17 Eylül 2015 Perşembe

Bebeğin Rahimdeki Üç Evresi EMBRYO LEECH QURAN MIRACLE

Yeni Bir İnsanın Oluşumunda Rol Oynayan Yumurta Hücresi

egg cell_ovule
Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz;  öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?
(Fussilet Suresi, 53)
Buluğ çağı ile birlikte erkek bedeninde yaşanan gelişmelerin bir benzeri de kadınlarda yaşanır. Dişi üreme hücresi olan yumurta ile birlikte kadın üreme sistemi de erkek üreme sistemine uygun, onu tamamlayıcı olacak şekilde hazırlanır.
Kadınlarda da -tıpkı erkeklerde olduğu gibi- buluğ çağına gelindiğinde hipotalamus zamanın geldiğini adeta anlar ve hipofiz bezine yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlayacak hormonlar üretmesi için emirler gönderir. Hipofiz bezi kendisine ulaşan bu emirlere hemen itaat ederek gereken hormonları üretmeye başlar.
Üreme hücrelerinin üretimi kadınlarda, erkeklerde olduğu gibi sürekli değildir. Bu üretim belli dönemlerde gerçekleşir. Bu dönemleri tesbit etme görevi de hipofiz bezine aittir. Hipofiz bezi, belirli dönemlerde yumurtalıktaki ana yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlayacak bir hormon salgılar. Bu hormon etki edeceği yeri çok iyi bilir ve doğruca yumurtalığa giderek yumurta olgunlaştırma vaktinin geldiğini haber verir. Bunun üzerine yumurtalık hücreleri bu emri hemen anlar ve yumurtanın olgunlaşması için yumurtalığın içinde yoğun bir faaliyet başlatırlar.13
Şimdi bu bilgileri biraz daha derinlemesine inceleyelim. Hipotalamus dediğimiz küçücük salgı bezi zamanı nasıl tesbit etmektedir? Üstelik bugüne kadar yaşamış olan ve halen yaşamakta olan milyarlarca kadında tam gereken zamanda, hiç şaşırmadan bu süreyi nasıl hesaplamaktadır? Hipotalamus, beynin diensefalon  bölgesinde (orta beyin) yer alan, zamanı tespit edebilecek bir mekanizması olmayan, üstelik dış dünyayla hiçbir şekilde muhatap olmayan, hücrelerden oluşmuş bir et parçasıdır. Bu et parçasının zaman ayarı yapması elbette insanın sıradan bir olay gibi üzerinden geçip gidebileceği bir konu değildir. Ancak bu küçücük ayrıntı, insan vücudunda durmaksızın meydana gelen mucizevi olaylardan sadece bir tanesidir. Bu tür insanı hayrete düşüren olaylar insan bedeninin her milimetrekaresinde, her an, hiç durmaksızın devam etmektedir. Örneğin hipotalamusun yolladığı emri okuyup anlayabilen, bu anladığı emre göre karar alıp, bu karar doğrultusunda üretim yapabilen ve ürettiği maddeleri kendisinden çok uzakta, hiç görmediği bir yere hatasız olarak ulaştırabilen hipofiz bezinde de hayranlık uyandıran bir mucize gerçekleşmektedir. Hipofiz bezi de yine bir hücre topluluğudur. Bu hücrelerin biraraya gelip, şuurlu bir şekilde kendilerine ulaşan emirleri "anlamaları" ve bu anladıkları emre uymaları başlı başına olağanüstü bir durumdur. Bu hücreler topluluğunun "anlama", "kavrama", "sonuç çıkarma", "karara varma", "kararı uygulama" gibi özellikleri hangi şuurla mümkün olmaktadır?
İnsan vücudu ışığın girmediği, karanlık, pek çok sıvının damarlar içinde büyük bir hızla hareket ettiği, son derece yoğun bir trafiğin olduğu karmaşık bir ortamdır. Bu ortamda kendi boyutuna kıyasla devasa maddelerle karşılaşan bir molekül yığınının istediği yere zarar görmeden ve kaybolmadan ulaşması, hatta bazı aracılarla gerekli yerlere birtakım maddeler yollaması hiçbir evrimci izahla açıklanamaz. Çünkü evrimcilerin bu tip mucizevi yaratış delilleri karşısında tek sığınakları olan tesadüflere -diğer hiçbir canlıda olmadığı gibi- insan vücudunun kompleks yapısı içinde de yer yoktur.
Bir kez daha hatırlatmalıyız ki, tüm bu olaylar esnasında karşımıza çıkan akıl ve şuur bu hücrelerin hiçbirine ait değildir. Hücre dediğimiz varlıkların birbirlerini görecek gözleri, konuşup anlaşabilecek dilleri, duyabilecek kulakları yoktur. Bu varlıklar yalnızca kendilerini yaratmış olan Allah'ın emirlerini uygulamakta, her an O'nun ilhamı ile kendilerinden asla beklenmeyecek mucizevi olayların gerçekleşmesine vesile olmaktadırlar.

Yumurta Hücreleri Gelişmeye Başlıyor...

Yumurta, yumurtalık adı verilen ve her detayıyla bu iş için özel tasarlanmış bir organda üretilir. Her kadında sağda ve solda birer tane olan yumurtalıkların içinde sinirlerin, kan ve lenf damarlarının girip çıkacağı kadar bir boşluk vardır. Boşluğun içinde kan bakımından oldukça zengin lif dokuları da bulunur. Yumurta hücrelerinin güvenli bir şekilde oluşmaları, beslenmeleri ve korunmaları bu dokular sayesinde sağlanır. Bu korunaklı yapının içinde çeşitli boylarda ve çok sayıda kesecikler (foliküller) vardır. Her kesecikte bir tane yumurta ana hücresi bulunur. Her ay bu keseciklerden bir tanesindeki yumurta hücresi olgunlaşarak döllenmenin gerçekleşebilmesi için yumurtalığın dışına bırakılır.
womb
1. Fallop Tüpü Içi
2. Rahmin Yumurta Giriş Yolu
3. Fallop Tüpünün Saçakları
4. Rahmin Yan Bağı
5. Fallop Tüpü
6. Yumurtalık
7. Yumurtalık Bağı
8. Rahim Boşluğu
9. Rahim Mukozası
10. Rahim Kası
11. Rahim Boynu
12. Yan Fornix

Üstte rahmin iç yapısı görülüyor. Yumurtanın üretilmesi ve yolculuğunu tamamlaması için kadın bedeninde her türlü önlem alınmış ve özel bir sistem yaratılmıştır. Örneğin fallop tüpünün içinde bulunan milyarlarca hücre yumurtayı rahme ulaştırmakla görevlendirilmişlerdir. Yanda olgunlaşan yumurtanın içine atıldığı fallop tüpünün resmi görülüyor.
Ancak bu üretim tek aşamalı bir üretim değildir; bir yumurta hücresinin olgunlaşması birçok aşamanın ard arda gerçekleşmesi ile mümkün olur. Yumurta ana hücresinin olgunlaşması ve bir üreme hücresi haline gelebilmesi için öncelikle bir mitoz ve iki mayoz olmak üzere bölünmeler gerçekleşir. Ancak belli bir sıralamada olan bu bölünmelerde hiçbir şaşma olmaması gerekmektedir. Çünkü bölünmeler sonucunda hücredeki kromozom sayılarında değişiklikler meydana gelir ve farklı hücre tipleri oluşur. Tıpkı erkek üreme hücresinde olduğu gibi kadınlarda da ana yumurta hücrelerinde 46 olan kromozom sayısı, bu bölünmeler sonucunda 23'e iner.
Yumurta hücresinde meydana gelen mitoz ve mayoz bölünmeler sonucunda üç adet küçük hücre ve bir adet büyük hücre (ootid) meydana gelir. Küçük olan hücreler besin yetersizliğinden ölürken, büyük olan hücre bazı değişiklikler geçirerek yumurtayı meydana getirir. Eğer oluşan hücrelerin hepsi aynı büyüklüğe sahip olsalardı, döllenme sonucu oluşan zigotun gelişmesi için gerekli olan besin yetersiz kalırdı. Ancak hücrelerden birinin daha fazla besine sahip olması ve diğerlerinin küçük olmasıyla böyle bir sorunun meydana gelmesi daha en baştan engellenmiştir.
Yumurtanın olgunlaşması kendi kendine gerçekleşen bir olay değildir. Başta da belirttiğimiz gibi bu gelişimi şekillendiren, erkek üreme sisteminde olduğu gibi, beynin altına yerleştirilmiş olan hipofiz bezinin salgıladığı hormonlardır. Yumurtanın oluşum aşamalarını ve bu aşamalarda etkili olan hormonları şöyle özetlemek mümkündür:
egg_cell egg cell
Yumurta hücresi, 150 mikron (bir mikron milimetrenin binde biridir) büyüklüğünde renksiz ve yarı saydam bir yapıdır. (üstte) Küre şeklindedir ve dış kısmı jelatin benzeri bir zarla çevrilidir. Yumurtanın bünyesinde yağ, şeker ve proteinler gibi yedek besinler bulunur. Bu besin rezervi, çıkacağı yolculuk sırasında yumurta hücresinin beslenmesini sağlayacak ve eğer döllenme olursa onu rahme ulaşana kadar da idare edecektir.14 1. Foliküler Hücreler 2. Zona Pellucida 3. Çekirdek
Yukardaki temsili resmi görülen ve büyüklüğü bir tuz taneciğinden küçük olan yumurta hücresi bir insanın oluşumundaki en önemli parçalardan biridir. Bu tek hücrenin oluşması için gerekli olan sistem dünya üzerinde şu anda yaşayan ve şimdiye kadar yaşamış olan bütün kadınlarda mevcuttur. Bu, Allah'ın kusursuz yaratışıdır.
1-Foliküler evre: Yumurta hücresinin oluşmaya başladığı dönemdir. Yumurta ana hücresi, biraz önce de belirttiğimiz gibi "folikül" adı verilen keseciklerin içinde bulunur. Folikül oluşumu yaklaşık olarak 14 gün devam eder. Bir hipofiz hormonu olan FSH (folikül uyarıcı hormon) kan yoluyla yumurtalıklara gelir. Bu hormonun yumurtalıklarda folikülün oluşumu, gelişimi ve folikül içindeki ana hücreden yumurtanın meydana gelmesini sağlamak gibi görevleri vardır. Bu hormon aynı zamanda olgun folikülden östrojen hormonunun salgılanmasına da neden olur.
Östrojen özellikle rahmin yapısını etkileyen bir hormondur. Rahimdeki hücrelerin mitoz bölünmesini hızlandırarak bu bölgenin kalınlaşmasını dolayısıyla döllenme işleminden bir süre sonra buraya bağlanacak olan embriyonun yumuşak bir zemine tutunmasını sağlar. Ayrıca döl yatağına fazla miktarda kan ve doku sıvısı gelmesini sağlar. Her ay bu hazırlıklar gerçekleştirilir. Eğer yumurta döllenirse özel hazırlanmış bu dokuya yerleşerek beslenecek ve gelişmesini sürdürecektir.
İnsanın yaratılışının her aşamasında olduğu gibi burada da mucizevi bir olay gerçekleşmektedir. Kadının üreme sistemindeki hücreler, ileride misafir edecekleri embriyonun ihtiyaçlarını önceden tespit etmekte, bu ihtiyaçlara yönelik hazırlıklar yapmakta, gelişecek olan cenin için gereken en uygun ortamı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bir hücreler topluluğu böylesine şuur ve akıl gerektiren işlemleri nasıl gerçekleştirebilir? Elbette hücrelerin böyle bir akıl ve şuura sahip olduklarını söylemek imkansızdır. Ama kadının üreme sistemindeki (hatta hipofiz bezindekiler) hücreler imkansız olarak nitelendirdiğimiz bu olayı gerçekleştirmekte, hiç tanımadıkları embriyonun ihtiyaçlarına en uygun ortamı önceden hazırlamaktadırlar.
hipotalamus_egg_cell 1. Hipotalamus
2. Yüksek miktarda östrojen (progesteron içermeyen) GnRH, LH, FSH hormonlarının salgılanmasını hizlandırır.
3. Orta seviyede östrojen GnRH, LH, FSH hormonlarının salgılanmasını durdurur.
4. İnhibin, LH ve FSH salgılanmasını durdurur.
5. Ön hipofiz bezi
6. Düşük seviyedeki progesteron, östrojen GnRH, LH, FSH hormonlarının salgılanmasını hızlandırır.
7. Yumurtalık
8. Birincil ve ikincil foliküllerin gelişimi
9. Baskın bir folikülün olgunlaşması
10. Yumurtlama
11. Korpus luteumun oluşumu
12. Bağ dokusunun oluşumu
13. Yumurtalık hormonları
14. Granüloza hücreleri tarafından östrojen ve inhibin hormonu salgısı arttırılır.
15. Korpus luteum hücreleri tarafından progesteron ve östrojen salgısı arttırılır.
16. Korpus luteum hücreleri tarafından inhibin salgısı arttırılır.
17. Bağ dokusu progesteron ve östrojen salgısına etki etmez
Rahim ve yumurtalıktaki hormonal etkilerin özeti. Yumurtanın olgunlaşması kendi kendine gerçekleşen bir olay değildir. Yumurtanın gelişim evreleri beynin altındaki hipofiz bezinin salgıladığı hormonlarla yönlendirilir. Karmaşık ve birbirine bağlı işlemler sonucunda döllenmeye hazır, canlıyla ilgili bütün bilgileri taşıyan yumurta hücresi oluşur.
Kuşkusuz bunları hücrelerin kendi akılları ve iradeleriyle yaptığını iddia etmek akıl ve mantık sahibi hiçbir insan için mümkün değildir. Kendi şuuru ve iradesiyle başarması mümkün olmayan bir şeyi, şuursuz atomlardan oluşan hücrelerin başardığını iddia eden insan elbette büyük bir mantık bozukluğu içinde demektir. O halde karşımıza çıkan gerçek apaçıktır: Bir insanın yaratılışında rol oynayan tüm hücreler, kendilerine Allah’ın ilham ettiği görevleri yerine getirmekte, böylece yeryüzünde her dünyaya gelen insanla birlikte bir mucizenin gerçekleşmesine vesile olmaktadırlar.
2-Luteal evre (Yumurtlama evresi): Bu evrede yumurtayı taşıyan kesecik (folikül) çatlar ve yumurta serbest hale geçer. Ancak yumurtalıklardan boşluğa bırakılan yumurta hücresini yakalayacak bir yardımcıya ihtiyaç vardır. Aksi takdirde yumurta hücresi spermle buluşacağı yere doğru ilerleyemeyecek ve hiçbir şekilde spermle karşılaşamayacaktır. İşte bu noktada yumurtalık ve rahim arasındaki tüp şeklinde yapılar olan "fallop tüpleri" devreye girer. Yumurtalıklardan boşluğa bırakılan yumurta hücresi, bir ahtapot gibi dev kollara sahip olan fallop tüpü tarafından yakalanır. Döllenme işleminin gerçekleştiği yer olan fallop tüpünde sperm olup olmamasına göre daha sonraki aşamalar şekillenir.
1. Gelişme Aşamasında Olan Folikül
2. Yumurtalık
3. Bağ Dokusu
4. Korpus Luteum
5. Olgunlaşmaya Başlayan Folikül
6. Olgunlaşmış Folikül
7. Ikincil Oosit
8. Patlayan Folikül
9. Yumurta
10. Yumurtalık Çıkışı
Yumurta hücreleri yumurtalıktaki folikül denilen yapıların içinde gelişir. Bu şemada tek bir yumurta hücresinin gelişim aşamaları ve folikülden çıkışı görülmektedir. Bu evrelerin tümü belli bir dönem boyunca, bütün kadınlarda sürekli tekrarlanır. Her ay yeni yumurta hücreleri oluşur, aynı hormonlar aynı dönemlerde tekrar tekrar salgılanır, kadın vücudu sanki döllenme olacakmış gibi hazırlanır. Ancak son aşamada spermin olmasına ya da olmamasına göre vücuttaki hazırlıkların yönü değişir. Bu, açık bir yaratılış mucizesidir.
ovarium
Bütün bu işlemlerin denetimini sağlayan ise hipofiz bezinden salgılanan luteinleştirici hormon (LH)'dur. Bu hormonla ilgili önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır. Olgunlaşmış yumurta hücresinin içinde bulunduğu keseciğin (folikül) çatlaması ve böylece yumurtanın spermle buluşacağı yere ilerlemesinde LH hormonu mutlaka gereklidir. Bu hormonun olmaması demek -diğer hormonlar eksiksiz salgılansa da- folikülün yumurtlama evresine kadar gelişememesi demektir. Ancak böyle bir aksaklık olmaz ve yumurtlama döneminden yaklaşık 2 gün önce bilim adamlarının açıklayamadığı, henüz tam bilinmeyen nedenlerle, ön hipofiz bezinin LH hormonu salgılamasında artış görülür. Aynı dönemde FSH isimli hormonda da artış belirir ve iki hormonun etkisiyle her ay düzenli olarak yumurtlama işlemi gerçekleşir. Yani hipofiz bezi burada da şaşmaz bir vakit hesabı yapmakta, tam gereken vakitte gereken hormonları, gerektiği miktarda salgılamaya başlamaktadır.
Elbette bu şuurlu davranışı hipofiz bezinin kendinden, bu bezi oluşturan hücrelerden beklemek mümkün değildir. Eğer ortada açıkça görülen yüksek bir akıl ve irade varsa, bu aklın ve iradenin de bir sahibi vardır. İnsanın yaratılış aşamalarındaki tüm bu mucizevi olaylarda tecelli eden akıl ve irade sonsuz kudret sahibi olan Allah'a aittir.
3-Korpus luteum (sarı cisim) evresi: Yumurtanın çıkmasından sonra boş kalan keseciğin (folikül) içi kanla dolar. Bu keseciklerin bulunduğu boşluğu çevreleyen "granüloza" ve "teka" isimli özel hücreler çoğalarak kesecik içindeki pıhtılaşmış kanın yerini alırlar. Bu hücreler lipidce zengin, sarı renkli hücrelerdir. Böylece yumurtanın ayrıldığı folikül, içine dolan sıvılarla genişleyerek "korpus luteum" (sarı cisim) adı verilen aktif bir yapı meydana getirmiş olur.15
corpus luteum 1. HCG
2. Progesteron ve Östrojen
3. Embriyonun Yapıştığı Rahim
4. Yumurtalığın Korpus Luteumu
Yumurtanın folikülden çıkmasıyla birlikte oluşan korpus luteum, progestoren ve östrojen hormonlarını salgılamaya başlar. Progesteron hormonu rahim duvarını uyarır. Bu hormonların etkisiyle rahim duvarında değişimler başlar. Bu değişimlerdeki amaç, döllenmeden sonra embriyonun yerleşmesi için uygun bir ortam hazırlamaktır. Bu işlemlerin tümü bütün kadınlarda aynı sırayla aynı mükemmellikte gerçekleşir.
Korpus luteum denen bu yapı rahmin (uterus) embriyo için hazırlanması ve gebeliğin sağlıklı şekilde sürdürülmesi üzerinde çok önemli bir rol oynar. Bu yapının en önemli özelliği LH (luteinleştirici hormonun)'un da etkisiyle progesteron adlı hormonu salgılamasıdır. Son derece önemli fonksiyonları olan progesteron hormonu rahim duvarını uyarır. Rahimdeki en önemli değişim mukoza tabakasında oluşur. Östrojen ve progesteron hormonlarının etkisiyle mukoza kalınlaşmaya başlar. Bezler ve kılcal damarlar yüzeye kadar ulaşır, rahim duvarı kıvrımlı bir yapı alır. Bezlerin salgı faaliyetleri artar. Bu değişimlerdeki amaç, döllenmeden sonra embriyonun yerleşmesi için uygun bir ortam hazırlamaktır. Ayrıca rahim kaslarını dinlenmeye zorlayarak gebeliğin devamını sağlar. Bundan başka progesteron süt bezlerinin gelişmesine de etki eder.
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.
(En'am Suresi, 73)
Bir hormonun diğerinin üzerinde etki oluşturması, üstelik bunu tam gereken zamanlarda yapabilecek bir sezgiye sahip olması tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur. Bu durumda akla sorular gelmektedir. Şuursuz atomların birleşimiyle oluşan bir molekül nasıl olup ta böylesine hassas bir sezgi gücüne sahip olmakta ve insiyatif kullanarak insanın en rahat edeceği şekilde vücuttaki işlemleri düzenlemektedir? Hormonları oluşturan moleküllerin akla ve şuura sahip olamayacağı açıktır. Bu durum, sistemin çok üstün bir güç tarafından birbirini tamamlayıcı özelliklerle birlikte var edildiğini bize gösterir. Hormonları oluşturan moleküllere, bu molekülleri oluşturan atomlara şuurlu davranışlarda bulunmalarını ilham eden, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.
Korpus luteum devresi 12-14 gün sürer. Bu sürenin sonunda eğer döllenme meydana gelmezse korpus luteum bozulur ve aynı evreler tekrarlanır. Korpus luteum'un bozulmasıyla birlikte östrojen, progesteron ve diğer hormonlar da artık salgılanmaz, yani görev yine hipofiz bezindedir. Hipofiz bezinde tekrar FSH ve LH hormonları salgılanmaya başlanır. Bu da yeni foliküllerin büyümesini başlatır. Ancak bu foliküller yeterince gelişme gösteremezler, çünkü östrojen ve progesteron yokluğu rahimde yeni bir dönemin (menstrüasyon) başlamasına neden olur.
4-Menstrüasyon evresi: Döllenmemiş yumurtanın vücuttan atıldığı devredir. Döllenme gerçekleşmediği için, daha önce hazırlanmış olan rahim duvarı gerilir, kılcal damarların kopması ile birlikte yumurta dışarı atılır. Bu dönemden sonra vücut bütün bu işlemleri tekrar yapmak için hazırlıklara başlayacaktır.
Bu evrelerin tümü belli bir dönem boyunca, bütün kadınlarda sürekli tekrarlanır. Her ay yeni yumurta hücreleri oluşur, aynı hormonlar aynı dönemlerde tekrar tekrar salgılanır, kadın vücudu sanki döllenme olacakmış gibi hazırlanır. Ancak son aşamada spermin olmasına ya da olmamasına göre vücuttaki hazırlıkların yönü değişir.

Döllenme Öncesinde Yapılan Hazırlıklar

sperm
Mukus içinde hareket eden spermler
Yumurta hücresi spermlerin kadın bedenine ulaştıkları yerden 20-25 cm uzaktadır. Bu uzaklık, spermlerin büyüklüğünün yaklaşık 3000 katıdır. Spermlerin, kendi boyutlarına oranla düşünüldüğünde oldukça uzun olan bu mesafeyi kat edebilmeleri için ciddi bir desteğe ihtiyaçları vardır.
Nitekim spermle yumurtanın buluşması gerçekleşmeden önce hem kadın hem de erkek bedeninde birtakım hazırlıklar başlar. Bu hazırlıkların büyük çoğunluğu spermin anne bedenindeki yolculuğunda ona kolaylık sağlamak içindir. Örneğin rahmin içinde çeşitli kasılma ve dalgalanmalar meydana gelir. Rahim ve fallop tüpünde her zamankinden farklı yönde gerçekleşen bu hareketlilik spermin yumurtaya doğru gidişini kolaylaştıracaktır. Bu kasılmalardaki dikkat çekici olan nokta ise kasılmaya neden olan maddedir. Prostoglandin adındaki bu madde erkek bedeninden gelen spermlerle birlikte hareket eden sıvının (seminal kesecik sıvısının) içinde bulunur. Başka bir bedenden gelmesine rağmen bu madde, anne rahminin yapısını bilir ve onu etkileyerek beraberinde getirdiği spermin ilerlemesini kolaylaştırır.16
Döllenmenin gerçekleşmesi için rahimde meydana gelen değişiklikler bununla sınırlı kalmaz. Bu dönemde kanallar genişler. Östrojen hormonlarının etkisiyle mukus (rahim salgısı) artar. Mukus, içindeki sodyum klorürün çok zenginleşmesi gerektiğini bilirmişcesine kendisini hazırlar, elastikleşir ve saydam hale gelir. Bu değişimlerin sonucunda mukusta birbirleriyle paralel uzun aralıklı düz bir yapı ortaya çıkar. Mukusun bu yapısı spermin kuyruk hareketleriyle bu aralıklardan kolayca geçmesini sağlayacak bir şekle dönüşür. Bu dönüşümün -spermlerin rahat hareket etmesinin yanısıra- çok önemli bir etkisi daha vardır: Bu sayede kanallar sadece normal yapıdaki spermlerin geçmesine izin vererek depo ve filtre görevi de görmüş olur. Çünkü spermler bazen döllenme için şekil itibariyle uygun yapıya sahip olmazlar. Bu nedenle bu kanallarda elenirler.
sperm
Spermler anne vücudundaki zorlu ve uzun yolculuğu atlatabilecekleri dayanıklı bir yapıya sahiptirler. Ancak yandaki resimde de görüldüğü gibi bozuk spermler de mevcuttur. Anne bedeninde bozuk spermlerin yol boyunca eleneceği ve sağlam olanların ayırt edilerek yumurtaya ulaşacağı bir tasarım vardır. Böylece yumurta daima sağlıklı spermle birleşir.
Buraya kadar anlatılanlardan da görüldüğü gibi rahimdeki ve yumurtalıktaki her hareketin, spermin yumurta hücresine ulaşması için özel olarak hazırlandığı açık bir gerçektir. Örneğin yumurtlama işlemi bittikten ve bir spermle yumurtanın karşılaşmasına imkan sağlandıktan sonra mukus sıvısı tam tersi işlem yapmaya başlar. Koyulaşır ve saydamlığı kalmaz, bu da spermlerin içeriye girmesine engel olur.
Kadın üreme sisteminde meydana gelen değişimler vücuda giren spermlerin yumurtaya ulaşmasını sağlamak içindir. Ancak bu -önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi- son derece ilginç bir durumdur. Çünkü bambaşka bir vücuttan gelen hücrelere kadın üreme sistemindeki elemanlar yardım etmektedir.
Nasıl olup da bir hücre, daha önce aynı ortamda dahi olmadığı -kaldı ki aynı ortamda bulunmuş olsa da sonuç değişmeyecektir- hücreler hakkında bu kadar detaylı bir bilgiye sahip olmuştur? O hücrelerin neye ihtiyacı olduğunu, örneğin nasıl hız kazanacağını nereden bilmektedir? Kuşkusuz rahimdeki sıvıyı üreten hücrelerin bir spermin sahip olduğu özellikleri bilmeleri ve onlara uygun bir ortam hazırlamaları mümkün değildir.
Buraya kadar anlatılan işlemlerin tümü bütün kadınlarda aynı sırayla aynı mükemmellikte gerçekleşir. Bu uyumlu ve birbiriyle işbirliği içinde çalışan sistemleri düşündüğümüzde, karşımıza çok açık bir plan ve tasarımın çıktığını görürüz. Sperm, anne vücudu için tasarlanmış, annenin üreme organları da spermi karşılamak üzere özel olarak düzenlenmiştir. Bu uyumda en ufak bir eksiklik olsa, örneğin spermin hareket etmesini sağlayan kamçısı bulunmasa veya sperm, anne vücudundaki asidik ortamı dengeleyecek sıvıdan yoksun olsa, üreme gerçekleşemeyecektir.
Bu da açıkça göstermektedir ki, erkek ve kadın üreme hücreleri arasındaki büyük uyum, en baştan belirlenmiş planlı bir yaratılışın eseridir. Erkeği ve kadını yaratan, onları birbirlerine uyumlu kılan ve böylece bir damla sudan bir insan yaratan, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır. İnsan Allah'ın yaratışındaki mükemmelliği düşünmeli ve Rabbimiz’in sonsuz kudreti karşısında O'na kayıtsız şartsız teslim olmalıdır:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle
inanan bir kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 4)
Fallop Tüpünün Şuurlu Hareketleri
Yumurtalıklarda olgunlaşarak boşluğa bırakılan yumurta hücresi, daha önce de belirttiğimiz gibi fallop tüpü denilen özel bir yapı tarafından yakalanır. Eğer yumurtalıktan bırakılan yumurta hücresi fallop tüpü tarafından yakalanmazsa annenin diğer organlarının arasına düşer ve hiçbir şekilde spermle karşılaşamaz.
Fallop tüpü, yumurta ve sperm hücrelerinin buluşma yeridir. Bu görevi yerine getirebilmek için fallop tüpü ikili bir hareket yapar. Birinci hareketi, olgunlaşan yumurta hücresini yumurtalıktan alması ve tüpün içinde spermle buluşacağı yere kadar getirmesidir. İkinci hareketi ise spermi rahim boşluğundan alıp yumurta hücresi ile buluşacağı yere getirmesidir.
Öncelikle her iki yumurtalığın yanında bulunan fallop tüpü yumurtalıktan bırakılan bütün yumurtaları toplar. Fallop tüpünün uçları yumurtalığı kuşatan kollar gibi olgunlaşan yumurtaları toplamak için özel olarak tasarlanmıştır. Fallop tüpünün bu kolları yumurtlama zamanına uygun şekilde hareket eder. Yumurtaların olgunlaşma zamanı yaklaştıkça, fallop tüpünün kolları açılır ve bir ahtapotun kolları gibi, yumurtalığın yüzeyini kavramaya ve üzerinde süpürücü hareketler yapmaya başlar. Tam yumurtlama anında ise yapılan bu hareketlerin sayesinde yumurtanın fallop tüpünün yüzeyine düştüğü görülür. Karın boşluğuna bırakılan yumurta 10-12 cm uzunluğundaki fallop tüpüne girmiş olur. Fallop tüpünün içinde tüycüklü bir yapı vardır. Yumurta fallop tüpündeki milyonlarca tüycüğün doğru tarafa doğru yaptığı hareket sayesinde spermle buluşacağı yöne çekilmiş olur.17
Bu arada, yumurtayı çevreleyen folikül hücreleri yumurtlama esnasında hala bir dış çeper olarak dururlar. Yumurtanın kıvrımlı mukoza zarı bu hücresel çeperin yavaş yavaş kaybolmasını sağlayacak enzimler salgılar. Böylece folikül hücreler dağılırlar ve yumurta koruyucu zardan çıkarak spermle karşılaşmak için açığa çıkar.
Fallop tüpünün yapmış olduğu bu hareketlerin zamanlaması çok önemlidir. Çünkü hem sperm hem de yumurta hücresinin canlı kalabileceği belirli bir süre vardır. Bu süre dolmadan sperm hücrelerinin yumurta hücresine ulaşması sağlanmalıdır. Fallop tüpü bu zaman ayarlamasını nasıl yapmaktadır? Kendisine ait olmayan bu hücrelerin ne kadar canlı kalabileceğini nereden bilmektedir? Şüphesiz birkaç santimetrekarelik bir et parçasının bu işlemleri gerçekleştirecek bilgiye ve beceriye sahip olması mümkün değildir. Her hücre ve doku gibi fallop tüpü de gerçekleştirdiği işlemleri sadece alemleri yaratan Allah'ın kendisine ilhamıyla yapmaktadır. Bu yüzden hiçbir karışıklık ve aksaklık çıkmadan bu zor görevi kolayca yerine getirmektedir. Böylece yumurta hücresi yok olmadan önce, yani en fazla 24 saat içinde döllenebilme imkanı bulur.
fallopian tubes
1 - Yaklaşık 100 Sperm Yumurtalığın Çevresine Ulaşır
2 - Yumurta
3 - Fallop Tüpü
4 - 36. Saat 2 Hücre Aşaması
5 - 3. Gün 8 Hücre Aşaması
6 - 4. Gün 64 Hücre Aşaması
7 - Rahim
8 - Yumurtalık
9 - Rahim Duvarına Yapışma
10 - 5-6. Gün Blastosit Oluşur.
follicle_ovule ovule_cell
Olgunlaşan folikülün yumurtalıktan çıkış anı Yumurta hücresi hareket halinde
fallopian_tubes_ovule fallopian_tubes_ovule
Fallop tüpü yumurtayı almaya hazırlanıyor Fallop tüpünün yumurtayı alış anı
sperm and ovule cell
Fallop tüpünde yumurta hücresi (üst sol resim: yumurta hücresi) Spermler tarafından sarılmış bir yumurta hücresi.
Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur.
O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.
(Taha Suresi, 98)

Sperm-Yumurta Buluşması Gerçekleşiyor


1. Birincil oosit bölünür
2. Ilk kutuplu yapı
3. Kutuplu yapının ikinci bölünmesi
4. Birincil folikül
5. Ilk mayoz bölünme
6. Ikincil oosit
7. Yumurtlama
8. Ikincil oosit fallop tüpüne girer
9. Sperm
10. Rahim kanalı
11. Sperm çekirdeği
12. Döllenme oositin formunu değiştirir
13. Ikinci mayoz bölünme
14. Kutuplu yapı
15. Döllenmeden sonra oosit gelişir. Spermin çekirdeği yumurtanın çekirdeğiyle birleşir ve zigotu oluşturmaya başlar
16. Yumurta
17. Zigot
18. Fetusa dönüşecek olan zigot
being inseminated
Yukarıdaki şematik anlatımda yumurta hücresinin oluşum aşamaları ve yumurtanın spermle karşılaşarak döllenme olayının gerçekleşmesi görülüyor.
Pek çok işlemden geçen ve olgunlaşan yumurta, fallop tüplerine atılır. Bu sırada kendisini saran birçok hücreyi de beraberinde taşır. Fallop tüplerine ulaşan sperm, yumurtayı döllemeden önce "granüloza" adı verilen bu hücreleri aşmak zorundadır. Daha sonra da yumurtayı saran kalın örtüyü delmesi gerekmektedir.
Sperm bu engelleri nasıl aşacaktır?
İşte bu noktada spermde bir tasarım olduğu ve bu tasarımın mükemmelliği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Spermin, daha önce sözünü ettiğimiz "akrozom" denilen bölümünde depolanmış olan enzimler hiyaluronidaz ve proteolitik enzimlerdir. Yumurtanın destek dokusunu (granüloza hücrelerini) birarada tutan hücre birleştiricilerinde ise hiyalürinik asit bulunur. İşte hiyaluronidaz enzimi bu asidin yapısını bozar ve bu şekilde yumurtayı çevreleyen hücreler arasında sperme adeta bir yol açar. Proteolitik enzimlerse yumurtaya bağlı dokulardaki proteinlerin sindirilmesini sağlar. Bu iki enzimin yardımıyla sperm yumurtaya ulaşır.18
Peki yumurtadan çok uzak bir yerde, erkek bedeninde üretilen spermlerin sahip olduğu enzimler, nasıl olup da tam yumurtanın yapısını etkileyecek maddelerden oluşmaktadır? Bu maddelerin formülünü kim bulmuştur? Mikroskobik varlıklar olan spermlerin, yumurtayı dölleyebilmeleri için en gereken yerlerine, yani baş bölgelerine bu enzimleri kim yerleştirmiştir?
Bunları yapan spermin kendisi değildir. Spermin hiyalürinik asidin varlığından ve bu asidin hücreler üzerindeki etkisinden haberdar olması ve hiyaluronidaz adlı enzimin bu asidin etkisini ortadan kaldıracağını bilmesi imkansızdır. Üstelik enzimin formülünü bilmek yeterli değildir. Bunun insan vücudunda üretilmesini sağlamak da gerekmektedir. Spermin bu enzimi insan vücudunda üretecek sistemi kendi kendine oluşturması da elbette ki imkansızdır. Örneğin tıp veya kimya eğitimi almamış herhangi bir insana "hiyalürinik asit"in yapısını bozan enzimin ismini sorsanız veya bu enzimin yapı formülünü çizmesini isteseniz size cevap veremeyeceği açıktır. Ama sperm hücresi, şuur sahibi bir insanın yapamayacağı işleri yapmakta, bilemeyeceği kimya formüllerine vakıf şekilde kendi içinde amacına ulaşmasını sağlayacak maddeler de bulundurmaktadır. Kuşkusuz bunu spermin yaptığını söylemek akıl ve mantıkla tamamen çelişmektir. Akıl ve mantık dışı varsayımlar bir kenara bırakılarak düşünüldüğünde, spermde yumurtanın yapısını etkileyecek enzimlerin bulunmasının başlı başına bir yaratılış delili olduğu görülecektir. Bu kusursuz uyum hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz. Spermlerin, kendisinden tamamen farklı bir ortamda bulunan başka bir hücrenin kimyasal yapısından haberdar olması, bu kimyasalları nasıl etkileyeceğini analiz etmesi, sonra da bu analiz sonuçlarına göre gerekli kimyasalları oluşturması ancak ve ancak üstün bir akıl sahibi Yaratıcının, spermi bu özelliklerle birlikte yaratmış olmasıyla açıklanabilir.
Spermin yapısındaki bu kusursuz tasarım, insanın herşeyiyle bir bütün olarak Allah tarafından yaratıldığının çok açık delillerinden bir tanesidir.
Yumurtanın Fallop Tüpündeki Yolculuğu
Olgunlaşmış yumurtanın, yumurtalıktan dışarı bırakılmasına az bir zaman kala fallop tüpü isimli bir organ, bu yumurtayı yakalayabilmek için harekete geçer. Hassas dokunuşlarla yumurtalığın üzerinde yumurta hücresini bulmaya çalışır. (1-2) Çünkü olgunlaşmış yumurtanın döllenebilmesi için mutlaka fallop tüpünün içine girmesi gerekir. Sonunda fallop tüpü olgunlaşan yumurtayı bulur ve içine çeker. Artık yumurta hücresinin yolculuğu başlamıştır. (3) Yumurta döllenebilmek ve anne rahmine ulaşabilmek için fallop tüpü boyunca uzun bir yol kat etmek zorundadır. Nitekim fallop tüpünün içinde bulunan milyarlarca hücre yumurtayı rahme ulaştırmakla görevlendirilmiştir. Bu hücreler yüzeylerinde bulunan silya isimli tüycükleri aynı yöne doğru hareket ettirirler. Böylece adeta elden ele çok kıymetli bir yükü taşır gibi, yumurta hücresini gitmesi gereken yöne doğru ilerletirler. Yumurta, kendisini arayan spermlerle karşılaşır. (4) Spermlerden yalnızca bir tanesi yumurtaya girmeyi başaracaktır. (5) Döllenmiş yumurta fallop tüpündeki tüycüklerin yardımıyla anne rahmine doğru ilerler. (6) Her hücre üzerine düşen görevi eksizsiz yerine getirir, çünkü Allah'ın yaratışı kusursuzdur.

Sperm Yoluna Devam Ediyor

Sperm yumurtanın dış tabakasına ulaştığında, spermin dış zarı, burada kendisini tanıyan özel bir alıcı protein ile bağlanır. Bu bağlanma ile birlikte spermin koruyucu kılıfının (akrozomun) zarı erir. Aynı zamanda yumurtanın zarı da, spermleri kendisine çekmek için gerekli bir madde olan "fertilizin" maddesini salgılamaktadır. Bu molekül spermlerin hareket yeteneğini artırarak, onların yumurta zarı ile kolay tepkimeye girmesini sağlar. Fertilizin maddesi ayrıca spermin baş kısmında bulunan akrozomun etkinliğini de artırır.
Büyük resimde spermler tarafından sarılmış bir yumurta hücresi, sağdaki resimlerde ise çeşitli sperm hücreleri görülmektedir. Sperm, yumurtanın yapısını birebir etkileyecek özelliklere sahiptir. Bu özelliklerden tek bir tanesi, örneğin yumurtanın bütün korunma mekanizmalarını delerek spermin içeri girmesini sağlayacak enzimlerin varlığı dahi başlı başına bir yaratılış delilidir. Spermler sahip oldukları bütün özellikleriyle birlikte Allah tarafından bir anda yaratılmışlardır. egg cell and sperm
Spermin yumurta zarına değmesi ile birlikte yeni maddeler devreye girer ve yeni işlemler gerçekleşir. Yumurtaya değen sperm "anti fertilizin" denilen bir madde salgılayarak, yumurtanın salgıladığı fertilizin maddesini etkisiz hale getirir. Böylece yumurtaya ilk ulaşan sperm, diğer spermlerin yumurtaya gelişini durduracaktır.
Yumurta hücresini saran zar, sperm hücresinin içeriye girmesinden yaklaşık 2 saniye sonra kendisini yenilemeye başlar. Ve asla ikinci bir sperm hücresinin içeriye girmesine izin vermez. Yapılan deneylerde bu zarın ortadan kaldırılması ile birlikte birçok spermin yumurta içine girdiği gözlenmiştir. Bu nedenle döllenme zarının çok hızlı oluşması gerekir. Döllenme zarının oluşumundan sonra ise artık hiçbir sperm yumurtaya giremez. Bu haliyle yumurta hücresini güvenlikli bir binaya benzetmek mümkündür. Çünkü yumurta hücresinin dış zarı adeta içeride çok önemli bilgiler olan bir binanın güvenlik kontrol sistemi gibi hareket ederek hücrenin içine geçit vermemektedir.
Spermin yumurta zarına değdiği yerde önce bir çıkıntı meydana gelir. Ve önce spermin baş kısmı yumurtanın en dış tabakasına girer. Sonraki 30 dakika içerisinde spermle yumurta tam olarak birleşirler. Bütün bu işlemlerin sonucunda spermin içinde taşıdığı genetik bilgi yumurtaya aktarılmış olur. 19
Ancak burada önemli bir nokta vardır: Eğer yumurtanın ve spermin salgıladıkları enzimler birbiriyle uyuşabilirse tutunma gerçekleşir. Aksi halde tutunmaları mümkün değildir. Bunun nedeni şudur: Her canlı türünün yumurtası kendine özgü kimyasal bileşimi olan bir fertilizin maddesini salgılar. Bu, farklı türe ait -örneğin insan dışındaki canlılara ait- sperm hücrelerinin yumurta hücresine yaklaşmasını önlemek, türün dejenere olmasına engel olmak için alınmış bir önlemdir. Böylece farklı türlere -örneğin bir kedi ile bir ata veya bir insan ile başka bir canlıya- ait sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmeleri engellenmiş olur.20
Enzimlerin yanısıra spermle yumurtanın elektrik yükü de döllenmede etkilidir. Yumurta her zaman için eksi elektrik yüküne sahiptir. Spermlerin her biri ise artı elektrik yüküyle doludur. Zıt yükler birbirini çektiği için yumurta da tüm spermleri kendine doğru çeker. Ancak yumurtanın içine girebilen ilk spermle birlikte elektrik yükü anında değişir. Yumurta da artık spermler gibi artı elektrik yüküne sahiptir. Aynı yükler birbirini ittiği için birleşme anından itibaren yumurta tüm spermleri itmeye başlar.

Döllenmenin Son Aşamasında

Spermin yumurtanın içine girmesiyle birlikte kuyruk kısmı kopar ve dışarıda kalır. Bunu görevini tamamlayan uzay mekiğinin dünyaya dönerken yakıt tankını bırakmasına benzetebiliriz. Bilindiği gibi uzay mekikleri kendilerini atmosferin dışına taşıyacak olan yakıt tanklarını görevleri bittikten sonra boşluğa bırakırlar. Çünkü içlerindeki yakıt boşaldıktan sonra tanklar gereksiz bir ağırlık yaparlar. Atmosferin dışına çıkışı kolaylaştırmak için bu tankların tam gerektiği zamanda bırakılması şarttır. Aynı şekilde spermler de kendilerine gerekli enerjiyi ve hareket kabiliyetini sağlayan kuyruklarını yumurtanın içine girmeye çalışırken bırakırlar.
Dikkat edilirse, döllenmede olağanüstü derecede iyi hesaplanmış bir sistem işlemektedir. Yumurtanın etrafındaki eritici sıvı spermin zırhını yavaş yavaş delmekte, bu sırada da sperm yumurta kabuğuna yaklaşmaktadır. Zırh delindiği anda ortaya çıkan enzimler ise, spermin yumurta kabuğunu delip içeri girmesini sağlamaktadır. Bu anda değişen elektrik yükü de, diğer spermleri iterek, yeni meydana gelen yapıyı davetsiz misafirlerden korumaktadır.
sperm and ovule cell






Spermler yumurtaya ulaştıklarında içlerinden yalnızca bir tanesi yumurtanın koruyucu kabuğunu delmeyi başarır.
(1) Spermin yumurtanın içine girmesiyle birlikte yumurtada çeşitli değişiklikler olur ve yumurta diğer spermlere kapanır.
(2-3) Son aşamada spermin kuyruk kısmı koparak dışarıda kalır.
(4) Döllenme gerçekleşmiştir.

Eğer bu kadar iyi korunmuş ve birbirine uyumlu olarak yaratılmış bir sistem olmasaydı, sperm-yumurta birleşmesi asla gerçekleşemezdi.
Eğer yumurta hücresinin salgıladığı yol gösterici sıvı olmasaydı, spermlerin kendilerine göre oldukça uzakta bulunan yumurtaya ulaşmaları mümkün olmazdı.
Eğer spermlerin zırhı olmasaydı, onlar da diğer mikroorganizmalar gibi yumurta sıvısı tarafından eritilirlerdi.
Eğer bu zırhın altına yerleştirilmiş özel eritici enzimler olmasaydı, bu kez de spermler yumurtaya kadar ulaşmalarına rağmen onun kabuğunu delemez ve içine giremezlerdi.
Eğer yumurta ve spermlerin elektrik yükleri zıt değil de eşit olsaydı, o zaman yumurta spermleri iter ve hiçbir sperm yumurtaya yaklaşamazdı.
Sperm yumurtaya girdiği anda kuyruğunu atar. Yukarıdaki resimlerde yumurtanın içine girmeyi başaran bir spermin kuyruk bölümünün kopması aşama aşama görülmektedir. Bu işlem çok gereklidir. Çünkü yumurtanın içinde sürekli hareket etmekte olan kuyruk bir süre sonra ona zarar verecektir. Spermin kuyruğunu atması, uzaya gönderilen füze ve uzay mekiklerinin, atmosferden ayrılırken artık ihtiyaç duymayacakları yakıt tanklarını ve motorlarını bırakmalarına benzer. Spermin böyle birşeyi akletmesi, yumurtaya zarar vermeyecek en uygun zamanda kuyruğunu koparıp atması kuşkusuz son derece bilinçli bir harekettir. Sperme bu bilinçli davranışı yaptıran, spermin de yumurtanın da Yaratıcısı olan Allah'tır. sperm
Görüldüğü gibi, tek bir yumurta ile spermin birleşmesinde dahi olağanüstü bir denge ve hesap bulunmaktadır. Dahası bu hesap ve denge, sadece bir kez değil, insanlığın başlangıcından bu yana dünya üzerinde yaşamış olan milyarlarca insan için her seferinde bir kez daha gerçekleşmektedir.
Tek bir aşamasında dahi tesadüfe asla yer vermeyen bu mucizevi işlemler, insanın Allah tarafından yaratıldığını çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir:
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)
sperm Spermin Koruyucu Zırhı
Spermin baş kısmında koruyucu bir zırh vardır.
(1-2) Bu zırhın altında ikinci bir zırh ve bu ikinci zırhın altında da spermin taşıdığı kargo bulunmaktadır.
(3-4) Bu zırh spermin içindeki değerli yükü yani genetik bilgiyi çevresindeki zararlı maddelerden koruyacaktır. Son derece sağlam bir yapıya sahip olan bu koruyucu zırh gerekli olduğu anda kolaylıkla açılacak bir tasarıma da sahiptir.
(5) Örneğin yumurtanın döllenmesi sırasında spermin başındaki bu koruyucu zırh açılır ve içindeki parçalayıcı enzimler dışarıya bırakılır.
(6) Mikroskobik bir hücreye yerleştirilmiş olan bu muhteşem yapı Allah'ın kusursuz yaratışının örneklerindendir.
Bebeğin Cinsiyetinin Belirlenmesi
womb_baby
chromosome
Doğacak çocuğun cinsiyeti, erkekteki kromozomlardan hangisinin kadının yumurtasıyla birleşeceğine bağlıdır. İnsan yapısını belirleyen 23 çift, yani 46 kromozomdan iki tanesi cinsiyet kromozomu olarak adlandırılır. Bu iki kromozom erkekte XY, kadında ise XX olarak tanımlanır. Y kromozomu erkeklik, X kromozomu ise kadınlık genlerini taşır. Bir insanın oluşması, erkek ve kadında çiftler halinde yer alan bu kromozomların birer tanesinin birleşmesi ile başlar. (yanda) Kadında bulunan X kromozomu, eğer erkekteki X kromozomunu içeren spermle birleşirse doğacak bebek kız olacaktır. Eğer Y kromozomu içeren spermle birleşirse, bu kez doğacak çocuk erkek olur.21
A. Normal Erkek Kromozomları
B. Cinsiyet Belirlenmesi
1. Babanın Cinsiyet Kromozomları
2. Annenin Cinsiyet Kromozomları
3. Mayoz
4. Olası Yumurta Tipleri
5. Olası Sperm Tipleri
6. Zigotun Olası Fenotipleri
7. Çocuğun Olası Fenotipleri
8. Dişiler
9. Erkekler
Yakın bir zamana kadar insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyorlardı. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kuran'da bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve ayetlerde erkeklik ve dişiliğin, "rahime dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir:
Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman. (Necm Suresi, 45-46)
Kuran'da verilen bu bilginin doğruluğu, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin gelişmesiyle birlikte bilimsel olarak da tasdik edildi. Cinsiyetin tümüyle erkekten gelen sperm hücreleri tarafından belirlendiği, kadından gelen yumurtanın ise bu işte hiçbir rolünün olmadığı anlaşıldı.
Cinsiyet belirlenmesindeki etken, kromozomlardır. İnsan yapısını belirleyen 46 kromozomdan iki tanesi cinsiyet kromozomu olarak adlandırılır. Bu iki kromozom erkekte XY, kadında ise XX olarak tanımlanır. Bunun sebebi söz konusu kromozomların bu harflere benzemesidir. Y kromozomu erkeklik, X kromozomu ise kadınlık genlerini taşır. Bir insanın oluşması, erkek ve kadında çiftler halinde yer alan bu kromozomların birer tanesinin birleşmesi ile başlar. Kadında yumurtlama sırasında ikiye ayrılan eşey hücresinin her iki parçası da X kromozomu taşır. Oysa erkekte ikiye ayrılan eşey hücresi, X ve Y kromozomları içeren iki farklı sperm meydana getirir. Kadında bulunan X kromozomu, eğer erkekteki X kromozomunu içeren spermle birleşirse doğacak bebek kız olacaktır. Eğer Y kromozomu içeren spermle birleşirse, bu kez doğacak çocuk erkek olur.
Yani doğacak çocuğun cinsiyeti, erkekteki kromozomlardan hangisinin kadının yumurtasıyla birleşeceğine bağlıdır.
Kuşkusuz genetik bilimi ortaya çıkıncaya dek, yani 20. yüzyıla kadar bunların hiçbiri bilinmiyordu. Aksine pek çok kültürde, doğacak çocuğun cinsiyetinin kadın bedeni tarafından belirlendiği inancı yaygındı. Hatta bu nedenle kız çocuk doğuran kadınlar kınanırdı.
Oysa Kuran'da, genlerin keşfinden 13 yüzyıl önce, bu batıl inanışı reddeden bir bilgi verilmiş ve cinsiyetin kökeninin kadın değil, erkekten gelen meni olduğu bildirilmiştir.
Kuran alemlerin Rabbi olan Allah'ın sözüdür. Bu gibi bilimsel mucizeler de bunun kanıtlarındandır.
(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 2)

Dipnotlar

13 Guyton&Hall, Human Physiology and Mechanisms of Disease, 6. baskı, 1997, ABD, s. 659
14 Laurence Pernoud, J'attends un enfant, Pierre Horay, Paris, 1995, s.107
15 Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Ankara, Mart 1998, 10. baskı, s. 1119
16 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1006
17 Lennart Nilsson, A Child is Born, Delacorte Press, NY, 1977,s. 22
18 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1005
19 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1007
20 Solomon, Berg, Martin, Villee, Biology, Saunders College Publishing, ABD, 1993, s. 1056

Bir Hücreden Bir İnsanın Yaratılışı

Dönüşüm Başlıyor:

Bebeğin Rahimdeki Üç Evresi

baby
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah,
güç sahibidir, azizdir.
(Hac Suresi, 74)
Bu bölüme kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi yumurtanın ve spermin oluşumları sırasında ve buluşmalarına kadar geçen süre içinde yaşanan her bir ayrıntı başlı başına birer mucizedir. Bu iki hücrenin birleşmesinden sonra meydana gelen değişimler, kadının bedeninde yapılan son derece kapsamlı hazırlıklar ise, bizi başka mucizevi olaylarla karşılaştıracaktır.
Sperm tarafından döllenen yumurta günler, hatta saatler geçtikçe bölünür ve çok büyük bir hızla büyür. Bebeğin anne karnında gerçekleşen bu embriyolojik gelişiminin üç farklı evrede gerçekleştiği bugün bilinmektedir. Ancak uzun yıllar süren araştırmalar neticesinde, günümüz teknolojisi ile ulaşabildiğimiz bu bilgi bundan 1400 yıl önce Kuran'da haber verilmiştir. Bu bilimsel gerçek bir ayette şöyle bildirilmektedir:
... Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz? (Zümer Suresi, 6)
Dikkat edilirse, ayette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine dikkat çekilmektedir. Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin tam ayette bildirildiği gibi üç farklı devrede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Bugün tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bütün embriyoloji kitaplarında bu konu en temel bilgiler arasında yer alır. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan Basic Human Embryology isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir:
"Rahimdeki hayat 3 EVREDEN oluşur; pre-embriyonik (ilk 2.5 hafta), embriyonik (8. haftanın sonuna kadar) ve fetal (8. haftadan doğuma kadar)."
Bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir. Bu üç gelişim safhasının belli başlı özellikleri kısaca şöyledir:
- Pre-embriyonik evre:
Bu ilk evrede zigot (yeni döllenmiş hücre) bölünerek çoğalır. İlk üç hafta içinde bir hücre kitlesi haline geldikten sonra kendini rahim duvarına gömer. Hücreler çoğalmaya devam ederken 3 tabaka halinde organize olurlar.
- Embriyonik evre:
İkinci evre toplam 5.5 hafta sürer ve bu süre boyunca canlı, "embriyo" olarak adlandırılır. Bu evrede hücre tabakalarından bedenin temel organ ve sistemleri ortaya çıkar.
- Fetal evre:
Gebeliğin 3. dönemine girildiğinde ise embriyo artık "fetus" diye adlandırılır. Bu dönem gebeliğin sekizinci haftasından itibaren başlar ve doğuma dek sürer. Bir önceki dönemden ayırt edici özelliği fetusun yüzü, elleri ve ayaklarıyla belirgin, insan dış görünümüne sahip bir canlı olmasıdır. Dönemin başında 3 cm. boyunda olan fetusun tüm organları ortaya çıkmıştır. Bu dönem 30 hafta kadar sürer ve gelişme doğum haftasına kadar devam eder.
Burada kısaca özetlediğimiz bu aşamaları ve her aşamada gerçekleşen mucizevi olayları, ilerleyen sayfalarda daha detaylı olarak anlatacağız.
baby is growing
1. Yumurtanın Olgunlaşma Evreleri
2. Yumurta Kılıfından Çıkar
3. Yumurtayı Yakalayan Fallop Tüpü
4. Bir Sperm Döllenme Için Yumurtanın Zarını Delerek Içeri Girerken
5. Kromozomlar Birleşir Ve Hücre Bölünmesi Başlar
6. Hücrelerin Bölünmesinden Sonra Boş Bir Blastosit Oluşur Ve Hücre Farklılaşması Başlar
7. Döllenmiş Hücre Topluluğu Rahme Giriyor
8. Rahme Giren Hücre Topluluğu Kılıfını Çıkarıp, Rahim Duvarına Yapışmak Için Hazırlık Yapar
9. Rahim Duvarına Gömülen Hücre Topluluğu
10. Embriyonal Dönemin Bitiminde Bebek Insan Görünümünü Kazanır

a. Sperm Hücresi
b. Rahim
c. Plasenta
d. 4. Hafta Embriyo
e. 6. Hafta Embriyo
f. 8. Hafta Embriyo
g. 12. Hafta Embriyo
1) Her ay yumurtalıklardan bir yumurta bırakılır.
2) Olgunlaşan yumurta kendisini saran kılıfından patlayarak çıkar.
3) Yumurta fallop tüpü tarafından yakalanır ve yumurtanın sperm tarafından döllenme ihtimali oluşur.
4) Spermlerden bir tanesi yumurtanın zarını delmeyi başarır ve yumurtayı döller.
5) Döllenen hücreler bölünmeye ve çoğalmaya başlarlar. Bir yandan da gruplanmaktadırlar.
6) Bu aşamada blastosit denilen hücre kümesi oluşur. Hücrelerin değişmesi ve vücut dokularını, organlarını oluşturmasındaki ilk aşamadır bu.
7) Döllenmiş yumurta fallop tüpünün de yardımıyla rahme kadar gelir.
8)Rahim duvarına yapışmak için hazırlanmaya başlar. Bu iş için tasarlanmış özel hücreler sayesinde rahim duvarına tutunur.
9) Eğer yumurta rahim duvarına başarıyla yapışırsa embriyo koruyucu ve besleyici bir ortama kavuşarak büyümeye başlar.
10) Resimde çeşitli aşamaları görülen embriyonal dönemin bitiminde, yani sekizinci haftanın sonunda, 2.5-3 cm. boyutlarında minyatür bir insan ortaya çıkmıştır. Bütün bu aşamalar insanın yaratılmış olduğunun açık kanıtlarıdır. Düşünen her insan için kendi yaratılışında ibretler vardır.

İlk Hücre Çoğalmaya Başlıyor

Sperm ve yumurtanın birleşmesiyle oluşan 46 kromozomlu hücre, yaklaşık 9 ay sonra dünyaya gözlerini açacak olan yeni insanın ilk hücresidir. Tüm vücudun planını içinde barındıran bu ilk ve tek hücreye "zigot" adı verilir.
İlk hücrenin bölünmesi spermle yumurtanın birleşmesinden 24 saat sonra gerçekleşir. Yeni oluşan bu iki hücre de birbirinin aynıdır. Bu olayla birlikte yaşamın anne karnında sürecek olan 9 aylık döneminin ilk günü başlamış olur. Artık anne rahminde tek değil iki hücre vardır. Daha sonra bu rakam 4'e ulaşır ve bu bölünme katlanarak böylece sürer gider.22
Zigotun büyümüş haline "embriyo" adı verilir. Fallop borusu içindeki embriyo bir yandan sürekli bölünerek büyümeye devam ederken, bir yandan da sonraki 9 ayını geçireceği yere doğru ilerler. Bu yer, anne rahmidir.
Bu dönemde rahimde de gerekli hazırlıklar yapılır. Rahime kan hücum ederek dinç tutulması sağlanır. Önceki bölümde söz ettiğimiz gibi yumurtalıkta bulunan korpus luteumun (sarı cisim) salgısı artar ve vücut hamileliğin başladığından haberdar edilir. Bu arada rahme doğru yüzer şekilde ilerleyen bir hücre yığını konumundaki zigot da, "ben buradayım" mesajı içeren biyokimyasal bir sinyal göndermeye başlar. Bu mesajlar, cenin için gerekli olan tuzları, demir, kan ve vitaminleri temin etmesi için annenin vücudunu hazırlıklı hale getirir. Aynı zamanda zigotun salgıladığı biyokimyasal mesaj (hCG hormonu) annenin yumurtalığına ulaşarak burada bir başka hormonun daha salgılanması işlemini başlatır ve bu da annenin bedeninde yeni bir yumurtlama (menstrual) döneminin başlamasını engelleyici bir etki oluşturur.23
ovule cell
Yumurta hücresi spermle birleştikten sonra bölünmeye başlar. İlk bölünmede iki hücre oluşur, bu iki hücrenin de kendi içlerinde bölünmesi ile çok kısa bir süre içinde bir hücreler yumağı oluşur. Bu yumağın geçirdiği evreler sonucunda bebeğin hayati yapıları oluşur. Bebek anne karnında geçirdiği dönemin ardından dış dünyaya her yönden hazır hale gelir.
ovule cell
Kalp, sinirler, omurga, damarlar, akciğerler, dişler, kemikler, tat alma duyusu... Bütün bu hayati organlar embriyonun  anne karnında geçirdiği evrelerde oluşur. Örneğin üçüncü ayın sonunda embriyonun cinsiyeti belirir. Beynin parçaları oluşur. Sekizinci ayın sonunda bebeğin vücudunun hemen hemen bütün bölümleri şekillenmiştir.
Henüz birkaç hücreden oluşan zigotun nerede olduğunu fark edip, bundan sonra devam edecek 9 aylık süreç ile ilgili hemen sinyal yollaması olağanüstü bir durumdur. Zigot bu mesajı kime yollayacağını nereden bilmektedir? Bu mesajı alan diğer organeller bunun hayatlarında hiç karşılaşmadıkları mikroskobik bir et parçasından geldiğini nasıl anlamakta, ve ona yardımcı olmak için yaşayabileceği bir ortam hazırlamaya başlamaktadırlar? Zigotun salgıladığı hormon sonuçta moleküllerden oluşmaktadır. Öyleyse bu moleküllerin ulaştığı yerdeki hücreler, bu moleküllerin oraya ne amaçla ulaştığını, "ne demek istediğini" nasıl anlamaktadır? Bir insana bildiği dilde bir mesaj ulaştırıldığında bunu okuyup anlaması ve anladıklarına göre bir karar alması mümkündür. Ama burada söz konusu olan mesaj birtakım moleküllerden oluşan bir hormon, mesajı gönderen bir hücre topluluğu, mesajı alan da ondan biraz daha büyük bir hücre topluluğudur. Şuurlu bir insanın okuduğunu anlaması gibi, hücrelerin de gelen mesajları (hormonlar) okuyup anlaması kuşkusuz büyük bir mucizedir.
Ayrıca bu zigot büyüme esnasında hangi maddelere ihtiyacı olacağını nereden bilmektedir?
Örneğin kendinizi düşünün. Vücudunuzun güç kazanması için hangi yiyecekleri yemeniz gerektiğini, hangi minerallerden almanız gerektiğini ancak bu konuda yapılan bilimsel çalışmaları okuyarak öğrenebilirsiniz. Potasyumun, fosforun, kalsiyumun vücudunuza nasıl bir etkisi olduğunu, hangi besinlerden bunları elde edebileceğinizi, bunlardan hangi oranlarda ve ne zamanlar almanız gerektiğini ilgili uzmanlara danışmadan öğrenemezsiniz. Siz düşünebilen, akledebilen, görebilen, konuşabilen ve duyabilen bir kişi olarak ancak bu yardımcılara başvurarak sonuç alabilirken, çok küçük bir hücre yığını nelere ihtiyacı olduğunu, bunların hazır bulunmayıp üretilmesi gerektiğini, bunları kimlerin üretebileceğini, ancak bu üretimin başlaması için bir sinyal yollaması gerektiğini bilmektedir. Üstelik vücut içinde daha birkaç günlük geçmişi olmasına rağmen kimyasal bir bilgi yollamayı bilmektedir. Vücudun diğer organlarının bu kimyasal bilgiyi anlayabileceğini de hesaba katmaktadır.
Elbette bu olağanüstü bilgileri bir hücre yığınının bildiğini ve bu bilgilerden yola çıkarak bir planlama yaptığını söylemek mümkün değildir. Bu hücre yığınına tüm mucizevi işlemleri yaptıran, onu bu yeteneklerle hazır şekilde yaratan üstün bir güç vardır. Bu gücün sahibi göklerin ve yerin tek hakimi olan Allah'tır. Allah, gözle görülmeyen, şuursuz canlılara insan aklının alamayacağı kadar mükemmel ve kompleks işler ilham ederek bizlere sonsuz kudretinin delillerini göstermektedir.

Hücre Kümesi Hareket Ediyor

cells_multiply
Çoğalan hücrelerin oluşturduğu kümenin dış görünümü bir et parçası şeklindedir.
Kendisi için hazırlanan bu güvenli yere doğru ilerleyen zigot da günden güne bölünerek çoğalmaya devam eder. Her 30 saatte bir bölünme gerçekleşir. 2, 4, 8, 16 olarak bölünen hücreler bir süre sonra küçük bir hücreler kümesi oluşturarak, yakınlarında dolaşan başarılı olamamış sperm hücreleri ile birlikte fallop tüpünden rahme doğru yavaşça yol alır.
Fallop tüpü kanalında olup bitenler ise, büyütülerek incelendiğinde ortaya çıkan görüntü sanki bir okyanus dibini seyretmek gibidir. Bu hücre kümesi (zigot) yolculuğuna fallop tüpünde meydana gelen dalgalanmalar sayesinde devam edebilir. Spermi yumurtaya doğru iterek döllenmenin gerçekleşmesini sağlayan dalgalanma hareketi, bu kez yumurtayı rahme taşır. Fallop tüpündeki hücreler  yüzeylerinde bulunan silya isimli tüycükleri aynı yöne doğru hareket ettirirler. Böylece adeta çok kıymetli bir yükü taşır gibi, yumurta hücresini gitmesi gereken yöne doğru taşırlar.
Burada işlevi olan tüm parçalar ortak bir yerden emir alıyormuş gibi bir anda aynı amaç için çalışmaya başlarlar. Bu öyle bir emirdir ki vücudun pek çok farklı bölümü tarafından anında idrak edilir ve uygulamaya konur.
Fallop tüpündeki hareketlilik incelendiğinde ilk anda bir okyanus dibi seyrediliyormuş hissi oluşur. (küçük resim) Fallop tüpündeki tüycükler (üstte) bir dalgalanma hareketi yaparak yumurtanın rahme doğru hareket etmesine yardımcı olurlar.
Hücre topluluğu fallop tüpündeyken birçok bölünme aşamaları geçirir. Ve yaklaşık 100 hücreli bir küme olarak rahme girer. Ancak bütün bu bölünme işlemlerinin gerçekleşmesi için hücrelerin beslenmesi gerekmektedir. İnsanın yaratılış mucizesinin önemli bir detayı olarak bu ihtiyaç da düşünülmüştür. Allah, fallop tüplerini zigotun bu ihtiyaçlarını karşılayacak bir yapıya sahip olarak yaratmıştır. Bu bekleme süresi içinde fallop tüplerinin iç yüzeyini oluşturan tüycük hücreleri "sekretuvar" denilen hücrelere dönüşür. Bu hücrelerin özelliği bir uyarı karşısında cevap olarak organik moleküller, iyonlar ve su salgılamalarıdır. İşte bu sıvılar fallop tüplerindeki hücre topluluğunun (zigot) beslenmesini sağlayacaktır.24
Buraya kadar "… rahim genişleyerek zigotu korumaya alır. Fallop tüpleri hücreleri beslemek için gereken işlemleri yapar…" benzeri cümlelerle bir hücre kümesi olan zigotu koruma altına alan, onun beslenmesini sağlamak için gereken hazırlıkları yapan ve bu hücreleri rahat ettirmeye çalışan organlardan, dokulardan bahsettik. Unutulmamalıdır ki, bu organları ve dokuları oluşturan da hücrelerdir.
Peki hücreler nasıl olup da başka hücrelerin ihtiyaçlarından haberdar olmakta ve tam gereken zamanda, gereken değişimleri geçirerek embriyoyu beslemekte ve korumaktadırlar?
Bu soru düşünüldüğünde akla gelen ilk cevap, hücrelerin onları kontrol eden, düzenleyen bir akıl tarafından yönetildikleri olacaktır. Hiç kimsenin aklına "hücreler bir gün kendilerine isabet eden bir tesadüfle değişiklik geçirmeye başlamışlar ve sonra nasıl olduysa olmuş bu hücreler zigot için gerekli besini üreten hücreler haline gelmişlerdir, sonra da bütün kadınlarda bu mucizevi olay böylece sürüp gitmiştir" gibi masalsı anlatımlar gelmeyecektir. Böyle bir iddiada bulunan kişinin mantık örgüsünden şüphe edileceği açıktır.
Rahmin zigotu karşılamak için yaptığı hazırlıklar da, fallop tüplerinin zigotu besleyecek özelliklere sahip olması da ancak ve ancak Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşen işlemlerdir. Tüm bunlar Allah'ın, yarattığı canlılar üzerindeki şefkatinin, merhametinin ve kusursuz yaratışının birer tecellisidir.
Embriyo İçin Yaratılmış En Güvenli Yer: Anne Rahmi
born womb, baby Rahim kaslardan yapılmış sağlam bir duvara sahip içi boş bir organdır ve hacmi 50 gramdan fazla değildir. Yapılan bu hazırlıklara rağmen bu büyüklük bir bebeğin büyümesi için elbette ki yeterli değildir. Bunun için rahmin yapısının da değişmesi gerekir. Bu yüzden hamilelik boyunca rahmin hacmi giderek artar ve hamileliğin sonunda hacmi 1100 grama kadar ulaşır. Rahim bu özelliği sayesinde, kadının döllenmiş yumurtasının içinde büyüyüp gelişmesi, ve tam bir insan şeklinde dışarı çıkması için en uygun yer halini alır. Bundan başka kadının leğen kemiği boşluğunun tam ortasında bulunması da döllenmiş yumurta için bir sığınak görevi görür ve gelişimi boyunca bebeği korur.25
Allah Kuran'da anne rahminin koruyucu özelliğini bildirmekte ve insanlar üzerindeki rahmetini bir kez daha hatırlatmaktadır:
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. (Müminun Suresi, 12-13)
1. Koryon  Çıkıntıları
2. Yumurta Kesesi
3. Amniyon Boşluğundaki Amniyon Sıvısı
4. Plasentayı Oluşturan Rahim Zarı
5. Göbek Kordonu
6. Koryon Tabaka
7. Amniyon
8. Rahim Boşluğu

Zigotun Rahme Tutunması

De ki: "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir."
(En'am Suresi, 164)
womb, zygote
Rahme gömülmüş durumdaki embriyo görülüyor.
Hücre kümesi hamileliğin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için uygun bir yere yerleşmelidir. Öyle bir yer seçilmelidir ki, bu yer hem korunaklı hem de dokuz ay sonra doğumun gerçekleşebileceği niteliklerde bir yer olmalıdır. Ayrıca bu yerleşme yeri bebeğe besin sağlayacak olan annenin kan damarlarına yakın bir yerde de olmalıdır. Bu iş için en uygun yer elbette ki rahim duvarıdır.
İşte fallop tüpünden rahme doğru ilerleyen zigot da, bunun bilincinde bir şekilde hareket eder. 3-4 gün boyunca içinde bulunduğu fallop tüpünün herhangi bir noktasında durup buraya tutunmaya çalışmaz. Rahme ulaşmadan tutunduğu herhangi bir noktanın, varlığını devam ettirmesine izin vermeyeceğini bilir. Rahme kadar ilerler; burada rahmin duvarlarında kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeyi bulur ve buraya tutunur. Toprağa atılan tohumların bir yandan filizlenip bir yandan da kök salmaları gibi, zigot da bir yandan büyümesini devam ettirir, bir yandan da besin sağlayacağı dokunun derinlerine doğru ilerleyerek kendisine yeni besin kanalları üretir.
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Zigotun kendisi için en uygun yeri seçebilmesi başlı başına bir mucizedir. Beginning of Life kitabının yazarı G. Flanagan bu olaydaki olağanüstülüğü şöyle vurgulamaktadır:
"Bir hücre yığını nasıl olur da böyle hayret verecek derecede "ileri görüşlü" bir seçim yapabilir?"26
Flanagan'ın dikkat çektiği bu nokta çok önemlidir. Bu önemi açıklamak açısından öncelikle şöyle bir örnek verelim. Yeni yürümeye başlayan bir bebeği daha önce hiç görmediği, kendisinden milyonlarca kat daha büyük bir binaya koyduğunuzu düşünün. Ve bu binanın içinde kendisi için en uygun ortamın bulunduğu odayı bulmasını bekleyin. Küçük bir bebek böyle bir şeyi gerçekleştirebilir mi? Elbette gerçekleştiremez. Henüz akledebilecek bir yaşta olmayan, tecrübesi, bilgi birikimi bulunmayan bir bebeğin bunu yapması nasıl imkansızsa, vücut gibi karanlık bir boşluk içinde bırakılan birkaç santimetrelik bir et parçasının da kendisi için en uygun, en rahat, en güvenlikli bir yeri bulması o derece, hatta daha da imkansızdır.
Üstelik zigot henüz bir insan bile değildir. Unutmayın ki zigot dediğimiz varlık en fazla birkaç yüz (o an için) hücreden oluşan, kulağı, gözü, beyni, eli, kolu olmayan bir et parçasıdır. Ama embriyo, olağanüstü bir tanıma yeteneği sergileyerek, kendisi için en uygun yer olan rahme yerleşmektedir.
İnsanın yaratılışındaki mucizevi olaylar burada bitmemektedir. Bir insanın varoluşunun her aşaması, içiçe geçmiş bir mucizeler zinciri şeklindedir. Buraya kadar döllenen yumurta hücresinin nasıl çoğaldığından ve gelişmesi için gerekli olan yeri nasıl bulduğundan söz ettik. Ancak bu aşamada karşımıza bir soru daha çıkmaktadır: Birbirinin tıpatıp aynı olan hücrelerden oluşan ve bir yere tutunmasını sağlayacak özel bir kancası veya benzeri bir organı olmayan zigot nasıl olup da rahim duvarına tutunmaktadır?
blastocyte
(B) Iç Görünüş, Döllenmeden 6 Gün Sonra
(A) Dış Görünüş, Döllenmeden 5 Gün Sonra
(C) Iç Görünüş, Döllenmeden 7 Gün Sonra
(D) Rahime Tutunmuş Embriyonun Gerçek Görüntüsü


1. Rahim Boşluğu
2. Mukozadaki Salgı Kanalının Ağzı
3. Blastosit
4. Rahim Mukozası
5. Trofoblast
6. Iç Hücre Kitlesi
7. Kan Damarları
8. Amniyon Boşluğu
9. Ektoderm
10. Endoderm
11. Blastosel
Fallop tüpünün yardımıyla rahme ulaşan hücre topluluğu (blastosit) rahim duvarına tutunur. Yuvarlak bir cisim görünümünde hiçbir kancası ya da tutunacak başka bir çıkıntısı vs. olmayan hücre topluluğunun rahme tutunmayı başarması bir yaratılış mucizesidir. Embriyonun bu işlemi başarmasını sağlayan, dış tabakasındaki hücrelerin (trofoblastlar) salgıladıkları enzimdir.
Zigotun rahim duvarına tutunurken kullandığı yöntem son derece dikkat çekici ve kompleks bir sistemdir. Zigotun en dış tabakasındaki hücreler, "hiyaluronidaz" adı verilen bir enzim salgılarlar. Bu enzimin özelliği, -daha önce sperm konusunda da bahsettiğimiz gibi- rahim duvarı dokusundaki asit tabakasını (hiyalüronik asit) parçalayabilmesidir. Bu, zigotu oluşturan hücrelerin, rahim dokusunu bozarak içeri girmelerini kolaylaştırır. Bu sayede bir kısım zigot hücreleri rahim hücrelerini yiyerek derinlere doğru ilerler ve rahim duvarına sıkı sıkıya gömülmüş olurlar.
Bu aşamadan sonra embriyo haline gelen zigotun yaşamak ve gelişmek için sürekli olarak oksijene ve besine ihtiyacı vardır. İşte bir insanın ilk hücrelerinden oluşan embriyo, bu ihtiyaçlarını 9 ay boyunca tutunacağı bu noktadan karşılayacaktır.
Zigotun kendisi için en uygun olan noktayı bulması ve oraya tutunması gerektiğini tespit edebilmesi biraz önce de belirttiğimiz gibi oldukça şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü sadece bir hücre topluluğu olan bu minik et parçası, bu davranışıyla ihtiyaçlarını hesaplama ve buna göre hareket etme yeteneği sergilemektedir. Ancak zigotun bu tutunmayı nasıl gerçekleştireceğini de biliyor olması ve bazı hücrelerinin bu tutunma işlemi için özel bir yeteneğe sahip olması daha da şaşırtıcı bir durumdur. Zigotun akıl ve irade kullanarak, rahim duvarındaki hiyalüronik asidi analiz edip bazı hücrelere bunun yapısını bozacak hiyaluronidaz enzimini salgılatmaya başlaması kesinlikle mümkün değildir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu soruya bir insanın bile -eğer kimya konusunda özel eğitim görmemişse- cevap vermesi mümkün değildir. Oysa zigotun bazı hücreleri hem bu kimya bilgisine sahiptir, hem de bu kimya bilgisini kullanarak üretim yapmakta ve varlığını sürdürebilmesi için hayati bir işlemi gerçekleştirmektedir. Üstelik bu olağanüstü işlemleri tek bir zigot değil, bugüne kadar yaşamış olan ve şu an yaşayan tüm insanları oluşturan zigotlar yerine getirir. Her insanın oluşumunun ilk aşaması olan zigot, mucizevi bir biçimde her seferinde doğru yeri bulur ve oraya tutunur.
Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi, embriyonun oluşumunda ve embriyoyu barındıran hücrelerin geçirdikleri değişimlerde çok açık bir plan ve şuur vardır. Tam gerektiği anda fallop tüpünü oluşturan hücreler değişim geçirmekte, tam gerektiği anda embriyonun dışını saran hücreler enzim (hiyaluronidaz) salgılamaya başlamaktadırlar. Bu açık plan ve şuur insan vücudunda gerçekleşen bu işlemlerin üstün akıl sahibi Allah’ın kontrolü altında gerçekleştiğini göstermektedir.
Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka İlah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6)
Embriyonun Rahme Tutunması Bir Kuran Mucizesidir
Embriyonun rahme tutunması konusu ile ilgili Kuran ayetleri incelendiğinde çok önemli bir Kuran mucizesi ortaya çıkmaktadır. Allah Kuran'da, anne rahmine tutunarak gelişmeye başlayan embriyodan söz ederken, "alak" kelimesini kullanmaktadır:
Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir "alak"tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. (Alak Suresi, 1-3)
"Alak" kelimesinin Arapça'daki anlamı ise, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Hatta alak kelimesi asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükleri tanımlamak için kullanılır.
embryo
1. resimde rahimde kendine yer arayan 1 haftalık embriyo görülüyor. Uygun bir yer bulduğunda embriyo rahim duvarındaki dokuları parçalar ve buraya gömülür. (2-3) Rahim duvarına sıkıca yerleşen embriyo oksijen ve besin gibi ihtiyaçlarını buradan karşılamaya başlar. (4)
Embriyo da tam olarak ayette bildirildiği gibi rahim duvarına asılıp tutunmaktadır. Bundan 1400 sene öncesinde indirilmiş olan Kuran'da, anne karnında gelişmekte olan embriyoyu bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kuran'ın mucizelerinden biridir. O dönemin bilim düzeyi ile keşfedilmesi mümkün olmayan bu bilginin, asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olması Kuran'ın alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirildiğini bir kez daha tasdik etmektedir.

Farklı Görevler Üstlenen Hücreler

fertilised egg
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar. Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe.
(Araf Suresi, 191-192)
Döllenmiş yumurta hücresinin 8. gündeki görünümü
Embriyonun gelişiminin sekizinci gününde hücreler farklılaşmaya başlayarak iç ve dış olmak üzere iki tabakalı bir görünüş kazanırlar. İç hücreler (embriyoblast) embriyonun tüm yaşamı boyunca sahip olacağı hücreleri oluşturur. Dış hücreler (trofoblast) ise insanın sadece doğumuna kadar, yani 9 ay boyunca, anne karnındaki yaşamına yardımcı olacak hücrelerdir.
İçteki hücre topluluğu 9 ay boyunca kendisine hizmet edecek dış bölümden kendisini ayırır. Sadece ileride yeni gelişecek olan plasenta ve embriyo arasındaki bağlantıyı sağlayacak göbek kordonu olacak bölge kalır ve embriyoblast hücreleri yassı bir şekil oluşturarak "embriyonik disk" adını alır.
stern cell
İnsan vücudundaki yaklaşık 200 tür hücrenin kaynağı kök hücreleridir.
(1) Birbirlerinin kopyaları olan kök hücreleri bir süre sonra aniden diğer hücrelerden farklılaşmaya başlar. Bu farklılaşma ile kök hücrelerinden vücuttaki dokular gelişir. Enerji veren yağ hücreleri
(2), yaraları iyileştiren hücreler
(3) ve damar hücreleri
(4) bu dokulardan birkaçıdır.
Daha sonraki büyüme, bu diskin iki tarafında simetrik olarak meydana gelir. Bu işlemler insan vücudundaki ilk düzenlemelerin başlangıcıdır. Bu düz çizginin her iki tarafında ektoderm ve endoderm, ikisi arasında da mezoderm denen yeni hücreler oluşmaya başlar. Bu üç katmanın her biri ileride bebeğin vücudunun ayrı bölümlerinin oluşumunu sağlayacaktır.27
En dışta kalan hücre tabakası olan ektodermden, sinir dokusunun yanısıra, salgı yapan bez ve epitel doku gelişir. Bu dokulardan da beyin, omurilik, duyu organları ve göz mercekleri oluşacaktır. Ayrıca üst deri, ter bezleri, diş minesi, saç ve tırnakları da bu tabaka oluşturacaktır. Embriyonun en iç tabakası olan endoderm de, sindirim ve solunum sistemini oluşturan organları (karaciğer, akciğer, pankreas vs) ve ilgili bezlerin (tiroit, timüs vs.) gelişimini üstlenmiştir. Mezoderm olarak adlandırılan üçüncü tabaka ise bu iki tabakanın arasında oluşur. Bu tabakadan bağ, destek, kan ve yağ dokusu gelişir. Bu dokulardan da kıkırdaklar, kaslar, damarlar, iskelet ve dolaşım sistemi, iç organların iç yüzeyini çevreleyen epitel hücreler oluşmaya başlar. Vücuttaki bütün dokulara ait hücreler bu kök hücrelerden oluşacaktır.
Yukarıda yazdığımız bu son cümlenin ne anlama geldiğini düşünmek ve verilen bilgileri iyi değerlendirmek son derece önemlidir. Çünkü ancak bu şekilde insanın ortaya çıkışındaki bu olağanüstülük kavranmaya başlanacaktır. Embriyoyu oluşturan üç tür hücre tabakasından insan vücudundaki bütün yapıların (organların, dokuların, sistemlerin, damarların, kanın vs.) oluşması, düşünen her insanı hücrelerin sahip oldukları bu üstün aklın nasıl ortaya çıktığı sorusunun cevabını bulmaya götürecektir.
Bu arada gözden kaçırılmaması gereken ve bu değişimi daha da olağanüstü hale getiren detaylar vardır. Örneğin insanın oluşumu sürecinde bu üç hücre tabakası arasında mükemmel bir uyum görülür. Üç tip hücreden vücuttaki yaklaşık 200 tip hücrenin oluşması için elbette ki belirli bir sıralama ve zamanlama gereklidir. Örneğin kan hücrelerinin oluşması ile deri hücrelerinin oluşması sırasında gerçekleşen farklılaşma sıralaması birbirinden çok farklıdır. Bu mucizevi durum beraberinde birçok soruyu da getirmektedir.
embryo embryo
(A) Döllenmeden Yaklaşık 14 Gün Sonraki Iç Görünüş
1. Rahim Mukozası
2. Rahim Boşluğu
3. Amniyon
4. Amniyon Boşluğu
5. Ektoderm
6. Iç Hücre Kütlesi
7. Mezoderm
8. Endoderm
9. Yumurta Kesesi
10. Gelişecek Olan Göbek Kordonu
11. Koryon
12. Koryon Çıkıntıları
13. Rahim Mukozası
(B) Döllenmeden Yaklaşık 25 Gün Sonraki Dış Görünüş
1. Embriyo
2. Baş
3. Kalp
4. Kuyruk
5. Amniyon Boşluğu
6. Koryon
7. Gelişecek Olan Göbek Kordonu
8. Koryon Çıkıntıları
9. Yumurta Kesesi
Döllenme ile birlikte rahimde değişiklikler başlar ve rahim bebeğin güvenli ve konforlu bir şekilde 9 ayını geçireceği bir yer haline gelir. Öncelikle rahim genişleyerek embriyoyu koruma altına alır. Göbek kordonu oluşmaya başlar. Bütün hazırlıkları yapanlar, rahimde bulunan hücrelerdir. Bir hücrenin başka bir hücrenin ihtiyaçlarından haberdar olmasının tek bir açıklaması vardır. O da bu hücrelerin üstün güç sahibi olan Allah'ın ilhamıyla hareket ettikleridir.

Vücudunuza Şekil Veren Hücrelerin Planlı Hareketi Nasıl Gerçekleşir?

Bu dönemde hücreleri izlersek çok yoğun bir trafikle karşılaşırız. Birbirinin aynı olan hücreler belli bir süre sonra bölünerek çoğalmakta ve bu hücrelerin bazıları, diğerlerinden farklı bir yapıya bürünmeye başlamaktadırlar. Bu trafik o an için anlaşılmazdır. Ama her geçen gün, bu trafiğin bir insan vücudunun inşa edilmesinde vazgeçilmez olan işlemlerin çok süratli ve programlı bir şekilde gerçekleşmesi için olduğu anlaşılır. Bütün hücreler adeta görev yerine dağılan işçiler gibi bölük bölük hareket ederler. Sonra aynı organı oluşturacak hücre grupları birbirine yapışarak birikir, katlanır ve organları oluşturmak için hazırlanırlar. Bu yoğun faaliyetler sonucunda bazı hücreler kemik hücresi, bazıları deri, bazıları da kas hücresi olacaklardır.28
Kemik hücreleri, kemiklerin olması gereken yerde toplanırlar. Kas hücleri, kasların olması gereken yerde birikirler. Bazıları daha iç kısımlara giderek iç organları yapmaya başlarlar. Bazıları beyni, bazıları gözleri, bazıları ise damarları oluştururlar. Bu sürece zamanla yeni süreçler de eklenir; örneğin hücrelerin tespit edilmiş yönlere doğru göç etmesi, programlanmış hücre ölümleri ile bazı organların inşa edilmesi vs… Kısacası bu başkalaşım sürecinde mükemmel bir strateji uygulanmakta, hücreler belirli bir plan doğrultusunda hareket etmektedirler.
cell copying
A. Ektoderm
1. Epidermis
2. Beyin
3. Bezler
4. Keratinli Hücre
5. Nöron
6. Omurilik
7. Nöron
8. Süt Salgılayan Hücre
9. ışığı Algılayan Duyu Hücresi
10. Adrenal Bez (Medulla)
11. Pigment Hücresi
B. Mezoderm
12. Kemik Kıkırdak Bağ Dokusu
13. Gonadlar
14. Kıkırdak Doku Hücresi
15. Çizgili Kas Hücresi
16. Adrenal Bez (Korteks)
17. Tüp Hücresi
18. Kalp
19. Kan Bağışıklık Hücreleri
20. Düz Kas Hücreleri
21. Endotel Hücresi
22. Alyuvar
C. Endoderm
23.Yutak
24. Tiroid Bezi
25. Paratiroid Bezi
26. Sindirim
27. Akciğer
28. Trake Hücresi
29. Pankreas
30. Epitel Hücre
31. Ekdokrin Bez Hücresi
32. Karaciğer
Doğumun ilk aşamasındaki hücreler birbirlerinin tıpatıp aynısı olan kopyalarını yaparlar. Eğer bu çoğalma kontrolsüz olsaydı, ortaya bir insanın değil, benzer hücrelerden oluşmuş büyük bir et yığınının çıkması gerekirdi. Ancak böyle olmaz. Birbirlerinin kopyaları olan kök hücreleri bir süre sonra kendi aralarında sinyalleşerek farklılaşmaya başlarlar. Kemik, düz kas, epitel, karaciğer ya da akciğer kısacası vücuttaki bütün hücre ve dokular bu farklılaşma ile oluşur. Hücrelerdeki bu mucizevi değişimi gerçekleştiren ve insanı insan yapan özelliklerin ortaya çıkmasını sağlayan elbette ki benzersiz bir gücün ve ilmin sahibi olan Allah'tır.
Bu hazırlığın nasıl yapılacağı her hücre grubuna ayrı ayrı ilham edilmiştir. Her hücre DNA'sında yazılı olan bilgi aynıdır. Fakat her hücre grubu bu bilgiyi ancak kendilerine ilham edilen programda kullandığında her organın görevini yerine getirmesi için gereken özel yapıları elde ederler. Bir yandan bu şekilde farklılaşırken bir yandan da sürekli bölünerek sayılarını artırırlar. Bu muhteşem organizasyon asla bir anarşi içinde gerçekleşmez. Kalp, göz, beyin, kol ve bacak ve diğer organlar oluşturmak üzere yapılan bu hazırlıklar sayesinde vücut yavaş yavaş şeklini almaya başlar.29
Peki hepsi tek bir özden doğmuş olan bu hücrelere bu emri kim vermektedir? Hiçbir akla, bilince ve duyuya sahip olmayan hücreler bu emri nasıl anlamakta ve nasıl uygulamaktadırlar?
Bilim adamları, hücrelerin farklılaşmalarını ve vücudun gerekli bölgelerine yerleşmelerini sağlayan planın, DNA'da şifrelendiğini tespit etmişlerdir. Ancak bu durumda da hücrenin çekirdeğinde saklı bu mikroskobik bilgi bankasının içine bu muazzam planı kimin bu kadar kusursuzca şifrelediği sorusu karşımıza çıkmaktadır…
cells
1. Yumurta Hücresi
2. Kalp Hücresi
3. Kan Hücresi
4. Akciğer Hücresi
5. Pankreas Hücresi
6. Kemik Hücresi
7. Kas Hücresi
8. Beyin Hücresi
9. Karaciğer Hücresi
10. Böbrek Hücresi
Yukarıda vücuttaki hücre çeşitlerinden birkaçı görülmektedir. Başta birbirinin aynı olan hücrelerin çoğalmasıyla vücuttaki yaklaşık 200 tür hücre oluşur. DNA'larında yazılı olan bilgi aynı olmasına rağmen, her hücre türü sadece kendisine ait olan bilgileri kullanır. Hiçbir karışıklık çıkmaz. Kemik hücreleri asla göz ya da başka bir organı oluşturmaya kalkmaz ya da sinir hücreleri, alyuvarlarla karışmazlar. Hepsi nerede nasıl davranacağını çok iyi bilir. Bu kusursuz düzeni sağlayan ve vücut hücrelerine neler yapacaklarını ilham eden herşeyin hakimi olan Yüce Allah'tır.
Dahası, bu plan DNA'da yazılı olsa bile, hücrelerin bunu kusursuzca okumalarını ve uygulamalarını sağlayan etken nedir? Nasıl olmaktadır da milyarlarca farklı hücre, DNA'daki dev bilgi bankasının içinden kendisini ilgilendiren kısmı bulmakta ve ona uygun olarak yapı değiştirmektedir?
Örneğin gözü göz yapan hücreler, nereye kadar gözbebeği yapıp retinayı, göz kaslarını, veya göz merceğini hangi büyüklükte ve hangi yapıda üretip sonra da bu üretimi hangi aşamada durdurmaları gerektiğini nasıl anlamaktadırlar?
Ya da karaciğeri, böbrekleri veya pankreası yapan hücreler, hiç tanımadıkları bu organların özelliklerini nasıl bilip ona göre yapı değiştirmektedirler?
Üstelik bu hücreler oluşturacakları organa göre yapı değiştirirken pek çok faktörü de göz önünde bulundurmaktadırlar. Örneğin bir hücre beyin hücresi olmak üzere değişirken sinir sistemini, beynin beslenmesini, oksijen alıp vermesini, tüm vücuda sinirlerle bağlantı kurması gerektiğini, beynin bir kısmının görme, bir kısmının duyma, bir kısmının hissetme gibi türlü özelliklere göre ayrılması gerektiğini de hesaba katmaktadır. Diğer hücreler beynin zarar görme ihtimalini gözönünde bulundurup onu çevrelemekte, doğum sırasında oluşabilecek olumsuz şartları değerlendirip ona göre bir yapı oluşturmaktadırlar. Peki ama hücreler nasıl böyle "ileri görüşlü" davranışlarda bulunmaktadırlar?
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.
(Talak Suresi,12)
Tüm bu sorular, insanın doğumunun çok büyük bir mucize olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim evrim teorisi de bu noktada açmaza girmektedir. Hücrelerin organları oluşturması ve vücudu şekillendirmesi sırasında DNA'daki genler arasında gerçekleşen olağanüstü işbirliği karşısında evrimciler hiçbir açıklama getirememektedirler. Şuursuz atom toplulukları olarak tanımlayabileceğimiz genlerin, tesadüflerle böyle şuurlu bir uyumu organize edemeyecekleri, o kadar açık bir gerçektir ki evrim savunucuları çoğu zaman konuya hiç değinmemeyi tercih etmektedirler.
Evrimci Alman bilim adamlarından Hoimar von Ditfurth, anne karnındaki mucizevi gelişme hakkında şunları söylemektedir:
"Tek bir yumurta hücresinin bölünmesinin, nasıl olup da birbirlerinden öylesine farklılaşmış sayısız hücrenin doğuşuna yol açtığı, bu hücreler arasında kendiliğinden olan iletişim ve işbirliği, bilim adamlarının akıl erdiremediği olayların başında gelmektedir."30
Beginning of Life kitabının yazarı G. Flanagan da, bu konudaki soru işaretlerini şöyle dile getirmektedir:
"Böyle zor bir organizasyon nasıl başarılır? Hücrelerin nereye gideceklerini, ne olacaklarını ve ilgili yere ulaştıklarında ne yapacaklarını bilmelerini sağlayan nedir? Ve aynı zamanda diğer hücrelerle güzel bir uyum içinde çalışmalarını sağlayan..."31
Flanagan'ın bu soruların ardından vermeye çalıştığı cevap ise böyle mucizevi olaylara açıklama getirebilmekten çok uzaktır. Flanagan bu olayları şöyle açıklamaya çalışmaktadır:
"Bu büyük sorular bizi, genleri oluşturarak genetik programı yapan hücrelerin içinde saklı olan dünyanın hemen hemen en küçük moleküllerine götürür. Biyolojinin gelişimiyle birlikte ilk kez bu işlemlerden bazılarını ortaya çıkarıp açıklamak mümkün oldu. Hayatın kitabı, aniden biraz açıldı... ancak sadece birkaç ilgi çekici sayfası. Hala hikayenin tamamını bilmekten çok uzaktayız. Hücrelerin birlikte çok iyi çalıştıkları açıktır, çünkü aralarında kesintisiz bir moleküler diyalog vardır ve buna bağlı olarak ilginç genetik talimatlara hemen adapte olurlar. Bu talimatlar genetik kod olarak adlandırılan genlerde saklıdır. Anne ile babanın hücrelerinin birleşmesinin ilk günü bu genetik program elde edilir. Ve bundan sonra her yeni hücre üremesiyle birlikte bu genlerin kopyası yapılır ve bu yeni hücrelere aktarılır. Bu nedenle vücuttaki her hücre tamamen aynı genleri taşır ve tüm genetik programı içerir. Eğer her zaman tüm program aktif olsaydı, her hücre kendi fonksiyonlarını yapan hücreler klonlardı… Her zaman hepsi faal değildir. Bu durumu kafanızda şöyle canlandırabilirsiniz; bir grup katılımcının zor bir bina planını yapmak için yakın bir işbirliği çerçevesinde çalışmaları gerektiğini düşünün. Her biri temel planı biliyorlar, her biri sinyal veriyor, diğerlerinden gelen sinyallere projeyle tam içiçe olabilmek için hassas bir şekilde cevap verebiliyor."32
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, hücrelerin farklılaşarak birbirlerinden tamamen apayrı görevler üstlenmelerini, belirli bir plan dahilinde hareket etmelerini sağlayanın "genetik bir program" olduğundan söz edilmektedir. Bu, doğrudur; gerçekten de her hücrenin içine kusursuz bir program yerleştirilmiştir. Ancak önemli olan şudur: Bu programı yapan ve hücrelerin içine yerleştiren kimdir? Burada bahsettiğimiz program sıradan bir bilgisayar programı gibi bir şey değildir. Bu programı uygulayan hücreler, içinde milyonlarca içiçe geçmiş kompleks yapısıyla, duyan, gören, hisseden, düşünen, karar alabilen, neşe duyan, güzellikleri takdir edebilen, kendi hücrelerini, genlerini, DNA'sını inceleyip bundan sonuçlar çıkartabilen bir insanı meydana getirmektedir. Üstelik hücre dediğimiz protein yığınlarının böyle bir programı anlayabilmesi, bu programa uygun hareket etmesi gerektiğinin şuuruna varabilmesi, üstelik her aşamayı eksiksiz olarak yerine getirebilmesi zaten başlı başına bir mucizedir.
Hücreler Bedeni Şekillendiriyor

İnsanın oluşum aşamaları bir mucizeler zinciridir. Hücreler bir düzen içinde birleşerek bedeni şekillendirirler. Elleri, gözleri, kulakları, kan damarlarını, bacakları, kalbi, beyni, sinir hücrelerini inşa ederler. Her hücrenin DNA'sında, insan bedeninin bütün detaylarını anlatan milyarlarca bilgi bulunur. Ancak embriyodaki hücreler, hangi organa ait olacaklarsa sadece o organa ait bilgiyi milyarlarcasının içinden bulur ve okurlar. Bu bilgiye göre hücreler organları, dokuları inşa ederler. Bir hücrenin DNA'daki bilgiyi çözebilmesi mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. DNA'da bulunan bilgileri hücrenin çekirdeğine kim yazmıştır? Hücreleri, adeta bir insan gibi, bu bilgileri okuyarak hareket etmeleri için kim programlamıştır? Bu soruların tek bir cevabı vardır. İnsan Allah tarafından yaratılmış ve kusursuzca var edilmiştir. Hücrelere neler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.
baby growing
Nitekim günümüzün önde gelen evrim savunucularından biri olan Richard Dawkins, insanın oluşumu aşamasında, bir insanın genetik programını içeren genlerin bu denli bir işbirliği içinde hareket etmeleri karşısındaki çaresizliğini şöyle ifade etmiştir:
"… Ceninin gelişiminde de genler o kadar karmaşık ve birbiriyle kilitlenmiş bir ilişkiler ağıyla denetleniyor ki buna değinmememiz daha doğru olacak."33
Dawkins, insanın yaratılış mucizesinde görevli genler arasındaki ilişkilerin, bu genlerin sergiledikleri olağanüstü yeteneklerin tesadüfen oluşamayacağını, böyle kompleks bir sistemin evrim mekanizmaları ile açıklanmasının mümkün olmadığını anlamış ve böyle bir itirafta bulunmuştur. Ancak çok önemli bir noktayı atlamaktadır. Değil başlıbaşına bir mucizeler zinciri şeklindeki bebeğin gelişiminin, bu bebeğin oluşumu için gerekli olan tek bir parçanın, tek bir hücrenin tesadüfen oluşması da aynı şekilde mümkün değildir.
Anne rahminde oluşan tek bir hücre, 9 ay gibi bir süre içinde, gören, duyan, hisseden, nefes alan, düşünen bir insana dönüşmekte, bu dönüşümün her detayı kusursuz bir plana göre gerçekleşmektedir. Dahası bu mucize milyonlarca yıldır, aynı kusursuzlukta sürekli tekrarlanmaktadır.
Evrimcilerin tesadüf iddiaları, bu mucizevi olayın, insana ait hücreleri meydana getiren şuursuz atomların kararıyla olduğu yönündedir. Atomların bir gün ani bir karar vererek biraraya toplandıklarını, o güne kadar hiç görmedikleri, hiç tanımadıkları organları meydana getirdiklerini iddia ederler. Kendilerini bu mantıksız iddialara öylesine körü körüne inandırmışlardır ki, bu şuursuz atomlardan her birinin insanın hangi parçasını oluşturacağına karar verip, buna göre gereken yerlere gittiklerini kabul ederler. Bu oluşumda hiçbir müdahalenin olmadığını, herşeyin tesadüflerin eseri olduğunu, hücrelerin ve atomların da yapmaları gereken en doğru hareketi kendi iradeleriyle tesbit edip kusursuz bir insan bedenini inşa ettiklerini düşünürler. Her ne kadar burada anlatılanları kabul etmek istemeseler de, aslında öne sürdükleri iddialar tam olarak bu anlamlara gelmektedir.
İşte bu noktada evrimcilerin ne denli büyük bir mantık hezimeti içinde oldukları ortaya çıkmaktadır. Buraya kadar anlatılanlar ve bundan sonra anlatılan her detay, yeni bir insanın varoluş aşamalarının evrimci iddiaların aksine, tesadüflerle gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Bu olağanüstü olaylar, hücrelerin, onları meydana getiren organellerin, moleküllerin, atomların çabalarıyla değil, üstün kudret sahibi Allah'ın "Ol" demesiyle meydana gelmektedir:
O'dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir.
(Mümin Suresi, 67-68)
Yumurta Hücrelerinin Sergiledikleri Şuur
defense cells defense cells Burada tekrar çok önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Flanagan'ın ifade ettiği şekilde bir hücre topluluğunun "evrensel bir mesaj" yollaması ve başka hücre topluluklarının bu mesajı anlayarak, karşılarında bir düşman değil dost olduğunu "anlaması" çok büyük bir mucizedir. Unutulmamalıdır ki, burada söz konusu olanlar şuurlu insan toplulukları değil, eli, gözü, kulağı, beyni olmayan, şuursuz atomların, moleküllerin, proteinlerin birleşiminden oluşmuş, gözle görülemeyecek kadar küçük hücrelerden oluşan topluluklardır.
Kuşkusuz hücrelerden böyle bir şuur gösterisi beklemek, son derece büyük bir mantık bozukluğu olacaktır.
Bu noktada karşımıza çıkan gerçek açıktır: Embriyonun anne rahmine rahatlıkla yerleşip, en güvenli olacak şekilde varlığını sürdürebilmesi, embriyoyu da, anneyi de, anne bedenindeki savunma sistemini de yaratan Allah'ın rahmeti ile gerçekleşir.
1. Yumurta Hücresi
2. Savunma Hücresi
Annenin savunma hücreleri embriyoyu yok etmek için yaklaşırlar. (üstte) Ancak vücuttaki mükemmel düzen sayesinde yumurtaya zarar veremezler.
Rahim duvarına yerleşme hazırlığı yapan hücreler genetik olarak anneden farklı olduğu halde bunların vücuda nakledilen bir organ veya doku gibi neden reddedilmediği uzun zamandır çözülemeyen bir sırdır. Bunun cevabını R. Flanagan şöyle vermektedir: "Hücre kümesinin "evrensel bir şifre" olarak nitelendirilebilecek özel sinyaller yaydığını söyleyebiliriz. Bu şifre tüm insanlar için aynıdır ve aynı şekilde annenin hücreleri de bir zamanlar henüz küme halindeyken kendilerini bu şifreyle ifade etmişlerdir. Bu nedenle annenin hücreleri yeni gelenlere karşı bir savunma oluşturmaz, çünkü onlar biyolojik olarak bedene yerleşen bu hücre kümesini bir düşman değil evrensel bir dost olarak görürler."34
Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

Embriyo İçin Hazırlanmış Özel Koruma Sistemi

Anne rahmine asılan hücreler bu güvenlikli yerde beslenmeye ve gelişmeye devam ederler. Ancak bu, son derece şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü normal şartlar altında anne karnında hızla büyümekte olan embriyonun karşısında büyük bir tehlike vardır: Annenin bağışıklık sistemi.
Bağışıklık sistemi, vücuda giren her türlü yabancı organizmayı düşman sayar ve ona saldırır. Anne vücudundan farklı bir genetik bilgiye sahip olan embriyo da vücut için yabancı bir organizmadır. Nitekim annenin kanındaki savunma hücreleri bu yabancı organizmanın varlığını fark ettikleri anda hemen rahme doğru akın ederler. Eğer özel bir tedbir alınmamış olsa, savunma hücrelerinin embriyoyu öldürmeleri kaçınılmazdır.
Ama hastalık durumları hariç böyle bir şey gerçekleşmez, çünkü embriyo özel tedbirlerle en başından koruma altına alınmıştır.
Daha embriyo rahim duvarına tutunmadan önce anne rahmi civarında oluşmaya başlayan trofoblast hücreleri, annenin kan damarları ile embriyo arasında bir tür filtre oluştururlar. Savunma hücreleri bu filtreyi geçemezler ve dolayısıyla embriyo da alarm durumundaki savunma hücrelerinin saldırısından korunmuş olur. Dahası, söz konusu hücrelerin bazıları da, oksijen ve besin maddeleri gibi gerekli malzemelerin embriyoya ulaşmasına yardımcı olurlar.
Şimdi bu özel hücrelerdeki yapıyı detaylı olarak inceleyelim.

Trofoblast Hücrelerinin Mühendislik Yeteneği

trophoblast A. Blastosit Dıştan Görünüş (5. Gün)
B. Blastosit Içten Görünüş (5. Gün)
1. Zona Pellucida
2. Iç Hücre Kütlesi
3. Trofoblast
Trofoblast hücreleri embriyoyu oluşturan diğer bütün hücrelerden ayrılarak, embriyonun anne karnındaki gelişimiyle ilgili tüm destek görevleri üstlenmiş bir hücre grubudur. Bu hücrelerin embriyo ve anne arasında kurdukları dengeler sayesinde embriyo, gelişimini güven içinde sürdürür. Örneğin annenin damarlarının embriyoya basınç yapmasını ya da annenin savunma sisteminin bebeğe zarar vermesini bu hücreler engeller. Bu hücrelerin bebeğin ihtiyaçlarından haberdar olmalarını sağlayan elbette ki Allah'tır.
Trofoblast hücreleri önceki sayfalarda da belirttiğimiz gibi, aynı yumurta hücresinden çoğalmış olmasına rağmen, embriyoyu oluşturan hücrelerden ayrılarak, embriyonun anne karnındaki gelişimiyle ilgili tüm destek görevleri üstlenmiş bir hücre grubudur. Yedinci güne gelindiğinde bu hücreler her yöne doğru uzantılar çıkartarak büyümeye başlarlar. Bu değişikliğin amacı hücrelerin rahim duvarından içeriye geçmesini sağlamaktır. Bu geçiş sırasında annenin kılcal damarlarıyla karşılaşırlar. Ve bunların dış yüzeyini delerler. Böylece 7. ve 8. günler arasında embriyonun dokusu annenin kanıyla bağlantıya geçmiş olur.
Bazı trofoblast hücreleri rahim duvarındaki kılcal kan damarlarının çeperlerini parçalayacak enzimler üretirler. Bu şekilde annenin kanının embriyoya yapacağı basınç da azaltılmış olur. Trofoblast hücreleri adeta bu muhtemel tehlikeden haberdarmış gibi hareket eder ve embriyonun ölümü ile sonuçlanabilecek böyle bir tehlikeye karşı önlem almış olurlar. Eğer bu hücreler annenin damarlarında böyle bir ayarlama yapmasalardı, bu, anne kanının yüksek bir basınçla içeriye dolmasına neden olabilirdi. Bu durumda da anne kanının dıştan uyguladığı basınç sonucunda embriyonun dolaşımı dururdu.
İlerleyen haftalarda yine bu özel hücrelerin bir kısmı anne kanının önünde bir set oluşturur. "Plasenta" olarak adlandırılan bu set çok özel bir yapıya sahiptir. Yakından incelendiğinde trofoblast hücrelerinin bu seti oluşturarak, adeta birer tıpa gibi kanın önünü kapadıkları görülecektir. Bu, çok önemli bir detaydır. Çünkü embriyo artık annenin dokularıyla bağlantı içindedir; anneden gelen kanın içindeki maddelerle beslenmektedir. Besinlerin girmesi gereklidir, ama besinlerle birlikte anne kanındaki savunma hücrelerinin embriyoya ulaşmaması da çok önemlidir. Nitekim plasentanın oluşturduğu tıpa sistemiyle annenin kanında bulunan savunma hücrelerinin embriyonun tarafına geçmesi de engellenmiş olur. Ancak anneden gelen kanın geçişi engellendiyse embriyo nasıl beslenecektir?
blastocyst
1. Rahim Boşluğu
2. Trofoblast
3. Blastosit Boşluğu
4. Rahim Mukozası Bezi
5. Rahim Mukozası Kılcal Damarı
6. Rahim Mukozası
Yukarda rahmin duvarlarına gömülmüş durumdaki emriyo (blastosit) görülmektedir. Embriyo rahimde kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeyi bulur ve buraya tutunur. Toprağa atılan tohumların bir yandan filizlenip bir yandan da kök salmaları gibi embriyo da bir yandan büyümesini devam ettirir, bir yandan besin sağlayacağı dokunun derinliklerine doğru ilerleyerek kendisine yeni besin kanalları üretir. (Keith L. Moore, The Developing Human - Clinically Oriented Embryology, W. B. Saunders Company, 1983, Canada, s. 36) Bunları yapanlar embriyonun dışında bulunan trofoblast denilen özel hücrelerdir.
Bu sorunun cevabı hücrelerin yapısındaki tasarımın kusursuzluğunu göstermektedir. Tıpa görevi gören bu hücrelerin aralarında bulunan ince boşluklar embriyonun ihtiyacı olan besin maddelerinin anne kanının plazmasından çekilebilmesini sağlayacak büyüklüğe sahiptir. Annenin kanından alınan oksijen, besin maddeleri ve mineraller bu ince aralıklardan geçerek embriyoya ulaşır. Ama savunma hücreleri daha büyük oldukları için bu aralıklardan geçmeyi başaramazlar.35
Anne ve embriyo arasında kurdukları köprü düşünüldüğünde trofoblast hücrelerinin gerçekleştirdikleri işlerin kusursuz bir mühendislik bilgisi gerektirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu hücreler oluşturdukları sistemlerle bebek ile anne arasında adeta bir "hayat köprüsü"nün temellerini atmaktadırlar. Bu hücreler bir yandan kanın önünde zarar verecek maddeler için tıpa vazifesi görürken bir yandan da aralarında boşluklar bırakarak, gerekli maddelerin geçişine olanak tanımaktadırlar.
Burada anlatılanlar trofoblast hücrelerinin fonksiyonlarından yalnızca birkaç tanesidir. Ancak bunlar bile bu hücrelerdeki tasarımın kusursuzluğunun görülmesi için yeterli olmaktadır. Tam ayarında boşluklar bırakan, sadece yararlı maddeleri tesbit ederek onların içeri girmesini sağlayan, embriyoya zarar verecek maddeleri bilen ve bunların geçişine imkan vermeyecek sistemler kuran böyle bir yapının tesadüfen ortaya çıkamayacağı çok açık bir gerçektir.
Tüm bu olağanüstü özelliklerin tesadüfen oluştuğunu iddia eden bir kişi aşağıdaki soruları elbette cevaplayamayacaktır;
Bu hücreler embriyonun gelişmek için ihtiyacı olan maddeleri nereden bilmektedirler?
Kandaki birçok madde arasında hangi maddelerin yararlı olduğunu nasıl tespit ederler?
Savunma sistemi hücrelerinin, embriyoya zarar vereceğini nasıl öğrenmişlerdir?
Tehlike oluşturacak maddelerin büyüklüklerini önceden nasıl tesbit etmektedirler?
Bu maddelerin girişini engelleyecek, ancak yararlı maddelerin geçişine izin verecek bir ağ kurmayı nasıl akletmişlerdir?
İnsan soyunun varlığını devam ettirebilmesi için bu sistemde en ufak bir hata olmaması şarttır. Akıl ve vicdan sahibi her insan tesadüflerin hücrelere bu özellikleri kazandıramayacağını bilir. Tesadüfler bir tasarım ortaya çıkarıp sonra da bu tasarımın her insanda tıpatıp aynısının olmasını sağlayamazlar. Trofoblast hücrelerini tüm özellikleriyle birlikte yaratan ve onları bir insanın varoluşunu destekleyici şekilde yönlendiren Allah'tır. Bu, Allah'ın eşi benzeri olmayan yaratma sanatının sadece bir örneğidir:
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık. İnkar edenler ise, uyarıldıkları şeyden yüz çeviren(kimseler)dir. De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin." (Ahkaf Suresi, 3-4)

İki Canlı Arasındaki Hayat Köprüsü: Plasenta

placenta
Plasenta bebek ve anne arasındaki bir  hayat köprüsüdür.
Teknolojinin en son imkanları ile üretilmiş, milyonlarca dolar değerinde olan ve en modern hastanelerde kullanılan yaşam destek üniteleri, birkaç kilogram ağırlığında bir et parçası ile karşılaştırıldıkları zaman son derece ilkel ve yetersiz kalırlar. Bu et parçası bilim adamları tarafından "doğumun gerçek kahramanı" olarak nitelendirilen plasentadır.36
Embriyo, gelişimi için gerekli olan besin, oksijen ve diğer maddeleri belirli bir dönemden itibaren anne kanından almaya başlar. Plasenta da, anne ile embriyo arasında bu maddelerin alışverişini sağlayan bir yapıdır; anne ile embriyo arasında köprü görevi görür. Plasentanın yapısı gelişmekte olan fetüsün bütün gereksinimlerini karşılayacak şekilde yaratılmıştır.
Plasenta, trofoblast hücrelerinin aralarından sızan besin maddelerini bebeğe taşıyacak olan yumuşak kan damarları ile doludur. Anneden gelen tüm besin maddelerini, oksijeni, demir ve kalsiyum gibi önemli mineralleri plasenta önce göbek bağına (umblical cord) ve oradan da embriyonun kılcal damarlarına iletir. Üstelik plasenta sadece embriyonun metabolizması için gerekli besinleri sağlamakla kalmaz, yeni dokuların oluşması için gerekli olan besinleri de seçerek fetüse taşır.37 Amino asitlerin fetüs tarafından her türlü sentez için kullanılması gerekir. (karbonhidratlar, nükleik asitler -DNA'nın yapıtaşları-, yağ vs.) Plasenta bunları da annenin dolaşımından seçip yakalar.
placenta
Bebek ve anne bedeni arasındaki bağlantıyı sağlayan göbek kordonunun içinden 3 ayrı hat geçer. Bu hatlardan biri embriyoya besin ve oksijen taşır. Bu sayede embriyo sıvı dolu bir ortamda yaşadığı ve ciğerleri suyla dolu olduğu halde boğulmaz, sindirim sistemi olmadığı ve yemek yiyemediği halde açlıktan ölmez. Diğer iki hat ise embriyonun ürettiği atıkları embriyodan uzaklaştırır. Görüldüğü gibi embriyo mükemmel bir düzende yaratılmıştır.
Bunu ise genellikle özel taşıyıcılar vasıtasıyla gerçekleştirir. Onları stoklar, gerekli olanını kendisi için kullanır, bir kısmını da fetüsün dolaşımı içerisine yollar. Besinler dışında iyonlar da, plasentadan geçer. Özellikle iki iyon fetüs için çok önemlidir ve bunları bol miktarda depolaması gerekir. Bunlardan biri demirdir. Kan hacmini artırmak için buna ihtiyacı vardır. Diğeri ise kemiklerin gelişimi için gerekli olan kalsiyumdur. Bunların transferi çok etkileyici ve titiz gerçekleşir. Eğer annenin aldığı demir miktarı az da olsa, plasenta bebek için gerekli olan miktarı annenin kanından çeker ve ne olursa olsun bebeğin ihtiyacını karşılar ve onu her türlü tehlikeden korur.38
Plasenta bu işlemin tam tersini de, yani embriyodan annenin kanına atık maddelerin taşınması işini de ustalıkla yerine getirir.
Unutulmamalıdır ki, burada "yapar", "seçer", "alır", "depolar", "taşır" fiillerini yerine getirdiğini belirttiğimiz plasenta, yine hücrelerden oluşan bir dokudur. Saydığımız tüm bu fiilleri yerine getiren, örneğin demire ihtiyaç olduğunu bilen ve birçok madde arasından demiri  seçebilen, aldığı demiri nasıl kullanacağını bilen, bilgi sahibi bir insan değil, bir hücreler topluluğu olan plasentadır.
Plasentayı oluşturan hücreler ihtiyaç duydukları maddeleri tanımakta ve bunları seçebilmektedir. Bir hücrenin bir atomu tanıması kuşkusuz büyük bir mucizedir. Üstelik bu atomu tanımanın yanısıra, ordan ihtiyaç olan miktarda alarak bir yere taşıması daha da olağanüstü bir olaydır. Buraya kadar anlatılan ve bundan sonra anlatılacak olan bilgiler, hep bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
İnsanın yaratılış mucizesinde söz konusu olaylar hücrelerin, hücreleri meydana getiren molekül ve atomların gösterdikleri şuur içeren davranışlardır. Elbette bu şuur bunların hiçbirine değil, onları yaratan ve yapacakları işleri her birine ilham eden Allah'a aittir.
İlerleyen satırlarda inceleyeceğimiz detayların tümü de apaçık birer yaratılış delilidir.

Plasentanın Diğer Hayati Görevleri

Fetüsü plasentaya bağlayan uzun ip gibi bir yapı olan göbek kordonunda üç kan damarı vardır. Bu damarlardan biri göbek toplar damarı adını alır. İçinde besin maddesi ve oksijen bulunan kanı plasentadan bebeğe iletir, diğer ikisi göbek atar damarlarıdır. Bu damarlar, karbondioksit ve besin maddelerinin atıkları ile yüklü kanı, bebekten plasentaya götürürler.
Göbek kordonu sağlam ve esnek yapısı sayesinde kolay kolay dolanıp sıkışmaz. Bu, kan taşınmasında bir aksaklık olmaması bakımından önemli bir özelliktir. Ayrıca kordonun esnek yapısı, bebeğin hareket etmesini de mümkün kılacak en uygun şekildedir.
Fonksiyonları düşünüldüğünde plasentanın embriyo için kimi zaman bir akciğer, mide ya da bağırsak, kimi zaman karaciğer, kimi zaman da böbrek gibi hareket edecek şekilde yaratıldığı görülecektir. Üstelik plasenta bunları sabit bir düzen içinde değil, bebeğin değişen ihiyaçlarını göz önünde bulundurarak yapar. Örneğin fetüsun birinci ve ikinci aylarda ihtiyaç duyduğu gıdalar ile sekizinci ve dokuzuncu aylarda ihtiyaç duyduğu gıdalar birbirinden farklıdır. Ancak plasenta bunu mükemmel bir dengeyle ayarlar ve her dönem için hazmedilmesi en kolay olan gıdaları embriyo için seçer.
placenta 1. Annenin Atardamarı
2. Annenin Toplardamarı
3. Amniyon
4. Bebeğin Kan Damarları
5. Annenin Kanını Içeren Iç Villus Boşluğu
6. Koryon Villusu
7. Rahim Mukozası
(Plasentanın Anneye Ait Kısmı)
8. Koryon Villusleri
9. Koryon (Plasentanın Bebeğe Ait Kısmı)
10. Göbek Kordonu Toplar Damarı
11. Göbek Kordonu Atar Damarı
12. Mukus Bağ Dokusu
13. Amniyon
14. Göbek Kordonu
15. Koryon
Embriyonun değişen ihtiyaçlarını hesaplayan ve bu ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılayabilen yegane makine plasentadır. Plasentanın en dış tabakasında bulunan hücreler, annenin kan damarları ile embriyo arasında bir tür filtre oluştururlar. Örneğin besinlerin geçişine izin verirken savunma sistemi elemanlarının geçişine izin vermezler. Plasentayı oluşturan da hücrelerdir. Bu hücreler embriyonun ihtiyaçlarını nereden bilirler? Embriyoyu hangi hücrelere karşı korumaları gerektiğini nasıl anlarlar? Embriyonun ihtiyacı olan maddeleri milyonlarca molekül arasından nasıl ayırt ederler? Plasenta denilen et parçasına ve plasentayı oluşturan hücrelere bu üstün aklı veren kimdir? Embriyonun yaşayabilmesi için gerekli olan bütün tedbirleri yaratan, vücutta buna göre bir sistem kuran elbette ki Allah'tır. Allah her türlü yaratmayı bilendir.
Plasentanın en önemli görevlerinden biri de cenin için gerekli olan östrojen ve progesteron gibi hormonları salgılamaktır. Bu hormonlardan progesteron annenin vücudunda özellikle rahim kısmını canlandırarak, bebeğe fiziksel destek sağlar. Gelişimini devam ettirebilmesi için en rahat ortamın oluşmasına imkan verir. Ayrıca, annenin göğüslerindeki süt bezlerinin gelişmesini sağlayarak zamanı geldiğinde sütün oluşturulmasına da yardımcı olur. Bundan başka annenin metabolizmasının verimini yükselterek destek olur. Böylece, annenin sağlıklı olmasına ve rahat etmesine katkıda bulunur. Rahmin embriyo için rahat ve güvenli bir yer haline gelmesini sağlayan bu hormonların eksiksiz biçimde ve gerekli miktarlarda salgılanması bebeğin sağlıklı doğabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca bu hormonlar annenin organizmasını doğuma da hazırlar.
womb, baby
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun.
(Mü'min Suresi, 65)
Plasenta tüm bu görevlerinin yanında hamileliğin son üç ayında meydana gelebilecek enfeksiyonlara karşı da embriyonun bağışıklık kazanmasını sağlar.
Buraya kadar anlatılanlar plasentanın embriyonun gelişimi sırasında üstlendiği görevlerden yanlızca birkaç tanesidir. Ayrıca bizim burada anlattığımız her konunun insanın tahayyül edemeyeceği kadar çok ayrıntısı vardır. Her bir sistem pek çok karmaşık kimyasal işlemin gerçekleşmesine bağlıdır. Günümüzde embriyonun gelişimi üzerine yapılan her yeni araştırma plasentanın bebek için üstlendiği yeni bir görevi ortaya çıkarmaktadır. Fakat hepsinde ortak bir özellik vardır. Plasentadaki her mekanizma anne ile embriyoyu kusursuz bir uyum içinde birbirine bağlamaktadır. Bu uyum son derece önemlidir. Çünkü anne vücudundaki bu gibi mekanizmaların sağladığı dengelerden birinin bozulması durumunda embriyonun yaşamını devam ettirmesi imkansızdır.
Hücrelerden oluşan bir dokunun bir canlının ihtiyaçlarından haberdar olması, eksiklikleri tespit edip nasıl gidereceğini bilerek hareket etmesi, tam gereken maddeleri gereken miktarlarda üretmesi ve dışarıdan seçip alması kısacası şuurlu davranışlar sergilemesi elbette ki bu dokunun kendi çabası ile ortaya çıkan bir durum olamaz. Örneğin aynı görevi bir insanın yapması istense, böyle bir şeyi yapması mümkün değildir. Hangi anda fetüsün neye ihtiyacı olduğunu anlaması, bu ihtiyaca göre gereken önlemleri alması, gereken maddeleri seçmesi, gereksiz maddeleri fetüsten uzaklaştırması tıp eğitimi almamış bir insan için imkansızdır. (Tıp eğitimi almış bir insan bile olsa hiç durmaksızın gece gündüz bu görevi hiçbir aksama olmadan yerine getirebilmesi yine mümkün değildir.)
Ancak bir insanın yapamayacağı bu önemli görevleri, plasenta adını verdiğimiz bu doku parçası eksiksiz ve kusursuz bir şekilde yapabilmektedir. Üstelik binlerce yıldır yaşamış olan milyarlarca insanın her birinin plasentası aynı yüksek şuuru ve üstün performası sergilemiştir. Kuşkusuz plasentanın yapısındaki mükemmellik ve şuurlu hareketleri, Allah'ın onu bu özelliklere sahip olarak yaratmasının bir sonucudur. Bunun aksini savunmak aklın sınırlarının dışına çıkmak demektir. Allah insan vücudunda yarattığı bu muhteşem yapı ile bize benzeri olmayan sanatını göstermekte ve ayetleriyle bu gerçekler üzerinde düşünmemizi emretmektedir:
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?" İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 65-67)
İlerleyen sayfalarda ele alınacak konular okunurken de unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Buraya kadar verilen örneklerde görüldüğü gibi bir plan dahilinde hareket eden, zamanı geldiğinde görev değişikliği yapan, nerede durması gerektiğini bilen, görev yerini terk etmeyen, ekip çalışması yapabilen, ihtiyaca göre seçim yapabilen, gereken maddeleri gereken zamanlarda üretebilen varlıkların tümü vücuttaki hücrelerdir. Gözle görülmeyen bu varlıkların davranışlarında -biraz sonra detaylı olarak görüleceği gibi- çok açık bir akıl vardır. Bu akıl hücrelere ait olamaz. Şuursuz ve cansız atomlardan oluşan hücrelerin düşünüp karar verme gibi özellikleri olamaz. Bu üstün şuur ve akıl Allah'a aittir. Bu gerçeğin sürekli akılda tutulması, bu mucizevi olaylar üzerinde düşünürken insanın derinleşmesine ve Allah'ın sonsuz kudretine şahit olmasına vesile olması bakımından önemlidir.
Bir Hücreden Bir Çiğnem Et Parçasına…
womb_embryo Hücreler zaman içinde bölünmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas göz hücrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hücrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini ve daha birçoklarını oluşturmaya devam ederler.
Embriyonun ilk üç haftası bittiğinde çoğalan hücreler bir çiğnemlik et parçası görünümü alırlar. Bu gelişim Kuran ayetlerinde "alak"tan "bir çiğnem et parçası"na değişim olarak bildirilmiştir. Ayette şöyle buyurulmaktadır:
Sonra o su damlasını bir alak olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra başka bir yaratılışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14)
Bebeğin oluşumundaki 1. evrenin bu şekilde bir oluşumla sonuçlandığı embriyoloji bilimi tarafından yakın bir zamanda keşfedilmiştir. Ancak alemlerin Rabbi olan Allah'ın indirdiği ve hiçbir eksiklik olmayan Kuran'da bu bilimsel gerçek 1400 sene önce bildirilmiştir. Allah'ın şanı çok yücedir.
Yukardaki resimde rahim duvarına yapışmış bir şekilde duran embriyonun üç haftalık hali görülmektedir. Bir et parçasına benzeyen bu hücre yığını bölünmeye devam edecek ve zaman içinde dünyayı görmemizi sağlayan gözlerimizi, kokuları algılamamızı sağlayan burnumuzu, koşmamızı, yürümemizi sağlayan ayaklarımızı, ellerimizi oluşturacaktır. İç organlarımız da bu hücrelerden oluşacaktır. Bu muhteşem değişim elbette ki tesadüflerin eseri değildir. Kendi kendine böyle bir değişim oluşamaz. İnsan bedenindeki bu kusursuz değişimi oluşturan, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır

Vücut Şekillenmeye Devam Ediyor

womb, baby growing
1. 55. Günde
2. 40. Günde
3. 33. Günde
4. 26-27. Günlerde
5. 25. Günde
6. 23. Günde
Üstte bir insanın gelişim aşamaları gerçek boyutları ile verilmiştir. Boyutu santimetrelerle ifade edilen bir hücre yığınından kusursuz bedene sahip bir insanın oluşmasını sağlayan elbette ki Yüce Allah'tır.
İlk günlerde sadece anne kanından gerekli besinleri alan cenin, artık kendi vücudunu beslemek ve hücrelerine oksijen gönderebilmek için kendine has bir kan dolaşım sistemine ihtiyaç duymaktadır. İşte bu sistemin meydana gelmesi için birçok hücre ani bir kararla işbirliği yapıp dolaşım sistemini oluşturmaya başlarlar. Hücrelerin bu davranışları, onların sonsuz bir akıl ve ilim sahibi tarafından yönlendirildiklerinin apaçık bir delilidir.
Yaklaşık 13. günde bir grup hücre kalbi oluşturmak için embriyonun göğüs bölgesinde toplanır. U harfine benzer şekilde bir tüp oluşturarak son derece bilinçli bir şekilde öncelikle kalbin temelini meydana getirirler. Bir yandan da diğer binlerce hücre sanki kalbin oluşmaya başladığı haberini almış gibi vücudu baştan sona dolaşacak kan damarlarının yapımına başlarlar. Böylece hücrelerin şuurlu dizilimleri ve gereken bölgelere gidip yerleşmeleri ile, damarların oluşması 21. günde tamamlanmış olur. Artık dolaşım sistemi işlemeye hazırdır ve kalp, 22. günde ilk atışının ardından dakikada 60 vuruşluk bir ritmle çalışmaya başlar.39 İlk kasılmalar kalbin uzunluğu boyunca bir dalga gibi hareket eder. Kalp oluşumunu tamamladığında, kasılmalar farklı odalarda düzenli şekilde devam eder.
Kalp atmaya başlamıştır, ama henüz ortada kan yoktur. Bunun için de görevli hücreler vardır. Bu hücreler yeni oluşan insanın bedeninde "kan" isimli özel bir maddeye ihtiyaç duyacağını adeta önceden hesaplar ve kan hücrelerine dönüşürler. Kan sıvısı da çok geçmeden damarlarda dolaşmaya başlar. 4. haftanın sonunda kalbin ve damarların içine tamamen kan dolmaya başlar. Elbette kalbin, dolaşım sisteminin ve kan sıvısının oluşumu başlıbaşına hayranlık uyandıran bir olaydır. Henüz ortada bunların hiçbiri yokken, hücreler eksiksiz işleyen bir planlama ile gereken zamanlarda gereken yerlere yerleşerek insanın yaşamı için vazgeçilmez olan dolaşım sistemini inşa etmektedirler. Burada kısaca özetlediğimiz bu aşamaların hiçbiri tesadüfen meydana gelemez; bu kusursuz inşa planı tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen hücrelere ait olamaz. Bu noktada da karşımıza çıkan apaçık yaratılış gerçeğidir.
Üstelik dolaşım sisteminin yalnızca oluşumu değil, her elemanının sahip olduğu özellikler de insanda hayranlık uyandıracak dengelerle yaratılmıştır. Anne karnında gelişmekte olan bebeğin kanı ilk görev için normal bir insanınkinden çok daha nitelikli özellikler taşır. Örneğin bebeğin kanındaki hemoglobin maddesinin oksijen tutma yeteneği yetişkinlere oranla çok daha yüksektir. Embriyonun 1cm3 kanında bulunan alyuvarların sayısı da yeni doğmuş bir bebeğin aynı miktardaki kanında bulunan alyuvar sayısından çok daha yüksektir. Dördüncü ayda göbek kordonundan plasentaya günde yaklaşık 24 litre kan geçer. Bu dolaşım o kadar hızlıdır ki, bir devir 30 saniye içinde tamamlanabilir.40 Bu yolla kan, gerekli olan oksijen ve besini plasentadan alarak hücrelere götürmeye başlamıştır. Aynı anda bir taraftan böbrekler de oluşmaktadır ve kan, hücrelerden topladığı artıkları böbreklere götürüp temizlemeye başlar.
Damar Sisteminin Mucizevi Oluşumu
vascular system Birbirlerinden bağımsız bir şekilde duran bu hücreler aslında damar hücreleridir.
(1-2) Sonra birden bu hücreler birbirlerine tutunmaya ve kendi aralarında bağlantılar kurmaya başlarlar.
(3-4) Ve hücreler damarları oluştururlar.
(5-6) Sonuçta damar hücreleri o kadar mükemmel bir boru sistemi inşa ederler ki, bu boru sistemi üzerinde herhangi bir çatlak ya da delik olmaz. Damarların iç yüzü adeta elle yapılmış gibi pürüzsüzdür. Damar hattının toplam uzunluğu 40.000 km'den fazladır. Bu uzunluk dünyanın çevresinin toplam uzunluğu kadardır. Bu ihtişamlı tasarım alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
vascular system
Şimdi burada durup bir kez daha düşünelim: Böyle kusursuz bir sistem günün birinde, tesadüfen, eksiksiz bir şekilde, kendiliğinden gelişmiş olabilir mi? Bebeğin özel yapıdaki kanı, bu kanı kalbe, kalpten de gerekli bölgelere taşıyan kan damarları bu damarları plasentaya bağlayan yapılar, kısacası her detay zaman içinde tesadüfen, kendi kendini inşa etmiş olabilir mi?
Şüphesiz olamaz. İnsan için çok önemli olan bu sistemin eksiksiz olarak bir anda meydana gelmesi şarttır. Çünkü kalbin, kanın ve damarların oluşumundaki herhangi bir aksaklık embriyonun gelişmesinin durmasına neden olacaktır. Damarlar oluşmadan önce kalp kanı pompalasa, kan kontrolsüz biçimde dağılacak ve dolaşımı sağlayamayacaktır. Ya da kalp gerektiği zaman atmaya başlamasa, kan vücuda ulaşamayacaktır.
Kalbin Oluşumu
vascular system A. 23. Gün
B. 25. Gün
C. 26-27. Gün
D. 33. Gün
E. 40. Gün
1. Kanın Akış Yönü
2. Kan Damarları Birleşiyor
3. Tek Bir Odacık Halinde Kalp
4. Odacıklar Gelişmeye Başlar
5. Karıncık Ve Kulakçık
6. Gelişen Kulakçık
7. Kulakçıkla Karıncığı Ayıran Gelişen Bölme
8. Gelişen Karıncık

Kalbin oluşumu çok açık bir yaratılış mucizesidir. Çoğalmakta olan bazı hücreler birden kasılmaya ve gevşemeye başlarlar. Ardından bu hücrelerin yüzbinlercesi biraraya gelir ve kalbi oluştururlar. Bu kalp bir ömür boyu atmaya devam edecektir. Döllenmenin 23. gününde embriyonun kan damarları birbirleriyle birleşmeye başlar. 25. günde kalp tek bir odacık halinde belirir. 26 ve 27. günlerde ise odacıklar gelişmeye başlar. 33. günde artık karıncık ve kulakçıklar belirginleşmiştir ve 40. günde kalp artık iyice gelişmiştir. Yanda embriyonun kırmızı bir nokta halinde kalbi görülüyor.
vascular system
vascular system
Bu da embriyonun gelişemeden annenin rahminde ölmesi demektir. Oysa bugüne kadar yaşamış olan milyarlarca insanın her birinde bu ayarlamalarda hiçbir aksaklık olmamış, kalp tam atması gerektiği anda ilk atışını yapmış ve yeni oluşan vücuda tam gerektiği kadar kanı pompalamıştır. Bu da başta sorduğumuz "tesadüfen oluşmuş olabilir mi?" sorusunu tamamen anlamsız kılmaktadır. Bir sistemin, bir canlının, bir yapının bir anda var olması, onun yaratıldığının apaçık bir delilidir. Bu, akıl sahibi her insanın tasdik edeceği, asla aksini iddia edemeyeceği kesin bir gerçektir.
Tüm bu kusursuz sistemlerin Yaratıcısı, insanı en güzel surette ve eksiksiz olarak tüm ihtiyaçlarıyla birlikte yaratan Allah'tır.

Sinir Sisteminin İnşası

Bütün bu işlemler devam ederken çok önemli bir oluşumun daha gerçekleşmesi gerekmektedir: Merkezi sinir sistemi. Embriyonik disk olarak adlandırılan yapının en üst tabakasında meydana gelen paralel çizgi ve kabarcıklar merkezi sinir sistemini (beyin ve omurilik) oluşturmaya başlar. En üst tabaka bir oyuk oluşturur, oyuğun köşeleri birleşir ve yapışır, böylece dar bir tüp meydana gelir. Tüpün ön kısmı kalınlaşır ve beyni oluşturmak için genişler. Bu arada arka tarafı da omuriliği oluşturur.
Burada 1-2 cümle ile özetlenen bu olayların tümü aslında insanın hayal gücünün sınırlarını aşacak kadar olağanüstüdür. Sinir sisteminin oluşumundaki diğer aşamalar da bu olaylardaki olağanüstülüğü tekrar tekrar pekiştirmektedir.
5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücreleri üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır.41
Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar.
Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler. Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Peki ama nöronlar oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını nereden bilmektedirler? Bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına nasıl karar verirler? Nöron dediğimiz varlıklar sonuçta gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Onların böylesine şuurlu bir şekilde yerleşmeleri kendi karar ve iradeleriyle gerçekleşecek bir olay değildir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır.
Bu hücreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine ilham edilen bilgiler doğrultusunda programlanmışcasına hareket ederler. Açıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında yaşanan hiçbir olayın tesadüflerle meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü tek bir aşamadaki farklılık zincirleme olarak tüm sistemi aksatır. Nöronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına dönüşmeleri beynin ve ona bağlı çalışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin tamamının tesadüfen oluşması, tek bir nöronun bile rastlantılarla meydana gelmesi mümkün değildir.
brain cell brain cell
Beynin inşası anne karnında, ıslak bir ortamın içinde, açık bir şekilde gerçekleşir. Bu inşayı hiçbir aklı ve şuuru olmayan hücreler yaparlar. Bu mucizevi olay sonucunda bebek toplam 10 milyar beyin hücresine sahip olacaktır. Her hücre hangi hücrelerle bağlantı yapması gerektiğini önceden bilerek hareket eder. Sonsuz ihtimal içinden kendisine ait yeri bulur. Bağlanması gereken hücre ile bağlanır. Sonunda beyinde toplam 100 trilyon bağlantı kusursuzca yapılmış olur. Şuursuz hücrelerin karanlıklar içinde yeryüzünün en mükemmel bilgisayarı olan beyni inşa etmesini sağlayan sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır.
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı,'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.
Dilediği bir surette seni tertib etti.
(İnfitar Suresi, 6-8)
Bu oluşumun daha pek çok detayı da vardır. Örneğin nöronlar, ilk oluştuklarında yetişkin bir insanınkinden farklı bir yapıya sahiptirler. Yetişmekte olan insanın sinir sistemi ile ilgili görevleri yerine getirmek üzere, vücudun belirli bir bölgesine göç eden nöronlar ilk aşamada havasız ortamda, oksijen olmadan yaşayabilen bir metabolizmaya sahiptirler. Ancak beyin bölgesine varıp da bu bölgeye iyice yerleşince birdenbire hava ile yaşayabilen, yani oksijene bağımlı bir metabolizmaya sahip olurlar. Böyle bir dönüşümün her seferinde, bütün sinir hücreleri için mükemmel bir şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir. Aksi bir durum sinir hücrelerinin yaşamasını imkansız hale getirecektir. Kuşkusuz bu, son derece mucizevi bir olaydır.42
Bugün biliyoruz ki, insanın beyin hücreleri bir müddet oksijensiz kaldıklarında son derece ciddi bir tehlike altına girmektedirler. Hatta süre biraz uzadığında önce felç, ardından da ölüm kaçınılmaz hale gelmektedir. Ama ilk oluşan nöronlar tamamen farklı bir sistemdedirler. Yalnızca bu aşamada bir aksaklık olsa, yani tam gerektiği anda nöronların metabolizmalarında değişiklik olmasa, embriyo bir insan haline gelemeyecektir. Elbette, bir hücrenin ileride ne görev yapacağını tesbit etmesi ve kendi yapısını bu göreve uygun şekilde, kendi iradesi ve şuuru ile değiştirmesi mümkün değildir.
Bu durumda karşımıza çıkan gerçek açıktır: Nöronları bu özelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren Allah'tır. Her insan kendisinin de bu aşamalardan geçirildiğini bilmeli ve Rabbimiz’in kendisini bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı görerek şükretmelidir.
Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, göklerde ve yerde O'ndan başka bir güç sahibi olmadığını aklından bir an bile çıkarmamalıdır:
... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan    (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. (Kehf Suresi, 37-38)

Hücreler Arasındaki Planlamanın Önemi

Bir Et Parçasından Bedenimizi Yaratan Allah'tır
embryo to a baby 1. Embriyonun Alnı Oluşmaya Başlıyor
2. Burnun Oluşumu
3. Çene Kemiğinin Oluşumu
4. Alt Çenenin Oluşumu
5. 34. Gün
6. 28. Gün
7. 40. Gün
8. 45. Gün
9. 50. Gün
10. 60. Gün
Başlangıçta bir et parçası görünümünde olan embriyo zamanla gelişir. Gözleri, kulakları, kalbi ve diğer organları oluşur ve yepyeni bir insan ortaya çıkar. Yukarıda bu değişimin insan yüzünün oluşumu sırasındaki aşamaları görülmektedir. Dünya üzerindeki tüm insanların başından bu aşamalar geçmiştir. İnsan kendi varlığından haberdar olmayan bir hücreler topluluğuyken anne bedeninde hazırlanmış olan koruyucu ortamda güven içinde gelişimini sürdürür. Simetrik gözler, kaşlar, burun, ağız, koruyucu deri hep anne bedeninde oluşur. Yukarıdaki resimlerde de açıkça görülen mucizevi değişim Allah'ın yaratma sanatının delillerinden biridir. Bu gerçeği düşünmek ve Allah'a şükretmek dünya üzerindeki her insanın görevidir.
embryo to a baby
embryo to a baby
embryo to a baby
Embriyonun gelişimini incelediğimizde son derece orantılı ve uyumlu bir gelişmenin olduğunu görürüz. İlk ayın sonunda, embriyoda tam gelişmemiş gözler, kulaklar, burun, çene ve yanaklar görünmeye başlar.
Bu uyumlu gelişme sırasında bir yandan büyüme, bir yandan şekillenme ve bir yandan da yapısal değişimin sağlanması çok önemlidir. Bu değişimlerin bütün vücut parçaları için aynı şekilde gerçekleşmesi şarttır. Çünkü insan vücudundaki bütün organlar son derece kompleks yapılara sahiptir. Örneğin sadece göze ait 40 farklı parça vardır. Gözlerin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için orantılı bir büyümenin olması, parçalar arasındaki bağlantının sağlam olması, hepsinin kendi yerinde bulunması gerekir. Aksi takdirde göz işlevlerini yerine getiremeyecektir. Aynı şekilde kolun oluşumu için de kemik ve kas oluşumunun aynı anda başlamış olması gereklidir.
Bundan anlaşıldığı gibi, fetüse ait tüm hücreler bu uyum içinde hareket ederler. Her birinin vücudun genel planından haberi vardır. Her biri birtakım sinyaller gönderir ve diğerlerinden gelen sinyallere de tepki verirler. Embriyonun tüm hücreleri birlikte hareket ederler. Adeta bir anlaşma ile ihtiyaca göre DNA'larındaki bilgilerden gerekenleri kullanarak, birbirlerinden farklı özelliklere sahip olurlar.
Peki hücreler nereye gideceklerini ve ne oluşturacaklarını nereden bilirler? Ayrıca birlikte hareket ettikleri hücrelerle nasıl bu kadar uyumlu olabilmektedirler? Hücrelerin içindeki genetik bilginin nasıl kullanılacağına ve hücrelerin nasıl farklılaşacağına karar veren kimdir?
Vücudumuzdaki organlar ne bir eksik, ne de bir fazladır. Organlarımızda eksik olması kimi zaman öldürücü, en azından sakatlığa sebebiyet vericidir. Fazla olması ise vücuda kullanılmayan ve lüzumsuz bir yük getirir. Öyle ise, öncelikle insanın ihtiyaç duyduğu organ sayısının belirlenmesi gerekmektedir. Peki bu sayı nasıl belirlenmektedir? Nasıl olup da bir grup hücre bir organı yapmaya başladığında başka bir grup hücre de aynı organdan ikinciyi yapmamaktadır?
Evrimciler DNA molekülünün bütün bu işlemlerden sorumlu olduğunu ifade ederek konuyu geçiştirmeye çalışırlar. Ancak bu, sadece bir aldatmacadır. Çünkü burada asıl üzerinde durulması gereken nokta vücuttaki bütün hücrelerin DNA molekülünde yer alan bilgileri, buraya kimin yerleştirdiğidir. Daha da önemlisi bu bilgilerin, nerede, ne zaman, nasıl kullanılacağına kimin karar verdiğidir. İşte evrimcilerin bu noktada verebileceği bir cevap yoktur.
Temelinde şuursuz ve cansız atomlardan oluşan hücrelerin, kan damarlarının, dokuların, havanın, rüzgarın ya da herhangi bir maddenin böyle bir karar verme gücü yoktur. Hücrelere şifrelenmiş olan bu muhteşem planı yaratan Allah'tır. Hücrelere neler yapmaları gerektiğini ilham ederek bu planın kusursuzca işlemesini sağlayan da Allah'tır. Allah herşeye güç yetirendir.
Gözün Mucizevi Yaratılışı
eye Embriyo 4 haftalık olduğunda başının her iki tarafında birer oyuk oluşur. İnanması güçtür ama bu oyukların içine gözler inşa edilecektir. 6. haftada gözler oluşmaya başlar. Hücreler aylar boyunca akılalmaz bir plan içinde hareket eder ve gözün farklı bölümlerini teker teker oluştururlar. Bazı hücreler korneayı, bazı hücreler göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yaparlar. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde durur. Her biri gözün ayrı bir parçasını oluşturur, sonra mükemmel bir şekilde birleşirler. Sıralamada bir karışıklık olmaz, gözbebeği yerine başka bir tabaka oluşmaz, kornea, göz kasları herşey yerli yerindedir.  Bu işlemler sürekli devam eder ve farklı tabakalardan oluşan göz kusursuzca inşa edilir.
Burada kendi kendimize bazı sorular sormamız gerekir: Bu hücreler farklı tabakalar inşa etmeleri gerektiğini nereden bilirler? Tabakaların başlangıç ve bitiş sınırlarına nasıl karar verirler? Bu soruların tek bir cevabı vardır. Hücreler Allah'ın ilhamıyla hareket ettikleri için bu şuurlu hareketleri yapabilirler. Ancak insanın oluşumuna tesadüflerle açıklamaya getirmeye çalışan evrimciler bu soruların cevabını veremezler.n>
1. Gelişen Beyin
2. Ektoderm
3. Optik Kese
4. Optik Sap
5. Göz Çukuru
6. Oluşan Mercek
7. Oluşan Retina
8. Oluşan Kirpik
9. Mercek
10. Oluşan Kornea
11. Oluşan Optik Sinirler
embryo, eye
Embriyoda gözün oluşumu özetle yukarıda görüldüğü gibidir. Ön beyinden dışarı doğru bir çıkıntı oluşur. Bu çukurun en dıştaki hücre tabakasına (ektoderme) değdikleri noktalarda burada içe doğru çöküntüler meydana gelir. Optik çukur denilen bu çöküntüler zamanla gözü oluşturur.
İnsan bedenindeki kusursuz planı kitaplarında anlatan evrimcilerden biri de Hoimar von Ditfurth'tur. Dinozorların Sessiz Gecesi adlı kitabında yazar, insanın oluşumunu detaylı olarak anlatmış ancak "nasıl, neden" gibi sorulara evrim teorisiyle asla cevap veremediklerini şöyle itiraf etmiştir:
embryo, eye
Kara bir nokta görünümündeki bir cismin zaman içinde renkli, üç boyutlu gören, üstelik estetik görünümlü gözler haline gelmesini sağlayan herşeyin hakimi olan Allah'tır.
"... İnşaata nerede ve ne zaman başlanacağı ve planın tek tek parçalarının hangi zaman sırasıyla biraraya getirileceğini ayrıca belirten projeler yoksa, en iyi plan bile bir işe yaramaz. Söz konusu olan bir binaysa işe temelden başlayıp, duvarlar bittikten sonra en son damı yerleştirmemiz gerektiğini biliyoruz. Ama elektrik ve su tesisatı tamamlanmadan sıvaya da geçemeyiz. Her inşaatta tıpatıp uygulanan bir mekan düzenleme planının yanısıra, inşaatın uyduğu bir zaman düzenlemesi vardır.
İşte doğanın inşaatları ve elbette hücreler için de geçerlidir bu. Ama hücre düzleminde bu öncelik-sonralık ilişkisinin nasıl gerçekleştirildiği konusunda hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Hücreye planın hangi bölümünü ne zaman imal etmesi gerektiğini kimin söylediğini biyologlar henüz bulamadılar. Bazı genler tam gerektiği anda ve doğru zamanda engellenirken, gene kimilerinin üzerindeki ambargonun nasıl olup da kalktığı, baskıcı genler ile baskıyı ortadan kaldırıcı genleri hareket geçiren komutayı kimin verdiği, tamamen karanlıkta bekleyen sorulardır..."43
Dünyanın "en mükemmel kamerası" olarak kabul edilen gözün oluşumunda da görüldüğü gibi şuursuz hücreler adeta sonsuz bir akılla hareket ederler ve  gözler anne karnında yoktan inşa edilir. Elbette ki bu olağanüstü olayı başaranlar hücrelerin kendileri değildir. Gözü oluşturan hücreler sonsuz güç sahibi olan Allah'ın ilhamı ile hareket ederler. Allah bir ayetinde insana suret veren olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
embryo, baby, face
Kemiklerin Kasla Sarılması
Çok yakın bir zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılıyordu. Ancak yapılan son araştırmalar çok farklı ve insanların hiç farkında olmadıkları bir gerçeği ortaya koydu. Embriyodaki kıkırdak doku önce kemikleşmekte, daha sonra kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokulardan seçilerek biraraya gelerek sarmaktaydı.
Sonra o su damlasını bir alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14)
embryo, muscle embryo, muscle
Ayette 1400 yıl önce haber verilmiş olan bu bilimsel gerçek, "Developing Human" (Gelişen İnsan) adlı bilimsel bir yayında şöyle tarif edilmektedir:
embryo, muscle 6. haftada kıkırdaklaşmanın devamı olarak ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar. 7. hafta sonunda uzun kemiklerde de kemikleşme başlamıştır. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen dokudan seçilerek kas kitlesini meydana getirirler. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafında ön ve arka kas gruplarına ayrışır.44
Kısacası insanın Kuran'da tarif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği yüzyıllar öncesinden insanlara bildirmiştir.

Dış Dünya İçin Yapılan Hazırlıklar

Organları yavaş yavaş tamamlanan ve hareketlenmeye başlayan bebeği yeni bir oluşum beklemektedir. Bebeğin bulunduğu güvenli ortamdan tamamen farklı özelliklere sahip bir ortamda yaşayabilmesi için vücudunda gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Bunun için yavaş yavaş hareketlenmeye başlaması ve yeni oluşan organlarını çalıştırmaya başlaması gerekecektir. Kuşkusuz bu konu da en mükemmel şekilde çözümlenmiştir. Bebeği rahimden ayıran zarın içinde "amniyon sıvısı" denilen özel bir sıvı oluşmaya başlar. Bebeğin böbrekleri, akciğeri, amniyon zarının kendisi ve rahim ortaklaşa katkıda bulunarak bu sıvıyı oluştururlar.45

Bebeğin Yaşam Suyu: "Amniyon Sıvısı"

amnion
Üstteki amniyon zarı içindeki embriyo görülüyor. Amniyon zarının içinde bulunan sıvı embriyoyu sarsıntılara ve darbelere karşı korur. Bundan başka embriyonun bağırsaklarının emilim için hazırlanması, böbreklerinin çalışmasına yardım etmek, embriyo için gerekli olan ısıyı sabit tutmak da amniyon sıvısının görevlerindendir. Amniyon sıvısının varlığı annenin sağlığı için de önem taşımaktadır. Bu sıvı sayesinde bebeğin rahme baskı yapması engellenmiş olmaktadır.
Bebek için özel olarak hazırlanmış olan amniyon sıvısı organların doğumdan sonraki kullanımı için hazırlanmasını sağlar. Bebek, amniyon sıvısı ile bir anlamda dış dünyaya alışmak için egzersiz yapar ve düzenli olarak bu sıvıyı içer. Bu sayede dili acı, tatlı, tuzlu ve ekşiyi algılamaya başlar. Bir süre sonra tükürük bezleri de harekete geçer. Ayrıca fetüsün içtiği amniyon sıvısı hem bağırsakları emilim işine hazırlamakta, hem de böbreklerin aynı sıvıyı devamlı olarak kandan süzmesine olanak sağlayıp böbrekleri çalıştırmaktadır. Böbreklerden emilen sıvı da tekrar amniyon sıvısına geri verilmektedir. Ancak bu işlem amniyon sıvısını kirletmez. Çünkü böbrekler, şu anki işleyişlerinden farklı olarak, bebeğin içtiği sıvıyı süzerken steril hale getirecek bir yapıya da sahiptirler. Ayrıca bu sıvı tıpkı bir havuzun temizlenmesi gibi diğer birçok sıvının da yardımıyla sürekli temizlenir.
Bu gelişmelerin yanısıra, bu dönemde sindirim sisteminin tam olarak hazır olması için, midede sindirim suları salgılanmaya başlanır.46 Ayrıca yeni oluşan bebeğin bağırsaklarında yer alan hücreler, şekerleri ve tuzları birbirinden ayırt edebilme yeteneği kazanır ve bir süre sonra seçilen bu atıklar annenin kanına geri verilir. Böylece hem bağırsaklar, hem de böbrekler aktif faaliyete geçmiş olurlar. Amniyon sıvısı her üç saatte bir, yani her gün sekiz defa ceninin bağırsakları tarafından emilir ve kan yoluyla anne kanına verilir. Emilen sıvı miktarı kadar sıvı hem anne rahminden ve hem de ceninin akciğer ile böbrekleri tarafından üretilerek amniyon sıvısının havuzuna bırakılır. Böylece cenin için hayati derecede önemli olan bu sıvının miktarı korunmuş olur. Bu mükemmel sistem sayesinde cenin hiçbir zarar görmeden sindirim sistemini çalıştırmış olur.
amnion
1. Yumurta Kesesi
2. Embriyo Zarı
3. Amniyon
4. Amniyon Boşluğu
5. Göbek Kordonu
6. Koryon Çıkıntıları
Bebeğin dış dünyaya yaptığı hazırlıklardaki en büyük etken hiç kuşkusuz ki amniyon sıvıdır.
Ceninin büyümesine paralel olarak miktarı yavaş yavaş artan amniyon sıvısı 10. haftada 30 ml, 5. ayda 350 ml ve 7. aya kadar da 1 litreye ulaşır. Doğum anında ise yarım litreye düşer.47
Amniyon sıvısı sadece sindirim sistemini doğumdan sonraya hazırlamakla kalmaz, bebeğin anne rahminde rahatça hareket etmesini de sağlar. Cenin bu sıvı içinde tıpkı limana bağlanmış bir sandal gibi yüzer. Bu haliyle çok güvenli bir şekilde anne rahminde hareket etmektedir. Aynı zamanda dışarıdan gelecek mekanik darbelere karşı da bu sıvı sayesinde korunmaktadır. Sıvılara herhangi bir yönden gelen basınç küresel olarak her tarafa yayılır. Böylece cenin olumsuz etkilerden korunmuş olur. Örneğin anne koşsa da, cenin bu koşuyla oluşan sarsıntıdan hiç etkilenmez. Bu durum içi suyla dolu kapalı bir kabın içerisindeki bir mantarın kap çalkalandığında hareket etmemesine benzer. Her türlü tehlike çok daha önceden düşünülmüş, tedbirler alınmış, cenin için olabilecek en muazzam koruma sistemi yaratılmıştır.
Amniyon sıvısının varlığı annenin sağlığı için de önem taşımaktadır. Ceninin amniyon sıvısının içinde yüzer şekilde olması önemlidir. Bu sıvı rahmin boşluklarını doldurur. Bu sayede zamanla büyüyen ve ağırlık kazanan cenin, annenin rahmine ağırlık yapmaz. Eğer bu sıvı olmasaydı cenin büyüdükçe rahme baskı yapacaktı. Bu ise rahim duvarlarının ters baskı etkisi sebebiyle, ceninin normal gelişimini imkansız kılacaktı.
amnion
Amniyon sıvısı olmadan bir bebeğin anne karnında gelişmesi mümkün değildir. Nitekim amniyon sıvısının üretimi ilk insandan bu yana kusursuz bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu da, evrimcilerin zaman içinde aşama aşama değişimlerle gelişim iddiasını tamamen geçersiz kılmaktadır.
Bu özel sıvının cenine sağladığı bir diğer hayati imkan ise, sabit bir ısı sağlamasıdır. Bilindiği gibi sıvılar ısıyı eşit olarak dağıtırlar. Devamlı değiştirilen amniyon sıvısı da belirli bir sıcaklıkta olup ceninin gelişimi açısından ihtiyacı olan ısıyı her tarafa eşit olarak dağıtır.
Bu sıvının üretilmesinde, sürekli olarak temizlenmesinde ya da miktarının ölçülmesinde tek bir aksaklık olsa ceninin doğal gelişimi bozulur. Örneğin amniyon sıvısının miktarının gerekenden daha az olması veya hiç olmaması durumunda bir seri anormallik baş göstermeye başlar. Uzuvlar kasılır ve deforme olur. Eklemler bir bütün olur, deri bollaşır, baskı nedeniyle yüz deforme olur. En ciddi sorun ise akciğerlerin oluşumundaki bozukluktur. Bu durumda bebek doğduktan hemen sonra ölür.48
Tüm bu bilgiler bize göstermektedir ki, amniyon sıvısının üretimi ilk insandan bu yana kusursuz bir şekilde gerçekleşmektedir. Amniyon sıvısı olmadan bir bebeğin anne karnında gelişmesi mümkün değildir. Bu da, evrimcilerin zaman içinde aşama aşama değişimlerle gelişim iddiasını tamamen geçersiz kılmaktadır. Yepyeni bir insanın yaratılışı aşamalarının tek bir tanesi, örneğin buraya kadar anlattığımız amniyon sıvısının üretilmesi eksik kalsa, asla doğum olayı gerçekleşemez ve insan soyu henüz oluşmadan tükenirdi. Dolayısıyla amniyon sıvısının zaman içinde ihtiyaç duyularak üretilmeye başlandığını iddia etmek mümkün değildir. Bu sıvı bebek ile birlikte var olmak zorundadır. Böyle önemli görevlere sahip, çok fonksiyonlu bir sıvının tesadüfen bir anda oluştuğunu iddia etmek de mümkün değildir. Nitekim kompleks bir yapının bir anda oluşması demek, o yapının yaratılmış olması demektir. Tesadüflerin hesap yapması, ihtiyaçları belirlemesi, bu ihtiyaçlara uygun yapıları seçmesi ve bunları gereken zamanda gereken yerde meydana getirmesi mümkün değildir.
Açıktır ki, amniyon sıvısı da, bağlı olduğu sistemlerle birlikte ve tam ihtiyaç olan miktarlarda, Allah tarafından yaratılmıştır.
Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi eklediğini bilir. O'nun Katında herşey bir miktar (ölçü) iledir. (Rad Suresi, 8)
Bebeği Koruyan Özel Tüycükler
embryo Anne karnında gelişimini sürdürmekte olan bebek amniyon sıvısı tarafından korunur. Ancak bu sıvının içinde uzun süre kalmak bebeğe zarar da verecektir. Fakat böyle olmaz. Çünkü sıvının tahribatına karşı bebeğin bedeninde mükemmel bir koruma oluşturulmuştur. 5. ayda bebeğin tüm vücudunu renksiz tüycükler kaplar. Bü tüycükler 3-4 ay süresince bebeğin vücudunda kalırlar. Doğumdan önce de hemen hemen bebeğin tüm vücudunu kaplamış vaziyettedirler. Tüycükler sayesinde amniyon sıvısı bebeğin tenine zarar vermemiş olur. Tüycüklerin varlığının bebeğin korunması için alınmış özel bir tedbir olduğu çok açıktır. Anne karnındaki bebeğin gelişiminde her türlü detay eksiksizdir. Hiçbir aksama olmayacak şekilde kurulmuş olan bu sistem Allah'ın sınırsız yaratma gücünün göstergelerinden yalnızca bir tanesidir.

İlk Nefes İçin Yapılan Hazırlıklar

Doğduktan sonra bebek için en önemli şey nefes almaktır. O ana kadar henüz hava ile tanışmamış ciğerlerin, havayla doldurulup nefesin geri verilmesi gereklidir. Doğduktan sonraki ilk ana kadar hiç nefes almayan ciğerler, ilk nefesi bir anda, oldukça normal bir şekilde alıp vermeye başlarlar. Çünkü bebek, o ana kadar annenin kanından karşıladığı oksijeni artık kendi ciğerleri vasıtasıyla havadan almak zorundadır.
Bebeği doğduğu an herşeyi ile hazır olarak yaratan Allah akciğerlerin oluşumunda da gerekli hazırlıkların tamamlanmasını sağlamıştır. Akciğerlerin hazırlanması için göğüs kafesiyle karnı birleştiren diyaframa görev düşer. Diyafram altıncı aya doğru çalışmaya başlar. İlk önceleri çok kısa zamanlarda, bir saatte birkaç defa genişler ve büzülür, ama bunu doğduktan sonra sürekli yapacaktır.
Bu örnekte görüldüğü gibi bebek daima özel bir koruma altındadır. Ama unutulmamalıdır ki bu koruma anneye ait değildir. Fetüs gelişimini devam ettirirken, anne normal hayatına devam eder. Vücudundaki tüm değişimler kendi kontrolü dışındadır. İstese de hiçbir müdahalede bulunamaz. Tüm bu olayların gerçekleşmesi ancak Rabbimiz’in sonsuz kudreti sayesinde olur. Çocuğun gelişimi ve hayata normal bir insan olarak gelebilmesi için gerekli tüm ayrıntılar Allah tarafından en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Böylece hem fetus halindeki bebeğin yaşaması için gerekli her türlü ihtiyacı karşılanmış olur, hem de anne bebeği yaşatabilmek için ne yapması gerektiğini düşünmekten kurtulur.
Zaten düşünse de yapabileceği hiçbir şey yoktur. Mesela, fetüsün vücudundaki artık maddeleri kendi böbreklerine alıp temizlemek ve dışarı atmak, hiçbir annenin kendi başına yapabileceği bir iş değildir. Yeni bir insanın dünyaya gelebilmesi için tüm ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları karşılayacak sistemleri en güzel biçimde tespit ve inşa eden Allah'tır.

Hazırlıklar Tamamlanıyor

ultrasound, baby
Bebeğin anne karnındaki gelişimini ultrason aleti ile izlemek günümüz teknolojisi sayesinde mümkün olmaktadır.
Cenin giderek dış dünyaya hazır hale gelirken, organlar arasında olağanüstü bir işbölümü yapılır. Yapılacak işler ve gelişmeler dünyanın şartlarına göre belirlenmiştir. Anne karnında kullanılmayan gözler dünyadaki ışık şiddetine, kulaklar da dünyadaki seslerin özelliklerine göre inşa edilir. Aynı şekilde, mide ve diğer sindirim organları dünyadaki besin maddeleriyle uygun çalışabilecek bir fizyolojik sistemle donatılır. Sindirim sisteminde görev alan hücreler hiç tanımadıkları yiyecekleri analiz etmeye ayarlı bir şekilde programlıdır. Karbonhidratları, proteinleri, yağları analiz etme yeteneğinin yanısıra hangisinin hangi organ için gerekli olduğunu bilebilecek ve bu besinlerin vücudun diğer hücrelerine gönderilmesini sağlayacak bir programa sahiptirler. Cenin bu yönüyle planlı ve programlı bir şekilde dış dünyaya hazırlanmaktadır. Burada bir kez daha dikkat çekmek gerekir ki, yeni bir insanın bedenini oluşturan bu organlar ve hücreler, hiç görmedikleri, hiç duymadıkları, hiç şahit olmadıkları bir ortam için hazırlık yapmaktadırlar. Annenin bedeninden ayrıldıktan sonra kendilerini nasıl bir ortamın beklediğini bilir şekilde bir gelişim göstermektedirler. Elbette bunu hücrelerin kendi "ileri görüşlülükleri" ile başardıklarını iddia etmek mümkün değildir. Bebeği oluşturan hücrelerin bu hazırlıkları, onlara Allah tarafından ilham edilen, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir yaratılış delilidir.
Son aylarda cenin önemli oranda kilo almaya başlar. Bunun nedeni yağ dokusunun oluşmaya başlamasıdır. Kahverengi özel bir yapıya sahip olan bu yağ tabakasını üreten hücreler, ceninin özellikle belirli bölgelerinde, ensesinde, böbreklerinin çevresinde ve göğüs kemiğinin arkasında bu tabakanın oluşmasını sağlarlar. Bu özel yağ tabakalarının görevi doğduktan sonraki ilk aylarda bebeğin vücut ısısını yüksek tutmaktır. Ayrıca bu yağlar yedek besin görevini de görürler.49 Bu da, söz konusu yağ tabakalarını üreten hücrelerin, kendilerine ilham edilen görevleri kusursuzca yerine getirdiklerinin bir başka delilidir.
Bu arada beyaz yağlar da ince bir tabaka halinde oluşmaya başlarlar. Böylece yağ, ceninin derisinin altını bir tabaka halinde sarar. Derialtı yağ tabakalarının yanında bir de deriyi içinde bulunan sıvıdan koruyan bir başka yağın üretimi de yine deri hücreleri tarafından yapılır. Bu yağların oluşumu da son derece önemlidir, çünkü deri ile su arasına yağ tabakası girecek ve suyun cenin üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldıracaktır.
placenta 1. Annenin Kan Damarı
2. Plasenta
3. Bebekteki Rh (+)
4. Annedeki Rh (-)
5. Rh (+) Karşı Oluşan Antikor (Anti-Rh)
6. Rh (+) -> Hemoliz

Plesanta bebeği 9. aya kadar annenin savunma hücrelerinden korur.
A. Fetustan anne kanına plasenta aracılığıyla çok az Rh(+) eritrosit taşınır
B. Annenin kanı bunu yabancı olarak kabul eder ve Rh(+)'e karşı antikor üretir (anti Rh)
C. Bu antikor (anti-Rh) plasenta yoluyla fetus kanına geçer ve yıkıma (hemolize) sebep olur.
Daha önceki bölümlerde annenin kanındaki savunma sistemi elemanlarının bebeğin kanına geçişine izin verilmediğinden bahsedilmişti. Çünkü bu elemanlar bebeği yabancı bir doku olarak görüp, onu yok edebilirlerdi. Ancak dokuzuncu aya gelindiğinde bu durum bir anda değişir ve annenin kanındaki savunma hücreleri olan antikorlar plasenta aracılığıyla cenine geçer. Bunun nedeni incelendiğinde son derece çarpıcı bir gerçekle karşılaşırız. Doğumdan sonraki ilk altı ay boyunca bebeğin bağışıklık hücreleri oluşmayacaktır. Ama bebek kendini dünyadaki mikroplardan koruyacak antikorlara ihtiyaç duyacaktır. İşte son ay, ceninin kanına geçişine izin verilen anneye ait antikorlar bebeğin ilk dünyaya geldiğinde bulaşıcı hastalıklara yakalanmasını önlemek için hazır olacaktır.50 İlerleyen aylarda bebeğin savunma sistemi kendi antikorlarını oluşturmaya başlayınca, bu antikorlar fonksiyonlarını durduracaklardır.
Burada kısaca özetlediğimiz bu olay da, bundan önce anlatılanlar gibi, insanın yarıtılışındaki kusursuz planlama örneklerinden biridir. Bir insanın oluşması için her ay, her gün, her dakika gerçekleşmesi gereken detaylar ince ince hesaplanmıştır. Cenine zarar verecek maddelerin geçişi mükemmel sistemlerle engellenmiş, ama bu maddelere artık ihtiyaç olan zaman geldiğinde de yine aynı mükemmellikle eski sistem kaldırılıp, yerine yepyeni bir sistem yerleştirilmiştir. Elbette bu mükemmellikler bir insanı oluşturan hücrelerin iradeleri ve kararlarıyla gerçekleşmemiştir. Tüm bunlar üstün kudret sahibi Allah'ın örneksiz yaratışının delilleridir.

1. Anne Antijeni
2. Babadan Gelen Antijen
3. Atar Damar
4. Toplardamar
5. Anne Kanı
6. Harap Molekül Bileşenleri
7. Antikor
8. Progesteron
9. T Lenfositi
10. Bloke Edilmiş NK
11. T Lenfositi
12. Steroidler
13. HLA-G
14. Bloke Edilmiş NK
placenta, defense cells
Plasentanın görevlerinden biri de embriyoyu annenin savunma hücrelerinden korumaktır. (bir üstteki resim) Ancak bu koruma belli bir aya kadar devam eder. 9. aya gelindiğinde bu durum bir anda değişir ve annenin kanındaki antikorlar (savunma hücreleri) plasenta aracılığıyla cenine geçer. (büyük resim) Çünkü dünyaya geldikten sonraki ilk 6 ay boyunca bebeğin bağışıklık hücreleri oluşmayacaktır. Bu ise bebek için ölüm demektir. Dolayısıyla plesantanın antikorların geçişine izin vermesi son derece önemlidir. Plesantayı oluşturan hücrelerin bu şuurlu hareketleri kendi kendilerine yapamayacakları her insan için açık gerçeklerdir. Bu hücreleri yaratan ve neler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.
Verilen örneklerde de görüldüğü gibi ceninin gelişimindeki her türlü aşama bir kontrol altında ve çok aşamalı, kusursuz bir plana uygun olarak gerçekleşmektedir. Üstelik her insan cenin halindeyken bu kontrolden geçerek gelişmiş ve bugünkü haline gelmiştir. İnsanın gelişiminde yaratılmış olan bu özel plan ve kusursuz tasarım, düşünen vicdan sahibi insanlar için Allah'ın sonsuz aklının ve ilminin bir tecellisidir.

Tek Damladan Yaratiliş

birth phasesAnne rahmindeki büyüme süreci 9 ay boyunca kusursuzca devam eder. İlk başta tek bir su damlası olarak buraya girmiş olan cenin, giderek tam bir insana dönüşür.
Eğer bu dönüşüm içinde en ufak bir uyumsuzluk olsa, cenin kaçınılmaz şekilde can verebilir. Örneğin eğer beyin, kafatası kemiklerinden daha hızlı büyüse, ceninin beyni sıkışacak ve zarar görecektir. Aynı durum kemik-doku uyumu, gözler, akciğerler, kalp gibi diğer pek çok organ ve bunları çevreleyen kemikler için de geçerlidir. Organların uyumlu gelişimi de çok önemlidir. Eğer dolaşım sistemi oluşurken böbrekler geç kalsa, kan temizlenemeyecek ve vücut zehirlenecektir.
Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmez ve dünyaya gözlerini açacak olan genç insan, bir aşamadan bir başka aşamaya kusursuzca geçirilerek yaratılır.
Önce sadece tek bir damla su iken onu yaratıp düzgün bir insan kılan tek kudret ise, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır.
Kuran’da insanın yaratılışı şöyle bildirilir:
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)
Kuşkusuz bu gerçek karşısında insana düşen, kendisini bir damla sudan yaratarak, gören, işiten, düşünen bir insan kılan Rabbimiz’e daima şükredici olmaktır.
Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz? (Mülk Suresi, 23)

Dipnotlar

21 Gerard J. Tortora, Introduction to the Human Body The Essentials of Anatomy and Physiology, Biological Science Textbooks, 1997, s. 569-570
22 Solomon, Berg, Martin, Villee, Biology, Saunders College Publishing, ABD, 1993, s. 1066
23 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 28
24 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1034
25 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1039
26 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 33
27 . Gerard J. Tortora, Introduction to the Human Body The Essentials of Anatomy and Physiology, Biological Science Textbooks, 1997, s. 556
28 . Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 38
29 Science et Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 48-50
30 Hoimar Von Ditfurth, Dinozarların Sessiz Gecesi 2, Alan Yayıncılık, 1997, s.126
31 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 42
32 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 42-43
33 Richard Dawkins, The Selfish Gene, Oxford University Press, New York, 1976, s. 37
34 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 34
35 Science et Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 48-50
36 Intimate Universe, The Human Body, Volume 1, 1998 British Broadcasting Corporation
37 Guyton&Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 1996, 9. baskı, s. 1035
38 Science et Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 48-50
39 Solomon, Berg, Martin, Villee, Biology, Saunders College Publishing, ABD, 1993, s. 1069
40 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 73
41 Science Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 88
42 Science et Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 48-50
43 Hoimar Von Ditfurth, Dinozarların Sessiz Gecesi 2, Alan Yayıncılık, 1997, s.129-130
44 Keith L. Moore, The Developing Human - Clinically Oriented Embryology, W. B. Saunders Company, 1983, Canada, s. 374a
45 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 74
46 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 64
47 Keith L. Moore, The Developing Human - Clinically Oriented Embryology, W. B. Saunders Company, 1983, Canada, s. 126
48 Science et Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 48-50
49 Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, A Dorling Kindersley Book, Londra, 1996, s. 87
50 Laurence Pernoud, J'attends un enfant, Pierre Horay, Paris, 1995, s.135

KURAN MÛCİZELERİ - HAMİLELİK MUCİZESİ – 6 KADEME (23 Müminûn 14)

1 - HAMİLELİK MUCİZESİ – 6 KADEME

BEN ALLAHIN KULUYUM.

Sığınırım Allaha taşlanmış şeytandan.   
Adıyla Allâhın , merhametiyle (her şeyi)  kuşatanın , (gerekene gereğince ) çok merhamet edenin .

(1 FÂTİHA 1) “ Övgü Allâha eğiteni evrenlerin”. 
Salât ve selâm yüce Allâhın elçisi Muhammede. 
1 – NUTFE = SIÇRANTI = ZİGOT.
Kuran insanın yaratılışından çokça bahsediyor. İnsanın konu edildiği ilk yaratılış , ilk insanın , insan neslinin atası olan , selam ona ve annemize , babamız Âdemin yaratılışı olarak anlatılır. İlk insanın yaratılışının ilk aşaması , topraktan yaratılıştır. Topraktan yaratılışın bir çok aşaması Kuranda bildirilir. İnsanın anne karnında yaratılışı ise yaratılışın ikinci aşamasıdır. Kuran bu konudan da çok bahsetmiş. Bu konudaki bir Kuran âyeti , Kuranın 23 numaralı sûresi olan Müminûn sûresinin 14 numaralı âyetidir. 
(Kuran – Sûre 23 Müminûn – Âyet 14) “Sonra yarattık NUTFEYİ (SIÇRANTIYI - ZİGOTU) ALAKA (ALÂKALI) olarak böylece yarattık ALAKAYI (ALÂKALIYI) MUDĞA (BİR ÇİĞNEM) olarak böylece yarattık MUDĞAYI (BİR ÇİĞNEMİ) KEMİKLER olarak böylece giydirdik  KEMİKLERE ETİ  sonra İNŞÂ ETTİK ONU YARATILIŞIN BİR BAŞKASINA böylece mübârek oldu Allâh , en güzeli yaratanların”.      
Bu âyette yüce Allahın , insanın yaratılışına dâir bildirdiği aşamaların hepsi birer mûcizedirler. Çünkü 1400 (bin dört yüz) yıldan önce indirelen Kuranın indirildiği dönemde insanın anne karnındaki var oluş aşamalarının her hangi birisi hakkında insanların bilgisi yokdu. Bu aşamalardan ilki olan NUTFE aşaması da Kuranın mûcizelerinden biridir. NUTFE SIÇRANTI anlamındadır. Küçücük , mikroskopla ancak görülebilen gözle görünmeyen bir küçük damlacık olan NUTFE bölünerek çoğalır ve milimetre boyutunda  gözle zor görülecek kadar küçük bir hücre topluluğu olur , bu hücre topluluğu şeffaf küçücük bir SU SIÇRANTISI gibi bir yapıdadır.
6 KADEME resimleri -1   
NUTFE – ZİGOT - 1 –



6 KADEME resimleri -2   
NUTFE – ZİGOT - 2 - 



6 KADEME resimleri -3   
NUTFE – ZİGOT - 3 –
 


Çocuk olmaya aday , canlı hücrelerden oluşan bu SIÇRANTI aslen bir küçük sucuk olan meninin içinden ayrılan canlı bir su parçacığıdır. Gözle görünemeyecek kadar küçük , ancak Mikroskopla görülebilen bu küçücük su parçacığı anne adayının , bayanın yumurtasına girerek onu döller. Böylece ilk NUTFE bu birleşimle oluşur. DÖLLENMİŞ KADIN YUMURTASI NUTFEDİR. Bu yumurtacık gözle görülmeyecek kadar küçük şeffaf , küçük bir sucuktur. Bu küçük hücrecik daha sonra bölünerek çoğalır ve şeffaf bir hücre topluluğu olarak çoğalır. Bu hücre topluluğunun görünümü bir su sıçrantısı gibidir. Bu da NUTFE kelimesinin SIÇRANTI anlamında olmasına uygun bir oluşumdur. Öyleyse şüphe yok ki 1400 (bin dört yüz) yıldan daha uzun bir süre önce indirilen Kuran ,  çocuk oluşumu aşamalarından bir aşamanın , NUTFE aşamasının varlığını bildirerek , Kuranın indirildiği çağda bilinmesi imkânsız bir haber veriyor. Öyleyse Kuran şüphesiz bir mûcizedir. Öyleyse Kuran şüphesiz yüce Allâhın kitabıdır.
2 – ALAK = ALÂKALI. 
Bu aşamalardan NUTFE aşamasından sonra gelen ALAK aşaması da Kuranın mûcizelerinden biridir. Alak kelimesi Türkçede de kullanılan aslen Arapça bir fiil olan alakalılık fiilinden üretilmiştir , alakalı , bağlantılı anlamındadır. İnsanın yaratılış aşamalarından olarak Alak aşamasının Kuranda anılması bir mûcizedir. Zira insanın ana karnındaki yaratılış , gelişim aşamalarından birisi Alak kelimesinin bildirdiği gibi Alâkalıllık , bağlantılılık aşamasıdır. Ayrıca ALAK (Alâkalı) aşamasının NUTFE aşamasından sonra gelmesi de bir mûcizedir. Çağdaş bilimin tesbitlerine göre de NUTFE (Sıçrantı) aşamasından sonra gelen yaratılış aşaması ALAK (Alâkalı) aşamasıdır.  Arapçada Alak kelimesinin ad olarak kullanıldığı hayvan ise sülüktür. Araplar sülüğe Alak derler. Dikkat edililirse , görüldüğü gibi sülüğün iki ucunda iki ağız kısmı var , embriyonun da iki ucunda iki ağız kısmı vardır.  
6 KADEME resimleri -4    
Sülük çizim resmi = ALAK.



6 KADEME resimleri -5   
Sülük resmi = ALAK.



Bilindiği gibi sülük , canlılara yapışarak onların kanını emmesiyle bilinir. Anne karnındaki bebek oluşmadan önce , bebek olmaya aday olan yaratık da , anne rahminde büyümeye başlamadan önce , tıpkı sülük gibi ayrı bir varlık olarak başlar gelişimine. İlk aşamasında sperm ile , meni ile  döllenmiş bir kadın yumurtası yâni NUTFEDİR (ZİGOTTUR).  Bu yumurtacık anne rahminin duvarına yapışarak orada 1 (bir) santimetre boyutuna ulaştığında ALAK (Alâkalı) olur ve  anne kanından , anne kanını alabileceği damarlarla anneye bağlantılanmış ALÂKALANMIŞ olarak beslenmeye başlar , tıpkı sülüğün yaptığı gibi. Sülük de yapıştığı canlının kanını , beslenmek istediği canlının vücûduna damar bağlantısı gibi bağlanmaya yarayan bir organı ile bağlanarak , ALÂKALANARAK beslenir. Bu durum Kuranın mûcizesinin bir isbâtıdır. Anne karnındaki döllenmiş yumurtacık da aynı tarzda anne rahminin duvarına yapışarak , orada büyür ve damar bağlantısı ALÂKASI kurarak  anne kanı ile beslenir , gelişir , büyümeye başlar. Daha sonra gelişen , büyüyen bu yumurta ,büyümüş hâliyle ve  ALAK (Alâkalı) ve sonraki  aşamalarda embriyo olarak adlandırılır. Türkçede buna CENİN denir. Embriyonun gelişim aşamalarının üçüncü haftasında embriyonun şekli de bir sülük gibi olur. Dikkat edililirse , görüldüğü gibi sülüğün iki ucunda iki ağız kısmı var , embriyonun da iki ucunda iki ağız kısmı var. 
6 KADEME resimleri -6    
Anne karnındaki Embriyo – 3 haftalık = ALAK.



6 KADEME resimleri -7    
Ana karnında bebeğin gelişim aşamaları – 3. HAFTA üstte soldan üçüncü ALAK.



Bu haliyle embriyo , yapıştığı bir canlının kanını emerek beslenen sülükten farksız bir biçimdedir. Hem kanını emdiği canlıdan ayrı bir canlı oluşu , hem kan ile  beslenmesi , hem de şekil olarak sülükten farksızdır. İşte bu gerçeğin bildirildiği Kuran , şüphesiz Evrenleri yaratan ve yöneten yüce Allâhın indirdiği , her şeyi bilenin indirdiği bir mûcize olduğunu böylece isbât eder. Öyleyse 1400 (bin dört yüz) sene önce bilinmeyen bu gerçeği bildiren Kuran şüphesiz mûcizedir , yüce Allâhın kitabıdır.
3 – MUDĞA = BİR ÇİĞNEM.
Bu aşamalardan biri olan MUDĞA da Kuranın mûcizelerinden birisidir. ALAK (Alâkalı) aşamasından sonra MUDĞA aşamasının gelmesi de Kuranın mucizelerinden birisidir. Zîrâ Kuranın indiği çağda hâmilelik aşamaları hakkında bilgi olmadığı gibi hâmilelik aşamalarından ALAK (Alâkalı) aşamasından sonra MUDĞA (BİR ÇİĞNEM) aşamasının geldiği de bilinmiyordu. MUDĞA , ÇİĞNEM anlamındadır. Sakız çiğneyen kişinin çiğnediği ve dişlediği , ısırdığı sakızın şekline bakarsanız , anne karnındaki bebek olmaya aday yaratığın Mudğa (bir çiğnem) olarak adlandırıldığı dönemindeki şekliyle aynı şekilde olduğunu görürsünüz. 
 
1 - Çiğnenmiş dişlenmiş , ısırılmış sakız.

Anne karnındaki bebeğin gelişim aşamalarında ,  4. (dördüncü) haftadan  8. (sekizinci) haftasına kadar bebek adayı yaratık tam olarak çiğnenmiş ve dişlenmiş , ısırılmış sakız görünümündedir , yâni BİR ÇİĞNEM hâlindedir ,  yâni MUDĞA hâlindedir. 13’üncü haftaya kadar ise MUDĞA aşamasının bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcına geçiş aşamasıdır ki bu bölüm de MUDĞA aşamasına dâhildir.
6 KADEME resimleri -8   
Anne karnında MUDĞA = BİR ÇİĞNEM aşamasındaki yaratık. 



6 KADEME resimleri -9    
Anne karnında MUDĞA = BİR ÇİĞNEM aşamasındaki yaratık. 4 – 5 – 6 ıncı haftalarda.



6 KADEME resimleri -10    
Anne karnında MUDĞA = BİR ÇİĞNEM aşamasındaki yaratık. 7 – 8 inci haftalarda.



Böylece , anne karnındaki bebeğin oluşum aşamalarından MUDĞÂ (BİR ÇİĞNEM) aşamasının  Kuranda bulunması , şüphesiz her şeyi bilen yüce Allâhın bir mûcizesidir.  İşte bu gerçeğin bildirildiği Kuran , böylece ,  şüphesiz Evrenleri yaratan ve yöneten yüce Allâhın indirdiği , her şeyi bilenin indirdiği bir mûcize olduğunu isbât eder. Öyleyse  , şüphesiz , 1400 (bin dört yüz) sene önce bilinmeyen bu gerçeği bildiren Kuran bir mûcizedir , yüce Allâhın kitabıdır.
4 – KEMİKLER.
Bu mûcizelerden birisi de KEMİKLERİN oluşumudur. Anne karnındaki bebek adayı yaratık mudğa (bir çiğnem) hâlinden sonra insan olduğunu iyice belli eden düzgün bir şekil almaya başlar. Bu şekillenişin en önemli etkenlerinden birisi de kemiklerin oluşmaya başlamasının netleşmesi  ve kemik olmaya aday yapıların kemik dokusu hâline dönüşmeye başlamasıdır. Kemiklerin net olarak kalsiyum içerikli kemik dokusu olmaya başlamasının târihi , döllenmiş yumurtadan insan biçimine doğru giden yapının , embriyonun 13 haftalık olmasından sonradır. Daha sonraki tüm aşamalarda , kemikleşme sürer , çocuk doğduğunda dâhi bu kemikleşme sürer. Yeni doğmuş çocukların iskeleti tam olarak kemik dokusu haline gelmeyi tamamlamadığı için çok hassastır çabuk kırılabilir , buna dikkat etmek gerekir. Kuranın bildirdiği kemikleşme aşaması , embriyonun mudğa devrinden sonrasıdır. Embriyonun Mudğa dönemi ise net olarak ilk 4. (dördüncü) haftadan başlayarak 8. (sekizinci) haftaya kadardır. Ancak bunun devâmındaki 4 hafta da bu aşamanın benzeri bir aşamadır ve tamamen mudğa , bir çiğnem yâni çiğnenmiş ve dişlenmiş , ısırılmış sakız görünümünden tam şekilli bir bebek görünümüne bu dönemde ulaşır. Bu sebeple bu dönem de mudğa (bir çiğnem) dönemi sayılır. 13. (on üçüncü) haftadan itibâren bebeğin el , kol , bacak , kafa ve gövde biçimi  iyice netleşir kemikleşmeye başlamanın vakti de bu vakittir. Kuranın bildirdiği gibi mudğa döneminden sonra 13. (on üçüncü) haftadan itibâren kemik adayı vücut yapıları  , kemik dokusu olmaya başlar. Böylece , Kuranın bildirdiği , anne karnındaki bebeğin oluşum aşamalarından olan MUDĞA (BİR ÇİĞNEM) aşamasından sonra KEMİKLERİN oluşmaya başladığı bilgisi , Kuranın mûcizelerinden birisidir. MUDĞA (BİR ÇİĞNEM)  aşamasından sonra , MUDĞA (BİR ÇİĞNEM) aşamasının bitişinden sonra ve çocuğun şekillenmesinin netleştiği dönem olan bu dönemin , KEMİKLERİN kemik dokusu olmaya başlamasının vaktinin 13 üncü haftadan sonrası olduğunu konusundaki bir ingilizce yazı ve yazının adresi = Bone Development During Fetal Development http://www.livestrong.com/article/36711-bone-development-during-fetal-development/  
Anne karnındaki bebek gelişiminin aşamalarının ve kemik oluşumunun başlangıcının bilinmediği , çağımızda bilinen kadar ileri bir bilimsel bir bilgiye sâhip olunmayan bir asırda , 1400 yıl önce indirilen Kuranda bu bilginin bulunması kesin olarak isbât eder ki Kuran bir mûcizedir. Bâzı akıl yoksunlarının dediği gibi Kuranı salat ve selâm ona yüce Allâhın elçisi Muhammed uydurmadı. Çünkü o okumayı ve yazmayı dâhi bilmeyen bir toplumun aynı durumdaki bir ferdi idi. Kuranın matematik mûcizelerinin yazıcısı ya da bilimsel mûcizelerinin yazıcısı elbette bu toplumun her hangi bir ferdi ya da o çağda yaşayan her hangi bir toplumun ferdi ya da kurumu olamaz. Çünkü Kuranın bildirdiklerinin pek çoğu ancak günümüzün bilimi ile bilinen gerçeklerdir. Öyleyse hiç şüphesiz Kuranı her şeyi bilen yüce Allâh indirdi. Öyleyse ona ve gönderdiği elçiye ve ona indirdiği kitaba inanın ve uyun ki , uyarıldığınız cehennemden kurtulun ve müjdelendiğiniz cenneti kazanın. 
5 – ET.
Bu mûcizelerden birisi de ET oluşumudur. Anne karnındaki bebeğin gelişiminin ilk döneminde bebek bedeninde ET  yoktur. Bu dönemdeki vucüt , soğuyunca katılaşan et suyu kıvâmında ve görünüşünde şeffaf bir pelte hâlindedir. 

BEBEĞİN İLK OLUŞUM AŞAMALARINDAKİ ŞEFFAF YAPISININ RESİMLERİ.
6 KADEME resimleri -11


   
6 KADEME resimleri -12


  
6 KADEME resimleri -13


    
6 KADEME resimleri -14


 
6 KADEME resimleri -15






KARACİĞER DIŞARDAN GÖRÜNÜYOR.
6 KADEME resimleri -16


 
6 KADEME resimleri -17



SEKİZ HAFTALIK KÜRTAJ.
6 KADEME resimleri -18


 
   
VUCÛDUN İÇİNDEKİ KEMİK VE DAMARLAR GÖRÜNÜYOR.
6 KADEME resimleri -19


 
Vucüt ana madesini oluşturan bu pelte yapı , KEMİKLERİN oluşumundan sonra renk ve katılığını değiştirmeye başlar , böylece ET oluşumu süreci başlamış olur. Bu oluşumun vakti KEMİK oluşumundan sonra , hâmileliğin 25’inci haftasından itibâren , bebek 6 aylık olduktan sonradır. 28’inci ve 29’uncu haftalardan itibâren , 7’inci aydan itibâren vücut dokuları yağ depolamaya başlar ve böylece ET oluşumu hızlanır. ET oluşumu 32 ve 33’üncü haftalarda , bebek 8 aylıkkken  iyice belirginleşir ve daha önce çok açık kırmızı bir renk olan vucut görünümü pembeleşir ve bebeğin kilo artışı ET oluşumu iyice artar. Böylece ET oluşumu vucûdun yağ depolamasıyla birlikte doğuma kadar sürer ve doğumdan sonra da devâm eder. Kuranın bildirdiği gibi önce KEMİK oluşumunun başlaması , ardından ET oluşumunun başlaması Kuranın mûcizelerinden birisi. Çünkü bebek oluşum aşamaları hakkındaki bu bilgiler Kuranın indirildiği çağdan beri , çağımıza kadar bilinmiyordu. Bebeğin oluşum aşamaları gelişen bilim ve teknolojinin etkisi ile ancak çağımızda öğrenilebilmiştir. Öyleyse şüphesiz bir gerçektir ki , Kuran bir mûcizedir ve yüce Allâhın kitabıdır. Ona uymayan onun bildirdiği gibi ebedî kaybedişi , ebedî mutsuzluğu kazanır , Ona uyan onun bildirdiği gibi ebedî kurtuluşu , ebedî mutluluğu kazanır. 
6 - SONRAKİ YARATILIŞ = BİR BAŞKA YARATILIŞ = ÇOCUKLUK. 
Bu âyette yüce Allahın , insanın yaratılışına dâir bildirdiği aşamaların hepsi birer mûcizedirler. Bu mûcizeler 5 kelime ile bildirilen 5 aded mûcizedirler. Yüce Allâhın herkese açık ettiği 6’ncı mûcizesi ise , anne karnındaki yaratılış mûcizesinin devâmı olan , BİR BAŞKA YARATILIŞ olarak anılan , çocukluktaki büyümedir.  Bu büyüme herkese mâlum olduğu için çok açık bir mûcizedir. Çocukların boylarının uzaması ve organlarının görünür tarzda büyümesi , değişmesi , ergenliğe giriş ve ergenlik değişimleri bu açık yaratılış mûcizesinin devâmıdır. Bu mûcizenin bilimsel olarak bilinen yânı ise âyetin diğer bir mûcizesidir. Çocukluk döneminde , anne karnında süren yaratılış aşamaları devâm eder. Meselâ , çocukların kemikleri yeni doğduklarında henüz tam olgunlaşmamıştır , yaratılışını tamamlamamıştır. Çocuğun kemikleri tamâmen sertleşmemiştir , yumuşaktır , bu sebeple tez kırılabilir , buna dikkat etmeli. Cansız bilinmesine rağmen çocuğun kemikleri canlıdır , çünkü büyümeye devam eder. Buna benzer olarak tüm organlarda gelişmeler sürer , bu durum yaratılışın devâm edişidir. Bu durum da Kuranın bir mûcizesidir. Zîrâ çocuğun yaratılışının doğumdan sonra sürdüğü bilgisi , çocuğun yaratılışının içsel olarak devâm edişi yönüyle geçmişte bilinmeyen , çağımızda öğrenilen bir bilgidir. ÖYLEYSE ,  BİR SU SIÇRANTISINDAN , NUTFEDEN ÇOCUK DENEN HÂRİKAYI YARATAN VE ONU OLGUN BİR İNSAN YAPAN YÜCE ALLAH NE MÜBÂREKTİR.
(Kuran – Sûre 23 Müminûn – Âyet 14) “Sonra yarattık NUTFEYİ (SIÇRANTIYI - ZİGOTU) ALAKA (ALÂKALI) olarak böylece yarattık ALAKAYI (ALÂKALIYI) MUDĞA (BİR ÇİĞNEM) olarak böylece yarattık MUDĞAYI (BİR ÇİĞNEMİ) KEMİKLER olarak böylece giydirdik  KEMİKLERE ETİ  sonra İNŞÂ ETTİK ONU YARATILIŞIN BİR BAŞKASINA böylece mübârek oldu Allâh , en güzeli yaratanların”.     
6 KADEME resimleri -20
The above video clip is from the debate “The Qur’an and the Bible in the Light of Science” between Dr. William Campbell (USA) and Dr. Zakir Naik (India) in April 2000. In this section of the debate Dr. Campbell attempts to refute verses relating to human development (embryology) as described in the Qur’an.

In the above video clip Dr. Campbell discusses the term ‘alaqah علقة (the second stage of development as mentioned in the Qur’an). The term ‘alaqah has several meanings, one of which is a “leech”. It has been suggested that the early embryo resembles a leech in appearance and that such a description was scientifically unknown in earlier times.
Dr. Campbell in response says:
He [Dr. Keith L. Moore] says another verse in the Qur’an refers to the leech-like appearance, and the chewed-like stages of human development. From this definition, Dr. Moore has gone ahead to propose that a 23 day embryo, 3 millimeters long — that is an eighth of an inch — I can hardly put my fingers that close together without touching. This is Carnegie stage 10 shown on the inside cover of Moore’s book [figure 1]:
Figure 1: Carnegie Stages  7-17
Figure 1: Carnegie Stages 7-17.
This is the beginning, and here is the sperm entering the egg – so that’s Stage 1. [It] comes down here to Stage 6 in the second week.
And here is the 3rd week. And there is Stage 10, and here is day 23 [figure 1], and this is what Dr. Moore wants to say “looks like a leech”.
If we could look further though, and look at the X-Ray [Figure 2]:
Figure 2: Carnegie Stage 10
Figure 2: Carnegie Stage 10.
Here is day 22 and the back bone is still open. And when we look at day 23 the back bone is open there, and it is open there, and the head is wide open, it doesn’t look like a leech at all!
And if you keep on… this is the diagram of it [Figure 3]. The head is open, the rostral neuropore.
Figure 3: Human embryo at day 23-24
Figure 3: Human embryo at day 23-24.
And finally this diagram [Figure 4] shows there is the 20 day embryo. It’s got a yolk sac, it’s got an umbilicus, it doesn’t look like a leech at all.
Figure 4: Diagram of the primitive cardiovascular system in an embryo (about 20 days).
Figure 4: Diagram of the primitive cardiovascular system in an embryo (about 20 days).

RESPONSE (1): The outer shape of the embryo resembles a leech
If we begin by examining the outer shape of the embryo, we clearly see that the shape of the embryo does in fact resemble a leech. Figure 5A shows a lateral view of an embryo at days 24 to 25. Figure 5B shows a medicinal leech (taken from the BBC TV documentary The Human Body, 1998). Note the remarkable similarity in appearance between the embryo and leech. The embryo during this time is no more than 2.5-3.0 mm is size. It is only when one views the embryo under a microscope that you see the details that make it look like a leech.
The leech-like appearance of the human embryo
Figure 5: A, shows a lateral view of an embryo (size 2.5-3.0 mm) at days 24 to 25. (Modified from Moore & Persaud: The Developing Human 8th Edition) B, Hirudo medicinalis, medicinal leech (modified from The Human Body. The Incredible Journey from Birth to Death, © BBC Worldwide Ltd, 1998) C, Scanning electron micrograph of an embryo at Week 4, 26 – 30 days. (Professor Kathy Sulik, The University of North Carolina). Note the leech-like appearance of the human embryos at this stage.
RESPONSE (2): Viewing the internal organs of the human embryo and leech
Dr. Campbell presented a number images of the human embryo at 22-23 days where the internal organs could be observed through the skin as we see in Figure 2. A leech appears to have none of the characteristics displayed in Figure 2.
If we were to dissect the leech by removing its outer skin, what would its internal anatomy actually look like?
Figure 6 A-C shows views of human embryos during the third and fourth weeks of development (between 22-26 days). The internal organs are clearly visible. Now look carefully at Figure 6D which shows two illustrations depicting the internal structures of a leech. Once again, note the remarkable similarity in appearance between the embryos and the anatomy of the leech. Note also how the leech’s body is made up of a number of similar segments which resemble the somites in the human embryos. Click on Figure 6 to view a higher quality image.
It is truly remarkable that if we dissect both the embryo and leech (by removing their outer skin) and observe their internal organs, we find that the appearance of their internal structures are similar.
How is it possible for the external shape of the embryo AND its internal anatomy to resemble a leech?
Dorsal views of embryos during the third and fourth weeks. A, Dorsal view of a 5-somite embryo, actual size 2.5mm. B, Dorsal view of an older eight-somite embryo, actual size 3.0mm. C, Dorsal view of a 13-somite embryo at approximately 24 days, actual size 3.0mm. (Photographs from Professor Hideo Nishimura, Kyoto University, Kyoto, Japan.) D, The anatomical structure of the leech. (Illustrated by James Rawlins Johnson, A Treatise on the Medicinal Leech, London, 1816. (Rare – In process) UCLA Biomedical Library: History and Special Collections for the Sciences)
Figure 6: Dorsal views of embryos during the third and fourth weeks. A, Dorsal view of a 5-somite embryo, actual size 2.5mm. B, Dorsal view of an older eight-somite embryo, actual size 3.0mm. C, Dorsal view of a 13-somite embryo at approximately 24 days, actual size 3.0mm. (Photographs from Professor Hideo Nishimura, Kyoto University, Kyoto, Japan.) D, The anatomical structure of the leech. (Illustrated by James Rawlins Johnson, A Treatise on the Medicinal Leech, London, 1816. (Rare – In process) UCLA Biomedical Library: History and Special Collections for the Sciences).
For more details about the similarities between the internal anatomy of the embryo and leech, see Embryology in the Qur’an: The ‘Alaqah Stage.
RESPONSE (3): The head of the human embryo at days 22-24 resembles the sucker of a leech
Dr. Campbell also showed illustrations of the embryo at 23-24 days (Figure 3) with its head wide open. In Figure 7 below we see a scanning electron micrograph of the embryo with its head still open, and a scanning electron micrograph of the rear sucker of a leech. Look at the head of the embryo and the leech’s rear suckers and note once again, the remarkable similarity in appearance between the embryo and leech.
Embryo like a leech?
Figure 7: Left, Coloured scanning electron microscope image of an embryo of about 22 days. Right, Coloured scanning electron micrograph of the rear sucker of a freshwater leech. Source: Does the embryo resemble a leech in this photo?
For more images of the embryo and the leech’s front and rear suckers, see Does the embryo resemble a leech in this photo?
RESPONSE (4): Dr. William Campbell confusing the terms embryo and conceptus
Dr. CaDr. William Campbellmpbell stated:
And finally this diagram [Figure 4] shows there is the 20 day embryo. It’s got a yolk sac, it’s got an umbilicus, it doesn’t look like a leech at all.
Dr. Campbell seems to be confusing the terms embryo (the developing human during its early stages of development) and conceptus. The conceptus includes the embryo as well as the embryonic part of the placenta and its associated membranes: amnion, chorionic (gestational) sac, and umbilical vesicle or yolk sac. It is the embryo that resembles a leech not the conceptus. For a discussion of the embryo at this stage of development see the paper Embryology in the Qur’an: The ‘Alaqah Stage.

SUMMARY

  • The outward shape of the embryo at 22-25 days resembles that of a leech
  • The internal structure of the leech resembles a human embryo of 22-26 days
  • The head of the embryo appears to resemble the leech’s rear sucker.
The Qur’anic term alaqah refers to the embryo when it is extremely small. Due to the small sizes involved scientists could not have recognised the detailed features of the ‘alaqah stage as Dr. Moore states:
Dr. Keith L. Moore
Dr. Keith L. Moore
It is remarkable how much the embryo of 23-24 days resembles a leech. As there were no microscopes or lenses available in the 7th century, doctors would not have known that the human embryo had this leech-like appearance. In the early part of the fourth week, the embryo is just visible to the unaided eye because it is smaller than a kernel of wheat.
(Quote from A Scientist’s Interpretation of References to Embryology in the Qur’an).
ALAK/ALAKA kelimesi, Arapça bir sözcüktür. Bazı tefsirlerde ve bazı meallerde bu kelimeyle ilgili yapılan “kan pıhtısı” gibi yorum ve değerlendirmeler, zamanın mevcut bilgisine paralel olarak yapılmıştır. Bu sebeple bu konuda öncelikle lügat kitaplarında bu kelimenin ne anlama geldiğini görmek gerekir:

Lügat ilminde temel kaynakların verdiği bilgilere göre ALAK kelimesi değişik türevleriyle  -temel fonksiyonları itibariyle- şu anlamlara gelir:

- Kan emen Sülük.

- Avın ağa yakalanması.

- kan pıhtısı.

- Kan parçası.

- Bir şeyin bir şeye tutunması/yapışması.

- Çocuğun parmaklarını emmesi.

- Bir şeyin sevgisinin bir kalbe çelme takması.

- Bir kimsenin biriyle alaka kurması

- Bir şeyin bir şeye asılması. (bk. el-Cevheri(ö. 393), es-Sihah; İbn Faris(ö. 395), Mucemul-’Lüğa;  İbn Manzûr(ö.711), Lisanu’l-Arab; el-Firûzâbâdi(Ö.817),el-Kamusu’l-Muhit; ez-Zebidi(ö. 1205),Tacu’l-Arûs, “ALAK” maddesi)

Bu kaynaklarda açıkça belirtildiği üzere, ALAK/ALAKA kelimesinin en önemli etimolojik ve sözlük anlamı, yapışmak, asılmak, bağlanmak, takılmaktır.  “ALİKA EL-SAYDU BİL HİBALETİ” cümlesi, av, ağa takıldı, anlamına gelir. (bk. Sihah, Lisasnu’l-Arab, Tacu’l-Arus, “A-L-K” maddesi)

Kur’an’da nutfeden sonra “ALAKA” kelimesinin kullanılması, modern ilmin gözle gördüğü ince hakikatleri içermesi bakımından bir mucizedir. Çünkü bu kelime, hem asılmak, yapışmak  hem de emmek manasını ihtiva etmektedir.

Modern tıbbın/embriyolojinin kabul ettiği gerçek şudur ki, rahimdeki cenin/embriyo alak/alaka konumuna geldiği zaman, rahmin duvarına asılır ve rahmin damarlarından -bir sülük gibi- kan emmeye başlar ve gıdasını alır. (İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

İlginçtir ünlü hadis alimi İbn Hacer el-Askalanî (ö: 852),  yaklaşık 6 asır önce, anne rahmindeki ceninin belli bir safhada “ALAKA” adını almasının gerekçesini açıklarken, şunu vurgulamıştır: “Alaka, -bir nevi kan pıhtısı gibi- nemli bir yapıya sahip olup geçtiği yerlere tutunma özelliğine sahip bir yapıda olduğu için alaka adını almıştır.” (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 11/482)

Uzmanlar, modern ilmin verileriyle Kur’an’ın 15 asır önceki tespitlerini hayranlıkla karşılaştırmışlar.

Kur’an’ın ilgili ayetinden birinin meali şöyledir:

"Sonra nutfeyi, (rahim cidarına yapışan bir hücre olan), alakaya, bunu da (bir çiğnem et görünümündeki) mudğaya, mudğayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah'ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!" (Mü'minûn, 14)

Modern ilim ise şöyle diyor:

Döllenmiş yumurtanın (zigot) içine yerleştirilen ve bundan sonraki bütün biyolojik süreçleri ihtiva eden bilgi, kademe kademe okunarak hayat sahnesine çıkar. Henüz döllenmenin ikinci günü tek hücre olan zigot, art arda bölünmelerle 2, 4, 8, 16, 32... şeklinde çoğalır. Üçüncü gün yuvarlak bir dut (morula) veya böğürtlene benzerken, dördüncü gün, içi boş bir top şeklini (blastosist) alır.

Beşinci gün asıl cenini oluşturacak hücreler, bu kümenin bir tarafında toplanır ve ortaya çıkan şekil, kaşlı bir yüzüğü andırır (geç blastosist). Altıncı gün tüpteki yolculuğunu bitirip, dokuz ay kalacağı anne rahmine gelir ve bir tohumun toprağa ekilmesine benzer tarzda anne rahmine tutunur (implantasyon).

Anne rahmine tutunması için daha önceden salgılanan hormonların (östrojen, progesteron) tesiriyle rahim duvarları kalınlaştırılıp kanlandırılır (toprağın çapalanıp kabartılması gibi) ve ceninin büyüyüp şekilleneceği ortam hazırlanır. İkinci haftanın başında anne rahmine tutunan cenini teşkil eden kübik ve silindir şeklindeki dev hücreler, üst boşlukta yan yana dizilir (germinal disk). Bu safhada iken hücrelerde özelleşmeler başlamış, ileride organların oluşacağı ektoderm, endoderm ve mezoderm tabakaları artık belli olmuştur. (bk. Dr. Arslan Mayda, Bir Hücreden İnsana, Sızıntı, Şubat, 2010)
Buna göre, ilgili ayette çok önemli bir Kuran mucizesi ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz, anne karnında gelişmekte olan zigotu bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kur'an'ın alemlerin Rabbi olan Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır.
Mü’minun Suresi’nin 13-14. âyetlerinde Cenab-ı Hak insanın yaratılış safhalarından birisini şöyle  beyan etmektedir:

 “Sonra onu, sağlam bir yerde nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alakayı bir parçacık et haline  soktuk, bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik. Bu kemikleri etle kapladık..." (Mü’minûn, 23/13-14; bk. Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meâli. Diyanet İşleri Vakfı Yayınları/86-F. 2004, s.331, Ankara).

Allah, yaş ve kuru ne varsa Kur’an-ı Kerim’de mevcut olduğunu bildiriyor. Ancak bunlar, genelde ya bir işaret, ya bir remiz, ya da bir ima şeklinde yer alır. İşte buradaki bu gizli ifade ve manalar, o günün bilimsel verileri doğrultusunda yorumlanmaya çalışılır. Nitekim, Kur’an’da; “güneş döner” tabiri kullanılmıştır. Bundan geçmiş devirlerdeki insanların anladığı, güneşin dünya etrafında döndüğü ve dünyanın sabit olduğu şeklindedir. Ama, Kur’an-ı Kerim’in bu ifadesi, günümüzdeki fen bilimine de ters değildir. Fakat, geçmişteki insanların bu dönmeden kastettikleri mana ile günümüzünki farklıdır. Dolayısıyla, Kur’an’da “bilimsel hata var” sözü yanlıştır. Bunun yerine belki şu söylenebilir: “Kur’an’ın bu ifadesini, günümüz bilgileri ışığında nasıl yorumlayabiliriz?”

Nitekim, Kur’an’da geçen “alaka” kelimesi, geçmişteki tefsirlerde “kan pıhtısı” şeklinde algılanmışken, son tefsirler ”aşılanmış yumurta”, yani, “zigot” olarak ifade etmektedirler.

Yukarıda görüldüğü gibi, Diyanet bu âyeti; etlerden iskeletin yapıldığı şeklinde açıklamış, daha sonra bu kemiklerin etle kaplandığı belirtilmiştir.

Bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah’ın, bir şeyi yanlış veya noksan bilmesi veya bildirmiş olması düşünülemez. Bir noksanlık varsa, ya bizim bilgilerimizin sınırlı oluşundan, ya farklı yorumumuzdan, ya da yanlış bilgimizden ileri gelir.

Bilimsel değer ve yargıların da her an değişebildiği gözden uzak tutulmamalıdır. Bugün hala, bilimsel olarak ifade edebildiğimiz bilgiler çok sınırlıdır. Hücre hakkındaki bilgimizin bile, yüzde on seviyesinde bulunduğu belirtilir. (Prof. Dr. Adem Tatlı)
Bu Sure’de, Allah'a dosdoğru imân edenlerin özelliklerinden altı tanesi belirtildikten sonra Allah'ın yüce kudretini bir defa daha hatırlamamız bakımından ilk insanın süzülmüş, lüzumsuz kısmı atılarak özü kalmış bir çamurdan yaratıldığına dikkatler çekiliyor.

Böylece Cenâb-ı Hak insanın yaratılması konusunda iki ayrı kanunun mevcudiyetine işarette bulunarak bilimsel araştırma yapanlara temel iki bilgi hareket noktası veriyor:

1.  İlk insanın, bugün bizim bildiğimiz biyolojik kanunlarla değil, kimyasal olarak belli elementlerin bir araya getirilip oluşturulmasıyla vücut bulduğu ve ona canlılık vasfını veren, biri hayvanî, diğeri insanî olmak üzere iki yöününün olduğu bildiriliyor.

2.  Adem (a.s) ve sonra da Havva vücut bulduktan sonra bizim bildiğimiz biyolojik kanunlar konularak insan neslinin yaratılma programı ortaya çıkıyor. İlk insanın balçıktan yaratıldığı gibi, onun neslinin de bir bakıma topraktan yaratılmakta olduğu, yani menşe'inin toprak olduğu anlaşılıyor. Çünkü topraktan elde edilen ürünlerin insanlar tarafından yenilmesiyle erkeklerde sperma, kadınlarda yumurta meydana geliyor ve bunların birleşmesiyle tedrici şekilde cenin oluşuyor.

Ayrıca Cenâb-ı Hak, ilgili âyetlerle dört önemli safhayı açıklayarak anatomik yoldan hem kendi kudretini izhar ediyor, hem de ilim adamlarına ana fikir veriyor:

Birinci Safha:  Ana rahmine intikal edip yumurtayla birleşen spermanın, geometrik olarak çoğalması neticesinde alaka (aşılanmış yumurta) haline gelmesi,

İkinci Safha:  Üzerinden bir süre geçtikten sonra et parçası şekline girmesi,

Üçüncü Safha:  Yine belli bir süre geçtikten sonra kemiklerin oluşması,

Dördüncü Safha:  Ve böylece ceninin çok sağlam bir karargâhta gelişmesi..

Anlaşıldığı gibi, insanlar henüz ana rahminde oluşan ceninin geçirdiği bu safhaları bilmezken, Kur'ân bin dört yüz yıl önce hem bu safhaları günümüzde gelişen bilimsel araştırma ve tespitlere uygun olarak belirtmiş, hem de ana rahminin anatomik yapısına dikkatleri çekerek orada oluşan ceninin korunması için mükemmel bir sistem oluşturulduğuna atıfta bulunmuştur. Nitekim Zümer Sûresi'nde ana rahminin anatomik yapısı hakkında temel bilgi verirken, orayı üç ayrı karanlık tabaka olarak vasıflandırmaktadır. (bk. Zümer Suresi,  6)

İnsanı bunca düzenli safhalardan geçirip çok mükemmel ve değişmez kanunlarla yaratan Allah, onun için bir de ölüm ve sonra da tekrar dirilme kanunları koymuştur. Sırası gelince, bu kanunlar hükmünü yürütür ve hiçbir aksaklık da söz konusu olamaz.

Oluşan Et Parçasındaki Gelişme Safhaları

Yapılan bilimsel araştırma ve tespitlere göre: Rahim yolu içinde aşılanan yumurta hemen bölünmeye başlar, rahim yolu kaslarının kasılmasıyla sekiz gün içinde rahme ulaşır. Rahmin iç tabakası olgunlaşmış, kalınlaşmıştır ve artık yumurtanın tutunmasını beklemektedir. Kur'ân'ın tabiriyle “sağlam bir karargâh” haline gelmiştir.

Döllenmiş yumurtaya, gelişmeye yüz tuttuğu andan sonra “oğulcuk” eski tabirle “rüşeym” denir; etene yolu ile annesinden kan almaya, bu kan kendi damarlarında dolaşmaya başladıktan sonra da “dölüt” yani “cenin” diye anılır. Böylece iki ayda iki santimetre olan ceninde nasıl damarlar oluşup kan dolaşımı meydana geliyorsa, öylece kıkırdak şeklinde kemikler de oluşmaya başlar ve yavaş yavaş Kur'ân'ın tabiriyle oluşan kemiklere et giydirilir, yani etle kemik birlikte gelişerek düzen ve ölçüsü doğrultusunda bütünleşir. Derken ilk oluşmasına nisbetle bambaşka bir yaratık meydana gelir. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 8/4086)


‘ALAQA (CLOT?!?) AND OTHER EMBRYOLOGICAL STAGES IN THE QUR'AN

Dr. William F. Campbell
It has been said that the idea of the embryo developing through stages is a modern one; that the Qur'an is anticipating (i.e. prophesying) modern embryology by describing different stages in the development of the embryo. In a pamphlet entitled Highlights of Human Embryology in the Koran and the Hadith by Keith L. Moore, M.D.[1], Dr. Moore claims that outside the Qur'an, "The realization that the embryo develops in stages in the uterus was not discussed or illustrated until the 15th century AD".[2] In addition the claim is made that the stages described in the Qur'an match our modern knowledge.
We will weigh these claims by considering the meaning of the Arabic words used by the Qur'an and secondly by examining the historical situation leading up to and surrounding the Qur'an.
Let us start by looking at the main verses using the word ‘alaqa.
‘ALAQA
The Arabic word ‘alaqa in the singular; or ‘alaq as the collective plural is used to indicate a stage in the development of the fetus six times in five different Quranic verses.
In the Sura of the Resurrection (Al-Qiyama) 75:37-39, we read,
"Was he (man) not a drop of sperm ejaculated? Then he became a leech-like clot (‘alaqa) and God shaped and formed and made of him a pair, the male and the female."
In the Sura of The Believer (Al-Mu'min) 40:67, it says,
"He it is Who created you from dust, then from a sperm-drop, then from a leech-like clot (‘alaqa), then brings you forth as a child, ... that perhaps you may understand."
In the Sura of The Pilgrimage (Al-Hajj) 22:5, it says,
"O mankind! if you have doubt about the resurrection (consider) that We have created you from dust, then from a drop of seed, then from a clot (‘alaqa), then from a little lump of flesh, shapely and shapeless ..."
And finally the fullest treatment is in the Sura of The Believers (Al-Mu'minun) 23:12-14, which reads:
"Verily We created man from a product of wet earth, then placed him as a drop of seed in a safe lodging, then We fashioned the drop a clot (‘alaqa), and of the clot (‘alaqa) We fashioned a lump, and of the lump We fashioned bones, and We clothed the bones (with) meat. Then We produced it as another creation."
These stages can be summarized as follows:

    QURANIC STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT
STAGE 1. nutfa -- sperm
STAGE 2. ‘alaqa -- clot
STAGE 3. mudagha -- piece or lump of flesh
STAGE 4. ‘adaam -- bones
STAGE 5. dressing the bones with muscles
   

Over the last 100 plus years this word ‘alaqa has been translated as follows:
  • French, un grumeau de sang (a small lump of blood) - Kasimirski, 1948 (last Ed. during life of author was 1887)[3]
  • a leech-like clot - Yusuf Ali, (translation of 1938) 1946[4]
  • a clot - Pickthall, (translation of 1940) 1977[5]
  • a clot - Maulana Muhammad Ali, 1951[6]
  • a clot - Muhammad Zafrulla Khan, 1971[7]
  • French, de caillot de sang (clot of blood) - Hamidullah, 1981[8]
  • French, un caillot de sang - Masson, 1967
  • a clot of blood - N. J. Dawood, 1980[9] Approved by the Supreme Sunni and Shii Councils of the Republic of Lebanon
  • Indonesian, segumpal darah (lump of or clot of blood) - Indonesian Department of Religious Affairs, 1984
  • Farsi, khoon basteh (a clot of blood) - Mehdi Elahi Ghomshehi
  • Chinese, xue kuai (blood clot)
  • Malay, darah beku (blood clot)
  • [NOTE to translators: Feel free to delete or add other language words for clot (‘alaqa)
    if there are Qur'ans in those languages which seem more important to you.]
As every reader who has studied human reproduction will realize, there is no stage as a clot during the formation of a fetus so this is a very major scientific problem.
In the dictionaries of Wehr and Abdel-Nour the only meanings given for ‘alaqa in this feminine singular form are "clot" and "leech", and in North Africa both of these meanings are still used. Many patients have come to me to have a leech removed from their throats, and many women, believing that the fetus goes through a stage as a clot, have come to me in the dispensary asking for medicine because their periods haven't come. When I would answer that I couldn't do that because I believed that the fetus was a person, they would say, "but it's still blood."
Lastly we must consider the first verses which came to Muhammad in Mecca. These are found in the 96th Sura called ‘Alaq (Clots?) from this very word which we are studying. In 96:1-2, we read,
"Proclaim! in the name of your Lord Who created--created man from ‘alaq.
Here the word is in the collective plural. This word form can have other meanings because ‘alaq is also the derived verbal noun of the verb ‘aliqa which means "to hang, be suspended, dangle, to stick, cling, cleave, adhere, and to be attached". The verbal noun usually corresponds to the gerund in English as in the sentence "Swimming is fun". Therefore we could expect it to mean hanging, clinging, adhering, etc. In addition the verbal noun can have other meanings established by usage.
But the twelve translators listed above have all considered this the collective plural of ‘alaqa rather than a verbal noun and used "clot" or "congealed blood" in this verse too, and Fazlur Rahman also uses "congealed blood" for this verse in his well-known book Islam first published in 1966.[10]
Maulana Muhammad Ali explains why in Note 2770 on this verse. He says,
" ‘Alaq signifies a clot of blood as well as attachment and love. The former significance is the one generally adopted, because of the mention of ‘alaqa in the process of the creation of man in other places in the Holy Qur'an, and it indicates the insignificance of man's origin."[11]
In other words the meaning of the singular form is controlling the plural, even though there is great attraction to understand and use a different word which would avoid the scientific difficulty.
In spite of the number and qualifications of these translators who use the word "clot" to translate ‘alaqa, the French Doctor Maurice Bucaille has sharp words for them. He writes,
"What is more likely to mislead the inquiring reader is, once again, the problem of vocabulary ...
The majority of translations describe, for example, man's formation from a 'blood clot' or an 'adhesion'. A statement of this kind is totally unacceptable to scientists specializing in this field... This shows how great the importance of an association between linguistic and scientific knowledge is when it comes to grasping the meaning of Quranic statements on reproduction."[12]
Put in other words, "Nobody has translated the Qur'an correctly until Dr. Bucaille came along."
How does Dr. Bucaille think that it should be translated? He proposes that instead of "clot", the word ‘alaqa should be translated as "something which clings" which would refer to the fetus being attached to the uterus through the placenta.[13]
We will use the good Doctor's translation for ‘alaqa and try it.
"Then from the sperm-drop We created (or fashioned) the thing which clings, and from the thing which clings We created (or fashioned) chewed flesh, and from the chewed flesh We created (or fashioned) bones, and We clothed the bones with meat."
Now that we are getting very 20th century in our demands, where is the ovum? "The thing which clings" is not formed from a sperm-drop. It is formed by the fusion of the nucleus of the sperm and the nucleus of the ovum. Of course leaving something out is not exactly an error, but we will see later that for Muhammad and the Muslims hearing him, the clot (‘alaqa) was the female contribution.
Secondly, "the thing which clings" doesn't stop its clinging to become "chewed meat". It keeps on being "the thing which clings"--which is attached by the placenta--for 8 1/2 months until birth.
Even among scientists, though, there is disagreement about the translation of this word. Dr. Bechir Torki takes up the problem and translates Sura 96 as,
"Read in the name of your Lord Who has created, who has created man from links (d'attaches). Read, for your Lord is most generous. It is He Who has taught by the pen."[14]
The French word which I have translated as "links" can also mean bonds, ties, or attachments. Those meanings sound very similar to that given by Dr. Bucaille, but Torki actually proposes quite a different sense. He writes,
"He (God) 'created man from links (or bonds)'... (in) which is attached or suspended all the genes of the cells ... The first word 'read' (in the Sura) concerns the information which is contained in the first cell from which the structure of man is made. The second word 'read' concerns the great Qur'an which God has taught to man by the pen."[15]
This is a very ingenious idea, although I personally find it difficult to believe that God's first words to Muhammad would be "Read the gene code". What would the people of Mecca understand? In addition, what will Dr. Torki do with the other verses where the singular form ‘alaqa is used? What will it mean even with our modern education to say, "from a drop of sperm we created 'a gene code'; and from 'a gene code' we created a small lump of meat"? The 'gene code' is in the sperm, not created from it.
A few translators have used other words to translate ‘alaqa. In his translation of 1957, Regis Blachère has for 23:14,
"We have made the ejaculation an adhesion, We have made the adhesion a flabby mass. We have made of the flabby mass skeleton, and we have clothed the skeleton with flesh."[16]
(but it should be noted that for 75:38 he has "a congealed drop")
and Muhammad Asad in his translation of 1964, published in 1980, proposes,
"And then We created out of the drop of sperm a germ-cell and then We created out of the germ-cell an embryonic lump and then we created within the embryonic lump bones and then we clothed the bones with flesh."[17]
Muhammad Asad has a note with 96:2 suggesting that the germ-cell ‘alaqa is the fertilized ovum.
However, I think that it is clear to the reader that:
(a) The sperm does not become an adhesion or a fertilized ovum without an unfertilized female ovum.
(b) To say that ‘alaqa means "germ-cell" means fertilized ovum is a basic assumption.
(c) If it is an adhesion it stays stuck during the whole pregnancy and does not become something else.
(d) To translate "mudagha (lump of flesh)" with the 20th century adjective "embryonic" added to lump, and to say that the bones are created "within" the embryonic lump rather than "from" the embryonic lump are both basic assumptions.
Lastly in this section we must consider Dr. Keith Moore's suggestion as to the meaning of ‘alaqa. Dr. Moore, retired Professor of Anatomy and author of a text book on embryology, proposes, "Another verse in the Koran refers to the leech-like appearance and the chewed like stages of human development."[18] From this definition Dr. Moore has gone ahead to propose that a 23 day embryo, 3 mm long. or 1/8th of an inch, resembles a leech. This is Carnegie stage 10 from the inside front cover of Dr. Moore's own book and shown here in Diagram 9.[19]
Diagram 9, STAGES 7 through 17
Figure 5-9 shows an x-ray enlargement of day 22 and day 23. This x-ray of the back of day 22 shows the neural groove of the backbone is still wide open.[20]
Diagram 10[21] of day 23, similar to the x-ray view, shows the rostral and caudal neuropores still widely open and the cut edges of the yolk sac.
Figure 4-10[22] shows the embryo with a large ventral yoke sac and an umbilical connecting stalk. A leech has none of these characteristics.
In conclusion, we can say that this 23 day, 3 millimeter (1/8th inch) embryo with its rostral and caudal neuropores still widely open, with a large ventral yoke sac and an umbilical connecting stalk, does not look like a leech at all. Furthermore, no dictionary gives "leech like appearance" as a meaning for ‘alaqa and no one has suggested that the Qur'an says that man was made from a drop of sperm which became a leech. Dr. Moore does not know Arabic and said straight out to me in a personal conversation that if the true meaning of ‘alaqa is "clot", then there is no such stage in the development of an embryo.
‘ADAAM -- BONES BEFORE MUSCLE
Thirdly these quranic verses say that the "lump of flesh" becomes bones and then the bones are covered with muscles. The same idea is repeated in the Sura of the Heifer (Al-Baqara) 2:259 from 2 AH which says,
"... Look further at the bones, how We bring them together and clothe them with flesh ..."
They give the impression that first the skeleton is formed, and then it is clothed with flesh. Dr. Bucaille knows perfectly well that this is not true.
The muscles and the cartilage precursors of the bones start forming from the somite at the same time. At the end of the eighth week there are only a few centers of ossification started but the fetus is already capable of some muscular movement.
In a personal letter dated 8/1/87 from Dr. T.W. Sadler, Ph.D., Associate Professor in the Department of Anatomy at the University of North Carolina, Chapel Hill, N.C. 27514, and author of Langman's Medical Embryology, Dr. Sadler states,
"At the 8th week post fertilization, the ribs would be cartilaginous and muscles would be present. Also at this time ossification would begin near the angle of the rib and would spread along the shaft until it reached the costal cartilage by the 4th month. Muscles would be capable of some movement at 8 weeks, but by 10-12 weeks this capacity would be much better developed."
It is always better to have two witnesses so we shall see what Dr. Keith L. Moore has to say about the development of bones and muscles in his book The Developing Human. Extracted from Chapters 15-17 we find the following information:
The skeletal and muscle system develops from the mesoderm, some of which becomes mesenchymal cells. These mesenchymal cells make muscles, and also have the ability to differentiate...into osteoblasts which make bone. At first the bones form as cartilage models so that by the end of the sixth week the whole limb skeleton is formed out of cartilage but without any bony calcium as shown in Figure 15-13.[23]
While the bone models are forming, myoblasts develop a large muscle mass in each limb bud, separating into extensor and flexor components. In other words, the limb musculature develops simultaneously in situ from the mesenchyme surrounding the developing bones. So Dr. Moore agrees completely with Dr. Sadler.
Furthermore, during a personal conversation with Dr. Moore I showed him Dr. Sadler's statement and he agreed that it was absolutely valid.
Conclusion: on bone development Dr. Sadler and Dr. Moore agree. There is no time when calcified bones have been formed and then the muscles are placed around them. The muscles are there several weeks before there are calcified bones, rather than being added around previously formed bones as the Qur'an states. The Qur'an is in complete error here.
THE PROBLEM
The great problem with these new definitions for words like ‘alaqa and mudagha is that no confirming examples of such a usage have been provided from the Arabic used in the centuries surrounding the Hejira.
Dr. Bucaille wishes to say that all of these older translators are wrong; that to correctly translate the Qur'an one must have a very good scientific education. How good? These translators would have all had modern high school biology telling about the sperm and the ovum.
Does Dr. Bucaille not understand? These translators are scientists in their field of words, and they have not found any valid linguistic facts which will allow them to change the meaning of the words in these verses. They have been honest translators, not ignorant of science.
Bucaille says that their translations are "hardly comprehensible". I am sorry but I must disagree. Their translations are very comprehensible and correct. They just reflect the scientific problems which are present in the original Arabic.
The only way to establish the meaning of a word is by usage. The only way to establish whether the singular form "‘alaqa" can mean a 3 mm embryo or "the thing that clings" is to bring sentences demonstrating this usage from the literature of the Arabs of Mecca and Medina close to the time of Muhammad--especially from the language of the Quraish--for the Qur'an was written in "Clear Arabic" (‘arabiiyun mubinun), the Colloquial Arabic of the Quraish tribe.[24]
This will not be an easy task because much work has already been done on that "clear Arabic" of the Quraish, and has only shown "clot" & "leech" as valid meanings for ‘alaqa. The early Muslims understood intuitively the need to know exactly what the Quranic words mean, and for this reason they made comprehensive studies of their language and poetry.
The great historian Ibn Khaldun could say,
"Know therefore that the Qur'an descended in the language of the Arabs and in accordance with their style of eloquence, and all of them understood it and knew its various meanings in its several parts and in their relation to each other."[25]
His statement that "all" of the Arabs understood the Qur'an is no doubt an enthusiastic exaggeration which any one might make, but it is surely closer to the truth than Dr. Bucaille's statements that nobody has understood the Qur'an until now.
Hamza Boubakeur, former rector of the main mosque in Paris brought up this subject at the "Colloque sur le Dieu unique" held at Montpellier on May 6, 1985. He posed the rhetorical question to the audience,
"Has the comprehension of the text (of the Qur'an ) known at the time of Muhammad remained stable?"
and his answer was,
"Ancient poetry attests to the semantic stability."
We can only conclude that if the verses which bring spiritual comfort and hope to Muslims have remained stable, then the scientific statements imbedded in those verses must also be accepted as stable unless new evidence can be brought forward.
This is especially important since some of the verses say that this information is a sign. The Sura of the Believer (Al-Mu'min) 40:76 says,
"He it is Who created you from dust, then from a sperm-drop, then from a clot (‘alaqa) ... that perhaps you may understand."
and in the Sura of the Pilgrimage ( Al-Hajj) 22:5 we read,
"O mankind! If you have doubt about the resurrection (consider) that We have created you from dust, etc., etc. ..."
Therefore the question must be asked, if it was a clear sign to the men and women of Mecca and Medina what did they understand from this word ‘alaqa which would lead them to faith in the resurrection?

THE ANSWER
We are going to examine the historical situation leading up to the time of Muhammad to see what Muhammad and his people believed about embryology. The trail will start with the Greek and Indian medical men.
HIPPOCRATES
We will start with Hippocrates. According to the best evidence, he was born on the Greek island of Cos in 460 BC. His stages are as follows with the references in the text.
Semen
Sperm is a product which comes from the whole body of each parent, weak sperm coming from the weak parts, and strong sperm from the strong parts. Section 8, p 321
Coagulation of Mother's blood
The seed (embryo), then, is contained in a membrane ... Moreover, it grows because of its mother's blood, which descends to the womb. For once a woman conceives, she ceases to menstruate... Section 14, p. 326
Flesh
At this stage, with the descent and coagulation of the mother's blood, flesh begins to be formed, with the umbilicus. Section 14, p. 326
Bones
As the flesh grows it is formed into distinct members by breath ... The bones grow hard ... moreover they send out branches like a tree ... Section 17, p. 328
This information is clearly summarized in the following chart.

    STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT ACCORDING TO HIPPOCRATES
STAGE 1. sperm
STAGE 2. mother's blood descends around the membrane
STAGE 3. flesh, fed through umbilicus
STAGE 4. bones
Clearly this shows that 1000 years before the Qur'an the development of the embryo was divided into stages.
   

ARISTOTLE
Next we will look at Aristotle. In his book On the Generation of Animals,[26] sometime about 350 BC, Aristotle gives his stages of embryology. (The section numbers are in the text.)
Semen and menstrual blood
In this section, 728a, Aristotle speaks of the male semen as being in a pure state ... "It follows that what the female would contribute to the semen of the male would be material for the semen to work upon." In other words the semen clots the menstrual blood.
Then he continues, "Nature forms from the purest material the flesh ... and from the residues thereof bones, sinews, hair, and also nails ... and lastly, round about the bones, and attached to them by thin fibrous bands, grow the fleshy parts. ..." 654b
Clearly the Qur'an follows this exactly, sperm clotting the menstrual blood which forms meat. Then the bones are formed and lastly "round about the bones ... grow the fleshy parts" as we see in the following chart.

    STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT ACCORDING TO ARISTOTLE
STAGE 1. sperm
STAGE 2. catamenia -- menstrual blood
STAGE 3. flesh
STAGE 4. bones
STAGE 5. around the bones grow the fleshy parts
   

NEXT WE SHALL CONSIDER INDIAN MEDICINE
The opinion of Charaka (123 AD) and Susruta is that both the male and female contributed seed. The "secretion" of the male is called the sukra (semen) ...
The "secretion" of the woman is called artava or sonita (blood) and it is derived from food by way of blood ..."[27]
Here we see that in the medicine of India, they too had the idea that the child was formed from the male semen and the female menstrual blood.
====================================================================

NOW WE SHALL LOOK AT GALEN
Galen was born in 131 AD in Pergamum (modern Bergama in Turkey).
Our knowledge of his book, De Semine, depends on two Greek manuscripts of the 15th and 16th century and two Arabic copies from the 12th and 13th century of the same translation made in about 840 AD, i.e. 700 years after Galen lived. Galen's work was considered so important that copies were still being made in 1500 AD. Secondly, although the Arabic copies reflect a translation made 700 years after Galen's life, no one doubts their essential accuracy.
I mention this because in comparison we Christians have 75% of the Greek Gospel-New Testament in papyrus copies from only 150 years after Christ ascended into heaven, and we have 2 complete Greek copies from 350 AD. Therefore, there is no reason to doubt the essential accuracy of the Gospel-New Testament either. It has not been changed.
Galen - On Semen
Galen says, "The substance from which the fetus is formed is not merely menstrual blood, as Aristotle maintained, but menstrual blood plus the two semens." p 50.
The Qur'an agrees with Galen here when it says in Sura 76:2, "We created man from a drop of mingled sperm."
Embryological Development
Concerning Embryological development, Galen also taught that the embryo developed in stages.
He wrote, "the first is that in which ... the form of the semen prevails. At this time Hippocrates too, the all marvelous, ... still calls it semen (geniture)."
The next stage is "when it has been filled with blood, and heart, brain and liver are (still) unarticulated and unshaped ... this is the period ... that Hippocrates (called) foetus."
(The Quranic Sura 22:5 reflects this when it says, "... Then out of a morsel of flesh, partly formed and partly unformed ...")
"And now the third period of gestation has come ... Thus it (nature) caused flesh to grow on and around all the bones."
We saw above that the Qur'an agrees with this in Sura 23:14 where it says, "And we clothed the bones (with) meat."
"The fourth and final period (puer or child - verse 9) is at the stage when all the parts in the limbs have been differentiated."[28]

    GALEN'S STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT
STAGE 1. The two semens
STAGE 1b. plus menstrual blood
STAGE 2. unshaped flesh
STAGE 3. bones
STAGE 3b. flesh grows on and around the bones
   

Thus we see that Galen also has stages. He divides them differently, but the sequence is the same.

THE XVI BOOKS OF GALEN AS THE BASIS OF MEDICAL STUDIES
Galen was so important in medicine that just about the time of the Hejira, four leading medical men in Alexandria, Egypt decided to form a medical school using 16 books of Galen as the basis of the studies. This continued up to and including the 13th century.[29]

ARABIA AROUND 600 AD, BETWEEN GALEN AND AVICENNA
We must now ask ourselves what the political, economic and medical climate was in Arabia at the time of Muhammad.
From the Hadramaut in Yemen, the caravans of the spice trade passed north through Mecca and Medina and then reached into all of Europe.
In North Arabia in about 500 AD the Ghassanids took over and by 528 AD the Ghassan controlled the Syrian desert to the outskirts of Yathrib (Medina). Syriac (a form of Aramaic, related to Arabic) was their official language.
As early as 463 AD, the Jews translated the Torah and Old Testament from Hebrew into Syriac. (The British Museum has a copy) This made it available to the Ghassan who were Christians and to the Jewish tribes in Arabia for their members who didn't know Hebrew.
During this time, Sergius al-ras Ayni, (died in Constantinople in 536 AD), one of the earliest and greatest translators from Greek into Syriac (Aramaic), translated various works on medicine, including 26 books of Galen's works into Syriac. This made them available in the Kingdom of Khosru I and to the Ghassan Tribe whose influence extended to the outskirts of Medina.
Khosru I, (Arabic Kisra) King of Persia from 531-579, was known as Khosru the Great. His troops conquered areas as far away as Yemen. He also loved learning and started several schools.
"The school of Jundi-Shapur became, during Khosru I's long reign of 48 years, the greatest intellectual center of the time. Within its walls Greek, Jewish, Nestorian, Persian and Hindu thought and experience were freely exchanged.
Teaching was done largely in Syriac from Syriac translations of Greek texts."[30] This meant that Aristotle, Hippocrates, and Galen were readily available when the medical school at Jundi-Shapur was operating during his reign.
The next step was that the conquering Arabs compelled the Nestorians to translate their Syriac texts of Greek medicine into Arabic. The translation from Syriac to Arabic was easy as the two languages had the same grammar.
Concerning the local medical situation during Muhammad's life, we know there were physicians living in Arabia during this period.
Harith ben Kalada was the best-educated physician trained in the healing art. "He was born about the middle of the sixth century, at Ta'if, in the tribe of Banu Thaqif. He traveled through Yemen and then Persia where he received his education in the medical sciences at the great medical school of Jundi-Shapur and thus was intimately acquainted with the medical teachings of Aristotle, Hippocrates and Galen.
"Having completed his studies he practiced as a physician in Persia and during this time he was called to the court of King Khosru, with whom he had a long conversation. He came back to Arabia about the beginning of Islam and settled down at Ta'if. While there Abu'l-Khayr, a King of Yemen, came to see him, in connection with a certain disease from which he was suffering and, on being cured, rewarded him with much money and a slave girl.
"Though Harith ben Kalada did not write any book on medicine, his views on many medical problems are preserved in his conversation with Khosru. About the eye he says that it is constituted of fat which is the white part, of water which is the black part, and of wind which constituted the eyesight." All this ... goes to show the acquaintance of Harith with the Greek doctors.[31] He died in the reign of 'Umar the 2nd Caliph.
Summarizing the situation in a few words in his book Histoire de la Médecine Arabe, Dr. Lucien LeClerc writes,
"Harith ben Kalada studied medicine at Jandi-Shapur and Muhammad owed to Harith a part of his medical knowledge. Thus, with the one as well as the other, we easily recognize the traces of Greek (medicine)."[32]
"Sometimes Muhammad treated the sick but in the difficult cases he would send the patients to Harith."[33]
Another educated person around Muhammad was Nadr ben Harith--not related to the doctor. He was a Qurayshite and cousin of Muhammad and had also visited the court of Khosru. He had learned Persian and music which he introduced among the Quraish at Mecca.
However, he was not sympathetic to Muhammad, mocking some of the stories in the Qur'an. "Muhammad never forgave him for this, and when he was taken prisoner at the Battle of Badr, he caused him to be put to death."[34]
In summary, we see that
(1) Arabs living in Mecca and Medina in 600 AD had political and economic relations with people from Ethiopia, Yemen, Persia, and Byzantium, i.e. present day Turkey.
(2) A cousin of Muhammad knew Persian well enough to do his musical studies in it.
(3) The Ghassan tribe, which ruled the Syrian desert over to the gates of Medina, used Syriac--one of the main languages used to teach medicine at Jundi-Shapur--as their official language.
(4) An ill king of Yemen came to Ta'if to consult the physician Harith ben Kalada who had been trained at Jundi-Shapur--the best medical school in that world--and to whom Muhammad sometimes sent patients.
(5) During Muhammad's life time a new medical school was established in Alexandria using the XVI books of Galen as their texts.
This all shows that there was ample opportunity for Muhammad and the people around him to have heard of the embryological theories of Aristotle, Hippocrates and Galen when they went to seek treatment from Harith ben Kalada and other local doctors.
Thus when the Qur'an says in the Late Meccan Sura of the Believer (Al-Mu'min) 40:67,
"He it is Who created you from dust, then from a sperm-drop, then from a leech-like clot (‘alaqa) ... THAT PERHAPS YOU MAY UNDERSTAND,"
And when the Sura of the Pilgrimage (Al-Hajj) 22:5 starts out,
"O mankind! if you have doubt about the resurrection (consider) that We have created you from dust, then from a drop of seed, then from a clot (‘alaqa), etc..."
it is correct for us to ask again what were they to understand?
What were they to consider?
When we look at the Quranic stages again the answer is very clear.

    QURANIC STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT
STAGE 1. nutfa -- sperm
STAGE 2. ‘alaqa -- clot
STAGE 3. mudagha -- piece or lump of flesh
STAGE 4. ‘adaam -- bones
STAGE 5. dressing the bones with muscles
   

They were understanding and considering that which was common knowledge--the embryological stages as taught by the Greek physicians.
I do not mean that Muhammad's listeners all knew the names of the Greek physicians, but they knew the embryological stages of the Greek physicians.
(1) They believed that the male sperm
(2) mixed with the female semen and menstrual blood to cause it to clot and this became the baby.
(3) They believed there was a time when the fetal lump was "formed and unformed".
(4) They believed the lump became bones
(5) which were then covered with muscles
Allah in the Qur'an was using that common knowledge as a sign encouraging the listeners and readers to turn to Him. The trouble is that this common knowledge was and is not true.

ARAB PHYSICIANS AFTER MUHAMMAD
We must now look at one hadith and two well-known physicians from the period after Muhammad. Obviously they had no effect on the Qur'an, but they demonstrate that faith in the embryological ideas of Aristotle, Hippocrates and Galen continued among the Arabs right up to the 1600's.
The Hadith is found in the Forty Hadiths of An-Nawawi and reads as follows,
This Hadith is reported according to Abi ‘Abd-ar-rahman ‘Abdallah ben Mas‘ud, may God be pleased with him, who said: The Apostle of God, may God bless him and grant him salvation, spoke to us and he is truthful and worthy of belief:
"The creation of any one of you is accomplished in various stages in the abdomen of your mother; 40 days a drop of sperm; then he will be (‘alaqa) a clot for the same period, then chewed meat (mudagha) for the same period; then the angel will be sent to him and he will blow into him the spirit (soul) and he will order four words (about the future) by writing: his monetary fortune, and his length of life, and his actions, and whether he is to be damned or happy in the hereafter.
"And I swear by God Whom there is no other God except Him: it could be that one of you will do acts as the people of heaven until there remains only one arms length between him and it (heaven), and the writing ( of his future) will overtake him and he will do the acts of the people of the fire and he will enter it. And it could be that one of you will do acts of the people of the fire until there remains only one arms length between him and it, and the writing (of his future) will overtake him and he will do the acts of the people of heaven and he will enter it." (translation mine) Transmitted by Bukhari and Muslim[35]
We have here a Hadith which is reported to be from the mouth of Muhammad; attested to by the best authorities--Bukhari and Muslim; included in a special collection of Hadiths by a specialist in Hadiths; which has gross scientific errors. It follows the stages of the Qur'an exactly, but here Muhammad has added other information. The drop of sperm remains a drop of sperm 40 days, then an "‘alaqa" 40 days for a total of 80 days, then "chewed meat" for 40 days for a total of 120 days as shown in the following summary. Modern gynecological studies have shown that sperm remain alive less than a week inside the female genital tract, and that at 70 days organ differentiation and maturation are well advanced, except for the brain.

    HADITH'S STAGES OF PRENATAL DEVELOPMENT
STAGE 1. sperm--for 40 days
STAGE 2. ‘alaqa -- clot for 40 days
STAGE 3. mudagha -- flesh for 40 days
This makes a total of 120 days or 3 months and there are still no bones.
In truth all organs are formed, bones are beginning to calcify, and muscles are moving at 2 months.
   

This Hadith says that it doesn't even become "an unformed lump" until 80 days, a clear error. Dr. Bucaille also mentions this Hadith and concludes,
"This description of embryonic evolution does not agree with modern data."[36]
However, it clearly shows something of what men believed only 200 years away from Muhammad, and it raises severe theological problems in relation to all the Hadith.

THE THEOLOGICAL PROBLEM
Do the scientific errors in this Hadith make the theological statements of Muhammad wrong too?
If the scientific error proves that this well attested Hadith is wrong, how do we know anything about the validity of the other well attested Hadiths which don't happen to have a scientific error to betray that they are wrong?
An even more crucial question is, how do we know that this Hadith is not an accurate transmission? How do we know that this does not represent Muhammad's words and understanding of the scientific facts???
Furthermore, if the correct translation of "alaqa" is "leech-like substance" as modern Muslims like Shabir Ally claim, there is no place where these post-Quranic doctors said so. In fact, it is just the opposite. The ideas of these Greek physicians were being used to explain the Qur'an and the Qur'an was quoted to enlighten the meaning of the Greek physicians.

Avicenna (Ibn Sina) 980-1037 AD wrote,
679. The human being takes its origin from two things---(1) the male sperm, which plays the part of "factor"; (2) the female sperm [first part of the menstrual blood], which provides the matter ... These give the coagulum ("He created man from a clot"---Q. 96,2) a certain hardiness or firmness.[37]
Thus we see that "Ibn Sina gave the female semen exactly the same role that Aristotle had assigned to the menstrual blood ... It is difficult to overstate the importance of Ibn Sina as a scientific and philosophical authority for the pre-modern Europeans.[38]

Ibn Qayyim Al-Jawziyya (1291-1351)
Ibn Qayyim took full advantage of the agreement between Quranic revelation and Greek medicine.
Here Ibn Qayyim is writing a medical account which includes
Hippocrates (italics),
the Qur'an (bold),
Hadith (bold underlined),
commentaries (plain underlined),
and his own thoughts (in plain)
in one and the same paragraph.
Hippocrates said in the third chapter of Kitab al-ajinna: "... The semen is contained in a membrane, and it grows because of the blood of its mother which descends to the womb[39] ... Some membranes are formed at the beginning, others after the second month, and others in the third month ..." That is why God says, "He creates you in the wombs of your mothers, by one formation after another in three darknesses" (Qur'an 39:6). Since each of these membranes has its own darkness, when God mentioned the stages of creation and transformation from one state to another, He also mentioned the darknesses of the membranes. Most commentators explain: 'it is the darkness of the belly, and the darkness of the womb, and the darkness of the placenta' ...
In a second example we read,
Hippocrates said, "The mouth opens up spontaneously, and the nose and ears are formed from the flesh. The ears are opened, and the eyes, which are filled with a clear liquid." The Prophet used to say, 'I worship Him Who made my face and formed it, and opened my hearing and eyesight' etc. etc."[40]
He could do this because, as we have seen, the educated people of Muhammad's time were familiar with Greek medicine.
However, what is important for us sitting here today to realize is that there is no place where the Qur'an corrected Greek medicine. There is no place where Ibn Qayyim was shouting "Hay you guys. You've got this all wrong. The correct meaning of ‘alaqa is "that which clings" or "leech-like substance." On the contrary, Ibn Qayyim was demonstrating the agreement between the Qur'an and Greek medicine--their agreement in error.
A final witness is the commentary of Imam Naasir-addiin Baidawi who died in 1282 AD. He quotes Sura 22:5 and then gives his understanding. He explains ‘alaqa as "a piece of solid blood (qata min al-dam jaamida)" and mudagha as "a piece of meat originally as much as can be chewed (qata min al-lahm wa hiya fii al-aasal qadr maa yamdagh) ".[41]

Stages of development - a modern idea?!?
As I mentioned at the beginning of this study, it has been said that the idea of the embryo developing through stages is a modern one, and that the Qur'an is prophesying modern embryology by depicting differing stages. Yet, we have seen that Aristotle, Hippocrates, the Indians and Galen have all discussed stages of embryological development during the 1000 years before the Qur'an.
And after the coming of the Qur'an, the account of the different stages as described by the Qur'an, was carried on in the teachings of the Hadiths, Avicenna and Ibn Qayyim, and is essentially the same as that taught by Galen and those preceding him.
Concerning the bone stage, it is clear, as Dr. Moore demonstrates so capably in his textbook, that muscles start forming from the somites at the same time as the cartilage models of the bones. There is no bone stage at which the limbs of the developing fetus are just bones around which muscles will later be placed.
It is equally clear, that ‘alaqa in the Qur'an means clot and that the Quraish who heard Muhammad speaking understood him to be referring to the menstrual blood as the female contribution to the developing baby.
Therefore we can conclude that during all these years, the Quranic verses on embryology saying that "man is created from a drop of sperm which becomes a clot" were in perfect accord with the "science" of the 1st century of the Hejira, of the time of the Qur'an.
But when compared with the modern science of our 20th century,
Hippocrates is in error,
Aristotle is in error,
Galen is in error,
The Qur'an is in error.
They are all in serious error.

  1. Former Professor of Anatomy, Faculty of Medicine, University of Toronto, Toronto, Ontario, Canada
  2. Arabization and Medical Education, p. 51, reprinted 1995 by Islamic Information & Da`wah Centre International, 957 Dovercourt Road, Toronto, M6H 2X6.
  3. Biberstein Kasimirski, Le Koran, Bibliotheque Charpentier, Paris 1948.
  4. Abdullah Yusuf Ali, The Holy Qur'an, American International Printing Co., Washington, 1946.
  5. Muhammad Marmaduke Pickthall, The Glorious Qur'an, Muslim World League, New York, 1977.
  6. The Holy Qur'an, Ahmadiyyah Anjuman Ishaat Islam, Lahore, 1951.
  7. The Qur'an, Curzon Press, 1981.
  8. Muhammad Hamidullah, Le Coran, Le Club Français du livre, 1981.
  9. N. J. Dawood, checked and revised by Mahmud Y. Zayid, The Quran, Dar Al-Choura, P.O. Box 11-4251, Beirut, 1980.
  10. Islam, 2nd Ed., U. of Chicago Press, Chicago, 1979, p. 13.
  11. Muhammad Ali, Op. cit.
  12. The Bible, the Qur'an and Science, American Trust Publications, Indianapolis, 1979, p. 200.
  13. Bucaille, ibid., p. 204.
  14. Dr. Bèchir Torki, L'Islam Religion de la Science, l'UGGT, Tunis, 1979, p. 178.
  15. Ibid., p. 178.
  16. Le Coran, Librairie Orientale et Américaine, Paris, 1957. (translation mine)
  17. The Message of the Qur'an, Dar Al-Andalus Ltd., Gibraltar, 1980.
  18. Moore, Arabization and Medical Education, op. cit., p. 56.
  19. The Developing Human, Moore, 4th ed., 1988.
  20. Moore, Dev. Human, p. 75.
  21. Moore, op. cit., inside front cover.
  22. Moore, op. cit. p. 61.
  23. Keith L. Moore, The Developing Human, 4th ed.,1988, p. 346.
  24. See Section One, Chapter 1, "Some Basic Assumptions about Words", William F. Campbell M.D., The Qur'an and the Bible in the Light of History and Science, Middle East Resources, P.O. Box 96, Upper Darby, PA, 1986, p. 3-12.
  25. Ibn Khaldun, Vol. II, p. 391.
  26. Aristotle, On the Generation of Animals, Trans. by Arthur Platt, Vol. 9 of Great Books of the Western World, Encyclopædia Britannica, Inc., 1952.
  27. Dr. P. Kutumbiah, M.D., F.R.C.P., Ancient Indian Medicine, Orient Longmans, Madras, 1969, p. 2-4.
  28. Galen, op.cit. I 9, verses 1-9, p. 92-95.
  29. LeClerc, op. cit., p. 41.
  30. The Role of the Nestorians and Muslims in the History of Medicine, Allen O. Whipple, 1967, Princeton Univ. Press, p. 16.
  31. Dr. Muhammad Zubayr Siddiqi, Studies in Arabic and Persian Medical Literature, Calcutta University, 1959, p. 6-7.
  32. LeClerc, op.cit., p. 123.
  33. LeClerc, op.cit., p. 33.
  34. Edward G. Brown, M.B., F.R.C.P., Arabian Medicine, Cambridge, 1921, p. 11.
  35. An-Nawawi, op. cit., p. 28-29.
  36. Bucaille, BQ&S, p. 245.
  37. Gruner, op.cit., p. 359.
  38. Musallam, Basim F., Sex and Society in Islam, Birth control before the 19th century. Cambridge University Press, 1983, p. 47-48.
  39. This is exactly what we quoted from Hippocrates at the beginning of this section: "The seed (embryo), then, is contained in a membrane ... Moreover, it grows because of its mother's blood, which descends to the womb. For once a woman conceives, she ceases to menstruate ... Section 14, p. 326."
  40. Ibn Qayyim, Tuhfat, p. 248-52.
  41. Baidawi's commentary of Sura Al-Hajj 22:1-5, Dar Al-Fikr, P.O. Box 11/7061, Beirut, Lebanon, 1982, p. 439.

This article is taken from Section Four of Dr. Campbell's book, The Qur'an and the Bible in the Light of History and Science.
The Qur'an & Science
Answering Islam Home Page

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder