında sergilenirdi.

Ne yazık ki, tanrılar ya da tanrıçalarla yarışmaya kalkan ölümlülerin başına çok olumsuz şeyler de gelmekte ve sınıf farkı ve kast sistemi sürekli korunmakta, bu düzene boyun eğmeyenler en şiddetli biçimde cezalandırılmakta, onurları kırılmakta, kişiliksizleştirilmektedirler. Bu duruma iyi bir örnek olarak Arakhni verilebilir. Ustalar ustası olarak kabul edilen dokumacı Lydialı Arakhni, Athina’yla yarışmaya kalkışır. Yarışmada, Athina gergefe Olympos Pantheonu’nu işlerken Arakhni Olympos ilah-ilahelerinin aşk ilişkilerini tasvir eder. Athina, Arakhni’nin eserinde hata bulamaz ve kıskançlıktan kendini kaybeder ve gergefi parçalar. Sonuç ürkütücüdür. Athina, Arakhni’yi bir örümceğe dönüştürür ve onu ömür boyu sadece ve sadece dokumaya makhûm eder. Dokuduğu tüller kendi üzerine gönderilen bir rüzgârın etkisiyle sürekli yırtılmakta ve yokolmakta, Arakhni aynı şeyi yapmak zorunda kalmaktadır. Arakhni ömrünü böyle tamamlar. Batı dillerine de olduğu gibi geçen Arakhni kelimesi Yunanca, örümcek anlamına gelir.

Athina birgün İfaistos’a (Îfestos-Hephaistos) aşk ilhamı verir. İfaistos, Athina’yı takip eder ve sonunda onu yakalar. İfaistos’un dölü toprağa düşer ve orada gelişir. Ana tanrıça Yeryüzü (Gaia) bu çocuğu bağrında büyütür. Erihtonios adı verilen çocuk bir hilkât garibesidir. Yarı insan yarı yılan biçimindedir. Athina bu çocuğu sahiplenir ve Atina kralı Sekrops’un üç kızına emânet eder. Athina, bu varlığın ortaya çıkışının sebebini kendi irâdî zaafında bulur ve o nedenle bir garibe olarak ortaya çıktığını düşünür. Çünkü Athina, aslında bâkiredir ve hep böyle kalmak istemektedir ancak düşüncedeki bu zaaf somut bir olguya dönüşür. Aslında, Athina ile İfaistos arasında bir ilişki olup olmadığı net değildir zira İfaistos’un çocuğunu Athina değil Gaia doğurur ama bu ilhamı veren Athina olduğu için esas sorumlu odur ve bu nedenle bekâretini kaybettiği inancı çok yaygındır. Athina, işlediği hatanın kısmî de olsa telâfisi için çocuğu öldürmek yerine korumayı tercih eder. Ancak, bu girişim çok daha kötü bir noktaya varacaktır. Kral Sekrops’un üç kızı vardır: Aglavri, Pandrosos ve Hersi. Athina, Erihtonios’u bir sepet içinde kızlara teslim eder ve bu sepeti kesinlikle açmamaları konusunda kızları tembihler. Pandrosos bu uyarıyı dikkate alır ancak diğer iki kız “dişil” meraklarından kurtulamazlar ve sepeti açarlar. Aynı Pandora ve dünyanın tüm diğer kadınları gibi. Erihtonios’u görürler ve çıldırarak kendilerini Akropolis’in kayalarından aşağı bırakırlar. Akropolis kayalıkları, kadınların intihar yeri olarak seçtikleri en önemli alanlardan biridir. Özellikle, onur problemi yaşayan kadınların korkusuzca kendilerini bu kayalıklardan aşağı bıraktıkları bilinmektedir.

Athina’nın elbisesinin Amalthi adlı keçinin derisinden yapıldığı da söylenir. Bu keçi aynı zamanda Zeus’u da sütüyle beslemiştir. Başında ise Medusa (Deniz Anası) başlığı vardır. İnanışa göre, bu başlık kötü niyetle bakanların gözlerini kör etmektedir. Anadolu’da Maltız keçisi olarak adlandırılan keçinin ismi de Amalthi’den gelmektedir.

"Gece yüzlü ilâh" tanımını kullanabiliriz Apollon için. Truvalılar’ın koruyucu ilâhıdır. Zehirli oklarını Yunanlar’ın üzerine gönderir. Patrokles de bu oklardan birine hedef olur. Aynı Apollon, Hektor’u koruması altına almıştır. Yine, Paris’in gönderdiği okun Akhylleus’un (Aşil) topuğuna saplanmasını ve ölmesini sağlayan da Apollon’dur.

Apollon’un Asya kökenli bir ilâh olduğuna inanılır. Yani orijinal Olympos ilâhı olup olmadığı tam olarak bilinmez. Âdeta bir “muhacir ilâh”tır. Hititler’in (Etiler), Apulunas adını verdikleri bir ilâh vardır ve bu ilâh, “kapıların koruyucusu”dur. İlginçtir, Apollon da kendisine atfedilen “Άγυιεύς" (Áyiievs) ismiyle, şehrin kapılarını korumaktaydı.

Zehirli oklar gönderen Apollon aynı zamanda yarattığı hastalıkların şifasını da yaratıyor ve gerektiğinde hastalananları tedavi ediyordu. Bir diğer görüşe göre, tedaviden kastedilen şey âyin ve danstı. Kişi, bu danslar ve şarkılı âyinler sâyesinde transa geçiyor ve bir arınma yaşayarak hastalığından kurtuluyordu. Apollon, lyr’ini, güzel sanatlar perilerinin (Musalar) şarkılarıyla donatmıştı. Bu yönüyle Apollon bir müzikoterapi uyguluyordu. Böylece, Apollon, hastalıklar, tedaviler ve güzel sanatlar tanrısı olarak ortaya çıkmaktadır. Tabiî ki, sadece bu kadar değil. O, aynı zamanda kehânetlerin ve Delfliler’in de ilâhı olarak kabul edilir ve onun esas gizemli yanı bu özelliğinde saklıdır.

Biraz daha geniş bakılırsa, Apollon için “ilham tanrısı” da denebilir zira eski Yunan’da, kehânetler genelde rüyalar yoluyla ilham ediliyordu. Önemli olan da bu rüyâların tabir edilmesiydi. Delfliler’i meşhur eden de rüyâ tabiri konusundaki üstün başarılarıydı. Bir diğer inanış ise, ilhamların kuşlar tarafından taşınmasıydı. Apollon, bütün ilhâmları en üst düzeyde gerçekleştiren ilâhtı. Örneğin, Kalhas’a üstün sanat gücünü ilhâm eden o’ydu. Küçük Asya halklarının da ilhâm kaynağı Apollon’du ve o’nu böyle kutsarlardı. En meşhur kehânet merkezlerinden biri, Didimos’tur (Didim-Íkizler). Vranhidler ailesi, Didimos’ta kaderleri belirleyen aile olarak bilinmektedir. Daha sonraları bu ailenin nâmı Delfliler’e geçer. Eski Yunan’ın en kutsal alanı da Delfi’dir.

Apollon, Asya kökenli bir ilâh olmasına rağmen, Peloponisos bölgesi onu onurlandırır. Dorlar onu bir Yunan ilâhı olarak kutsarlar, Spartalıların en büyük iki bayramı onun onurunadır: Υάκινθος (Yâkinthos: Sümbül) ve Karniler bayramları. Bu bölgede (Peloponisos, Moria / Mora), Apollon bitkilerin ve çiçeklerin koruyucusu olarak kutsanıyordu. Aynı bölgede, daha sonraları sürülerin de koruyucusu olarak kutsanmaya başlar.

Apollon, Letô’nun oğlu olarak kabul edilir. Letô, “prehelenik" (Yunan mitolojisi öncesi / Olympos öncesi) bir ilâhedir. Zeus, ona aşık olur. Bu durum, İra (Hera) nın gazabına yol açar ve İra, Letô’yu kovalamaya başlar. Kaçacak yer bulamayan Letô’yu hiçbir güç odağı kabul etmez, çekinir. İra, Letô’yu kabul etmemeleri konusunda her tarafı tehdit eder. En nihâyetinde Dilos (Delos: eski Yunan’da hazinelerin muhafaza edildiği adanın ismi) Letô’ya acır ve onu kabul eder. Dilos bir peridir. Zeus, bu periye de sarkıntılık etmiş ancak cevap alamamıştır bu nedenle İra nezdinde bir ayrıcalığı vardır.

Letô, Apollon’u Delos (Dilos) adasında doğuracaktır. Doğumlardan sorumlu ilâhe İlithi (Eilithiya) Dilos’a gelir. Apollon’un doğumunu gerçekleştirir. Apollon, elinde lyr’i ve okuyla birlikte doğmuştur. Dilos, altınlarla donatılır ve yemyeşil kılınır. Bunun sebebi, bir ilâhın adada doğması ve orayı şereflendirmesidir. Letô, Dilos’u, Apollon’un mâlikanesini ve sunağını bu adada kuracağı konusunda iknâ eder. Dilos, Apollon’un kalesi hâline gelir.

Apollon’un zaafı ise aşırı öfkesi ve etrafındakiler zarar vermesidir. Şiddet ve ölçü tanımamaları ona ve kızkardeşi Artemis’e çok iyi uymaktadır. Öfkesine bir türlü gem vuramamakta ve hemen şiddete yönelmektedir. Bu yönüyle, Aris’e ve Athina’ya benzemektedir. Kendisine ikiden fazla çocuk yapması yasaklanan Niovi (Niobe) nin oğullarını Apollon, kızlarını ise Artemis katleder. Aynı “düşüncesiz şiddet”, Kykloplar’a (Tepegözler) karşı da uygulanacaktır. Tababet’in ilâhı Asklepios (Eskülap) Apollon’un oğludur. Bir defasında bir ölüyü diriltir. Zeus bu duruma çok öfkelenir. Zeus’a göre “evrensel nizam”a karşı bir tavırdır bu. Asklepios, sisteme bilinçsizce müdahale etmiştir. İdeoloji’yi sarsacak türden bir olay olarak kabul eder bu davranışı ve Asklepios’u ve “diriltme kurumu"nu ortadan kaldırır. Apollon, intikam almak ister. Fakat zehirli oklarını babası Zeus’a yöneltmeye cesâret edemediğinden, Zeus’un silahı “yıldırım”ın imâlinde büyük rol oynayan Kykloplar’a çevirir öfkesini. Bu saçmadır zira Kikloplar düzenin emrinde çalışan araçlardır, kölelerdir. Onlar, Zeus’un eylemlerinden sorumlu tutulamazlar ve hiçbir stratejik değerleri de yoktur. Bu eylemi üzerine Zeus, Apollon’u sürgünle cezalandırır. Onu, Thesalia (Teselya) bölgesindeki Feres kentinin kralı Admete’nin yanına, sürüleri korumak üzere gönderir. Apollon, kaderin saygıdeğer sorumluları olan Parklar’a gider ve onlara kutsal şarap sunar ve Parklar normalde reddetmeleri gereken bu şarabı içerler. Sarhoşluğun verdiği etkiyle, kaderlerin idâresinde bir karmaşa doğar. Ölüm tehdidi altında bulunan Feres kralı Admete’ye ölmemesi için bir hak tanınır fakat kendi yerine ölmeyi kabul edecek birini bulmak zorundadır. Bu görevi karısı Alsest üstlenir. Ancak, kahraman Herakles (Herkül) de, Alsest’i ölümden kurtaracaktır. Apollon, bir türlü emirlere ve hiyerarşik yaşama ayak uyduramamaktadır.

Apollon’un, aşktan yana şansı yoktur. Güzel Dafni’nin peşine düşer ama Dafni, ondan kurtulmak için Defne ağacına dönüşür. (Defne kelimesi de bu mitolojik varlığın isminden mülhemdir). Oğlu Asklepios’un da annesi olan Koronis’e ilgi duyar. Ama Koronis de onu yanıltır. Kendisini terkeden Kassandra’dan da intikamını alır. Genç İakinthos’u sever ama onu da öldürür. Marpessa’yı sever ama kendisi de bir ölümlü olan Marpessa, bir ilâh yerine bir ölümlüyü tercih eder. Zeus, Marpessa’ya bunun nedenini sorar zira kendisi bir ilâh tarafından sevilmektedir. Böyle bir taltif çok az sayıda ölümlüye nasip olmaktadır ve Marpessa bunu geri çevirir. Marpessa, Zeus’a, kendisinin şu anda genç bir kız olduğunu ancak gençliğin ve güzelliğin ölümlüler açısından daim bir durum olmadığını ve belli bir süre sonra yaşlanacağını buna karşın ilâhların sürekli tazeliğini koruduğunu, ölümsüz olduklarını ve Apollon’un bir süre sonra daha genç bir kadın arayışına gireceğini ve kendisini terkedeceğini belirtir ve bir ilâh yerine bir ölümlüyle beraber olmayı tercih ettiğini söyler.

Apollon, önemli kehânetlerden önce büyük bir yılan öldürülmesi gerektiği biçimindeki inanışın gereği olarak kendi sunağı üzerine çöreklenmiş olan Python (Πυθονας-Pithonas) adlı bir yılanı öldürür ve bu eyleminden dolayı arınmak üzere Teselya’ya geri döner. [Piton yılanının ismi de buradan mülhemdir].

Apollon’un en önemli farklılıklarından biri de ölümötesi ile ilgili bir kimliğe sahip olmasıdır. İnsanoğlu’nun en mühim sorunsallarından biri olan ölümötesi yaşam konusunda Apollon’a atfedilen birçok değer vardır. Apollon kendisini, âdeta bir gözyaşı vadisinde, bir ağırlaştırılmış sürgünde hisseder ve bazı açmazlarını çözümleyemediğini düşünür. Dünya, varlığın orijini ya da sonu değildir ve ruhî sefâlet insanlığın kesin payı ya da kaderi olmamalıdır. Mutlak adáletin, ahengin ve güzelliğin hükmettiği başka dünyalar, başka evrenler, başka gökler olmalıdır.

Kuşkusuz bu kendiliğinden gelişen bir durum değildir. İlâhlar ilâhı Zeus’un bakışlarını sık sık kuzey yönüne çevirdiği ve uzun uzun dalıp gittiğinden bahsedilir. İnanışa göre, Aviler [Ave kelimesi Latince ‘Selam’ anlamına gelmektedir] adı verilen çok mutlu ve aralarında mutlak adâletin hüküm sürdüğü bir topluluk vardır ve bunlar kuzeyde bir yerde yaşamaktadırlar. Burada, meyvalar ve sebzeler kendiliğinden yetişir ve onların yetişmesini sağlayan cazibe ve aşktır. [Materyalist-Sosyalist felsefede belirleyici olan altyapı ‘üretim ilişkileri’dir. Oysa ‘Műlk Allah’ındır’ esas ilkesi gereğince, űretim ilişkilerinden ve dahi űretimden çok daha őnceleri hayvanat ve nebatat mevcuttu ve ortada űretim diye bir antite (varlık-hakikat) mevcut değildi. ĺnsanlı dőnemlerin bűyűk bir bőlűműnde de űretimden bahsedilemez, herşey mahlũktur ve insanoğlunun emrine sunulmuştur. Felsefĭ mânâda űretim aslında insanın nefsânĭ ihtiyaç ve azgınlığının bir sonucudur ve artı-değer denen menfaat hırsıyla őzdeştir. Bu bakımdan aslında űretim ilişkileri temel altyapıyı oluşturmaz, onu őyle yapan ideolojik bakış açısıdır, bu bağlamda űretim şirk-i hafĭ (Gizli şirk) içerir. Aviler ve Kutsal Kuzey sembollerine bu zaviyeden bakmakta fayda var].

Bu yaklaşım, İncil ve Tevrat’ta da yer alır. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaşadığı cennet aslında yeryüzündedir ve dünyanın merkezine tekâbül eder. Bu toprakların girişinde, ellerinde ateş olan (ya da ateşten elleri olan) iki melek bekler. Bu topraklarda, ızdırap mevcut değildir ve sonsuz bir huzur vardır. Yine Tibetliler için Shamballa ve Hindular için de Uttara Kuru adı verilen topraklar azaptan ve sıkıntıdan arınmış kutsal topraklardır. Buralarda yalnızca mutluluk ve adâlet hüküm sürmektedir.

Apollon da bu tür toprakların varlığına göndermeler yapar ve böyle bir arayışa girer. Fakat ona göre, bu topraklar Aviler’in yaşadığı topraklar değildir yani Zeus’tan farklı düşünür. Bu ülkeye Hipervore (Yüksek Kuzey) ülkesi adı verilir.

Büyük lirik şair Alse’ye göre, Zeus, Apollon’u, Yunanlar arasında adâleti tesis etmekle görevlendirir. Bunun üzerine Apollon, ilk olarak Hipervore ülkesine gider ve orada bir yıl kadar kalır. Daha sonra kuğuların çektiği aracına binerek Delfi’ye gelir ve Hipervore ülkesinde öğrendiği kanunları ve ilkeleri burada hayata geçirmeye başlar. Apollon, Hipervore ülkesinden öylesine etkilenir ki, yılın 3 ayını (kış) sürekli orada geçirmeye başlar. Ölümlüler’in bu ülkeye ulaşması mümkün değildir.

Oraya ne karadan ne de denizden ulaşmak mümkündür. Hipervore halkının bayramlarını bazı ilâhlar ve güzel sanatlar perileri sürekli ziyâret ederler. Burada kullanılan enstrümanlar flüt ve lyr’dir. Genelde altından Defne ağaçlarıyla donanmıştır ülkenin heryeri. Bu kutsal soya, ne yaşlılık ne hastalık uğrar. Savaşlardan ve acılardan çok çok uzaktadırlar. Adâletsizliklere, haksızlıklara müdahale eden Nemesis de buralara uğramaz.

Kayıp cennet nostaljisi olarak insanlığın kollektif bilinçaltına yerleşen bu duygu aslında bir yönüyle insanın suçluluğunu da gösterir. Bu kutsal ve arınmış yerden kendini koparıp acılara savuran da insanın tâ kendisidir. Günahkâr insan, ait olduğu cennete dönüşün yollarını sürekli aramakta ve bunun özlemini çekmektedir. Bu duygu silinemez, ortadan kaldırılamaz.

Hipervore ülkesi çok uzaklarda yer alır. Sıradan insanlar bu ülkeye kabul edilmezler. Sadece ilâhlar ve kahramanlar buraya ulaşabilirler. Zamanla, bu efsâne Apollon’un doğum yeri olan Dilos adasında yerleşir. Hipervore halkının özellikleri betimlenir yavaş yavaş. İlginç olan burada (Hipervore’de) yönetici konumda olanların Bâkireler olmasıdır. Bunların en eskileri, Opis ve Arji adı verilen bâkirelerdir. İddiaya göre, bunlar Letô’nun Apollon’u doğurması sırasında Dilos’u şereflendirmişler ve Letô’yu kutsamışlardır. Yine aynı varlıklar Dilos’un bayramlarına da katılırlar. Bu iki bâkire hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bunların dışında iki bâkireden daha sözedilir: Hiperose ve Laodiki. Bu iki bâkirenin yanısıra 5 tane de erkek, Hipervore halkının hediyelerini Dilos’a getirirler. Gelen hediyeler buğday ve buğday türevleridir. Daha sonra bu bâkirelerin Hipervore’ye dönmediği ve Dilos’ta kaldıkları söylenir. Bu iki bâkirenin mezarlarının da Dilos’ta olduğu ve Dilos halkı tarafından kutsal kabul edildiği de bilinmektedir.

Bu figürler, Apollon ideali ya da Apollon öğretisi olarak da tanımlanabilir. Benzer bir külte Sparta bölgesinde de rastlanmaktadır. Burada, Amiklis tahtı adı da verilen küçük bir tapınak ve Yakinthos adlı bir genç adamın mezarı vardır ve bu adamın bâkir olduğu söylenmektedir. Bu genç adam Apollon tarafından bir disk darbesiyle öldürülmüştür. Genç adamın kanından, kendi adıyla anılan çiçek neşet eder: İakinthos yani Sümbül. Bu kişiliğin, Hipervore ülkesiyle ilişkisi olduğuna inanılmaktadır.

Apollon nihâyet Sirina (Siren) ile evlenecek, ondan Aristea adlı bir çocukları olacak ve Aristea sürülerin koruyucusu görevini üstlenecektir.

Bazı esoteristler (gizemciler), Adolf Hitler’in esas hedefinin Hz. İsa’yı ihyâ etmek olduğunu, Kuzeyli Mesih olabileceğine inandığı / inandırıldığı için öyle bir idealin peşinden koştuğunu ve Yahudiler’den Hz. İsa’nın intikamını almak istediğini söylerler. Bu yönüyle Kuzeyli İsa (ya da Beyaz İsa) kültü, 1000 yıllık varlığını sürdürmüştür. Dikkat edilirse olay Knights Templar (Tapınak Şövalyeleri) efsânesine kadar inmektedir. Olayın sürekli kuzeyde merkezîleştirilmek istenmesinin altında ise Ortadoğu’nun ve esmerin (siyahın) alternatifi olma içgüdüsü yatmaktadır. Öte yandan, Hitler’in alâmet-i fârika olarak "gamalı haç"ı (Svastika) kullanması da ilgi çekicidir. Svastika aslında Hint kültüne ait bir semboldür ve Hint tapınaklarını kapısına konur. Burada amaç Şeytan’ın tapınağa girmesine engel olmaktır. Yani, şeytan kovucu bir rolü vardır. Kuzey’in, yükselme girişiminde güneyli bir sembole başvurması aslında bir kompleksin hâlâ aşılamadığını göstermektedir. İhtimâldir ki, Hitler, Apollon kültünü çok iyi incelemiş ve ondan etkilenmiştir.

Artemis, Apollon’un kızkardeşidir ve Olympos konseyinde yeralan ilâhelerden biridir. Bir yandan avcılığı temsil ederken diğer yandan tüm yabanıl hayvanların koruyucusu konumundadır. Ποτνία Θερον (potnia theron) yani yabanıl hayvanların öğretmeni olarak, Minoa kültünde yerini almış ve kutsanmıştır. Oryantal bir kökeni olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Pers (İran) kökenli olduğu yolunda bazı iddialar vardır. O da, Apollon gibi birbirine zıt karakteristik özellikler taşımaktadır. Öksüz çocuklar, Olimpos ilâhelerinin koruması altındadırlar. Afrodit onlara “annelik” yaparken Hera, güzellik ve zekâlarını verir, Athina, el sanatlarını, dokumacılığı ve örgüyü öğretir, Artemis ise “dış görünüş”ü (μέκος-mékos) verir. Artemis dış görünüşüyle de öne çıkan bir ilâhedir.

Ünlü avcı Skamandrios’a av sanatını öğreten Artemis’tir. O’na, “tatlı ölüm” de denebilir zirâ güzel ve koruyucu olmasına rağmen çok da acımasızdır. Artemis’in avlandığı zamanlarda, ormanlar ve dağlar boşalır, kimse ortaya çıkmaz. Ortalık toz dumandır. Haykırışlar, feryatlar birbirine karışır. Av sırasında, periler de (nimfiler) Artemis’e eşlik ederler. Onun av eylemini uzaklardan tâkip edenler ona “κελαδεινή" (keladinî: gürleyiş) adını yakıştırmışlardır.

Artemis, aynı zamanda yabanıl tabiatın da koruyusu ve kollayıcısıdır. İnsanın emri altına girmeyen, bakir doğayı temsil eder. Hippolit’in “Evripides" trajedisinde, Artemis’e bir taç hediye edilir. Bu taç, el değmemiş çayırların bitkilerinden yapılmıştır. Orada hiçbir çoban sürüsünü otlatmamış, hiçbir avcı bulunmamıştır. Sadece ve sadece ilkbahar arıları bu çayırlarda dolaşmışlardır.

Artemis’in öfkesi de çok şiddetlidir. Akteon adlı bir avcı, kendisinin Artemis’ten daha iyi bir avcı olduğunu ve onu altedebileceğini iddia ederek ortaya çıkar. Artemis, onu bir geyiğe dönüştürür ve köpeklerine parçalatır. Bir başka iddiaya göre, Artemis Akteon’a gönül vermiştir fakat Akteon, Artemis’iç aşkına cevap vermez ve böyle bir âkibetle karşılaşır. Opion adlı bir diğer avcı da Arttemis’in oklarına hedef olur. Artemis’in etrafında bulunan perilerden biri olan Mera (Μαιρα) da Artemis tarafından öldürülür. Bunun altında yatan sebep ise, Mera’nın Zeus’la birlikte olması ve o’ndan, Lokros adında bir çocuğu olmasıdır. Lokros, adını daha sonraları Lokrida’ya verecektir. Yine Zeus’la beraber olan bir diğer peri de Kallistô’dur. Kallistô da, Arkası dünyaya getirir [Yunanca’da ‘Ayı’ anlamına gelen ‘Arkuda’ kelimesi buradan műlhemdir. Yine, Batı dillerinde kullanılan ve kutub bőlgelerini kasteden ‘Arktik’ ve ‘Anti-Arktik=Antarktik’ kavramları da buradan gelir. Bunun sebebi ise Büyük Ayı (Megas Arkuda) ve Küçük Ayı (Mikros Arkuda) yıldızlarıdır. Zooloji bilimindeki karşılığı ‘Ursus Arctus’ (Kutub Ayısı) ismi de buradan gelir]. Arkas da, adını Arkadya bölgesine verir. Arkadya, Peloponisos yarımadası içinde yeralan bir bölgedir ve çobanlarıyla ünlüdür. Buradan, Artemis’in muhtemelen Peloponisos kökenli olduğunu anlıyoruz. Aynı Hera (İra) gibi o da savaşçı ve disiplinli bir karaktere sahiptir: Sparta Karakteri! Artemis, Kallisto’yu önce Ayı biçimine dönüştürür ve daha sonra da öldürür. Geçmiş pasajlarda, Kallisto’nun Hera tarafından da kovalandığını ve ayı kılığına girerek kurtulduğunu belirtmiştik. Muhtemelen Artemis il Hera arasında kuvvetli bir koordinasyon vardı ve Kallisto sonunda yakalandı ve cezalandırıldı. Bir keresinde, Agamemnon kutsal (yasak) bölgede vahşî bir hayvan öldürür, Artemis buna çok öfkelenir ve İfigenya’nın kendisine adak olarak sunulmasını ister.

Afrodit’le arası çok kötüdür. Birbirlerinden nefret ederler. Ortak sevgilileri olduğunda ortalık kan gölüne döner. Örneğin Afrodit’in sevgilisi Adonis’i, bir yaban domuzu kılığına girerek ağır biçimde yaralar.

Kalidonia bölgesinde bulunan Lafria’da Artemis şenlikleri düzenlenmekteydi, daha sonraları bu merkez Patra şehrine geçmiştir. Patra, Peloponisos yarımadasında yeralmaktadır. Bu şenlikler âdeta bir katliama dönüşmekte, kuzular, yaban domuzu yavruları (mozaklar), yavru kuşlar, ayı yavruları, kurt yavruları diri diri ateşe atılıp yakılarak Artemis’e adanıyorlardı. Bir diğer ilginç nokta, Artemis’e ait şenliklerin veya Artemis sunaklarının güneşin ulaşamadığı, rutubetten zengin ve loş yerlerde icra ve inşa edilmesidir. Artemis sunaklarının yakınında bataklıklar, sazlıklar, küçük su birikintileri bulunmaktaydı.

Artemis sunaklarına getirilen hediyeler (ya da eşyalar) arasında en dikkat çekici olanları ölmüş veya mutlu / rahat bir doğum yapmış kadınların elbiseleridir. Bu ikisi arasında ne tür bir ilişkinin olduğu tam olarak saptanabilmiş değildir.

Artemis’le Ay arasında da sıkı bir ilişki kurulmuştur. Benzer bir ilişki Appollon ile Güneş arasında da kurulmuştur. Belki de, Artemis-Ay-Kadın üçlemesi üzerinde durmak gerekmektedir.

Efes Artemis’i ile Elen Artemis’i arasında da epeyce fark vardır. Giritliler ise Artemis’i, “Vritomartis" adı altında kutsuyorlardı. Fakat, Vritomartis, Minos’un tâkibinden kurtulmak üzere Girit kayalıklarından kendini denize atan genç bir kız olarak bilinmektedir. Daha sonra, cesedi balıkçıların ağlarına takılmış olarak bulunduğundan “Diktina" adıyla da anılmıştır. Egina’da ise "Afea" (Αφαια) adı altında kutsanmıştır.

Paris’in yakışıklılığı dillere destandır. Hem Afrodit hem de Artemis ona aşıktırlar. Bir gün, Paris’le buluşurlar ve ona bir elma vererek, bu elmayı ikisinden birine vermesini isterler. Paris, buna yanaşmaz ancak her iki ilâhe de onu ölümle tehdit ederler. Bunun üzerine Paris, elmayı Afrodit’e verir: Milo Venüs’ü! ya da Elmalı Afrodit heykeli bundan mülhemdir. (Μήλο: Milo Yunanca Elma anlamına gelir).

Hermes (Έρμής-Ermîs), hem isminin anlamlarıyla hem de kökeniyle en bilinemez Olimpos ilâhlarından biridir. Bir iddiaya göre, Hermes, yolculara yol gösteren “taş birikintileri / öbekleri" anlamına gelmektedirler. Bu yönüyle Hermes, “yol gösteren, rehber” ilâh konumundadır. Bu nedenle kimi yazarlar onu “Çigan ilâh" (Çingene ilâh) diyerek aşağılarlar, Olimpos’a yakıştırmazlar. Bu “göçer” ilâhın evi, sarayı, mâlikânesi, konağı vs. gibi hiçbir şeyi yoktur. Yollarda dolaşır, yolculara rehberlik eder. O yüzden, “yerleşikler”in düşmanı olarak bilinir. Daha da ileri gidilerek, onun hırsızların, yolsuzların, başıboşların, evsiz-barksızların ilâhı olduğu vurgulanır, ötesi, insanlara yalan söylemeyi öğreten de Hermes’tir. Ona göre, yalan söylemek bir gerekliliktir. “Görülmemiştir, alınmamıştır” özdeyişinin Hermes’e bağlandığı söylenir. Bu yönüyle, bir tür “Omerta” (Mafia’nın sessizlik yasası) icatçısıdır.

Bütün bu yönleriyle Hermes’e, "asalak / parazit-tanrı" adı da verilmiştir. Onu, Olimpos ilâhlarının sırtından geçinen bir ilâh olarak gösterenler çoktur.

Ancak, öte yandan Atina Akropolisi’nde bulunan ve buradaki en eski heykel olarak kabul edilen (tahtadan yontulmuştur ve gökten indiğine inanılır) “Ksoanon" heykelinin Hermes’i temsil ettiği de iddia edilmiştir. Bu yönüyle bakıldığında, Hermes, Yunan mitolojisinin en kadim ilâhı konumuna yerleşmektedir.

Aristofanes’e göre, Hermes’in annesi Maia (Μαïα), mutlu Olimpos ilâhlarının / ilâhelerinin yanından uzaklaşmış, “gölgelere" sığınmıştır! Kimilerine göre bu gölgeler, kurnazlığın gölgeleridir. Arkadyalı bir peri olan Maia, Zeus tarafından sevilmiştir. Zeus, onu, “ölümsüz ilâhların ve ölümlü insanların arasında en çok…" sevdiğini ifâde eder.

Hermes için, "izleri en iyi silen / iz bırakmayan", "dâhiyâne yöntemlerle görgü tanıklarını bertaraf eden", "zihinleri bulandırma yeteneğinde olan", "hakikati örten" tanımları yapılmıştır. Bir keresinde, Apollon’un sorumlu olduğu sığır sürüsünde eksik çıkar. Apollon bunu araştırır ancak bir türlü sığırları bulamaz. Bu sığırları Hermes’in çaldığına / çaldırdığına inanılır.

Bir diğer iddiaya göre, dünyanın ve evrenin en zengin varlığıdır Hermes, onun hazinelerini saymaya ömür yetmez. Bu nedenle, Hermes, hırsızlıklar ve yolsuzluklar sembolü değil ve fakat “yaratıcı zekâ”nın timsâlidir. O, “ateşten odun üretir!”. Ünlü müzik enstrümanı Lyra’yı onun icat ettiği söylenir. Oysa, Apollon da lyra’ya sahip çıkmaktadır. Hermes, lyr’i çok yüksek bir bedel karşılığında Apollon’a satar. Bu yönüyle çok yetenekli bir tüccardır. Apollon’un amacı, sığırlarını bulmak daha doğrusu sığırlarını Hermes’in çaldığını ona itiraf ettirebilmektir. Bu nedenle, binbir yol dener onu düşürmek için ama Hermes bu tuzağa düşmez ve “gümüş yaylı" ilâhı boşa çıkarır. İş büyür ve devreye Zeus girer, Zeus irâdesini ortaya koyar ve mükemmel adâleti uygulamaya çalışır. Apollon’u iknâ eder ve olay kapanır.

Pandora’ya kurnazlıkları ve üçkâğıtları öğreten de Hermes’tir. Aslında, Pandora’nın şahsında tüm kadınlara kurnazlıkları ve zekâ inceliklerini hattá her türden hırsızlığı öğreten Hermes’tir. Efialtis (kâbus) ve Otos adlı devler tarafından zincire vurularak hapsedilen savaş ilâhı Ares’i (Aris), ince zekâsıyla kurtaran da Hermes’tir. Yine, Ulyssis’in (Odiseas) büyükbabası Aftolikos’a (Otolikos), hırsızlık sanatını öğreten de Hermes’tir. Priamın, Akhilleus’un (Aşil) çadırına ulaşmasını sağlayan, bazen yollara, yolcuların alması için “hermaion” adı verilen hediyeleri bırakan da Hermes’tir. Aynı zamanda, ölülere de yol gösterdiği kabul edilmektedir.

Bazıları, o olmasaydı ne trajedi, ne komedi ne de lirizm olacaktı derler. Kim bu ilâh? Evet Dionysos’tan sözediyoruz. Sophocleus, Pindares, Eschyle gibi birçok edebiyatçı, şair-yazar şaheserlerini kaleme alamayacaktı. Dionysos da Hermes gibi, Pantheon’a (ilâhlar makamına) bir türlü oturamamış, Olympos elitinin kurallarına uyamamış eşdeyişle aykırı bir konum işgâl etmiştir. Trakya veya Frigya kültüne ait olduğu düşünülüyor. Şarabın, esrikliğin (ekstazi), umutların, hayallerin ve halüsinasyonları (sanrıların) ilhamcısı ve en üst düzeydeki denetleyicisidir. İsmi Frigce kökenli olup, “Zeus’un oğlu" (Dion i Zos) anlamındadır. Annesi Semele de bir Frigyalı’dır ve Frigler arasında toprak (yer) ilâhesidir. Zeus’la yasak aşk yaşar ve bu ilişkiden Dionysos meydana gelir. Frigya, Traklar tarafından işgâl edildikten sonra Dionysos, bir Yunan ilâhı olarak kutsanmaya başlamıştır.

Titan Thetis, Dionysos’u bağrına basmış ve onu koruması altına almıştır. Eskortu zayıf olan bir ilâh olarak bilinir: Satirler onun en yakın çevresinde bulunurlar ve yanından hiç ayrılmazlar. Aristofanes, “Kurbağalar" (Vatrahi) adlı eserinin “Dionysalexandros" başlıklı bölümünde onu ilâhların en düşüğü olarak sunar. Ancak, halk nezdinde Dionysos çok daha prestijlidir. Kutsal umutların ve sanrıların ilâhı yeri geldiğinde bütün bir şehrin ahalisini, ardından dağlara sürükleyip orada onlara söylevler verebilmektedir. Halka genelde bir boğa formunda göründüğü söylenir.

Dionysos düzen karşıtı bir ilâhtır. Ölçüleri ve kuralları eleştirir, tanımaz. Konformizmi reddeder. Bu yönüyle ideal Yunan tanrılarına benzemez. Thebes (Teb) kralı Penthe, Dionysos’la çatışır ve ona savaş ilân eder. Dionysos onu “halüsinasyon" (sanrı) silahıyla etkisiz hâle getirir. Dionysos, Thebes şehrinin bütün kadınlarını da kollektif bir çılgınığa maruz bırakır. Kadınların hepsi ormanlara kaçışırlar, kral Penthe de onları izler. Esrimenin etkisiyle Penthe’yi bir aslan olarak algılarlar. Kadınların arasında bulunan Penthe’nin annesi Agave, oğlunu öldürür, başını keser ve kellesini kraliyet sarayına getirip zafer çığlıkları atmaya başlar. Yunan Mitolojisi’nin en trajik ve aynı zamanda en incelikli tablolarından biridir bu.

Dionysos tarafından cezalandırılan ölümlülerden biri de Likurgos’tur. Argoslu asil Proitos’un ve Orkhomeneli asil Minasın kızları Dionysos’u kutsamayı reddederler zira bu Yunan kökenli bir tanrı değildir. Bahâne olarak da, kadınların görevinin evde oturmak, yün eğirmek, ev işleriyle uğraşmak olduğunu belirtirler. Başlarına gelen şey, halüsinasyon görmek olur. Bu sanrı krizi sırasında kendi çocuklarını öldürürler.

Zamanla, Dionysos’a adamalar ve kutsamalar artar ve bütün coğrafyayı sarar. Bu kutsamları tâkip eden eğlenceler sırasında alkol ve muhtemelen keyf verici bitkilerin tüketimi yükselir. Belli bir süre sonra bu törenler tamamen bir ritüele (âyin) dönüşür ve bu âyinlerde maskeler kullanılmaya başlar. Bu artık ilâhî bir dans hâline gelmiştir. Bu nedenle Dionysos, “Maskara tanrı" (Maskelerin tanrısı) adı da verilmiştir. Maskara kelimesi Türkçe’ye geçtikten sonra anlam bozunmasına uğramış ve “soytarı" anlamına bürünmüştür. Bu âyinler ileriki süreçlerde trajedi ve komedi san’atlarının nüvesini teşkil etmişlerdir.

Dionysos’u, sadece eğlencenin ve esrimenin ilâhı görmek yanlıştır. O aynı zamanda ve esas olarak “tutkular"ın ve “duygular"ın ilâhıdır. Acı çekmektedir ve bu acısını gidermenin yolu olarak da, hayalleri ve kutsal umutları gündemleştirir. Dionysos’un nezdinde gerçerkleşen bu “derin duygulanım" (pathetizm) aslında kitlelerin, ezilenlerin, yoksulların, hastaların duygulanımı ve nihâyet esrimesidir. Onun ısdırabı diğer Olympos ilâhlarının geçici ısdırablarına pek benzemez, kalıcı ve derindir. Bu yönüyle, onu “Derin acıların ilâhı" olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Bu nedenledir ki, realiteden kaçar ve sanrılara, hayallere, esrimelere sığınır ve o âlemde yaşar.

Dionysos’un pathetikliği, annesi Semele’den gelir. Zeus, bütün kadınları kandırdığı gibi onu da, ne isterse yapacağını söyleyerek kandırır ve birlikte olur. Olayı öğrenen Hera, yaşlı bir rahibe kılığında Semele’nin yanına gider ve şöyle der: “Seni seven bu genç adam kesinlikle Zeus mudur? O senin duygularını istismar ediyor olmasın? Bunu nereden bileceksin? Belki de o bir ölümlüdür. Ondan bunu kanıtlamasını talep et, bir kanıt iste. Ona, yatakta Hera’ya göründüğü kılıkta görünmesini iste. Böylece seni aldatıp aldatmadığını anlayabilirsin".

Oysa, gerçek aşkın kanıta ihtiyacı yoktur; bütün görkemiyle sevgilide ânîden ortaya çıkar. Aşk, kendi başına en büyük kanıttır, kanıtların kanıtıdır. Aslında Semele de böyle düşünür ama, kıskanç kızkardeşlerinin tavsiyesi üzerine Psikhe (Ruh veya nefs), Semele’ye şüpheyi aşılar. Zeus’tan, ona bir ilâh formunda görünmesini ister. Zeus, verdiği sözü yerine getirir ve Semele’ye ilâh formunda görünür. Semele buna dayanamaz ve tükenir, Zeus, Semele’nin taşıdığı bebeği kurtarır ve onu kendi kalçasında saklar. İşte o Dionysos’tur. Yıllar sonra, Dionysos, annesi Semele’nin cehennemde bulunduğunu öğrenir, cehenneme onu aramaya gider, bulur onunla birlikte Olympos’a geri döner.

Bu, "cehenneme iniş” geleneği, bazı esoterik (batınî) tarikatlara da geçmiştir. Bu geleneğin bir parçası olarak, Aşk (Erotas) ve Ruh veya Nefs (Psikhe) sarkacı ortaya konmuştur. Aşk’ın, Ruh’a bir alternatif olup olmadığı, Ruh’un aşkı kıskanıp kıskanmadığı ve onu yok etmek için harekete geçip geçmediği tartışılagelmiştir. Ruh’un genelde Aşk’a izin vermemekten yana olduğuna inanılmıştır. Mitolojide ise, Ruh, Aşk tarafından sevilmiştir, Aşk, sevgilisi olan Ruh’un yüzünü aramaz, onu görmeyi talep etmez. Onun doğal hâlini merak etmez, o da (ruh), kendini şüpheye garkeden kıskanç kızkardeşlerinin kurbanı olmuştur. O da sevdiğini kaybetmiştir. Ancak bu noktadan itibâren, gelenekler değişiklikler arzetmeye başlar: Dionysos, bütün içtenliğiyle annesini kurtarmak ister, Psikhe bu anlamda, ebedî aşkına ulaşmak için bütün çetrefilleri aşacaktır. Psikhe’nin bizzat ismi, efsâneyi net hâle getirmektedir. Şüphelerin ve iman eksikliğinin kurbanı olan “psikhe”miz (ruhumuz veya nefsimiz), İlâhî olanla aramızda varolan irtibatı kaybeder. Semele mitosu da başka bir anlam taşımamaktadır. O da kuşkularının kurbanı olmuş ve oğlu Dionysos tarafından cehennemden kurtarılmıştır. Burada Dionysos’un yüklendiği rol, “tutku"dur. Bu tutku, hem bir aşkı hem de, annesinin şahsında kendi acılarının dinmesini ifâde eder. Buna mukâbil, Orfizm’e özgü Dionysos Zagreus mitosunda, Dionysos’un eylemi, "Ruh’un selâmı” olarak algılanır. Bu mitosa göre, Dionysos, Zeus’un ayrıcalıklı çocuğudur ve dünya imparatorluğunu ele geçirmesi istenmektedir ve onun annesi, Semele değil Zeus’un öz kızı Persefon’dur. Persefon’un annesi de bereket ilâhesi Demeter’dir (Dimitra). Zeus, öz kızına bir yılan formunda yaklaşır (Persefon, cehennemlerden sorumlu ilâh olan Hadis (Hades) tarafından alıkonur ve onun eşi olur. Hades ona, yılda 3 ay yeryüzüne çıkma izni verir. Bu dönem ilkbahardır ve onun yeryüzüne çıkışıyla annesi Demeter mutlu olur, tabiat yeşerir). Zeus'un öz kızına yaklaşma girişimi Hera’yı deliye döndürür ve Titanlar’a, Dionysos’u teslim almalarını ve onu oyuncaklarla oyalamalarını söyler. Titanlar ise onu parçalarlar ve sadece kalbi, Athina (Athena) tarafından kurtarılır. Zeus, Titanlar'ı yıldırımlarla kül eder. O küllerden yeni bir insan nesli doğar ve bu soy Dionysos’un yüreğini taşır. Bu bağlamda insan, içinde taşıdığı “titanik" lekeden kurtulmak ve "dionisiak" unsuru açığa çıkarmakla yükümlüdür.

Bir diğer mitos daha vardır: Frigya kralı Midas, Dionysos’tan, dokunduğu herşeyi altın hâline getirmesini ister. Fakat, Dionysos’un her dokunduğu şey altın olmaya başlar öyle ki, yiyecekler ve içecekler bile altın olur. Midas, açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereyken Dionysos’a yalvarır ve onu ölümden kurtarmasını ister. Dionysos ona, Paktol’de yıkanmasını söyler. Paktol altın su (altın nehir) dur. Altından (zenginlikten) başka hiçbir isteği olmayan biri için bütün keyfler ölmüştür. Bu durum, Eos’un (Şafak) durumuna benzer. Eos, Zeus’tan, sevgilisine ölümsüzlük ve sürekli gençlik bahşetmesini ister. Zeus bunu kabul eder ve Tithon, bir daha asla yaşlanmamak üzere gençliğe mahkûm edilir.

Olympos ilâhları gözkamaştırıcı saraylarda ikâmet ederler, yoksulluk nedir bilmezler, sürekli zevk-û sefâ içindedirler. Ancak bütün rehâvete rağmen ölümlülerin güzellikleri sürekli onları çeker, birçok ilâh ve ilâhe onlara âşık olur ve cevap alamadıkları zaman ortalığı birbirine katarlar ve kendilerini dayatırlar. Daha da dramatik olanı, ölümlülerden sahip oldukları çocukları da çoğu zaman ölümlü statüsünde olduklarından kaybedilirler.

Sadece ve sadece bir ilâhe bu durumun dışında kalabilmiş, patetik (derin acılar içinde bulunan) bir hayat sürmüş, ilâhe gibi değil de ölümlüler gibi yaşamış, âdeta statü değiştirmiştir: Demeter (Dimitra) yâni bereket tanrıçası. Yunanca “Dimitriaka" kelimesi "topraktan biten bereketli şeyler" ağırlıklı olarak da “Hububat" anlamına gelir. Tam çevirilecek olursa “Dimitra’ya ait olanlar", "Dimitra’nınkiler" mânâsını yüklenir. Ama çoğu zaman “Isdırab’ın ilâhesi" olarak bilinir. Eski Yunanca "Da": Toprak, "Meter" (Mitir) ise Ana mânâsına gelir. Zaman içinde “Mitra" (Rahim) ve "Mitera" (Ana) biçimlerine dönüşmüştür. Bu yönüyle “Toprak Ana" mânâsını ifâde eder. Primordial (İlkel) Pantheon’daki “Gaia" (Gea, Yea) nın rolünü Olympos’ta (ikinci nesil ilâh-ilâheler sistemi) Demeter üstlenir.

Demeter toprak gibi durağan değil aksine dinamik, hareketli ve çok diridir. O, genel anlamda toprağın değil ve fakat "Buğday’ın ilâhesi"dir. Bunun da ötesinde, "acılı analık"ın temsilcisidir. Ve bu yönüyle bize (ölümlülere) daha yakındır. Bütün ilâheler arasında yalnızca o, ölümün özellikle de bir çocuğun ölümünün “gerçek" mânâsını kavrayabilmiş olan olarak kabul edilir. Kısa bir zaman içinde inanılmaz bir ilgi odağı olmayı başaran Demeter âdeta ayrı bir din hâline gelmiş, örneğin “Elefsis Gizemleri"nde (Elefsis Mikterleri) adına büyük âyinler düzenlenmiştir. Yine ölümlülerin gözünde, Demeter biricik kurtarıcı ve adâlet sahibi olarak yerini almıştır. Bu bakımdan Demeter, Hz. Meryem’le kıyaslanmıştır. O, bir ilâhe olmasına karşılık ölümü aynı bir “insan” (ölümlü) gibi (etleri tedricen çürürcesine) yaşamıştır. En çok sevdiği varlıktan ayrılmanın ne demek olduğunu görmüştür.

Bidâyette, insanlar (ölümlüler) ve ilâhlar-ilâheler iki ayrı küreyi (dünyayı) işgâl ediyorlardı. İnsanlar öldükten ve Styx ırmağını geçtikten sonra Hades’in (ölülerden, yeraltlarından sorumlu ilâh) krallığına ulaşıyorlar, liyâkat sahibi olanlar “Nur’lu ilâhlar’ın / ilâheler’in” yanına gidiyorlar, geri kalanlar ise ebedîyyen Hades’in yanında eşdeyişle cehennemde kalıyorlardı. Cehennemde kalan onların sönük (ışıksız) ve şuursuz gölgeleriydi. Kuşkusuz, çok güçlü büyücüler bunları harekete geçirebiliyorlar, onlara yeni bir güç verebiliyorlardı. Demeter Dini, âdeta statükoyu değiştirdi ve insanlarla ilâhlar arasında (iki küre, iki dünya arasında) bir bağ kurdu, yeni bir erdemlilik anlayışı getirdi. Bir anlamda, “ölülerin sönmüş umutlarını” küllendirdi. Bu nedenledir ki, Zeus, Hades’ten, Demeter’in kızı Kore’yi (Kori) almasını (kaçırmasını) istedi. Oysa, Kori aynı zamanda kendi kızıydı ve Demeter’le olan birlikteliğinden ortaya çıkmıştı. Ancak Zeus, Demeter gibi düşünmediği için yeni bir düzenin (dinin) ortaya çıkmasını kabul edemeyeceğinden dolaylı bir yöntemle Demeter’i cezalandırmak ve “aklını başına getirmek” için böyle bir eylemi planladı. Sistemin sakınımının herşeyin üzerinde olduğunu savunan Zeus, hiçbir değerin statükodan daha önemli olamayacağını vurgulamış oldu. “Kori" Yunanca "genç kız / kız çocuğu" anlamına gelir. Burada bu ismin kullanılması da ilgi çekicidir ve muhtemelen “genç kız” motifi, “saflığın, bekâretin ve pathetizm’in” sembolü olarak düşünülmüştür.

Kore, arkadaşları olan Okyanuslular’la oynamaktadır. Bir ara Okyanus kenarında, gül, iris ve zambak çiçekleri toplamaya başlar. Gaia, âniden ve Hades’in de ilgisini çekmek için topraktan gözkamaştırıcı güzelliğe sahip olan bir nergis bitirir. Nergis (Narkis), ilâhları ve insanları kendine çeker ve evrende ne kadar varlık mevcutsa hepsi bu çiçeğe vurulurlar. Nergisin kokusu gökyüzünü yeryüzüne yaklaştırır, tuzlu denizin başını döndürür, esritir. Kore, bu güzel nesneyi (ãθυρμα-âthirma) elde etme sevdâsına düşer. Ellerini ona doğru uzatır ve tam bu sırada toprak ikiye şak olur, Zeus’un kardeşi ve ölümün ilâhı Hades (Hadis), görkemli ve siyah aracıyla belirir ve Kori’yi alıp götürür. Kori, babası Zeus’u yardıma çağıran güçlü bir çığlık atar. Ama çığlığını yalnız iki ilâhî varlık işitir: İlâhe Hekate ve İlios (Güneş).

Kori, Güneş’i görebildiği ölçüde umutlarını muhafaza eder. Annesini tekrar görebilmeyi hayal eder. Ancak, yeraltına girer girmez (güneşi kaybettikten sonra) umutlarını yitirir. Aslında Demeter de yardım tâlebinde bulunan bu çığlığın yankısını duymuştur. Bu, bir ilâhe için “ölüm”le (ayrılıkla) karşılaşmadır. Yüreğini keskin bir acı kaplar. Bunun bir işâreti olarak omuzlarına bir kara tül (şal) örter. (Hristiyan kadınlarının, eşlerini ya da yakınlarını kaybettikten sonra yüzlerini siyah tülle örtme geleneğinin bu efsâneyle ilgisi vardır). Günlerce, yemeden içmeden, yeryüzünü (toprağı) delik deşik eder ve Kori’yi arar. 10. Günde, Hekate’yle karşılaşır. Hekate de Kori’nin çığlığını duyduğunu ifâde eder. Güneş, ona kızını Hades’in götürdüğünü söyler ve ekler: "Hades bunu, bulutların hâkimi Zeus’un isteğiyle yaptı". Aslında İlios (Helios-Güneş) Demeter’i teselli etmek ister ancak tam tersine acısını biraz daha arttırır. Kori artık ölmüştür. Zeus’a karşı büyük bir kin duygusuna kapılır. Olympos’u terkeder, ölümlülerin arasına karışır. Kendi kızını yitirdiği için ölümlülerin duygularını daha kolay anlar ve onlarla bu duygularını paylaşır. Bu acıma ve sempati duygularının bir sonucu olarak, bir ölümlü olan Elefsis (Eleusis) kralı Celeos’un küçük çocuğu Demofonos’la meşgul olmaya başlar. (Demofonos-Dimofonos, “Halk’ın Sesi” anlamına gelir).

Bir gün, Elefsis’te bir kuyunun başında, bir zeytin ağacının altında otururken yaşlı bir kadınla karşılaşır: Evriklia (Aslında bu kadın Demeter’in tâ kendisi / kendisiyle yüzleşmesidir). Bu kadın, kuyudan su almaya gelen genç kızların namusundan ve hayatlarından sorumludur. Bu kadın, alışılagelmiş Olympos ilâhelerine hiç benzememektedir. Alımı, câzibesi, uç bir özelliği yoktur. Yaşlı ve sıradan bir kadındır. Demeter bu ölümlüyle uzun uzun sohbet eder ve insanların dertlerinin ilâhelerinkiyle hiçbir benzerlik taşımadığını, apayrı iki dünya olduğunu farkeder.

Kral Celeos’un 4 kızı ve yıllar sonra bir oğlu olur. 4 kız bir gün çeşme başında Demeter’le karşılaşırlar ve ona kökenini sorarlar. Demeter onlara Giritli olduğunu, korsanlar tarafından kaçırıldığını ve Elefsis yakınlarında onların elinden kurtulduğunu söyler. Demeter onlara yaşlı bir kadının çalışabileceği bir ev bilip bilmediklerini sorar. Boğaz tokluğuna çalışabileceğini söyler. Örneğin yeni doğmuş bir bebeğe bakabileceğini belirtir. Kızlar anneleri Metaneira’ya danışırlar. Anne yaşlı kadını kabul eder. Safran saçlı kızlar mutlu haberi Demeter’e ulaştırırlar. Kızlar yolda giderken ona şöyle derler: “Elefsis’te seni kabul etmeyecek hiç kimse yoktur, herkesin kanı sana ısınacaktır çünkü sen bir ilâheye benziyorsun".

Demeter daha adımını eşikten içeri atar atmaz bir mucize gerçekleşir ve ev ahalisine çok uzun boylu bir kadın olarak görünür. Başı neredeyse tavana değer ve etrafında bir hâle belirir. Anne Metaneira, farklı birisinin geldiğini anlar ve yerini ona verir. Yani bir kraliçe yerini bir hizmetkâra bırakır. Demeter bunu kabul etmez. Tek bir kelime etmez, yemez içmez. Yüzünde büyük bir hüzün farkedilmektedir. Yaşlı hizmetkârlardan biri olan İambe (İamvi) en sonunda onu yemek yemeye iknâ eder. Fakat su ve undan oluşan bir yemek yer.

Demofonos, sanki bir ilâh gibi yetiştirilir. Müthiş bir itinâ görür. Mateneira, Demeter hakkında edindiği ilk izleniminden şüphe etmeye başlar, acaba o bir ilâhe değil midir? Aynı Semele ve Psihe gibi onda da bir iman eksikliği hâsıl olur ve Demeter’i sınamaya kalkışır. Bir gün çocuğunu ateşin içine bırakır ve onun âkibetini anlamak ister. Belki de amacı, oğlunda insana ait ne varsa onları yakmak ve ilâhî özünü ortaya çıkarmaktır. Bu eylemi yaparken şöyle haykırır: “Bebeğim, yabancı seni şiddetli bir ateşte kavuruyor ve bu beni çok derin bir ısdıraba sürüklüyor". Ânîden Demeter belirir ve çocuğu ateşten alır. Anne hatasını anlar ve yere kapanır. Demeter ilâhe kimliğine bürünür, birden gençleşir ve gözkamaştırıcı bir güzelliğe kavuşur, Elefsis’i terkeder. Bu arada çocuk yerde ağlamaktadır, bütün aile onu yerden kaldırmaya çalışırlar ancak beceremezler. Demofonos, o hâle gelmiştir ki, artık ölümlüler onun bakımını sağlayamamaktadırlar, o mutlaka bir ilâhe ile yoluna devam etmek zorundadır.

Kral Celeos, onun adına bir tapınak inşa ettirir. Demeter acılarına geri döner ve bütün hasatları durdurur, tohumların yeşermesini engeller, yerden hiçbir şey bitmemeye başlar. İnsan soyu tehlikeye girer, ilâhlar tapınaklardan yükselen tütsü kokularını alamaz olurlar. Başta Zeus olmak üzere bütün Olympos varlıkları onu iknâ etmeye çalışırlar ama Demeter’in gönlünü alamazlar. Kızını görmeden tek bir tohumun bile yeşermesine müsâde etmeyeceğini söyler.

Bunun üzerine Zeus, arasının hiç de iyi olmadığı kardeşi Hades’e elçi olarak altın âsâlı Hermes’i gönderir. Hermes Zeus’un mesajını Hades’e iletir: “Demeter’in kızı Kori, yeryüzüne çıksın ve annesini görsün". (Bu arada Kori, Hades’le evlenmiş ve adını da Persefon olarak değiştirmiştir). Hades, yılın üçte birlik bir bölümü için yeryüzüne çıkmasını kabul eder. İşte bu üçte birlik bölüm bahar mevsimini oluşturur. Demeter ve kızı Kori’nin kavuşmaları tabiatı canlandırır, her taraf yeşerir. Bir diğer yönüyle bu mitos, ruh’un ölümötesi umudunu da sembolize eder. Eski Yunan’da, Demeter’e karşı duyulan bu muhabbet, onların eserlerine de yansımış ve Demeter sâyesinde icad edilen ekmek medeniyetin simgesi olmuştur. Demeter’i kutsayan Eski Yunan neredeyse aynı derecede Elefsis kralı Triptolemos’u da kutsar ve onu medeniyetin kahramanı olarak ilân ederler. Bunun sebebi, Triptolemos’un Demeter kültünün gelişmesini en üst düzeyde sağlamış olmasıdır.

"Pluton" veya "Aïdoneus" isimleriyle de anılan Hades’i doğru anlamak için her türlü klasik ve ete kemiğe büründürülmüş şeytan fikrinden uzak durmak gerekir. Hades kavramı eski Yunanca’da “görünmez” anlamına gelir.

Hades’e öyle bir makam atfedilir ki, ondan sadece ölümlüler değil ilâhlar ve ilâheler de korkarlar. Kimileri bu makamı, “Küller (Εύρώεις: Evrois) İmparatorluğu”, bazıları “Karanlıklar krallığı” kimileri de “Tükeniş Alanı” olarak tanımlarlar. “Küller”den kasıt başka bir boyutta yeniden doğuşu ve hayatın gayrı maddî bir biçimde devam etmesidir. Yani Hades (Hadis), bilinmeyen ölümötesinin eşdeyişle bedendışı alanın en üst düzeydeki sorumlusu konumundadır. Bu yönüyle İslâm’da “Zebun edici” anlamını taşıyan ve Cehennem ehlinin öğretmenleri olarak tanımlanabilen “Zebanîler"in yöneticisi konumuna benzer bir konumdadır. Aynı zamanda Zeus’un ve Poseidon’un (Posidonas) da kardeşidir.

Öte yandan Hades, "İntikam”ların da yöneticisi ve yönlendiricisidir. İnsanoğluna intikam telkin eden Hades’tir. Bu bağlamda ona “Yeraltı’nın Zeus’u” adı da verilmiştir.

Odiseas (Ulyssis) büyücü Sirse’nin de yardımıyla Tiresiasın ruhunu harekete geçirmeye ve onunla konuşmaya karar verir. Amacı gaipten haber almaktır. Yeraltı âleminin en karanlık alanlarında yaşayan Kimeryalılar’dan da destek alır. Sirse’nin kendisine işâret ettiği yere vardığında büyük bir çukur açar, oraya bir kuzunun ve siyah bir koçun kanını akıtır. Bunun üzerine yeraltında yaşayan bütün ruhlar tâze kanın etkisiyle canlanmaya başlarlar. Odiseas, Tireas’a kendi geleceği ve İthaki’ye dönüşü hakkında sorular sorar. Bu gelişmelerin hepsi Hades’in izniyle gerçekleşir. Görüşmeden sonra ruhlar hemen kristalize olurlar (uykuya dalarlar). Ancak, Hades’in iznine rağmen yeraltı âleminin çeşitli varlıkları Odiseas’ın bu girişimine şiddetle karşı çıkarlar, onu tehdit ederler ve derhal yeryüzüne dönmesini isterler. Bu, bir anlamda alanın korunması ve yabancıların bölgeye girmesinin kabul edilmemesidir. Eski Papua yerlileri de, topraklarına giren yabancıların kafa derilerini yüzerler ve kafataslarını mağaralarda saklarlardı. Bu bir tür meydan okuma ve gövde gösterisi olarak algılanabilir. Hades kültünde de benzeri bir durum sözkonusu olmaktadır, Hades’in oluruna rağmen onun emri altında yaşayan varlıklar, “yasak” olarak kabul ettikleri alanlarına bir yabancının (bir canlının) maddî bedeniyle girmesine karşı çıkarlar.

Bazı varlıkların cezaları bizzat Zeus tarafından verilir. Apollon ve Artemis’in annesi olan Letô’yu kaçırmak isteyen Titios toprağa zincirlenir ve karaciğeri iki akbaba tarafından sürekli parçalanır. Sisifos, büyük bir kaya parçasını bir tepeye çıkarır fakat kaya sürekli aşağıya yuvarlanır. Sisifos bir türlü kayayı tepede tutmayı başaramaz. Tantalos’un yemek istediği bütün meyveler elinden kaçarlar, bütün akarsular ayağının altından uzaklaşırlar. Bütün bu varlıklar, Zeus’a veya diğer Olympos egemenlerine karşı çıktıkları için cezalandırılırlar. Hattâ bazı mühim (statü sahibi) varlıklar bile Zeus’un hışmından paylarını alırlar. Bunlardan biri Zeus’un oğlu Minos’tur. Minos aynı zamanda ölüleri yargılayan mahkemenin de üç üyesinden biridir. Ama, babası Zeus’a karşı çıktığı için fizikî mânâda ölümü tatmadan Hades’e teslim edilir ve yeraltı âlemine gönderilir. Ancak daha sonra, Zeus’un baskısıyla ölümötesi yaşamını yeryüzünde yaşamasına karar verilir ve yeryüzüne çekilir. Olympos irâdesi bazı önemli varlıkların ölümötesi yaşamlarına müdahale eder: Avcı Orion, ölüm sonrası hayatını (Eshatolojık) da aynı fizikî yaşamı sırasında bulunduğu Asfodelis Çayırları’nda geçirir ve çayırların güvenliğini sağlar. Herakles’in (Herkül) ölüm sonrası yaşamındaki saygınlığı hiç değişmeden devam eder. Bütün ruhlar onu saygıyla selâmlarlar. Eşi Hebe ile sık sık yeryüzüne çıkar ve Olympos egemenleriyle görüşmeler yapar. Bunlar ve benzerleri imtiyazlı varlıklardır ve sıradan ölümlülerin tâbi olduğu kanunların dışında özel konumları vardır.

Varlıkların ölümötesi hayatlarının nasıl olacağına üç yargıçtan oluşan bir mahkeme karar verir. Bunlar, Minos, Eakos ve Radamanthe’dir. Ancak, yukarıdaki örnekte de belirttiğimiz üzere asıl belirleyici olan Zeus’tur ve o bütün kararları tashih edebilir. Bu mahkeme varlıkları, ya “Mutluluk Adaları”na (cennete) ya da “Yeraltı Ülkesi”ne (Cehennem’e) gönderir. Mutluluk Adaları deyiminin tekâbül ettiği yer hakkında iki görüş vardır. Birincisi, bu alanlar planetler’dir (gezegenler) ve hemen her varlık için küçük ya da büyük bir gezegen tahsis edilir ve sonsuz ömrünü burada geçirmesine izin verilir. İkinci görüşe göre ise, burası farklı bir boyutu (evreni) ifâde eder ve orada sanal değerler hâkimdir. “Yeraltı Ülkesi”ni açımlayanlar ise onun aslında yine, başta Güneş olmak üzere bir grup gezegen olduğunu ancak bu gezegenlerin özelliklerinin varlıkları rahatsız etme temelinde geliştiğini belirtirken bazıları da bu alanın “buzlardan oluşan bir ülke” olduğunu söylüyorlar.

Hades, siyah atların çektiği siyah bir arabayla zaman zaman yeryüzüne çıkar ve Olympos toplantılarına katılır. Mısır’ın Osiris’iyle aynı rolü üstlendiği söylenir. Bir de, Hades’le Osiris arası bir varlıktan bahsedilir. Bu ne Yunan ne de Mısır Panteon’una denk düşer. İkisinin arası bir yerlerdedir: Serapis. Platon, "Φαιδον" (Fedon) adlı eserinde yeraltı nehirlerini (Styx gibi) ve varlıkları (Charon, Achéron, Puriflegethon, Cocyte gibi) çok iyi anlatır.

Kurnazlıkların, tilkiliklerin, hinliklerin ilâhesi Afrodit’tir der ünlü şair Safo. Yabancı kökenli bir ilâhe olduğu düşünülür, Doğulu’dur. Aryenler’e yakındır. Afrodit, bütün ahlâkî, kültürel ve sosyal değerlerin üzerinde bir cinsî cazibe sembolü olarak tanıtılır. Bu yönüyle de çürütücü ve çökertici-bozucu bir kuvveti temsil eder. Savaşçı değildir, fizik gücü yoktur. Eğer Athina engellememiş olsa Diomed’in okuyla ciddi biçimde yaralanacaktır.Helene ve Paris ise onun arkasındadırlar. Büyülü kemeri sâyesinde erkeklerin başını döndürür. Kahramanlar onun uğruna kendilerini fedâ ederler. Zeus’un bile aklını çeler. Afrodit de âşık olur; Ene’nin babası Ankiz’e. Fakat bu aşk Zeus tarafından istenmiş zoraki bir aşktır:

"İlâhları ölümlü kadınlara bağlaman nedeniyle onların (ölümlü kadınların) ölümsüzlere (İlâhlar’a) ölümlü oğullar vermelerine yine ölümlü erkekleri ilâhelere bağlaman nedeniyle onların da ölümlü çocuklarının olmasına neden oluyorsun. Buna meydan veremeyiz".

Dikkat edilirse Olympos bundan rahatsızdır. Ölümlülerle ölümsüzler, Afrodit sâyesinde çok içiçe geçmeye başlarlar ve soylar gölgelenir, bu nedenle Zeus müdâhale eder.

Ankiz’e şöyle der:

"Senin yüzünden, ölümsüzler arasında bir objeye dönüşeceğim. Oysa onları, ölümlü kadınlarla birleştiriyordum. Zihnim hepsini etkiliyordu. Şimdi ise, bu konuda ölümlüler arasında ağzımı bile açamayacağım. Argümanlarımı yitirdim. Görüyor musun, bir ölümlüyle birlikte olduktan sonra, kemerimin altında bir çocuk taşıyorum".

Afrodit, Ankiz’e baskı yapar ve oğulları Ene’ye, annesinin bir peri olduğunu söylemesini telkin eder. Bu baskının arkasında ise Zeus vardır. Zira ortada “Olympos’un Onuru” sözkonusudur. Soy muhafaza edilmeli, ölümlülerle ölümsüzler arasındaki keskin çizgi mutlaka belirginleştirilmeli, aşırı yakınlaşmalara izin verilmemelidir. Afrodit bu kuralı zorlamış ve âdeta töreyi çiğnemiştir. Bu bağlamda, Asâleti, Güzelliği ve hayatı temsil eden Olympos’un en büyük üç ilâhesi devreye girerler. Asâleti temsilen Athina, güzelliği temsilen Artemis ve aile ocağının temsilcisi, Kronos’un büyük kızı Hestia (İstia) kurulu düzeni sarstığı, zora soktuğu için Afrodit’i mahkûm ederler.

Poseidon ve Apollon, Afrodit’e âşıktırlar ancak reddedilirler. Bunun gerekçesi ise, İlâhî bekâret yeminine sâdık kalmaktır.

Bazı otörlere göre ise, genel kanıdan farklı olarak Eros, Afrodit’in oğlu olarak gösterilir. Vahşî hayvanlara aşkı telkin eden de Afrodit’tir.

Afrodit bir ilâhe olduğunu kabul etmez, o, dağlarda yaşayan sıradan bir ölümlü kadındır. Frigyalı’dır, babası kudretli Otre’dir. Bir Truvalı onu sarayda büyütmüş, ona analık yapmıştır. Daha sonra onu Hermes bulur, evsiz barksız, tarlalarda yaşamayı ondan öğrenir, o kadar mutludur ki, ayaklarının yere bastığını hissetmez. Hermes ona, Ankiz’in kocası olacağını ve ona güzel çocuklar vereceğini söyler daha sonra da onu ölümsüzlerle buluşmak üzere yalnız bırakır.

Afrodit, kocası Ankiz’e, kendisini ailesiyle tanıştırmasını ve resmî bir törenle evlenmelerini (Gamos) önerir zira o, bir metres değil ve fakat bir eş olmak istemektedir. Ankiz, Afrodit’le beraber olduktan sonra uykuya dalar. Afrodit, ilâhe kimliğine bürünür ve Ankiz’i uyandırır. Ankiz paniğe kapılır. Afrodit şöyle der:

"Korkmana gerek yok zira ilâhlar seni seviyorlar, Truvayı yönetecek bir oğlun olacak, onun da iyi soyları…". İşte bu soy Dardanos soyudur.

Modern medeniyetlerde sürekli bir barış söylemi mevcuttur ancak bu kavramın içi bir türlü doldurulamaz. Kimin barışıdır bu pek bilinmez. Buna mukabil Yunan mitolojisinde savaş önemli bir yer tutar ve ilkeleri vardır. Hem Athina hem de Aris savaşı temsil ederler, aralarındaki fark ise birincisinin savaşı araç olarak kabul edip sınırlandırması, ikincisinin ise savaşı “amaç” olarak benimsemesidir. “Zavallı ölümlüler için ilâhların revâ gördüğü şu kadere bakın: Hiçbir şübheleri olmamasına karşın acı içinde yaşarlar onlar”. Aris (Ares) savaş ilâhıdır. Nefret ve garazdan başka hiçbir şey görmez gözleri. Roma pantheonu’nda Aris’in karşılığı Mars’tır ama “Dişi Kurt”la simgelenir.

Aris’in gözlerini hakikâten kan bürümüştür ve savaştan başka hiçbir şey düşünmez, hayatını tamamen savaşa adamıştır. Belki de bu nedenle, Aris’in karakteristik çizgileri çok somut olarak belirlenmiştir. O kadar düşüncesizce saldırır ki, zaman zaman “ölümlüler” bile Aris’i yaralayabilirler. Bâzen de, diğer savaş temsilcisi Athina ile çatışır. Mızraklı Athina (Athina Pallas), Aris’i belinden yakalar ve tam da bu noktadan Diomede, Aris’in derisini yüzer. Aris, aldığı bu yaradan sonra 10.000 ölümlünün çığılığına eşit bir çığlık atar. Bu çığlık tüm Ege adalarında, Peloponez’de ve Truva’da yankılanır, bulutlar zehirli gazlar ifraz eder, çok şiddetli bir fırtına meydana gelir, yaralı Aris göklere yükselir.

Bu durum Aris için önemli bir prestij kaybıdır zira bir ilâh, bir “ölümlü” tarafından yaralanmış daha ziyâde yenilgiye uğratılmıştır. Evet, Diomede bir tetikçidir ve arkasında Athina vardır ama yine de bir ilâh için kabul edilebilir bir durum değildir bu yenilgi. Doğruca Zeus’un yanına gider ve Athina’dan şikâyetçi olur ve ona, “ölümlüler”le “ölümsüzler” arasındaki “ırkî” farkı hatırlatır, destek ister. Ama Zeus’tan beklediği ilgiyi pek göremez: “Buraya gelip ayaklarıma kapanma! Savaştan, çatışmadan, kavgadan başka bir zevke sahib değilsin. Hiç tasvib etmediğim annen Hera’nın karakteri bu, çekilmez bir tarz. Sen benden oldun ve annen seni, bana hizmt etmen için doğurdu. Eğer bir başka ilâhî varlıktan doğmuş olupta bu davranışlarını devam ettirseydin şimdi yeraltında hapsedilmiş olacaktın, Uranos’un oğulları Titanlar’dan da aşağıda".

Evet, Zeus, Aris’i eleştirir ama oğlu olduğu için de koruması altına alır, onu cezalandırmaktan çekinir zira ona sık sık ihtiyaç duyar ve kullanır. Çoğu yazar, Aris’i, vahşetin somut kimliğini bulduğu ilâh, “katlin irâdesi” olarak tanımlar. Oysa Aris, Zeus’un irâdesinin “veche”lerinden sadece biridir, onun talimatları dışına çıkması mümkün değildir. Öte yandan, Hera (İra), oğlu Aris’i Zeus’a karşı savunur ve onu koruması altına alır. Athina’yla da ciddi bir çelişki içinde olan Hera’ya karşı, Athina’yı sürekli destekleyen Zeus, bu yüzden Aris’i Athina’nın “mantıklı savaşçılığı”yla dengeler. Athina, Aris’e şöyle seslenir:

"Azgın deli, başın ateşlerle sarılmış, kendini kaybediyorsun. Duymak için kulakların yok mu? Mantık, itidal senden uzakta mı? Bin kötülükle ısdırablara dalmayı mı tercih ediyorsun? Tüm diğer Olympos ilâhlarının ve ilâhelerinin tepkisini mi çekmek istiyorsun? Seni bir kez daha öfkeden vazgeçmeye dâvet ediyorum". Bu, Zeus’un retoriğidir. Aris, ilâhlar arasında, hapsedilen tek ilâhtır ve 13 ay zincire vurulur. Bu kararı veren de Zeus’tur.

Zeus ve Hera’nın yasal evliliğinden doğan ilâhlardan biri de İfaistos (Hefaistos-İfestos)tur. Ama Zeus ve diğer ilâhlar hem Aris’i hem de İfaistos’u “aşağı ilâhlar” olarak kabul ederler. Bir diğer değerlendirme de şöyledir: Evlilik sonucu (yasal) doğan çocuklar, “Aşk sonucu” (yasadışı, gayr-ı meşru) doğan çocuklardan eşdeyişle “piçler”den daha kalitesizdir. İfaistos, “enstruman-ilâh” veya “teknoloji ilâhı” olarak da anılır. Athina, Zeus’un sevgili ve hoş kızıdır ama, İfaistos, Hera’nın oğludur yani Zeus, İfaistos’u kendi oğlu gibi görme eğiliminde değildir. Oysa İfaistos, Aris’in aksine çok üretken, san’atçı, emekçi ve dehâ düzeyinde bir ilâh olarak sunulur. Böyle bir ilâh neden Zeus’un hoşuna gitmez? Gitmez çünkü kendisine alternatif olabilecek niteliktedir, Zeus’u yerinden edebilecek kapasiteye sahiptir. İfaistos şöyle konuşur:

"Ben sağduyu sahibi biriyim. Babam Zeus’la iyi ilişkiler arıyorum ki, mutluluğumu zedelemesin. Eğer, tahtını kaybetmek istiyorsa, sağa sola yıldırımlar fırlatacaktır, o nedenle anne, sen ona yumuşak kavramlarla hitâb etmelisin. Böylelikle, Olimposlu bize yakın olacaktır. Çektiğin acıya rağmen sana hiçbir yardımda bulunamam. Daha önce sana yardım etmek istedim ancak beni ilâhların eşiğine fırlatıp attı, şafak vakti Lümnos (adasına) düştüm. Bir nefeslik hayat kudretim kalmıştı. Beni orada Sintialılar karşıladı". İşte İfaistos’un çaresizliği ve korkusu. Olympos’ta ikâmet etme hakkı olmasına rağmen, İfaistos genelde, ölümlüler arasında, elişleriyle uğraşabileceği, mücevherler yapabileceği, demir ve bronzu işleyebileceği bir ortamda, zanaatkâr biri olarak hayatını sürdürmeyi tercih eder.

Duygusal ve sanatçı ruhludur İfaistos ve “Gümüş Ayaklı İlâhe” Thetis ile Okeanos’un kızı Evrinomi’yi çok sever zira sadece onlar onunla iletişim kurabilmektedirler.

Öte yandan, İfaistos kısmen bir ucubedir. Devâsa üst bölümüne karşın onu taşıması neredeyse mümkün olmayan çok zayıf ve güçsüz bacakları ve ayakları vardır ve görüntüsü çok sakildir. Muhtemelen bu nedenle, ilk “otomatlar”ı o icad eder ve kendi hizmetinde kullanır. Annesi Hera’yı tanımlarken de, “Dişi bir köpek figürü” tanımını kullanır. İfaistos aslında bir “kin” ve “öfke”nin ürünüdür. Her ne kadar, Zeus ve Hera’nın yasal çocuğu olarak lanse edilse de, aslında o, Hera’nın tek başına oluşturduğu (ilişkisi olmaksızın) bir çocuktur ve Athina’ya karşı bir alternatif olarak düşünülmüştür. Fakat, Yunan mitolojisinde ilâhlar tek başlarına çocuk yapabilirlerken, ilâhelerin böyle bir yetkisi yoktur, sadece “ucube” meydana getirebilirler. İşte, İfaistos böyle bir “ürün”dür. O nedenledir ki, Athina için “yaratıcı zekâ”, İfaistos için “uygulamalı teknik zekâ” sembolü yakıştırması yapılır. Yunan kültürü, İfaistos’u Athina’nın altında bir yere yerleştirir ve onu bir türlü birinci sınıf bir Olymposlu olarak kabul etmez.

Hestia (İstia) Olympos’un özgün ilâhesidir. Çok üst düzey bir ilâhe olan İstia, Kronos ve Rhea’nın da ablasıdır. Apollon, Poseidon ve Zeus ona gönül verir. Ama hiçbiriyle ilişki kurmaz ve bekâretini sonsuza kadar korur. Bu irâde karşısında Zeus ona, Olympos’taki bütün törenlere katılma, bütün tapınaklara istediği zaman girip çıkma yetkisi ve ilâhî varlıkların en azizi pâyesi verir. O, hem alev hem dumandır. Alev onun saflığını, duman ise istikrarını sembolize eder. O nedenle “Aile Ocağı”ndan mesuldür. Amfidromi (İkili Yol) bayramında, bütün çocuklar âdeta bir vaftiz töreni gibi, İstia’ya takdim edilirdi.

"Said-i Nursi bir mason veya Komünist kadar tehlikelidir" Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi

"Said-i Nursi bir mason veya Komünist kadar tehlikelidir" Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi


OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN MUSTAFA SABRİ EFENDİ'NİN SAİD-İ NURSİ HAKKINDAKİ O DÖNEMLERDEKİ YAZISI

Osmanlı Şeyhulislamlardan Mustafa Sabri Efendi, “Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, çağdaşı ve bir süre birlikte çalıştığı Said-i Nursi hakkında pek çok şeyler söyler.

Bu kitapta geçen bazı ilginç bölümlerini hiçbir yoruma tabi tutmadan aynen aktarıyoruz.

“Bismillah, Hamdele, Salvele..

Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak icabeder. Birincisi; Müridlerinin SAİDİ i’zam edeceğiz(büyük bileceğiz) diye küfre kadar varan sözleridir.

İkincisi ise; SAİD’in izharı keramet etmesi(keramet sergilemesi) ve Sure-i Nur’un asıl muhatabının kendisi olduğu hakkındaki zu’mu batılı (yanlış zannı)... Belki de bu sözleri iğfalatı şeytaniyeyi(Şeytan’dan gelen vesveseleri), ilhamatı hakikiye (Allah’tan gelen, Rabbani olan gerçek ilhamlar) zannedecek kadar ihtiyar ve ma’şuş(zayıf) olmasındandır.

Müritlerinin sözleri mücmelen (özetle) şunlardır : “Sait layuhitidir, hatasızdır, yanılmaz ve günah işlemez. Resulü Ekrem’den sonra Alemi İslam’da böyle büyük bir adam gelmemiştir.. Sözleri aynen Kur’an’dır.. Beşeriyeti(insanlığı), Risaleyi Nur ve Sait kurtaracaktır.. Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır. Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır.. Bu zata dil uzatanlar kafirler ve masonlardır. Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez..” vesaire..

Sait ise müritlerinin hilafına(aksine) kendisi için iki şahsiyet tanır.

Birincisi :

Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Sait-i Muhti’dir. (Yani günahkar Sait’tir.) Diğeri de Lahuyti, (günahsız) ikinci veya yeni Sait’tir. Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur. Keramet ehli, siyasetle meşgul olmayan ve bu asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır. Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler.. Yani Said’in Cebrail’i ebcedci alimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)

Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kudsiyet izafe ediyorlar. Malumatı diniyyeye (dini bilgilere), esasatı şeriyyeye (Şeriatın gerçeklerine) vakıf olmayan bu insanlar çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair(diğer) Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nevpeyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık.

Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :

Sait, kürd cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.

Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline
getirdiler. Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? Halk, üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.

Hayat-ı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akibetini, Sultan Abdulhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz.

Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi selahiyetli din adamlarının nedametleri(PİŞMANLIKLARI) Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha(yanlıştan dönmeye) getirmiş ve nedametini izhar etmiştir(pişmanlığını açıklamıştır). Sait’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta, baştan başa Sultan Abdulhamit Han’a hücum
eden “İki mektebi musibetin Şehadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.

Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında
Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı (istirhamnâmeyi)takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını(birliğini) bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra affolup memleketine yollandı.

Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve iymandan bi behre (nasipsiz) Sait, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cehelei nas da (insanların cahilleri de) bu delinin etrafında haleleniyor. Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii(savunucusu) gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Keriymin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister (İkinci Şua, Sahife 53).

İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum.

Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari.

İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım.

Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım. Ve selamü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

Mustafa Sabri
Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye, Mustafa Sabri, s. 3-14.
- See more at: http://saidinursibediuzzamanmideliuzzamanmi.blogspot.com.tr/2012/02/said-i-nursi-bir-mason-veya-komunist.html#more

  Hiç düşündünüz mu ? Neden yunan mitolojisini Din adına cemaat kullanır ? Kronos Zeus ve Hera'ya soyadı olarak Kronides (Kronos oğlu) .Kronos adını ZAMAN (Gazetesi ) anlamına gelen khronos sözcüğünden almaktadır. Herkül "org" , Hera'nın memelerinden akan sütü içecek ve böylece ölümsüz olacaktır. HERKÜL'ÜN süt annesi Hera, gece uyanıp tanımadığı bir bebeği emzirdiğini fark edince onu fırlatıp atar ve boşalan memesinden çıkan süt de gece gökyüzüne fışkırıp akar. Böylece Samanyolu (Televizyounu STW) ''Süt Yolu” gök adası oluşur.
Her sohbetinde ben Kîtmir'im deyip Filedelfiya da duruyor olması da komik mi ?Ashabı Kehfin köpeği yani kıtmir .. Pensilvanya Eyaletinde bu şehir ..Holy Seven Youths (the "Seven Sleepers") of Ephesus (250 & 5th c.

"Said-i Nursi bir mason veya Komünist kadar tehlikelidir" Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi


OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN MUSTAFA SABRİ EFENDİ'NİN SAİD-İ NURSİ HAKKINDAKİ O DÖNEMLERDEKİ YAZISI

Osmanlı Şeyhulislamlardan Mustafa Sabri Efendi, “Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, çağdaşı ve bir süre birlikte çalıştığı Said-i Nursi hakkında pek çok şeyler söyler.

Bu kitapta geçen bazı ilginç bölümlerini hiçbir yoruma tabi tutmadan aynen aktarıyoruz.

“Bismillah, Hamdele, Salvele..

Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak icabeder. Birincisi; Müridlerinin SAİDİ i’zam edeceğiz(büyük bileceğiz) diye küfre kadar varan sözleridir.

İkincisi ise; SAİD’in izharı keramet etmesi(keramet sergilemesi) ve Sure-i Nur’un asıl muhatabının kendisi olduğu hakkındaki zu’mu batılı (yanlış zannı)... Belki de bu sözleri iğfalatı şeytaniyeyi(Şeytan’dan gelen vesveseleri), ilhamatı hakikiye (Allah’tan gelen, Rabbani olan gerçek ilhamlar) zannedecek kadar ihtiyar ve ma’şuş(zayıf) olmasındandır.

Müritlerinin sözleri mücmelen (özetle) şunlardır : “Sait layuhitidir, hatasızdır, yanılmaz ve günah işlemez. Resulü Ekrem’den sonra Alemi İslam’da böyle büyük bir adam gelmemiştir.. Sözleri aynen Kur’an’dır.. Beşeriyeti(insanlığı), Risaleyi Nur ve Sait kurtaracaktır.. Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır. Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır.. Bu zata dil uzatanlar kafirler ve masonlardır. Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez..” vesaire..

Sait ise müritlerinin hilafına(aksine) kendisi için iki şahsiyet tanır.

Birincisi :

Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Sait-i Muhti’dir. (Yani günahkar Sait’tir.) Diğeri de Lahuyti, (günahsız) ikinci veya yeni Sait’tir. Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur. Keramet ehli, siyasetle meşgul olmayan ve bu asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır. Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler.. Yani Said’in Cebrail’i ebcedci alimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)

Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kudsiyet izafe ediyorlar. Malumatı diniyyeye (dini bilgilere), esasatı şeriyyeye (Şeriatın gerçeklerine) vakıf olmayan bu insanlar çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair(diğer) Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nevpeyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık.

Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :

Sait, kürd cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.

Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline
getirdiler. Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? Halk, üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.

Hayat-ı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akibetini, Sultan Abdulhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz.

Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi selahiyetli din adamlarının nedametleri(PİŞMANLIKLARI) Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha(yanlıştan dönmeye) getirmiş ve nedametini izhar etmiştir(pişmanlığını açıklamıştır). Sait’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta, baştan başa Sultan Abdulhamit Han’a hücum
eden “İki mektebi musibetin Şehadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.

Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında
Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı (istirhamnâmeyi)takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını(birliğini) bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra affolup memleketine yollandı.

Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve iymandan bi behre (nasipsiz) Sait, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cehelei nas da (insanların cahilleri de) bu delinin etrafında haleleniyor. Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii(savunucusu) gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Keriymin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister (İkinci Şua, Sahife 53).

İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum.

Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari.

İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım.

Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım. Ve selamü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

Mustafa Sabri
Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye, Mustafa Sabri, s. 3-14. - See more at: http://saidinursibediuzzamanmideliuzzamanmi.blogspot.com.tr/2012/02/said-i-nursi-bir-mason-veya-komunist.html#more
"Said-i Nursi bir mason veya Komünist kadar tehlikelidir" Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi


OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN MUSTAFA SABRİ EFENDİ'NİN SAİD-İ NURSİ HAKKINDAKİ O DÖNEMLERDEKİ YAZISI

Osmanlı Şeyhulislamlardan Mustafa Sabri Efendi, “Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, çağdaşı ve bir süre birlikte çalıştığı Said-i Nursi hakkında pek çok şeyler söyler.

Bu kitapta geçen bazı ilginç bölümlerini hiçbir yoruma tabi tutmadan aynen aktarıyoruz.

“Bismillah, Hamdele, Salvele..

Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak icabeder. Birincisi; Müridlerinin SAİDİ i’zam edeceğiz(büyük bileceğiz) diye küfre kadar varan sözleridir.

İkincisi ise; SAİD’in izharı keramet etmesi(keramet sergilemesi) ve Sure-i Nur’un asıl muhatabının kendisi olduğu hakkındaki zu’mu batılı (yanlış zannı)... Belki de bu sözleri iğfalatı şeytaniyeyi(Şeytan’dan gelen vesveseleri), ilhamatı hakikiye (Allah’tan gelen, Rabbani olan gerçek ilhamlar) zannedecek kadar ihtiyar ve ma’şuş(zayıf) olmasındandır.

Müritlerinin sözleri mücmelen (özetle) şunlardır : “Sait layuhitidir, hatasızdır, yanılmaz ve günah işlemez. Resulü Ekrem’den sonra Alemi İslam’da böyle büyük bir adam gelmemiştir.. Sözleri aynen Kur’an’dır.. Beşeriyeti(insanlığı), Risaleyi Nur ve Sait kurtaracaktır.. Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır. Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır.. Bu zata dil uzatanlar kafirler ve masonlardır. Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez..” vesaire..

Sait ise müritlerinin hilafına(aksine) kendisi için iki şahsiyet tanır.

Birincisi :

Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Sait-i Muhti’dir. (Yani günahkar Sait’tir.) Diğeri de Lahuyti, (günahsız) ikinci veya yeni Sait’tir. Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur. Keramet ehli, siyasetle meşgul olmayan ve bu asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır. Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler.. Yani Said’in Cebrail’i ebcedci alimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)

Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kudsiyet izafe ediyorlar. Malumatı diniyyeye (dini bilgilere), esasatı şeriyyeye (Şeriatın gerçeklerine) vakıf olmayan bu insanlar çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair(diğer) Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nevpeyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık.

Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :

Sait, kürd cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.

Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline
getirdiler. Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? Halk, üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.

Hayat-ı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akibetini, Sultan Abdulhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz.

Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi selahiyetli din adamlarının nedametleri(PİŞMANLIKLARI) Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha(yanlıştan dönmeye) getirmiş ve nedametini izhar etmiştir(pişmanlığını açıklamıştır). Sait’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta, baştan başa Sultan Abdulhamit Han’a hücum
eden “İki mektebi musibetin Şehadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.

Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında
Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı (istirhamnâmeyi)takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını(birliğini) bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra affolup memleketine yollandı.

Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve iymandan bi behre (nasipsiz) Sait, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cehelei nas da (insanların cahilleri de) bu delinin etrafında haleleniyor. Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii(savunucusu) gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Keriymin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister (İkinci Şua, Sahife 53).

İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum.

Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari.

İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım.

Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım. Ve selamü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

Mustafa Sabri
Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye, Mustafa Sabri, s. 3-14. - See more at: http://saidinursibediuzzamanmideliuzzamanmi.blogspot.com.tr/2012/02/said-i-nursi-bir-mason-veya-komunist.html#more


FETÖ’yle ilgili istihbarat raporundan: Paralel Yapı hiyerarşik yapılanmasını Zerdüştlük ve Şia mezhebindeki 7 katlı gök metaforuna göre kurmuş. Gülen kendisine rakip gördüğü herkesi tasfiye etmiş. Yeğenleriyle evlendirdiği adamlarını kurmayları yapmış



RAKİPLERİ TASFİYE ETTİ
Raporda Gülen'in örgütte 'tek adam' konumunu güçlendirmek için ikinci adam belirlemediği ve ileride kendisine rakip olabilecek isimleri tasfiye ettiği belirtiliyor. Raporda Gülen'in akrabalık ilişkileri ile örgütü yönettiği de belirtilerek "Fetullah Gülen ileriki dönemde kendisine karşı çıkabileceklerini düşündüğü Nurettin Veren, Kemalettin Özdemir, Latif Erdoğan gibi önemli yol arkadaşlarını süreç içerisinde önce pasifize etmiş, sonra da çeşitli mülahazalarla ya da suçlamalarla örgütten uzaklaştırmıştır" deniliyor.

YEĞENLERLE EVLİLİK YÜKSELTTİ
Raporda ayrıca "FETÖ'nün tepe yapılanması, Gülen'in yakın çevresindekiler, akrabalık ilişkisi kurdurduğu şahıslardan ya da 1970'li yıllarda İzmir'de birlikte hareket ettiği örgüt mensuplarından oluşmakta. Cevdet Türkyolu, Ebru TV Genel Yayın Yönetmeni Adem Kalaç, ABD'de yaşayan Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, örgütün pek çok kurum/kuruluşunun kurucu ortağı ve aynı zamanda iş adamı olan Abdullah Katırcıoğlu, eski Fatih Kolejleri Genel Müdür Yardımcısı Yılmaz Yiğit, Gülen'in yeğenleriyle evli. Söz konusu şahıslar bu evliliklerin akabinde örgüt içerisinde yükselmiştir" ifadelerine yer veriliyor.

BASİT BİLGİYLE VE AĞLAYARAK İKNA...
Rapora göre Gülen'in basit bilgileri ağlayarak, kendinden geçerek kitleye anlatıyor ve hitabet gücü sayesinde Adolf Hitler gibi muhataplarını etkilemeyi becerebiliyor. Raporda ayrıca Fetullah Terör Örgütü'nde Cizvit tarikatında olduğu gibi uysallık, itaat, disiplin ve eğitimin esas kabul edildiği belirtiliyor. Rapora göre PDY, işleyiş itibarıyla masonik bir yapılanma. Cemaat, Gülen'i mehdi/mesih kabul etmekte ve liderlerinin olağanüstü güçlerine inanmakta. Katolikler'in Papa'nın yanılmazlığı ilkesi Gülen'e uyarlanmış. Şia imamlarının masumiyetinin kabul edilmesi ilkesi Gülen'e atfedilmiş.

7-Kurmay Tabaka
Fetullah Gülen'e doğrudan atamasını yaptığı kesim. (On yedi kişilik kurmaylardan oluşur Cevdet Türkyolu Mustafa Özcan, Şerif Ali Tekalan, Mehmet Ali Şengül ve Mustafa Yeşil bu tabakada.

6-Has tabaka
Fetullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Görev değişiklikleri yapar, asillere bakar. Üyelerini Fetullah Gülen atar. Hidayet Karaca bu tabakada yer alır.

5-Organize eden ve yürüten tabaka
Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Fetullah Gülen atar. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Osman Hilmi Özdil, Hamdullah Öztürk üyeleridir.

4-Teftiş Kontrol Tabakası
Bütün hizmeti denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgüte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilirler. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu kata ve daha üst düzeye görevlendirilemezler. İstisna olarak görev verilenlerden birçoğu örgütle yollarını ayırmıştır.

3- İdeolojik örgütlenme sağlayan tabaka
Gayri resmi faaliyetlerde görev alırlar. Kaymakam, vali, şehir sorumluları, general, müfettişler, irşad ekipleri yer alır.

2- Sadık tabaka
Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve resmi kurum görevlilerinden oluşan en sadık grup.

1- Halk tabakası
Cemaate iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur.

Yedi katlı hiyerarşiye göre örgütün tepesinde Fetullah Gülen, onun altında özel sekretaryasını yürüten kardeşinin damadı Cevdet Türkyolu bulunuyor. Sonra örgütün illegal ekonomik kaynaklarını yöneten Mustafa Özcan, ardından örgütün legal görünümlü ekonomik işlerini idare eden Naci Tosun, Bank Asya'dan sorumlu Ali Çelik ve emniyet imamı Osman Hilmi Özdil geliyor.


Hiç yorum yok: